‘’Ayaklarınıza, ellerinize sağlık‘’
Olursa olur, olmazsa onların canları sağ olsun. Şimdi içinde bulunduğumuz anın tadını çıkartma zamanı. Bir ömür boyu beklenen büyük hedefe çok yaklaşmış olmanın haklı gururunu yaşamanın tam zamanı. Şimdi daha sakin, daha moralli düşünmenin ve hazırlanmanın zamanı.
Biz bu satırları yazarken yarı finaldeki rakip belli oldu; Benfica. İnanın kim çıkarsa çıksın farketmezdi. Fenerbahçemiz ikinci maçın son saniyesine kadar tur ümidini taşıyacaktır. Bizim gözlemlediğimiz; takımın arkadaşlık ve takım olabilme ruhunu üst düzeye taşımış olduğudur. İnşallah bu hırs ve istek camiamıza hak ettiği başarıyı getirir.
Takımın son 90 dakikada ortaya koyduğu performans üzerinde psikolojik faktörler çok etkili oldu. Oyuncularımız ileriye giderken ya geride açık verirsek diye bir ileri iki geri gittiler. Allahtan korkulan olmadı ve son dakikalar sakin geçti. Bu maç bir kez daha gösterdi ki, Fenerbahçe bu sene defans özellikleri ağır basan iki ön liberosu ile kendine has bir saha içi kurgusu geliştirdi. Genelde Mehmet Topal ve Meireles‘in görev aldığı bu bölgede Selçuk Şahin verilen görevi başarıyla yerine getirdi. Hem Topal, hem Meireles ceza sınırında. Eğer sarı kart cezalısı olacaklarsa Cristian gibi yerinde ve doğru hamleyle kart görmeleri lazım. Ziegler’in gördüğü gibi sarı kart görmemeleri lazım. Çünkü her ikisi de mevkilerinin şu anda en iyilerinden ve takımın başarısında çok önemli rol oynayacaklar.
Son paragrafı Aykut hocaya ayıralım. Uzun yıllar sonra böylesine üst düzey bir maçta 19 yaşında bir gence şans verip ülkedeki diğer tüm genç futbolculara mesaj göndererek onlara “hazır olun” dediği için kendisine teşekkürler.
‘’Kayıp kulübe‘’
Bu yoğun tempoda Krasiç ve Stoch yarım saat bile mücadele edemeyecekler mi? Webo’nun yokluğunda Semih santrfor mevkiinde bir devre olsun oynayamaz mı? Orhan Şam ortalarda yok, keza Serdar Kesimal de kadroya bile giremiyor. İlk devrenin son maçlarında saman alevi gibi parlayan Sezer nerelerde? Bu oyuncuların hepsi büyük ümitlerle ve büyük paralar ödenerek transfer edildiler. Bu günlerde katkı yapamayacaklarsa ne zaman yapacaklar?
Fenerbahçe’nin yorgun hali bile son maçta 115 kilometrelik koşu mesafesi üretti. Buna karşılık maçın son dakikaları yine sıkıntılı geçti. 99 kilometre koşan Galatasaray ise skoru erken yakalamanın avantajı ile Kayseri maçını çok rahat bitirdi. Fenerbahçe’nin bu kadar çok koşması, buna karşılık maçlarda genellikle zorlanmasının sebebi geri dörtlünün geriye yaslanarak oynaması, bunun sonucunda da orta saha ve ileri üçlünün top kayıplarından sonra uzun mesafeler katederek geriye dönmek zorunda kalmaları. Çok koşmanın işe yaraması için bu koşuların rakip yarı alanlarında yapılması gerekmektedir. Son on yıla damgasını vuran Barcelona takımına baktığınızda takım halinde sahayı nasıl kısalttıklarını göreceksiniz.
Önümüzde Fenerbahçe tarihinin en önemli iki maçı var. Lazio maçları sonunda ilk defa Avrupa’da yarı final oynayabileceğiz. Yarı final hiç bu kadar yakın olmamıştı. Biraz şans, biraz sabır turu geçmemizi sağlayabilir. Ama asıl görev tribünlerdeki taraftara düşecek. Sahaya atacakları tek bir meşale bile sahada kazanabileceğimiz zaferi kaybetmemize sebep olur. Bakın “sebep olabilir değil, sebep olur“ diyorum. Bu kadar kesin konuşuyorum. Taraftarın içindeki heyecanlı kardeşlerimize şunu sormak istiyorum. İleride çocuklarınıza Fenerbahçe UEFA Kupası’nı kazandığında tribünlerde olduğunuzu mu anlatmak, yoksa “Fenerbahçe’nin Avrupa kupasından men edilmesine sebep olan meşaleyi sahaya ben attım” diye mi övünmek istersiniz?
