‘’Transferi bırak stadı yap...‘’
Babamın yanında olmak ona moral vermek için Antalya’dayım 15 gündür.Zorla da olsa Fenerbahçe maçını seyrettim. İki takım ve maç için söylenecek pek fazla bir şey yok. İnsanlar bu kördöğüşünün yorumunu yapıp, bir de analiz ekliyorlar, oldu mu size Premier Lig... Yerseniz. Chelsea’yi satın aldığı gün Ken Bates’e sordum, kulübü nasıl yöneteceksin diye... “Ben futboldan fazla anlamam, benim işim para kazanmak cevabını” vermişti. Aylarca her boş vaktimde Stamford Bridge’e gittim, hatta toplantılarına bile katıldım. Çok şey öğrendim. Şimdi bunu Beşiktaş’a uygulayalım desem herkesin karşı çıkacağından eminim.
Ben yine de son derece başarılı bir kulüp başkanından öğrendiklerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Beşiktaş’ın kaç branşı var? Tam 15 tane... Kapatın, desem başta hiçbir işe yaramayan Divan Kurulu karşı çıkar ve “Efendim onları sponsorlara devrettik” diyebilirler. 15 sponsora, 15 kaliteli futbolcu aldırılır. Branşların amacı semt gençlerini spora teşvik etmektir. Amatör idarecilerin yabancı sporcu getirip, Beşiktaş forması giydirmelerinin neresi gençleri spora teşvik etmektir. Hayırsever İsmail Ünal’a verin hepsini bakın nasıl beceriyor tek başına...
Profesyonelleri, amatörlere yönettirdiğiniz müddetçe bir adım ileri gidemezsiniz. Yeni yönetimle tam iyi işler olacak galiba derken Serdar Adalı isimli yönetici ortaya çıktı. Adalı’yı susturmak mümkün değil. “Gel bakalım Serdar Özkan oynadığın maçların kasetleri burada hadi beraber seyredelim, ona gore alacağın parayı görüşelim” diyecek bilgisi olmadığı için koştuğu zaman top arkasında kalan bu oyuncunun ücretini ikiye katlamak ancak ve ancak amatör insanların işidir.
Yanına menacer alıp, futbolcu aramak 2010 senesinde ne kadar doğrudur sizlere bırakıyorum. Mustafa Denizli’ye sadece yenildikten sonra ‘neden?’ sorusunu sorup, başkalarının başarısızlığından medet ummak nasıl bir Beşiktaş duruşudur anlamakta zorluk çekiyorum.
Bir futbol kulübü 20 senede altyapısından bir sağbek yetiştiremiyorsa ben onları soyunma odası olarak kullandıkları kulübeden alır İstanbul dışına çıkartırım.
Radikal kararları alabilmek için duygu sömürüsüyle ve kulüp sevgisiyle hareket etmeyen profesyonel yöneticilere şiddetle ihtiyaç vardır. Ben bunları kendim yazar, kendim okurum ama ölmeden görmek istediğim şu stadı yapın, el sıkışalım.
‘’Special One-Chelsea: 0!‘’
"Elbette seviniyorum, son derece üstün oynadık. Fakat eski talebelerim, beni çok seven Chelsea seyircisi ve Roman kaybettiği için değil, İnter'in hocası olduğum için seviniyorum. Hayat bu yapacak başka birşey yok. Maçtan önce Terry mesaj gönderip başarılar diledi." Mourinho böyle diyor maçtan sonra ve devam ediyor: "Benden sonra Chelsea ne kazandı... (Gülerek ) FA Cup'tan başka..." Bu şekilde Ancelotti'ye gönderme yapmadan duramıyor, kanında var çünkü...
