Arama

Popüler aramalar

‘’Plan değil beceri farkı‘’

Geçenlerde Milliyet Gazetesi ‘Tarihi rekor’ başlığıyla duyurmuştu transfere harcanan parayı. Maliyet 1.000.000.000 (bir milyar) Euro’yu aşmıştı. ‘Harcamada Avrupa’nın altıncı basamağına (!) tırmanan ülkemizdeki Gaziantep-Beşiktaş karşılaşması seyircisiz ve zeminsiz olmasının yanı sıra ilk yarısı boyunca futbolsuzdu da!.. Ne yazılır bu oyun için?..

Her şeyin zorlamayla anlam kazandırılmaya çalışıldığı ülkemizde böylesi bir maç için ‘iyi şeyler’ yazabilmek de kuşkusuz ki zorlama olur. Her üyesiyle kapanmaya ant içmiş Antep karşısında karınca kararınca birşeyler yapmaya çalışan bir Beşiktaş vardı
sahada... Tempo yapamayan her takım gibi Beşiktaş da temposuz yaratıcı olamadı.

‘Töre bağımlılığı’

Üstüne üstlük geçen sezondan kalma hücumda ‘Töre bağımlılığı’ hâlâ devam etmekteydi. Antep, olanakları ölçüsünde oynuyor; ‘’Kapan, bekle, yakalarsan at..’’ Bu nedenle Beşiktaş’ın iki yaratıcısı Sosa ve Oğuzhan’ı ablukaya alıp tempoyu düşürdükçe düşürüp oyunu da süratle yavanlaştırarak istediği tempoya getirdi. İkinci devre de ilki gibi yavan tempoda oynandı. Zaman zaman Antep baskına çıkıyor görünse de maç ilk yarının aynısıydı. İki takımın dengesiz ve plansız hücumları ceza sahasına ulaşmadan
eriyip gitti. Bu maçı ancak ‘vuruş çözer’di ve beklenen o vuruş 76. dakikada Karcemarskas’ın adımlama hatasında Oğuzhan’ın
enfes plasesiyle geldi.

İdman golüydü

Ardından Antep müdafa göbeğinde oyuncuların birbirine girmesiyle kazanılan penaltıyla tamamen çözüldü maç. ‘Ben atayım’’ diyen Cenk’in penaltısının ardından şuurunu iyice kaybeden Antep, kendi planladığı tuzağa düşüp kendi sahasını tamamen boşaltınca Cenk-Töre-Olcay için bir idman golünü atmak zor olmadı. Ülke tuhaf... Beşiktaş tadı tuzu olmayan bir maçı üçüncünün benzeri bir dördüncü golle tamamladı. Plan değil, oyuncu becerisinin belirlediği bir maç izledik. Metin Tekin’in dediği gibi,
‘’Lig yavaş yavaş demlenecek’’ ve tahmin edilebilir takımların çekişmesine kitlenecek bir sezon daha izleyeceğiz.

29 Ağustos 2015, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Müdafaa sıkıntısı Quaresma sorunu!‘’

İlk maçtaki gösterişli deplasman galibiyeti Beşiktaş adına beklentileri yükseltirken Şota Arveladze’yi de ister istemez ‘güvenlik önlemleri’ konusunda daha duyarlı hale getirmişti. Özellikle Oğuzhan-Atiba ikilisine uyguladıkları baskı ilk yarının kilit hamlesiydi. Böylece hem topu orta sahada çabucak ele geçirdiler hem de Beşiktaş’ın topu kanatlara geçirmesini engelleyip onları kalelerinden uzakta tutmayı başardılar. Kaptıkları toplarla hızlı çıkmak temel hedefti ve 53. dakikada bunu Yusuf Erdoğan’la süslemeyi de başardılar.

Beşiktaş ise, Quaresma’nın ‘rüzgar katkılı’ golüyle dengeyi bulsa da aynı oyuncunun ‘çifte saçmalığı’ nedeniyle işini çıkmaza soktu. Quaresma böyle biri... Olmayacak bir gol de atar ama öyle şeyler yapar ve takımı bozar ki, onarmak için çırpınır durursun!... O nedenle Beşiktaş taraftarlarının kayıtsız destek verdikleri Quaresma üzerine daha ciddi düşünmelerinde sonsuz fayda var!...

