‘’Matemli geceler...‘’
Genç bir ekipten kurulu Arsenal, hemen maçın başında kendi oyun alanına yerleşiyor, tek topa dayalı ve adeta mekanik anlamda bir pas zinciri kuruyorlardı yarışmadaki genç İngiliz ayaklar... Kendi oyun alanına çekilmeye mecbur kalıp defansif bir havada oynamak zorunda kalan Sarı-Lacivertli takımın savunma hattını sürekli yarmaya çalışıyorlardı dinamik Arsenal’liler.
Fenerbahçe’nin oldukça seyrek karşı atak çıkışlarındaki ‘paslaşma dengesizliği’ gözleri rahatsız ediyor, özellikle Meireles-Kuyt ve Bekir’in uyumsuz top kullanışları ‘endişeli bekleyişlere’ taşıyordu Sarı-Lacivertli tribünleri... Buna karşın Arsenal’in orta alandaki hakimiyeti ve kanatlara aktardıkları keskin ve isabetli pasları, iki takımın arasındaki teknik kapasite farklarını resimliyordu sanki. İlk yarıda Volkan’ın burnunun dibine kadar sokulan Arsenal’li ayaklar, gol sayısına ulaşamadılar ise bunu Yobo’nun hem fizik gücüne hem de zamanlama bilincindeki bilgeliğine borçludur Sarı-Lacivertliler. Ayrıca; ileri uçtaki Sow-Webo’nun uzun paslardaki aciz duruşları, kafa toplarını hep kısa boylu rakiplerine kaptırmaları ve son hareketlerdeki çaresiz tavırları Fenerbahçe’nin gelecek haftaları adına endişe vericidir.
Gol bölgelerindeki ‘başıbozukluğu’ görüp, çareyi Emenike’yi oyuna sokmakla araması, nedense 60. dakikaya kadar sürdü Sayın Ersun Yanal’ın.. Halbuki Gökhan Gönül-Cristian ve Emenike ilk 11’de neden yoktular bu takımda? Orta alanda oyunu böylesine erken rakibe terkedip, adeta ‘keskin’ bayrağını açan bir Fenerbahçe’yi ilk kez seyrediyorum ben... Neyse ‘Taşıma suyla değirmen dönmez’ sözcüğünün manasını Fenerbahçe Yönetimi çözemediği sürece Sarı-Lacivertli takımın bu sezon ‘Matemli geceler’ yaşaması kaçınılmazdır.
‘’Hoş geldiniz‘’
Torku Konya’nın defansif bir planla, içine kapanması ve gol yemekten bir ürküntü içerisinde oynaması maçın ilk 45 dakikası adına, normaldi aslında... Öyle ya; anlı şanlı bir İstanbul takımıyla kendi sahanda da oynasan aşırı hayallere kapılmadan yarışmak zorundasın. Fenerbahçe’nin en iyilerinden Yobo, takımı adına en iyi görüntü veren ismiydi maçın ilk devresinde. Hem uzun Konya toplarını kesiyor, hem orta alandaki top alışverişine katılıyor, hem de ileri çıkarak takımının ilk golünü atma sevincini yaşıyordu. Eh bu bir gerçek! Fenerbahçe’nin ikinci 45’te başına geleceklerden, ne kadar da kolaylaştırılmış bir ilk devre yaşadığının ifadesi olmuyor mu?
Fenerbahçe’nin geçmiş yıllardan gelen yanlışlarından biri, sezonun ilk yenilgisinde yine sırıtıp durmasıydı... Alex’in gidişinden sonra; gol bölgelerinde, yani ileri uçta oynayan oyunculara ara pasları, gollük toplar hiç görünmüyordu dünkü yenilgi yarışmasında. Emenike gibi fuleli bir golcü artık takımda olduğuna göre, rakip defansın arkasına ani ve uzun toplar yağdırmak gerekmez mi? Ama Cristian-Emre Kaptan-Kuyt ve Mehmet Topal gibi usta ayaklar hiç düşünemiyorlardı dünkü müsabakada anlatmaya çalıştıklarımızı. Ersun Yanal, bu konuda orta sahayı ve defans adamlarını şartlandırmazsa eğer, Fenerbahçe’nin ligde daha başına çok yenilgi belaları yağacaktır.