Hep tartışılan bir konudur antrenörün takıma katkısı. Ben salı gecesi İnter'li oyuncuların sahanın kenarına kadar gelip "Şimdi ne yapıyoruz?" diye ve her Chelsea değişikliğinde göz işaretleriyle ne oynayacaklarını nasıl bir değişikliğe gideceklerini hocalarına sorduklarına şahit oldum. Muazzam bir disiplin içerisinde oynadıklarını gördüm. Hiç unutmuyorum, Chelsea'nin başındayken Bolton'a karşı ilk yarıyı mağlup kapattılar. Devrenin bitimine altı dakika kala koşarak, soyunma odasına gitti. Maçtan sonra nedenini sordular, "Maçı çevirmek için 8 değişik taktiğimiz ve ona gore oyuncu değişikliği planımız vardı. Tahtada bunları hazırlamak için vakit kaybetmek istemedim" demişti 'Special One'.
Şimdi bize dönelim
Antrenörlük seviyesinin futbolcu kalitesinin çok çok üzerinde olduğu ve son derece yavaş futbol oynanan bir ligimiz var. Yetenekli ve devamlılığı olan eksik tarafını kapatmak için extra çalışan futbolcu yok. Chelsea-İnter maçında, o mücadelenin arasında, o süratte ve o disiplinde oynayacak futbolcumuz var mıdır acaba?
Başka bir örnek
West Ham kulübünün sahibi David Sullivan'ı senelerdir tanırım. Masrafları kısmak adına Londra'daki maçlardan önceki kampı iptal etti. Nedeni kulübe 10 bin Pound'a mal olmasıydı. Bize bakıyoruz Beşiktaş, Denizli ile oynuyor ve maçın galibiyet primi ikiye katlanıyor. Galibiyetten sonra şampiyonluktan falan söz ediliyor. Yahu adama demezler mi "Bir Youla'yla altı kişi başa çıkamadınız" diye... Devamlı mızmızlık yapan Bobo'nun yeteneği bu. Beş pozisyon kaçırmadan bir gol atamaz. Arada bir talip çıkıyor 'evladımız' diyerek bırakmıyorlar.
Premier Lig'e transferler
Bana devamlı soruyorlar: "Filancayı, falanca istedi. İngiliz basını ne düşünüyor?" diye... Onların da çok umurundaydı. Dedikodu köşelerinde yazıyorlar, arada bir tutarsa "Biz demiştik" diyorlar. Önümüzdeki sezon benim işim çok zor! Sağda Keita, ortada Sercan ve solda Arda'nın olduğu bir Manchester City'i devamlı takip etmem lazım. Semih ve Gökhan Zan da Arsenal'e gelirse yandık. Servet de olabilir...
Şampiyonlar Ligi'nde final
Her sezon başı üç büyük takımımız final oynar, Şampiyonlar Ligi'nde... Hiçbir başkan çıkıp da "AB'de de değiliz. Transferlerimiz sınırlı. Türk futbolcu yetiştiremediğimiz gibi genç yabancıyı da transfer edemiyoruz. 11 yabancıyla oynayan takımlara karşı şansımız azalıyor. Zaten biraz oynayan yerli futbolcu da çok para istiyor. Bu branşlardan nasıl kurtuluruz, bilemiyorum. Maaşlar Premier Lig'dekine yaklaştı. Türkiye'de 3.5 milyon Euro verilecek futbolcu yok" diyemiyor.