Gol yeme sorunu çözülemedi

Kaç sezondur kanat beklerinden hücum katkısı alamayan bir takım Beşiktaş... Bu kez de Quaresma-Töre ikilisinden medet uman bir sezon yaşayacaklar gibi görünüyor. Bu iki yeteneğe bağımlı hal ise rakibin işini kolaylıyor. Bu maçta da böyle oldu. Mersin maçının ‘gösterişlisi’ Oğuzhan, baskıdan bir türlü kurtulamayınca zaten eksik kalan Beşiktaş’ın çözüm üretmesi de güçleşti. Takım müdafaasını henüz oturtamamış Beşiktaş, eksik kaldığından oyunu da genişletemeyince yorgun düştü. Böylece Trabzon topu daha rahat ve işlevsel kullanır hale geldi. Ve maçın başından bu yana şut arayan Erkan Zengin 84. dakikada nihayet hedefi buldu.

Evet, Şenol Güneş takımları tempolu oynamaya çalışıyor ve bu da maçları izlenir hale getiriyor. Ancak ‘gol yeme sorunu’ çözülemeyince oyun kontrolü de hep bıçak sırtında geziyor. Belki de bu nedenle geçen sezon en gösterişli futbolu oynayan Bursaspor ligi altıncı basamakta bitirmişti hatırlanırsa. Meseleyi biraz da bu zaviyeden düşünmekte fayda var...

23 Ağustos 2015, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gerçekçi oyun istenen skor‘’

Bonservis ve oyuncuların yıllık ücretleri karşılaştırıldığında Fenerbahçe rakibinin fersah fersah önünde şüphesiz. Lakin futbolda bu seviyelere ulaşan takımlar arasındaki fark ‘kağıt üzerinde ücretlerle’ doğru orantılı değildir. Hatta şu bile rahatlıkla söylenebilir, ‘’Bu tip iki maçlı setlerde aynı liglerdeki takımlar arasında keskin farklar yoktur.’’ En azından dün akşamki maçın ilk yarısındaki ‘denk futbol’ bunu bir kez daha teyit etti. ‘’Sen ne yapıyorsan o da aynısını yapabilir!’’

Caner’i süzemediler!

Atromitos ‘pratik bir takım’. Yapabileceklerini biliyor ve onu yapmakta ısrar ediyor. Pereira maç öncesi söylemişti; ‘’Hızlılar.’’ Evet, topu kapıncaya değin temkinli, kapınca ‘hızlı’ydılar. Maçın başında ‘düzenli ve sürekli yüklenen’ Fenerbahçe’nin açıklarını kollayan bir düzende oynayıp hatırı sayılır pozisyonlar ürettiler. Fenerbahçe’nin ürettiği fevkalade pozisyonlarda ise kalecileri Gorbunov devreye girdi. Elbette hakemlerin sarı kartlı Caner’in rakibini çekip düşürdüğü pozisyonu süzememiş olmaları da maçın gidişatının önemli bir ayrıntısı olarak not edilmeli.

Pereira gerçekleri görmüş

Belli ki devre arası Pereira ‘gerçeği’ görmüş, vidaları sıkmış, formülü vermişti; ‘’Onlar tempoyu düşürüyorsa sen de düşür!.. Temkinli saldır, bekle, bulursan at ve avantajını kendi sahana taşı.’’ O nedenle oyuna hakim, daha derli toplu, rakibe pozisyon verme konusunda ise daha cimri bir Fenerbahçe vardı ikinci devre sahada. Elbette, Ba’nın rakibine temas ettiği ve penaltı da verilebilecek pozisyonun dışında!.. Ve bu ‘seviyelerdeki futbolun formülü’ büyük usta van Persie’nin kafasıyla devreye girdi ve iş büyük oranda bitti.