‘’Reform lütfen‘’
M.United geçen hafta deplasmanda Fulham ile oynadı. Fenerbahçe sahasında Sivasspor ile.
M.United‘ın son maçta sahada yer alan kadrosunun yaş ortalaması 27 idi. Fenerbahçe’nin 29.5. Rakibi Sivasspor’un ise 26.5.
M.United son maçta 26 yaş altında 5 oyuncu oynattı. Sivasspor’da da 26 yaş altında 5 oyuncu vardı. Fenerbahçe’de ise 26 yaş ve altında oyuncu yoktu.
En genç oyuncular 27 yaşındaki Ziegler ve Sow’du. Ara transferde gelen oyunculardan Emre ve Webo 32 yaşında. Afrika Kupası’ndan dönsün diye beklenen Yobo da 32 yaşında. Yobo’yu kadrosunda tutmayan Everton, Premier Lig’de 10. sırada. 32 yaşındaki Kuyt’a teşekkür edip gönderen Liverpool, 7. sırada. 9 yaşındaki Meireles’i kadrosunda tutmak istemeyen Chelsea 5. sırada.
Kulüpleri,bu sene transfer edilen oyuncuları kadrolarında düşünmediler. Fenerbahçe de düşünmeden yaşlı bir kadronun sahibi oldu. Volkan ve Ziegler dışındaki oyuncuların kontratları 2015 veya 2016 yılına kadar sürüyor. Bu kadro bu zihniyetle seneye 30.5, öbür sene 31.5 yaş ortalamasına ulaşacak. İşin kötü tarafı bu oyuncuların büyük kısmının son sahibi olundu. Gitti denilen Bienvenu kiralık olarak İspanya’da ve sezon sonunda geri gelecek. Krasiç’i kiralık olarak bile isteyen yok. Stoch’a ciddi bir talip çıkmadı. İki liraya mal edilen futbolcuya bir liralık bile teklif yok.
Gelinen noktada bu tabloyu yaratanlara bir önerim var: Kaybedeceksek Mert’le, Hasan Ali’yle, Salih’le, Recep’le, Beykan’la kaybedelim. Zaten Krasiç’le, Kuyt’la, Stoch’la da kaybediyoruz. Hem de sadece maçları değil; Fenerbahçe’nin en büyük gücü olan taraftarı da.
‘’Kkruyasıct‘’
Bir zamanlar Kontenjan Senatörlüğü diye bir unvan vardı. Bu, 1961 Anayasası sonrası ihdas edilen Cumhuriyet Senatosu’nda Cumhurbaşkanı tarafından seçilmiş 15 üyenin aldığı siyasi sıfat idi. 6 yıl için topluma önemli hizmetlerde bulunmuş, seçkin, üniversite mezunu ve 40 yaşını doldurmuş olan kişiler arasından seçilen bu senatörler, Senato’da grup sahibi oluyor ve aralarından birini başkan seçerek grup halinde çalışıyorlardı. Atandıkları için ya da seçilmedikleri için toplumda bu kişilere karşı müstehzi yaklaşımlar oluşmuştu. Torpilli kişilere, az emekle çok kazananlara “kontenjan senatörü gibi” yakıştırması yapılırdı.
Krasiç ve Kuyt bana kontenjan senatörlüğünü çağrıştırdı. İkisi de keşke hiç gelmeseydi, keşke hiç getirilmeselerdi. Bu ülkenin parasına gerçekten yazık ediliyor. Son sahibi olacağın futbolculara rüyalarında bile göremeyecekleri paraları ödemenin adı yöneticilik değil. Bu oyuncuları aldırmak ya da alındı diye oynatmak teknik direktörlük hiç değil. Geçmiş buna benzer yüzlerce örnekle dolu. Modelin adı: Al, öde, yine öde, hep öde ve bir türlü kurtulama. Beşiktaş’ın yakın geçmişteki stoperi Ferrari bu transfer modelinin en çarpıcı örneklerinin başındadır. Hiç oynamadan Beşiktaş’tan 8-10 milyon Euro tahsil etmiş ya da tahsil etmek üzeredir. Baros oynamadan kazanan bir diğer futbolcu. Sonuç olarak hangi takımı ele alırsanız benzer uygulama hatalarının futbolumuzda kronik bir hal aldığını göreceksiniz. Bu hal ne yazık ki olağan hal oldu. Düzeltebileceğimiz konusunda iyimser değilim. Tek çare UEFA ekonomik fair play uygulamalarının bir an önce mahallemize uğraması. Seslenmek istiyorum ekonomik fair playa; Gel, hemen gel, nasıl gelirsen gel. Elma dersem de çık, armut dersem de çık, yoksa biz kuru kuru tam çıkacağız.