İlk devredeki çekingen tavırlarını soyunma odasında silkinip atmış bir şekilde sahaya çıkan ligin en genç yaş ortalamasına sahip ekibi Torku Konyaspor, kendine olan özgüvenini de kazanınca sahayı altüst eden bir futbol kabadayılığı sergiliyordu kendi evinde... Her hattıyla Fenerbahçe oyun alanını kuşatma altına alan Konya, bir penaltı da kaçırmasına rağmen bu kadar kısa sürede 3 gol yaratıp bu maçtan tam 3 puanla ayrılabiliyorsa; onlara lige ‘HOŞ GELDİNİZ’ demek gerekmez mi?
‘’Süper Kupa Cim Bom'un‘’
Galatasaray’ın sağ kulvarda Drogba’sı, sol kanatta ağırlık olarak kullandığı Sneijder’le Ambarat’ı, tilki gibi kurnazca topu kullanıyorlar ve Fenerbahçe defansının arkasına kestikleri yerden paslarla Sarı-Lacivertli savunmayı ve kaleci Mert’i bayağı zor durumlara sokuyorlardı. Fenerbahçe ise orta alanda ağırlık kurmaya çalışıyor, Emre ve Baroni ile canlı çıkışları uç adamlar olan Sow ve Webo ile bir türlü uyum sağlayamıyor, yani ilk yarı karşılıklı pozisyon arayışları ile dengeli bir ölçekte sonuç arıyordu.
İkinci yarı, futbol kalitesi olarak ilk devrenin çok ötesine çıkıyor, iki ekip de top kullanma özelliklerini yükselterek oyunu daha daha zevkli bir çıtaya yükseltiyorlardı... Yani oyun ‘Süper Kupa’ adına layık bir seviyeye ulaşıyordu. Ancak; Fener ve yeni yeni forma giyen Alves’in ilk devredeki ustaca oyunu, Drogba hedefli alan markajındaki göz alıcı profosyonelliği parıldarken birden, iki faulu peşpeşe sıralayarak kırmızı kart görmesine nasıl yorum yapabiliriz ki? İşte Alves’in bu akıl almaz enayiliği zaten oyuna ağırlığını koymuş olan Cim Bom’u rahatlatıyor, Fenerbahçe kalesini adeta abluka altına almış bir düşünce ile oynuyordu artık Galatasaray... Neyse ki, Volkan’ın yedeği Mert, kalesinde ağabeyi Volkan’ı aratmıyor, mükemmel yer tutuşları, sayısız refleksleri ile bütün Fenerbahçeliler’i rahatlatıyordu kalesinde. Bu arada Galatasaray’ın Fenerbahçe’den daha önde oynamasına rağmen golcü ustaların son hareketlerde derin bir hamlık yaşadıklarını da işaretlemeliyiz... Uzatmalarda Drogba’nın sol kanattan gelen ortada topa kafayla yere vurdurması doğal olarak günün oyuncusu Mert’i avlıyor ve Galatasaray da ikinci yarıdaki futboluyla hak ettiği ‘Süper Kupa’yı müzesine taşıyordu Kayseri’den.
‘’Şike buzağısı‘’
Fenerlisi, Galatasaraylısı, Beşiktaşlısı ve Trabzonlusu ve de tüm futbol dünyamız bu zehirli zamanların içerisinde kıvranıp durmaktalar. Sadece ülkemizde değil adeta dünyanın diline dolanan bu şike hikayelerini “doğru veya yanlış” net olarak kimse bilmiyor.
Hayrettir ki; bizim mahkemelerimizden UEFA’sına, oradan da Tahkim ve CAS’ına kadar tüm hukuk önderlerinin ahkam kesip kararlar yağdırdığı şu ortamlarda şike olaylarını bir de şu müsabakaların gerçek yarış adamları olanlar, hakemler ve de yarışma tanıklarından dinleyelim veya bu gerçek sorumlularının raporlarını bir okuyalım diyen tek merci yok... Böyle şey olur mu? Sahanın içinde dolaplar olduysa bunları en gerçekçi olarak müsabakaları yöneten ve izleyen sorumlulardan öğrenmek gerekmez mi? Onlar raporlarını “TEMİZ” olarak verdilerse de sizlere ne yapmak düşer düşününüz. Bu şaibeli kabul edilen maçların hakemi Cüneyt Çakır, Fırat Aydınus yahu. Bu saygın ustalara dünyanın her yerinde en kritik maçları veriyorsunuz sonra da onların yönettiği Türkiye maçlarında ağzında “Şike buzağısı” arıyorsunuz... Bu hadise, sizler gibi dünya çapında kurumlar adına tek kelime ile “AYIP” değil mi sayın beyefendiler?