‘’Wenger, Hansson ve Fabianski‘’
İngiliz futboluna 14 sene önce geldi, taraflı tarafsız herkesin beğenisini kazandı Arsenal'in Fransız teknik direktörü Arsene Wenger. Arsenal bir sistem takımı ve dünyada eşi benzeri görülmemiş bir profesyonellik içinde yönetildi. Bırakın Premier Lig'i, bizim ligimizde bile bundan sonra zor çıkar yenilmeden şampiyon olan takım. Arsenal'i yenilmeden şampiyon yaptı. 'BAD LOSER' olduğunu kulüpte çalışanlar bile söylüyor. Kazandığı zaman aşırı hareketlerden kaçınmasının sebebini, "Sumo güreşi seyrederseniz, kimin kazandığını farkedemezsiniz. Çünkü rakibe saygıdan dolayı aşırı sevgi gösterisi yapmazlar" şeklinde cevaplar. Defalarca soru sorup konuştuğum Fransa'nın en yüksek mertebesine Legion D’honneur’e erişmiş ekonomist bu değerli insanın, Porto maçından sonra hakem Martin Hansson hakkında sarfettiği bir cümle beni dehşete düşürdü. Wenger, "İnanıyorum ki bu adam yetersiz ve yalancı. Ama benim tercihim yetersiz olduğu" cümlesini maç sonunda söylemedi. Futbolun içindeki herkesin kimyasını bozacak bu cümleyi televizyon karşısında tam 48 saat sonra söyledi ve Cumartesi günü Sunderland maçından önce yine tekrarladı. Jose Mourinho’dan, Sam Allardyce’tan, Neil Warnock’tan hatta Sir Alex Ferguson’dan beklerim bu lafı ama, söyleyen Arsene Wenger olunca şaşırmamak elde değil. Kalecin hatalı, geri pası veren Campbell hatalı, o ikisini görmezden gelip bütün hıncını hakemden çıkarıyorsun. Adam kitap ne yazıyorsa uygulamış. "Thierry Henry Arsenal'de oynarken aynı şekilde golleri attığı zaman hiç sesin çıkmadı, gülücüklerle idare ettin" diye htırlatıldığında "O eskidendi" diyerek geçiştirsen bile, Arsenal seyircisini şüpheye düşürdün. ’İki kaleciye ihtiyacımız var’ demek bu kadar zor mu? Bu arada iki golcü ve bir de orta saha istiyor taraftar. Top sizde MONSİEUR.
Kendinize icat çıkarıyorsunuz
1970'li senelerde ayaklar altında dolaşan bir ligi dünyanın en çok izlenen ligi haline getirdiniz. Teşekkür ederiz. 20 takımlı liginizde ayrıca iki de kupanız var. Beşinci olan Avrupa kupasına, Federasyon ve Carling Kupası'nı kazananlar da ikinci ve üçüncü takım olarak bu kupaya iştirak ediyor. Ligi ilk üçte bitiren direkt olarak Şampiyonlar Ligi'ne dördüncü takım da bir eleme oynayarak bu lige katılmaya hak kazanıyor. Devre arası olmayan bu ligdeki 4 ve yedinci takımlara play-off oynatmak nereden ve kimin aklına geldi. Diyelim oynattınız, kime faydası var hasılattan başka. Kazanan takım yine bir eleme oynayacak. Kendi kendinize icat çıkarıyorsunuz. Oldu da Burnley play-off tan galip çıktı. Eleme maçında takviye mi yapacaksınız, yoksa 20 gol yemelerini zevkle mi seyredeceksiniz? Benim bir teklifim var. Gözünüzü para bürümüş ya maçları 30 dakikadan üç devre yapın ve bu sayede daha fazla reklam alın.
Spor Meeks ve Baaltın
İngilizcesi Spormax ve Bolton. Neden bu telaffuzları yaparken Amerikan aksanına özentiniz var anlamış değilim. Lisan adı üzerinde İNGİLİZCE. Anlattığınız maç Premier Lig. Stüdyodan bir de konuşma özürlü yorumcuyla filan anlatıyorsunuz, hadi onu da anladık da, neden insanların ismini ağzınızı buruşturarak yanlış telaffuz ediyorsunuz. Güzelim ligi bizim lige çevirmeyin. Önümüzdeki maça bakmayalım, oynadığımız maçtaki hatalarımızı konuşalım, kızmadan kavga etmeden ve komplekssiz bir şekilde.
‘’İngiliz basınının Hiddink'ten nasıl haberi oldu?‘’
"Frank, biliyorsun ben bu haberi Mirrordan John Cross'la paylaştım ama bu 6 hafta önceydi ve sen tatildeydin. Neden tekrar gündeme geldi" diye sordum.
"Sen bana bildiklerini anlat ben sana inanırım menajerlere inanmam" cevabını verdi.