‘’Yeni Rıdvanlar bekleniyor‘’
Televizyon yayınları başlayınca dünya starları ile tanıştık. Pele’yi, Didi’yi, daha nicelerini izledik. Golü atanları hayranlıkla izlerken, onlara “al da at” diyen muazzam kanat oyuncuları gördük. BrezilyalıGarrincha aklıma ilk gelen isimlerden. İğne deliğinden topu geçirir, üstüne üslük kendi de o delikten geçerdi. George Best bir diğer fenomendi. İpe dizer gibi adam geçer, ya atar ya attırır, maçtan sonra gitarını çalardı. Milyonlarca genç kızın hayran olduğu bu yakışıklı İrlandalı adam, Manchester United tarihinin en önemli isimlerindendi. Bursasporlu Mesut, en hayranlıkla izlediğim bir başka kanat oyuncusuydu. Gününde olduğu zaman üç kişi bile durduramazdı. Bir diğer virtüöz Galatasaraylı B.Mehmet’ti. Top adeta ayağına yapışır, onları nasıl geçtiğini rakipleri bile anlamazdı.
O yıllarda Almanya’da Abi (Abramczyk) rüzgarı esiyordu. Kendisine Abi diyen Almanlar, Flankengott (Kanatların Allahı) ismini takmışlardı. Alır ve giderdi. Bizde de Ogün ağabeyden sonra Rıdvan denen şeytan girdi hayatımıza. Keşke futbolu daha çok sevseydi de daha uzun yıllar oynasaydı. Seyretmeye doyamazdık. Aykut Kocaman o takımda sol açıktı. Gol kralıydı. Aziz Yıldırım da o yıllarda Fenerbahçe kulübünde göreve başlamıştı. Sayın Yıldırım bizim yukarıda adını saydığımız yıldızların hepsini, hatta daha fazlasını izlemiştir. Bize katılacaktır. Bugün Fenerbahçe takımında ne yazık ki tribünleri heyecanlandıracak, bırakın heyecanlandırmayı, gol atmayı; gol pası verecek, takımı hızla rakip yarı alana taşıyacak kanat oyuncusu yok. Krasiç ve Kuyt 5-6 sene geç transfer edildiler. Mehmet Topuz için bir şey söylemiyorum, rakamlar söylüyor. Dördüncü sezonunda lig maçlarında attığı toplam gol sayısı yanılmıyorsam altı. Yani sezon başına iki gol. Caner’in de Mehmet Topuz’dan farkı yok. Golcülük ve asist konusunda ikisinin de performansı düşük. Stoch için tek yorumum şu; Bunca yıldır futbolun içindeyim, isim vererek, “Ben, takım arkadaşımdan daha iyiyim“ diyen futbolcuya rastlamadım.
Sonuç: Çubuklu forma acilen yeni Rıdvan’ını, yeni Ogün’ünü, yeni Atkinson’ını bekliyor. Bizden söylemesi.
‘’Sözde değil, özde dostluk‘’
1- Ekonomik olarak kulüplerin durumu hâlâ iç açıcı değil. Dört büyükler, tasarruf olarak ilerleme kaydedemediler. 232 milyon Euro’luk alış satış zararları bilançolarında duruyor. Demek ki henüz planlamaları ve uzun vadeli vizyonları oturmamış, anlık veya popüler kararlarla zor bulunan gelirler çar çur ediliyor. Sevindirici olan antrenörler olarak kendi özümüze döndük. En azından bütçenin o bölümü ülkemizde kalıyor.