21 Ağustos 2015, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’1-0 yapmayı ve korumayı bilmek!‘’

Geçen yılki kadrosundan çok önemli oyuncularını kaybeden Bursa’nın ‘şaşkın’ olması anlaşılır elbette. Özellikle hücum bölgesindeki eksikliklerini (Volkan, Fernandao) geçmiş yıldan kalma ‘efor oyunu’ ile kapatmaya çalıştılarsa da alışkanlıkları değiştirmek zaman ister. Şener Özbayraklı’nın yokluğu da cabası... Buna rağmen oyunu ilk bölümdeki ‘tempo’larıyla ele geçirmeye gayret ettiler. Lakin takım omurgasını dik tutan Felipe Melo’dan yoksun Galatasaray sakin ve dengeli kalmayı başardı. Maçın başındaki ilk keskin Bursa atağında geçen yıldan kalan iki performans “Bıraktığımız yerden devam ediyoruz” diyordu. Geçen yıl ‘net vuruş’larla skora katkı sıkıntısı yaşayan Bakambu da bıraktığı yerdeydi, hem onun şutunu hem Ozan Tufan’ın takip vuruşunu çıkaran Fernando Muslera da!...

Selçuk Melo olmaya çalıştı

Bursa ilk yarı ağırlıklı olarak Emre Taşdemir üzerinden Sabri Sarıoğlu’nu hedefledi ancak gelin görün ki, golü de oradan yedi! Sneijder’in 21. dakikadaki yoklama vuruşunun (!) ardından Yasin Öztekin, Bursa’nın gücünü hissettirdiği kanattan gelip Sabri’nin attığı şahane ‘boş koşu’nun da etkisiyle golünü yaptı. Yani bir anlamda, ‘’Hücum iyidir ama müdafaa yoksa işlevsizdir’’ demiş oldu! Selçuk İnan maç boyu hem topu dağıtma hem ‘Melo işlevi’ görmek için çırpındı. Sadece fiziksel özellikleriyle oynayan yakın arkadaşı Burak Yılmaz ise ‘oyun bilgisi’ni geliştirme konusunda bir arpa boyu yol kat edemediğini bir kez daha gösterdi. Geçen sezonun son haftalarında 1-0’larla şampiyon olan Galatasaray bu maçta elde ettiği skoru koruma tecrübesini kullanarak, maçın son bölümünde Ozan Tufan merkezli Bursa gayretlerini ceza sahası önünde söndürüp kupaya uzanmasını bildi. Sahi, şu 2010-11 sezonunun tescilli şampiyonu Fenerbahçe ise ve Beşiktaş ile ilgili mahkeme süreci de ‘rota değiştirdi’ ise o sezonun Süper Kupası’na ne oldu? Ve bitirirken yine şu Allah’ın belası meşale meselesi! Sahi kim, nasıl denetliyor bu tribünleri? Hadi yakanı bulacak kadar yetkin değilsiniz bari içeri sokturan sorumlulara ceza verin de şu oyunun birilerince yönetildiğini düşünebilelim!

09 Ağustos 2015, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayrıntıları halledememek‘’

İstanbul’daki maçın ilk 30 dakikasından çıkarılan derslere bağlı olarak ‘kontrol oyunu’nu tercih eden Fenerbahçe’nin temel prensibi “En azından ilk yarı boyunca pozisyon vermemek” üzerine kuruluydu.

Ancak bu seviyedeki maçların sonucunu ‘isim’lerden öte, plana bağlı olarak ‘küçük ayrıntılar’ ve ele geçirilen sınırlı sayıdaki pozisyonu değerlendirme becerisi belirliyor. Genel olarak ilk yarının tamamı, özel olarak da golün geldiği 3-4 dakikalık bölümde Caner Erkin’i nefessiz bırakan Shakhtar baskısı, sol stoper Bruno Alves’in ‘çocukça sayılabilecek’ hatasının ardından golü buldu. Esasen ilk yarı boyunca skoru etkilecek iki önemli pozisyon vardı dersek yanlış olmaz. İlkini rakip attı, daha basit olanını Musa Sow kaçırdı! İlk yarı için bir not da Diego Ribas için düşmek gerek. Fenerbahçe’nin topa, haliyle oyuna hükmedememesinde pas trafifiğinin merkezindeki Diego’nun etkisi büyüktü. Gerek ele geçirilen toplarda oyunun hızlandırılması, gerekse topun takımda kalması konusunda Diego kendisinden beklenen seviyeye ulaşamayınca gerek Nani gibi bireysel becerisi yüksek oyuncular gerekse de takım ‘görünür hale gelemedi.’