Milli takımın başına Hiddink, yardımcılığına Oğuz Çetin getiriliyor. Daha önce yine milli takımın hocalığını yapan Ersun Yanal da diğer bütün milli takımların başına geliyor. Lütfi Arıboğan dün yaptığı açıklamada "Kamuoyundan sabırlı olmalarını istiyorum, Milli takımın başına Dünya çapında bir markayla anlaşmak istiyoruz" açıklamasını yaptı dedim.
"Benim için senin bu lafın kafi çünkü Hughes dünya çapında bir hoca değil. Federasyonun açıklaması da teyit ediyor zaten. Yazının altına kendi imzamla beraber senin imzanı da koyabilir miyim?" diye sordu, cevabım "hayır" oldu. "Çünkü başka bir gazeteyle anlaşmam var ayıp olur" diyerek reddettim.
Konu bundan ibaret. Hatta Frank'la aramdaki emailleri birkaç arkadaşıma da forwardladım ki elimde delil olsun diye. Özgür Sancar, Rıdvan Ertuğ ve Fanatik'ten Çağrı Davran, bu haberin Daily Expresste bugün çıkacağını biliyorlardı
Şimdi bir konunun altını çizmek istiyorum. İngiliz gazetelerinde Türkiye ile ilgili bütün futbol haberlerinin %90 ı benden gelir. Amacım Türk futbolunun isminin devamlı olarak gündemde olması. Futbol haricinde hiçbir haberle ilgim alakam yoktur.
Aradaki tek fark bu tip haberlerin İngilizlerin (Dedikodu) bölümünde bizde ise (Yerseniz) bölümünde çıkması.
Seneler önce bir günlük gazetemiz benden bahsederken 'Merhum Baba Recebin oğlu' diye bahsetmişti. O zaman babamın hala hayatta olduğunu bildirmek için ünlü bir gazeteciyi aradım. "Edip bu işlere alış, Allah gecinden versin baban ölürse 'Biz demiştik' diye başlık atarlar bunlar" dediği hala kulaklarımda...
‘’Beşiktaş ve kongre anılarım‘’
Ben doğduğum zaman (yıl 1954) babam yani ‘Baba Recep’ Beşiktaş’ın kaptanıymış. Böyle bir insanın oğlu ve Beşiktaşlı olmaktan dolayı da gururluyum. Geride bıraktığımız seçime katılmak için Londra’dan, İstanbul’a geldim.. Ve kongrede yaşadıklarımı ve tespitlerimi, sizinle paylaşmak istedim:
1. Kapıdan içeri girer girmez, Yıldırım Demirören’in eşi Revna hanıma kendimi tanıttım. Benim eşim, Beşiktaş maçı izlerken Demirören’e küfür edenleri alkışlayan Revna hanımı görünce ağlamaya başlamıştı. ‘Lütfen bütün Beşiktaşlılar ve anneler adına ondan özür dile’ demişti. Tabii kıramadım, ve ilk iş olarak Başkan Demirören’in eşine bunu ilettim.
2. Kongrede oy pusulalarının renginin neden sarı ve lacivert olduğunu anlamadım. Asıl önemlisi Beşiktaş Kulübü tarihinde ilk defa bir muhalefet lideri, bütün sandıklarda kaybetti. İnanması ve yorumlaması gerçekten zor bir durum.
3. Elinde büyüdüğümüz ve camiamızın amatör kümeye düşmesini önlemek amacıyla başkanlığa soyunan ve uzun sure bu şerefli koltukta oturan Süleyman Seba’ya üzülürek bir şey söylemek istiyorum. Ne yazık ki bugüne kadar kendisini bir santim geçen insanları birer birer Beşiktaş’tan uzaklaştırdı. Babam da buna dahil. Sayın Seba’nın, artık ‘karışma’ konusundan uzaklaşması gerekiyor.