Beşiktaş’ı yokluktan mı, başka nedenden mi bilmiyorum ama daha dikkatli buldum. Diğer takımlar ise zaten kıt kanaat bütçeleri ile transferlerini daha özenle seçmişler. Onların amacı futbolcularını vitrine çıkarıp, büyük takımların iştahını kabartarak yüksek fiyatlarla satmak. Çünkü bütçedeki gelir kalemlerini artırmanın başka yolu yok. Ya ürünü kendi çiftliğinde yetiştireceksin, ya da başkasının tarlasından turfanda satın alıp büyüteceksin. Ancak o zaman kâr ediliyor. Aksi takdirde Orta ve Uzakdoğu’dan önceki son çıkış oluyorsun.
2- Sıkıntılı gidecek bir başka konu özellikle büyük kulüp yöneticilerinin beyanlarını ve fikirlerini sağlıklı düşünmeden söylemeye devam etmeleri, taraftarlarının beğenisini kazanmak adına taraftarlar arasına düşmanlık tohumlarını saçmaları. Düşünebiliyor musunuz, bunlardan üçünün başkanları ikinci yarıya cezalı başlıyor. Cezayı alınca bu defa ellerinde kalan aynı tohumları Futbol Federasyonu ve onun kurullarına serpiyorlar. Merak etmesinler bu tohumlar çok verimli olarak meyvelerini verecek ve bu düşmanlıkların neye mal olduğunu görecekler. Böyle yapacaklarına bir araya gelip ikinci yarıdan başlamak üzere kaliteyi nasıl artıracaklarına kafa yorsalar. Görmedikleri tek şey denizin bitti bitiyor olması. Taraftarlarına sözde değil özde dostluklarını gösterseler, toplumda huzurun ilk göstergesi olur.
Hep söylediğimiz “Ürünün kalitesini yükseltmek.” Huzurun olmadığı yerde yatırım olmaz, bereket olmaz. En değerli hocayı veya futbolcuyu bile getirseniz bu piyasada değeri düşüyor. Kulüpler hangi yabancı futbolcu veya teknik adamdan para kazandı. Geldiler eğlendiler, para aldılar ve gittiler. Çoğunun arkasında bu hesapsızlık, vizyonsuzluktan doğan hukuk dosyaları kaldı. Onun için kısa, orta ve uzun vadeli stratejilerini tespit edeceksin. Yol haritasını baştan çizeceksin. Ondan sonra başa hangi başkan gelirse fark etmeyecek, sen yolunda yürüyeceksin. Ancak ondan sonra futbolcu, teknik adam ve gerekse de tv yayını ihracatı yapabilirsin. Her şeyden önce kulüplerin eşitlik isterken, “en eşit ben olayım” düşüncesinden arınmaları lazım.
‘’Yeter artık‘’
Hangi kanalı açsanız, hangi gazetenin spor sayfasına gözatsanız; diğer kulüplerle ilgili bilgi veren; Fenerbahçe bölümünde ise sürekli spekülatif sansasyonel, herkesi ürperten haberler. Geçen sezonun bitiminden itibaren hiç hayırlı bir haber okumadık.
Sezon başlayana kadar yeni transferlerin kimler olacağını kimse bilmedi. Orta sahanın bel kemiği diye bel bağlanan Emre Belezoğlu satıldı. Haftalar ilerledi Alex spekülasyonları fısıldanmaya, daha sonra da yüksek sesle bağırılmaya başlandı. Olan oldu Fenerbahçeliler’in gönlünde taht kuran futbolcu helalleşip gönderileceği yerde krizli bir şekilde uğurlandı. Bu, seyircinin ikinci acılı yutkunması oldu.
Bu ara Aykut Kocaman istifa etti, Başkan geri çevirdi haberleri epeyce gündemi meşgul etti. Sonra 1. yarı bitti ve Aykut Kocaman gitti. Gitti mi gider gibi mi yaptı, başkanla konuştu döndü mü, döner gibi mi yaptı, tüm spor kamuoyu papatya falı açıyor.
Yönetim Kurulu’na bakıyorsunuz, aniden başkanın sağ kolu Ali Yıldırım futbol vitrininden kayboluyor ve ses seda, açıklama yok. Daha sonra Abdullah Kığılı’yı aktif görüyoruz. Derbiden sonra Galatasaraylılar’ı ikinci yarı Saracoğlu Stadı’na davet ediyor ve “biz artık bu düşmanlığı bitireceğiz” mesajı vermek istiyor. Ertesi gün Başkan zehir zemberek bir açıklama ile bir tek Galatasaray taraftarının bile Saracoğlu’na gelemeyeceğini bildirerek bu soğukluğun devam sinyalini veriyor. Hani uyum, hani yetki, hani kurumsallık?