Haaa, telefonlar açılmış, haaa gizemli laflar edilmiş. Hatta rakamlar bile söylenmiş tamam da biz bu ülkede ve dünyada neler görüp yaşamadık ki, futbolun içinde ve sorumlulukla taşıdığımız yarım asır, yani tam 50 küsur yılın içinde... Soyunma odalarında hocanın eliyle dağıtılan teşvik primleri, “Renault marka arabayla Anadolu turuna çıkıp, gelecek haftalarda oynanacak maçların rüşvetlerini futbolcu veya hocanın banka hesaplarına yatırıp işini önceden sağlama alanlarını...” Yine yıllar öncesinden ligdeki son maç sonrası saat 21.45’te şampiyonluğunu ilan eden kulüp başkanlarını. ‘Murat’ marka arabaları şike avantası olarak dağıtıp son maç sonrası şampiyonluk ilan edenlerini.
Neleri görmedi, duymadı bu gözler, bu kulaklar... Haaa, bir de Avrupa’da dönen dolaplara girersek eğer işte o zaman futbolunu saygı ve sevgiyle hatırladığımız sayın MİCHEAL PLATİNİ de hop oturur hop kalkar yerinden... Dünyanın her anlamda kirlendiği son yıllarda, biraz insanlarla oturup dertleşmek zor mu zor sevgili dostlar... Ama yine de enseyi karartmadan yaşamayı izlemeye devam etmek gerekir; bilmem yanlış mı düşünüyorum?
‘’Kupa Kadıköy'e‘’
İlk yarıda Mehmet Topal’ın mükemmel pasıyla gelen Sow’un gol vuruşu da olmasa Türkiye neyi seyredecekti tribünlerde ve ekran başlarında. Sezon sonu yorgunluğu diyebilirsiniz. Final maçı oynanmasının getirdiği dikkat ve kontrollü futbol düşüncesi de akıllara gelebilir. Ama Trabzon’un bu maçta defans-orta alan ve gol bölgeleri kavramlarında böylesine plansız ve etkisiz kalmasına hayret ve üzüntüyle bakmaktan öte ne yapılabilir ki...?
Fenerbahçe, erken gelen golün üstüne yatmak istercesine oynuyordu sanki. Emre Belözoğlu ve özellikle de Kuyt basit paslaşmalarla maçtan zaman çalmaya oynuyorlar, Yobo’nun dikkatli oyununun yanında Gökhan Gönül kanat bindirmesi ile Sow ise ilerideki pozisyon gayretleriyle Fenerbahçe’nin dikkatleri çeken oyuncuları oluyorlardı... Ayrıca dünkü temposu solgun geçen finalde sahanın en iyisi Baroni’nin satıldığını okuduğumuza göre bakalım gelecek sezon Fenerbahçe orta alanını hangi özel ayaklar derleyip toparlayabilecek.
Maç sonlarında canlanıp Fenerbahçe kalesine yüklenen Trabzonspor’un sivri atakları netice vermiyor ve 9. dakikada atılan tek gol kupayı Fenerbahçe müzesine yönlendiriyordu.
‘’Olmak veya olmamak yarışı‘’
Fenerbahçe, elindeki kadronun en uygun düşen futbolcularıyla yarışmaya giriyor, Karabük ise ille de kazanma duygularıyla zorlamaya çalışıyordu Sarı-Lacivertli onbiri... Ancak ligin kaderini son haftalardaki yarışmaya bırakmak hiç de doğru bir yol olmasa gerek. Geçmiş aylarda onlarca maç oynayıp beklenmedik puanları hoyratça harcarsanız son maçı ‘ölümüne’ bir yarışma haline getiriyorsunuz o zaman.
Fenerbahçe’nin ilk yarıda, Mehmet Topuz ile bulduğu kafa golü Karabüklü taraftarları büyük bir telaşın içine sokuyordu sanki... Ancak Karabük takımı tam bir bütünlük halinde kenetlenerek ligde kalma umutlarını yıkmak kararıyla oynuyordu... İkinci yarıda ev sahibi takım fırtına gibi esiyor, maçı kazanmak adına ‘varını yoğunu’ koyuyordu yarışmaya. İşte anlık bir atakta penaltı şansını yakalayan Karabük, beraberliğe ulaştıktan sonra tam anlamıyla karşılıklı atak furyası başlıyordu sahada... Enfes bir hücum atağı sonucunde gelen galibiyet sayısı, tüm tribünleri ayağa kaldırıyor. Doğrusu ya Karabük, Fenerbahçe korkularını bir kenara atmış vaziyette tam bir ‘olmak veya olmamak’ ayaklanması halinde yaşatıyordu ligde kalma mücadelesini. Fenerbahçe’nin Webo ile bulduğu beraberlik golü dahi bozamıyordu Karabükspor’un kazanma uğruna kemikleşmiş inançlarını... Lualua’nın attığı enfes gol sonrası, sergilediği ‘üç takla’ gösterisi Karabük’ün ligde yaşama inancının kutlama flaması gibiydi sanki tarihi karşılaşmada.