4. Dünyadaki ilk patentli seyirci bizde olduğu için sevinmem mi yoksa üzülmem mi lazım bilemiyorum? Bildiğim tek şey, Beşiktaş kulübünü kendilerine masa yapan bazı insanlar, sahamıza futbol oynamak için gelen oyunculara, hakemlere ve onların başkanlarına ağıza alınmayacak küfürler ediyor. Bunlar Siyah-Beyazlı camiaya yakışmıyor. Bunu yapanların yerine, o tribünleri en iyisi yeşil alan yapmak lazım! Son olarak beni 35 sene sonra sanki hep İstanbul’da yaşıyormuş gibi bağrına basan tüm kongre üyelerine teşekkür etmek istiyorum. Formasını giydiğim ve kaptanlık yaptığım bu büyük ailenin bir ferdi olduğum için, ne kadar gurur duysam azdır.
‘’Tabata, Nihat ve Toraman‘’
Londra’da seyrettiğim son maç Chelsea-Birmingham... ‘Futbolun bu kadar güzel oynandığı bir karşılaşma daha görmedim’ diye yazdım. Beşiktaş’ın iyi futbol oynamadığını, rakiplerine üstünlük sağlayamadığını defalarca söyledim. Fakat bugün televizyondan seyrettiğim maçta, karşımda bambaşka bir Beşiktaş vardı. Toraman defansta yıldızlaşırken, kimsenin beğenmediği Nihat ve aldığı parayla öne çıkan Tabata Siyah-Beyazlılar’ın 3 puana uzanmasındaki en büyük faktördü. Kartal golü atmayıp berabere kalsaydı, bu futbolundan dolayı kimse Beşiktaş’a laf söyleyemezdi. Son derece süratli oynadılar, adam eksilttiler, Beşiktaş’a yakışır bir oyun ortaya koydular. Golün penaltıdan geldiğine bakmayın, girilen pozisyonlar tamamen akıl işiydi ve bir çalışma örneğiydi.
Sol taraftan İbrahim Üzülmez’in bindirmeleri, Ekrem’in hatasız oynaması ve takımı hücuma taşıması, son zamanların flaş takımı Antalyaspor’u sahasından çıkartmadı. Denizli, çok iyi oynayan Tabata ve kendini bulmaya çalışan Nihat’ı oyundan almakla neyi yapmaya çalıştı? Onu anlamakta zorluk çektim.
Yine de Beşiktaş sadece maçı kazanmadı. Nihat’ı kazandı, Tabata’yı kazandı ve uzun zamandır oynamayan Holosko’ya maç tecrübesi sağladı. Bu oyuncuların birlikte oynamaya ihtiyaçları var. Esas Beşiktaş’ı o zaman göreceğiz. Antalyaspor karşısında gördüğüm Beşiktaş şampiyonluğun en büyük favorisidir.
‘’İstanbul'daki puanı aradık‘’
Kaliteli bir maç oldu diyemeyiz. Ancak kazanan her zaman haklıdır. Ne de olsa karşımızda değeri 330 milyon Pound olan bir takım var. Sadece Ferguson değil, Old Trafford’taki seyirciler de oyundan memnun değildi. Gelelim Beşiktaş’a...
Oyuna iyi başladık dersek doğru olmaz. Ancak 20. dakikada İsmail’in pasında Tello’nun şutunda öne geçtik. Herkesin beklediği gibi Manchester bize karşı üstünlük kuramadı. İyi maç oldu mu ? Hayır. Bizi bunalttılar mı? Hayır. Ancak yine de çok iyi oynadık diyemeyiz. Fazlasıyla pas hatası yaptık.
Ferrari belki de Beşiktaş’a geldiğinden beri en iyi oyununu oynadı dün gece. Bütün atakları önledi. Fink ve Ernst’e toplar çıkarttı. Eğer ilk devrenin son dakikasında Bobo’nun pasında Fink’in plasesi direk yerine filelere gitseydi, ikinci yarı çok daha rahat geçebilirdi.
İkinci 45 dakikada yine de mücadeleyi bırakmadık. Karşımızda devamlı pas yapan, fakat hiç bir şekilde üretkenliği olmayan bir takım vardı.