Düzen ve moral bozulunca...

İkinci yarıya her koşulda atılması gereken o ‘tek gol’ fifikrinin verdiği motivasyonla tempolu başladı Fenerbahçe. Ama bu durum, böylesi durmuş oturmuş, ne yapacağını bilen bir takım karşısında ilk maçtaki ilk 30 dakikanın ortaya çıkması riskini de taşıyordu. Fenerbahçe, baskıyı kurup, üstünlüğü de ele geçirmişti. Taa ki... “Sahada karakterimi yansıtan bir takım istiyorum” türünden sözler eden Pereira’nın, - biraz da oyuna tempo ve agresiflflik katmak için hem de tam oyuncu değişikliği yapmak üzereyken - Fred ile girdiği gereksiz itiş kakış sonucu kendini attırmasına kadar... Akabinde Kjaer/Volkan dengesizliği sonucu gelen penaltı, düzeni de morali de bozup, maçı da çözdü. Bu seviyelerde futbol öncelikle ‘duygusal’ değil ‘akıl ve uygulanabilir planlar’la oynanmak zorunda. ‘Yeni düzen’deki Fenerbahçe ilk ciddi sınavında ‘ayrıntıların önemi’ne takıldı. Bundan sonraki hedeflfleri önce lig ve beraberinde Avrupa Ligi’nde Aykut Kocaman takımının çıtasını aşmak olmalı

06 Ağustos 2015, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lucescu için zor olacak‘’

Sadece 3 haftadır bir arada olan yepyeni bir takım ile hocası tarafından 11 yıldır tüm ‘kayıplarına’ rağmen -ki futbolda buna kazanç deniyor- ince elenip sık dokunmuş bir takım karşı karşıya... İlk devre boyunca Shakhtar en bilinen iki özelliğini öne çıkardığı anlarda net gol pozisyonları buldu. İlk planları kontralardı ki, birisi yürekleri ağıza getirdi. İkinci plan, hızlı hücum niteliğindeki ‘hızlandırılmış set oyunları’ydı. İkinci planın temel karakteri genellikle sağ bek pozisyonundaki Dario Srna oldu. Oysa Lucescu’nun takımının böyle oynadığı ezberden biliniyordu. Lakin, “anlamak çözmeye yetmez”di!.. Futbol bunu bir kez daha gösterdi.

En çok tartışılan ayakta durdu

Neyse ki, Fenerbahçe verdiği çok net pozisyonları, tüm yaz boyunca en çok tartışılan iki oyuncusundan Volkan Demirel sayesinde -diğeri Emre Belözoğlu- savuşturdu. İlk yarı boyunca hücumda çok etkili görünemedilerse bu, Gökhan Gönül’ün yokluğu kadar Topal/Souza ikilisinin aynı mevkideki rakiplerine göre top kapma konusundaki istatistikleriyle de ilgiliydi kuşkusuz. Diego’ya kenardan gönderilen ‘pusula’yı biraz da bu zaviyeden okumak gerek sanırım! Yine de ilk yarının 35. dakikasından sonra oyun kontrolünü hafiften ele geçiren Fenerbahçe, ikinci yarı oyunu düzenlemek için ciddi veriler elde etti.

Persie rengi değiştirdi

İkinci yarı da farklı başlamadı oyun. Topu gezdiren, geniş alanlar bulan, kaptığı topları değerlendirmeye çalışan bir Shakhtar izledik. Ancak ilk yarıya göre daha çelimsizdi atakları. Raul ile Van Persie peşpeşe oyuna dahil olunca işin rengi de değişti. Bu andan itibaren, ki Diego’nun 70. dakikada direğin dibinden giden şutu da bu sürece dahil, oyunun ritmi, akışı değişti. Taraftar desteğinin de yükselişiyle Fenerbahçe daha akışkan bir oyun düzenine geçti. Fenerbahçe net pozisyon bulamadıysa da, daha az bir arada oynamış olmasına rağmen özellikle ikinci yarı ‘oyun kontrolü’ konusunda onca yıldır olgunlaştırılan Shakhtar’a karşı son derece olumlu sinyaller verdi. Böylesi önemli bir sınavı ikinci maçta tamamlayacağı ‘eksikleri’ni de hesaba katarak düşünürsek “tek gol”lü bir plana indirgemeyi başardı Vitor Pereira.