‘’Derbi beklendiği gibi‘’
Gökhan hiç de isteyerek olmayan el dokundurma hareketini vücudunu dengeleyemiği için yapmıştı. Ama kurallara bakarsak net bir penaltıydı. Özellikle gol sonrası Burak ve Selçuk’un en ufak ikili pozisyonlarda kendilerine boş bir çuval gibi çimene bırakmaları, hem oyunun renklenmesini önlüyor, hem de bu çirkinlikleri taktik olarak tembihliyenleri ayıplıyordu sanki.
Zaten Fenerbahçe’nin yenilgi golünden sonra çift sayı yaratarak galibiyete ulaşmasının sebeplerinden biri de bu yanlışlardı şampiyon Galatasaray adına... Fenerbahçe’nin ikinciliği koruyup gelecek sezonki Avrupa şansını koruması adına da verdiği mücadele; dengeli, tartışmasız Galatasaray’ın kazanma isteklerinden çok daha önde koşmaktaydı, bu müthiş yarışmada. Ayrıca futbol tarihimizin bu iki devi olan Fenerbahçe ve Galatasaray’ın tarihi derbilerdeki oyunları her zaman haftaların, ayların ve de yılların anıları haline gelmiyor mu, futbol tarihimizin saygın sayfalarında. Yani sezonun şampiyonu Sarı-Kırmızılılar’ın biraz daha rahat olmanın rehaveti ile oyuna asılamıyor; ev sahibi Fenerbahçe ise bu korkulu maçta 3 puan çıkarma keyfiyle rahatlıyordu galibiyet sonrasında... Özetlersek; futbolumuzun MEDAR-I İFTİHARLARI, sezonun sondan bir önceki haftasını noktalarken ‘sinir küpleri’ gibi nahoş hareketlere sebep olsalar da yarışmanın bir Fenerbahçe-Galatasaray kapışması olduğunu unutmamak gerekir. İşte Volkan’la Sabri’nin kırmızı kartları hak ederek yaptıkları hareketlerle maçın sonucunu ‘tuzu-biberi’ gibiydi sanki.
‘’Alkışlamak gerekmez mi?‘’
Selçuk’un bir anlık gafletiyle gelen ilk gol tribünleri bir anda ateşliyor ve Benfica ‘Azgın boğalar mangası’ gibi saldırıyordu Fenerbahçe defansının üstüne. Fenerbahçe’nin karşı atakta yakaladığı çok haklı penaltı kararı sahayı bir anda karıştırdı. İtiraz kalabalığı ve kargaşası arasından vakur tavırları ile sıyrılan Fransız hakem atışı kontrol etti ve Kuyt’ın düzgün vuruşu ile gelen gol Sarı-Lacivertli takımın final kapılarını yeniden ardına kadar açtı. Bu arada hücuma çıkış paslarında hatalar yapan ve maçın atmosferine kapılan orta alancılar arasında genç Salih’in üstün tekniğini konuşturması, sakin ama çabuk oynama özelliği dikkat çekti. Fenerbahçe, ‘başa-baş’ bir futbol kapışmasının tarafı oluyordu ama Lizbon’da Benfica’nın galibiyet golü geldi. Tur ve finalist olma şansını yakalamak için Benfica’nın gole, Fenerbahçe’nin ise golsüz geçecek bir zaman dilimine ihtiyacı vardı ikinci 45’te... Benfica tüm hatlarıyla Fenerbahçe savunmasına kanatlardan ve göbekten sürekli saldırıyor. Fenerbahçe ise durumu korumak adına her türlü savunma çarelerini deniyordu, üst düzey bir tempoda devam eden yarışmanın gündeminde.
Ancak Benfica’nın dalgalar halinde çok adamlı hücumlarına dayanmak da mucize gibi geliyordu insanların mantıklı düşüncelerine... 66. dakikada 3. Benfica sayısına ne söylenebilir ki! Fenerbahçe elinden geleni yapmış; yarı finale kadar gelmiş ve sonunda kötü kadere teslim olmuştu Lizbon’da... Futbol sonuçta böyle bir oyundur işte. Hata ve sevaplarıyla yarı finale kadar taşınmış bir Fenerbahçe’yi son anda elenmiş de olsa alkışlamak gerekmez mi?