İşimize yarasa da yaramasa da, karşımızdaki çakma Manchester da olsa hem Beşiktaş hem de Mustafa Denizli portföyüne bir zafer daha ekledi. Tıpkı 1996’da Fenerbahçe’nin Boliç’in golüyle 1-0 kazandığı maç aklıma geldi.
Şimdi insan, İstanbul’daki karşılaşmada beraberliğe razı olan United’ın neden üzerine gidip açık verdiğimize ve yenildiğimize yanıyor. Oysa o 1 puan bize çok şey kazandırabilirdi. Bizi çok daha rahat CSKA’nın karşısına çıkartabilirdi.
Her şeye rağmen Beşiktaş İngiltere’de Fenerbahçe galibiyetinden sonra camiayı bütünleştiren ve seyircilerini memnun eden bir zafer kazandı.
Hepsini tebrik ediyorum...
‘’Siz nelerle uğraşıyorsunuz, ben nelerle...‘’
Perşembe akşamıı Tugay dünya karmasında oynuyor. Kime karşı? İngiltere karmasına karşı. Amaç ne? Savaşta ölenlerin ailelerine yardım. Konu üretemeyen utanılacak duruma gelmiş sevgili basınım burada olamıyor ne yazık ki. Onlara bedava iş lazım.
Maçtan önce Tugay'la oturuyoruz. Türk basını umurunda bile değil. "Evladım" diyorum "Sadece gol atman yetmez, roveşata olması lazım, haber olması için veya Paul Gascoigne'e tekme atman lazım". "Ağabey boşver" diyerek geçiştiriyor. Stadın başkanı, sahibi, herşeyi John Madjeski ile karşılaşıyorum. "Lütfen bir fotoğraf" diyorum. İngiltere'de zenginlik bakımından ilk 100'e giren adamın cevabı çok ilginç: "Sen benim Tugay'la resmimi çek önce" diyor. Sadece bu laf yetiyor bana. Paul Gascoigne içeri girerken duruyor, "Hello Tugi, gol atarsan tekme atarım" diyor ve Tugay'ı öpüyor. Bütün bu olanlar sizler Ankaragücü'nün geleceğini konuşup dedikodu yaparken oluyor.
Stada girdiğim zaman, bırakın basını, bileti falan, Tugay lafı ağzımdan çıktığında "5 numaralı locayı Tugay ve misafirlerine ayırdık" diyorlar. Mattheus geliyor, "Bence hala oynaman lazım" diyor. Kerry Dixon içeri giriyor. Boynuna sarılıyoru. Tugay'la resim çektiriyor. Sizler milli takımı kim çalıştırsın derken, Andy Cole Tugay'ı kucaklıyor. Bir futbolcunun İngiltere'de LEGEND olmasının en büyük örneği. Ben bu işlerle uğraşırken, Ankaragücü'nün idman saati değiştiriliyor. İşte bu yüzden 150 sene gerideyiz, işte bu yüzden malzemecisi, tercümanı, futbolcusu, profesyonel olan takımlarımızı amatörler yönetiyor. Telefonum çalıyor, "32 amigo cezalandırıldı" diyorlar. Bence biri fazla kaçmış. Futbolun beşiğinde yardım amaçlı maçtayım. 1976 senesinde sadece futbol seyretmek için geldiğim bu ülkede, Tugay'a taraftarların onun da taraftarlara yaptığı jest bende hatıra olarak kalıyor.
Bu işler yaşamadan, hele hele internetten hiç olmuyor. Tugay'a teşekkür ederek Londra'ya dönüyorum. İnternet gazetecilerine bir mesajım var. Tugay 18 Ağustos'tan beri Manchester City takımında yardımcı takım (reserve team) antrenörü olarak görev yapıyor. Paul Ince'in yaptığı MK Dons'ta futbolcu antrenörluk teklifini reddetti. Hemen ÖZEL HABER yapın.