Daha zor olacak

Bence ikinci maç Mircea Lucescu için ilkinden daha zorlu geçecektir. Çünkü burada ‘hesabı tutmadı.’ Fenerbahçe’nin her geçen gün olgunlaşacağı düşünülürse pekala daha büyük risk altında olan takımın Lucescu’nun Shakhtar’ı olduğunu söyleyebiliriz. İlki maçta öne çıkmayan ‘bireysel performans’lar ikinci de görünür hale gelebilirse ki, gelmemeleri için bir neden yok, Fenerbahçe bir sonraki tura da, lige de fevkalade yüksek bir moralle girebilir... Tersini şimdilik düşünmenin gereği yok sanırım..

29 Temmuz 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kabahatin çoğu kimde canım kardeşim?‘’

Tutarsızlık, oportünizm ve çelişkiler içindeki ‘yönetici kast’ tarafından ablukaya alınmış futbolda hepimizin gözü önünde bir ‘seçim oyunu’ oynanıyor. Haberler diyor ki, ülkesinin hiçbir statında gönül rahatlığıyla maça gidemeyen mevcut başkana ‘destek imzaları’ yağıyor. Ne var ki, henüz hiç birimiz, “Peki öyleyse futbol neden bu durumda?” sorusuna dişe dokunur bir yanıtını alabilmiş değiliz!

Futbola ne kattın?

Örneğin, Türkiye Futbol Direktörü’nün ‘aylarca çalışıp’ vücuda getirdiği ve Yıldırım Demirören’in ‘yerli devrimi’ olarak sunmak konusunda gereksiz ısrar ettiği 14 yabancı kuralı! Sormak gerek, örneğin Bilal Kısa ile Sabri Sarıoğlu’nun yıllık kazançları neden o çok beklenen ‘ülke normalleri’ne dönemedi? Ya da şu; Kjaer veya Nani benzeri bir futbolcuyu buraya ‘kaç para masraf’ ederek getirebilmek öngörülüyordu?

Demirören, NTV Spor’da Ercan Taner’in hakkındaki eleştirileri hatırlatması üzerine, “Ben kendimi biliyorum” dedi ve devamını, “Futbola bir şeyler kattık” türünden sözcüklerle tamamladı. Şimdi bir kez daha soralım, “Nedir futbola katılan bu ‘bir şeyler’ ve neden başkaları daha da fazlasını katamaz?” Beşiktaş’taki icraatları da hatırlanırsa, bu yönetici grubunun kerameti nedir?

İktidar için kenetlendiler

Çok açık ki, mevcut kadrolar ‘futbola bir şeyler kattığını’ düşünürken hemen hemen her şey ‘geriledi’. Hem de göz göre göre.. Fatih Terim diyordu ki, “Allah’a şükür 58’den geldik 32’ye FIFA sıralamasında. Bu 4 sene zarfında Dünya Kupası’na doğru tek haneli rakamları hedefliyoruz.” Bu yazı yazılırken Türkiye FIFA listesinde 57. sıradaydı ve UEFA’da 4. kategoriye -tanıdık deyişle 4. torba- gerilemişti. Seyirci sayısı, futbolcu yetiştirememe çoraklığı vb. konulara hiç girmeyelim.

Ancak görüyoruz ki, tüm bunlara rağmen kaskatı kesilmiş becerisiz ve yetersiz ‘yönetici sınıf’, iktidarlarını korumak için birbirlerine sıkıca kenetlenmiş durumda. Bu öyle bir kenetlenme ki, kimileri iddialarını çöpe atmak konusunda şaşırtıcı derecede tutarsız davranmayı bile göze almış görünüyor. Örnek mi? Beşiktaş Başkanı Fikret Orman...