Bu arada sizin çok milyonlara aldığınız tüm futbolcular dalgalı seyir göstermeye devam ediyor, hatta atılıyor, hareket gösteriyor vs vs.. Ve kimse “sana bu kadar para veriyoruz, yaptığın yanlış” diye bir cesur açıklama yapmıyor. Her hafta bir hakem, tuzak ve senaryolar...
Sonra hafta sonları geliyor. Futbol hayatlarının çok önemli parçası olan insanlar kanal kanal zapping yapıyorlar, başka hiçbir konuda fikri dahi dinlenmeyecek yorumcular ağzını doldura doldura Fenerbahçe’yi koruyormuş ayağında veryansın ediyorlar. Samimi bir görüş dahi duyamadan sinir ve üzüntülü bir şekilde yatıyorlar. Ama baktığınızda bütün bunlara çanak tutan yönetim, hoca ve futbolcular var. Haa, bir de son haftalarda taraftarlara sardılar. Sonunda onları da kaosa bulaştırırlarsa bu işin seyirlik bir tutam yeri kalmaz.Onun için ARTIK YETER diyorum. Aykut Kocaman kalacaksa insanlara hemen açıklamalı, gidecekse yeni hoca süratle gelmeli. Yollar ayrılacak futbolcularla vedalaşıp yeni geleceklerle de bu arada kaynaşmaya başlanmalıdır; çünkü üç kulvarda oynayan Fenerbahçe, seyircisini ancak Avrupa’da başarılı sonuçlar alarak mutlu eder. Yoksa bu iş zevk ve hobi olmaktan çıktı, eziyet olmaya başladı. Bu kavgalı görüntünün sonucu dünyanın üçüncü önemli derbisi diye kendimizi uyuttuğumuz Fenerbahçe-Galatasaray derbisini yurtdışından bir kanal bile naklen yayınlamak için başvurmamaktadır.. (El Clasico derbisini ise 2.5 milyar kişi naklen izliyor)
‘’Araları açılmalı!‘’
İkinci yarıda geri dörtlü orta çizgiye kadar çıkınca hem oynatanlar hem oynayanlar hem de izleyenler oynanan oyundan zevk aldı. Gençlerbirliği, skora bakmaksızın iyi futbol oynamaya çalışan bir takım. Pazar akşamı onun yerinde skor üstünlüğünü yakaladıktan sonra alan daraltan ve rakibini kendi sahasında karşılayan bir takım olsaydı maç çok daha zor geçerdi. Yine son maç gösterdi ki, Fenerbahçe zor bir Avrupa perşembesi dönüşünde, hem de Caner dışında aynı kadroyla sahada yer almasına rağmen maçın sonlarında bile hiçbir fiziksel zaaf göstermedi. Aykut hoca bu çok özel işareti iyi değerlendirmeli ve talebelerini bundan sonraki maçlarda rakip kalelere daha yakın oynatmanın çarelerini aramalı. Şu ana kadar Avrupa Ligi maçlarında rakiplere verdiğimiz pozisyon sayısı, girdiğimiz pozisyon sayısından fazlaydı. Maçlar sonunda genel olarak Volkan’ı övdük, geri dörtlüyü ve orta sahanın onlara yardım etmesini beğendik. Ama İstanbul’daki Marsilya maçının ilk yarısı, Mönchengladbach maçının bazı bölümleri dışında ofansif zenginlikten çokça söz edemedik. Şans da yanımızdaydı. Artık yeni bir dönem başlıyor. Avrupa’da çıta her turda biraz daha yükselecek, Türkiye’de şampiyonluk mücadelesi iyice kızışacak. Tabii ki şans hep yanımızda olsun ama şanssız olduğumuz günlerde bile kazanmanın, en azından kaybetmemenin reçetesi bulunursa, bu takım iyi işler yapabileceğinin sinyallerini veriyor.
Bu sinyallerin netleşmesi için ara transferde takviye yapılmalı. Meireles’in yokluğunda sıkıntılı bir süreç yaşandı. Gökhan’ın olmadığı maçlarda sağ kanat işlemedi. Sow’a bir şey olsa kim röveşata yapacak! Aykut hocadan beklentimiz, ne yapıp edip bizi mayıs ayında Amsterdam’da oynanacak final maçına götürmesi. Ama üstümüzde ‘çubuklu’ formalarla tabii ki.