Beceriyle kurgulanmış bir oyun

Stat, futbolcu, sportif ya da teknik direktör tercihleri gibi ‘bildik’ konuları geçiyorum. Demirören ile kulüp arasındaki alacak/verecek meselesini de... Hatırlanırsa, ‘Feda sezonu’ndan bu yana ‘yabancı kontenjanı’ konusunda zaman zaman boşa volüm yükselten Fikret Orman ve ekibi, ‘açık destek’ verdikleri federasyona güvenip ‘yerli oyunculu’ düzen için organize olmuşlardı! İlk sezonu için 1.7 milyon Euro garanti para verilen ve performansı ortada olan Cenk Tosun örneklerden sadece biri... Gelinen noktada yabancı kotası -yerli devrimi (!) - ortadayken ve federasyon Beşiktaş’a -ve Fenerbahçe’ye- aminaye tabirle ‘kazık atmış’ken hâlâ açık destek!..

Bu acıklı durum aslında bize diyor ki; gerçekten de gerek federasyon gerek başta Beşiktaş olmak üzere kulüpler ehil kişilerce yönetiliyor!.. Artık kim ne kadar inanırsa!.. Biz de oturup bu ‘beceriyle kurgulanmış oyun’u para verip izliyoruz... Hani diyordu şair, durum aynen öyle; “...ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama kabahatin çoğu senin, canım kardeşim!”

23 Haziran 2015, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir ‘Her şey güzel olacak' filmi daha!‘’

TFF Başkanı Yıldırım Demirören önceki akşam TRT Spor’da Ersin Düzen ve Hakan Ünsal’ın karşısında da ezberlediği retoriği tekrarladı durdu. Ona göre ‘zaten çok güzel olan herşey’, ‘gelecekte çok daha güzel olacak’tı!.. İnanırsanız!...

Her uygulaması bir önceki icraatını tekzip eden Demirören’in yeni dönem stratejisinin ipuçlarını da haberlerden öğreniyoruz; mevcut yöneticileri sistemin güçlülerinin arzu ettikleriyle değiştirip ‘koltuğu/makamı korumak’! Dikkat edin, normalde burada ‘koltuk/makam’ yerine ‘yola devam etmek’ kullanılır. Ben ‘yola devam etmek’ ifadesini kullanmadım çünkü devam edilen herhangi bir yol yok...

İllüzyon bütünü!

Sadece seri ‘u dönüşleri’nin ‘yol alıyormuş’ gibi gösterilmeye çalışıldığı illüzyonlar bütünü var...

Bir kez daha belirtelim; Demirören adında birleşmiş görünen ‘futbol yönetici kastı’nın yegane derdi değer üretme değil ‘harcama hakkını eskiden olduğu gibi sınırsızca kullanmak’tan ibaret!..
Demirören röportajında ilgimi çeken ‘çelişik başlık’lardan biri de Fatih Terim’le ilgili söyledikleriydi... Malum tribünde meşale yakmak, küfür etmek ceza gerektiriyor. İki gündür gazetelerde Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim’in Göztepe kutlamalarındaki meşale sallayan fotoğraflarını görmüşsünüzdür.. Aynı Terim, yakın zamanda Adana Genç İşadamları’na yaptığı konuşmada da, “Küfür bana yakışmıyor ama bazen yiyenin üzerine iyi oturuyor” mealinde izleyenleri hayli güldüren bir şeyler söylemişti... Demirören’in kendisine yöneticilik teklif ettiği düşünülürse işlerin en azından tribün düzeyinde neden hallolmadığını anlamak pek de zor olmasa gerek!..

Umut tacirliği...

Yine transfer dönemi haberlerinde görüyoruz ki, ‘yabancı kuralı’ da -Demirören’e göre ‘yerli kararı’- öyle pek işe yaramıyor. ‘İş yapacak oyuncu’lar için talep edilen paralar eskiyle aynı seviyelerde!.. Buralı oyuncuları geliştirecek yönetici/teknik adam yetersizliği apaçık ortadayken ‘yerli devrimi’ türünden içi boş sloganlar, “Bizim bahçenin çimeni mavidir” demek gibi bir şey... Oyuncunun ‘yabancı rekabeti’ ile değil ‘bilgi, becerinin geliştirilmesi’yle yükseleceğini anlamayanlar hâlâ ‘umut tacirliği’ yapmaya çalışıyor. Demirören röportajı üzerine yazılacak çok şey var ama ona ne kağıt ne de sabır yeter!...

17 Haziran 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI