Arama

Popüler aramalar

‘’Yarış Arena'ya taşınır‘’

Kendi evindeki Trabzon, hedefler de düşünüldüğünde daha rahat oynayacaktır. Trabzon’un içeride oynadığı maçlardaki karnesi de hayli olumlu. Mehmet Ekici, Özer gibi şaşırtıcı yönleri olan futbolculara, Yusuf Erdoğan gibi sürpriz performans gösterebilen, Cardozo gibi bir golcü ve büyük maçlarda büyük oynayan Hakan Arıkan’ı ekleyin... Elbette Ersun Yanal faktörünü unutmadan... Bu yılı sıkıntılı geçirseler de bu tip maçları kendi ortalamalarının üzerinde oynamayı beceriyorlar. Beşiktaş’ın ‘deplasman karnesi’ ise pek parlak değil. Karabük gibi düşme potasındaki takımı bile güç bela aştılar. Yine de Trabzon maçlarında ‘tıpkı ilk maçtaki gibi’ her zaman farklı ve kazanmayı bilerek oynuyorlar. En büyük avantajları ise ‘problem çözme yetisi yüksek oyuncu’ sayısının rakiplerine göre fazla oluşu. Sosa merkezli bir düzende iki kenar, Gökhan Töre ve Olcay’lı klasik ‘tempo oyunu’nu oynarlarsa şampiyonluk yarışını Arena’daki Galatasaray maçına taşıyabilirler.

03 Mayıs 2015, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’En az puan kaybeden kazanacak‘’

‘Evsiz barksız’ ikinci sezon... Yetmezmiş gibi nedenleri açıklanamayan onca sakatlık, kazanılamayan derbiler, Sivok gibi bir tecrübeden yoksun bırakılan sorunlu müdafaa hattı... Buna rağmen şampiyonluk yarışına tutunan Beşiktaş’ta işler beklenmedik biçimde iyi gidiyor.

Dün gece de mecalsiz Karabük karşısında kısa dönemli sıkıntılar yaşasalar da kaleci Waterman’ın atıldığı anda denklem onlar lehine tamamen çözülmüş oldu. Öyle bir maç ki, takımın bankosu Veli’ye ihtiyaç dahi duyulmadı. Atiba orta sahada topu ele geçirme işini tek başına organize etti. Ne var ki, Gökhan Töre bu takımın hem avantajı hem de ‘dezavantajı’ olmayı sürdürüyor.

Kapalı düzende lig

Evet, ağırlıklı olarak ‘kapalı düzen’de oynanan bir lig bizimki. Özellikle ‘büyük takım’lara karşı pozisyon vermemiş olmayı marifet bilen çok sayıda hoca ve takım var. Töre de bu düzen içinde ‘çilingir oyuncu’ olarak zaman zaman iş görüyor kuşkusuz. ‘Adam eksiltme’, ‘dikine oyun’ gibi bu ülkede pek sevilen hallere müptela düzeyindeki düşkünlüğü ise çevresindeki arkadaşlarıyla uyumunu bozarken onların da işlevsizleşmesine neden oluyor.

Dün de bir çok kez Sosa, Tolgay ya da Pektemek yerine ya kendini ya da ‘yanlış bölgede’ki arkadaşını tercih etti. İstekli, gayretli, çalışkan ama ‘takımla oynama konusunda’ hayli eksik. Sosa, Tolgay gibi ‘yaratıcılar’ varken doğaçlama yönü ağır basan Töre’yi oyun düzeni içine çekecek bir örgütlenme şart görünüyor Beşiktaş’ta.

Necip planı bozdu


Derken maç tam da Beşiktaş’ın istediği ritme ulaşmışken sakatlanan Ersan’ın yerine giren Necip’in girdiği ilk pozisyonda gördüğü kırmızı kart herşeyi bozdu. Saha içi yerleşimleri de oynama arzuları da düştü. Oyunu yeniden organize edemezken bir de gol yiyince işler iyice çıkmaza girmişken Sosa/Cenk işbirliği ipten dönen Beşiktaş’ı yeniden yarışta tuttu.

‘’Bu düzen, bu ritm şampiyonluk için yetmez’’ diyeceğim ama rakipleri de onlardan aşağı kalır değil. Dur bakalım ne olacak?

28 Nisan 2015, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şampiyonluk yolu nereden geçer?‘’

Beşiktaş, başlardaki iştahlı ve gösterişli oyunundan hayli uzağa düşmüş olsa da, ülkedeki ‘reel futbol ortamı’nın doğal sonucu olarak yine de yarışın içinde. Hem de yaşadığı onca tuhaflığa rağmen! Yönetim tercihi olarak türlü demogojiyle iki sezon önce stat yıkılırken ‘soyut yarınlar için somut bugünler feda edildi!’. Takımın nerede oynayacağı ne yöneticileri ne de taraftarları ilgilendiriyordu! Deniliyordu ki, “Yeni stat açılınca rakiplerle aramızdaki fark kapanacak...”. Kimse çıkıp şunu sormadı: “İki büyük rakibinin koca koca statları varken mali durumları ve seyirci sayıları ortada. Sizin kerametiniz nedir?”.

Önceki yönetimin formülü

Beşiktaş büyük kulüptü ve sosyal etkisi mali büyüklüğünün kat be kat üzerindeydi. Taraftarı gelecek güzel günler rüyasıyla uykuya dalarken, yönetim de bu ‘sosyal etki’yi kullanarak borçlandıkça borçlandı. Formül ise önceki iki başkandan kopyalanmıştı; “Nasılsa biz ödemeyeceğiz...”. Bir kaç hafta önce kulüp başkanı, ‘kötü gidiş’e dur demek için dahiyane bir çözüm bulmuş ve “Bundan böyle tüm zamanımı kampta futbolcularla geçireceğim” demişti hatırlanırsa... Performans ve ‘başkan denetimi-gözetimi’ arasındaki bu enteresan formül hayata geçti mi bilinmez ama birkaç hafta sonra kulüp kapısına haciz kamyonları dayandı. Bunlar işin sadece yönetim bazındaki iki ayrıntısı...

Takım mutluluk içinde!

Futbol takımı ise epey bir süre sonra biraz da rakibinin paralize olmuş halinin de etkisiyle beş gollü bir galibiyet aldı. Malum, futbolda sonuç tüm olumsuzlukların üzerini şal gibi örtüp kalabalıkların ruhunu ısıtıyor. Yine de futbol için yanıt bekleyen sorular da az değil...

Beş gollü galibiyette ‘ikili forvet mucizesi’ne inanlar bir adım öne çıkarken, “Top bağımlısı Gökhan Töre’siz Beşiktaş, takım olarak topu daha çok paylaştı da tüm takım mutluluk içinde mi oynadı acaba?” diyenler haksız sayılabilir mi? Ya da, “Sivok’un oynamamasının tek nedeni sakatlık mıydı?” sorusu gibi... “Takımın ‘anahtar oyuncusu’ Atiba, sözleşme uzatmak için kendisine çıta olarak Cenk Tosun ve alelacele sözleşme imzalatılan diğer oyuncuları örnek alırsa kim, ne diyebilir?” de bir başka soru örneğin! Tüm bunlar Beşiktaş’ın ‘nasıl yönetildiği ’ne dair ciddi ipuçları barındıran veriler...

Bilic, yol bulmalı

Sağlam genetiği ve ‘üç büyüklerden biri’ olmak gibi ‘ülke futbolunun konumlanışı’ndan kaynaklanan avantajları var elbette Beşiktaş’ın... Bu nedenle sakin ve işe odaklı bir planlamayla bu sezon şampiyon olma şansı diğerleriyle eşit. Handikapları ise ‘zor maçları kazanmamak...’. O nedenle Trabzon ve sondan bir önceki Galatasaray maçları öncesi kaybetmemesi çok önemli. Çünkü şampiyonluk ‘arzu’ kadar aynı zamanda ‘tecrübe’ de ister. Tecrübe konusundaki dezavantajlı takım olduklarını unutmadan arzuyu yükseltmenin yollarını bulabilmeli Slaven Bilic.

22 Nisan 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Maskeli balo!‘’

Süreç öyle işliyor ki, her öneri, her iddia bambaşka soruları gündeme getiriyor. Misal, federasyon ‘ortak tavır alma’ olarak ambalajladığı erteleme kararına neden alt ligleri de dahil etmedi? Yoksa ‘Süper Lig’ dışındaki alt ligler dekoratif malzeme olarak mı görülüyor? Onların ‘ortak tavır alma’ ya da ‘irkilme’ hakları neden yok sayıldı!..

Tartışılmaya muhtaç

Bir başka soru; maçların oynanmayacağı 11 günlük boşlukta ne olacak? Konu soğutulup, unutulmaya mı terk edilecek, yoksa başta federasyon olmak üzere ilgili yöneticiler ‘bazı eylem planları’ mı geliştirecek?..

Saldırının mağduru olan Fenerbahçe kulübünün yöneticilerinin ‘düşünüp taşınıp’ yaptıkları basın toplantısındaki açıklamalar da tartışılmaya muhtaç!.. Üç yöneticiden ikisi hukuk nosyonu yüksek kişiler. Deniz Tolga Aytöre de, Şekip Mosturoğlu da, ‘el yapımı’ olduğu iddia bir tüfek ve iki zanlı dışında çok ciddi bulgular yokken meselenin ‘terör eylemi’ olduğuna ikna görünüyorlar! Oysa ‘terör eylemi’ tanımı terminolojik olarak siyasi, ideolojik, dini ya da ekonomik saikleri referans alır. Hele Mosturoğlu’nun yaptığı gibi, “Bu olaya devlet erkanı da sahip çıkıyorsa, olayın fanatizmle anlatılacak bir yönü olmadığı ortada” türünden bir referansa başvurmak belki taraftar ‘jargon’u açısından anlaşılır bulunabilir ancak, hukuk terminolojisinde yeri olmamalı diye düşünüyorum.

Bugün gelinen nokta...

Kaldı ki, yakın tarihte ‘devlet mekanizması’nı işleten bazı kadrolar, aralarında Mosturoğlu’nun da bulunduğu kişileri pek çok davada benzeri gerekçelerle suçlamış, hapishanelere koymuştur. Bugün gelinen noktada ise o iddialara dayanak oluşturan verilerin sahihliği üzerinde çok ciddi tartışılmalar yapılmakta, hatta verilerin ‘kurmaca’ olduğu farklı kaynakların raporlarına geçmektedir. Yani diyeceğim o ki hukuk, ‘devlet erkanı’na göre refere edilirse içinden çıkılmaz sonuçların doğma riski de yükselir!.. Ya da Aytöre’nin ‘faşizim tanımı’ da ciddi anlamda tartışılmaya muhtaç. Keza Mahmut Uslu’nun, ‘zenci’si de...

Şaşmayanlar olacaktır

Böylesine zehirlenmiş düşünsel ortamda, “Fenerbahçe’nin sakatlarının iyileşmesi için maçları ertelendi” türünden zırvaların ortaya atılmasına bile şaşmayanlar olacaktır. Çünkü, hayatın farklı alanlarındaki gerilimler - siyasi, dini, bölgesel, ekonomik - kaçınılmaz olarak bir başka ‘kimlik alanı’ olan futbolda da kendini gösterir. Bu denli ayrıştırıcı, ötekileştirici dilin dolaşımda olduğu bir alanda bu kaçınılmaz. Tespiti kolay bir grup hırçın taraftar üzerinden sürekli ‘güvenlik politikaları’ üreten mevcut yöneticiler her krizde hızla ‘görünmez adam’a dönüşürken, hatırı sayılır bir kalabalık çoğu zaman olduğu gibi bu kez de aynı ‘maskeli balo’ya eşlik edecektir.

Temel mesele hâlâ ortada

Çünkü futbolcu ve teknik adamdan çok, öneri ve çözümleri hiçbir işe yaramayan yöneticileri dinleyen/okuyan insanlara dönüştük/ dönüştürüldük. Haliyle temel mesele hâlâ ortada duruyor; sorunların göbeğinde yer alan ve onları neredeyse çözümsüz hale getiren yöneticiler. Yasak duvarları yükseltilmiş, tribünler yasaklarla boşaltılmış, bu oyunun ekonomisinin motoru olan taraftarlar (tüketici) oyunun dışına itilmişken “Çözüm bizde”ymiş gibi yapmak!... Tuhaf!..

08 Nisan 2015, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’İlk ‘kaybeden' Beşiktaş oldu!‘’

Hiçbir uygulaması oyunu geliştirmediği gibi herhangi bir önlemi de işe yaramayan federasyonun yaptırımları sonucu yarı yarıya boş bir stat!.. Oysa şiddet sarmalının çözümü için uzaklaştırmak değil tersine insanları birbirine yaklaştıracak yolları kurmak gerekiyor!.. Gel gör ki, dinleyen yok!... Bu ahval altında ‘yokluk’ların belirlediği zorunlu dizilişler vardı sahada. Beşiktaş, ‘deplasmandaki kendi sahası’nda taraftar avantajından yoksun olduğu gibi alıştığı düzenin en önemli dişlilerinden Veli’sizdi de... Başakşehir ise Semih’siz. Doka, Mossoro ve Visca gibi süratli oyuncuların yarattığı haklı tedirginlik Olcay ve Töre’yi geride tutunca oyun uzun süre ‘ritimsiz’ ilerledi.

Başakşehir daha cüsseliydi

Dizilişlere bakıldığında Başakşehir’in boy ve cüsse avantajından da söz edilebilirdi. İlk yarı Beşiktaş için ideal iki pozisyondan biri Atiba başlangıçlı Sosa gösterisi (34. dk) ise diğeri Töre bindirmeli Sosa/Olcay şutlarındaki Volkan Babacan’ın peşpeşe kurtarış yaptığı anlardı (41.dk).

Biliç’in hamlesi işe yaramadı

Mahmut Tekdemir’in her deliği yamadığı Başakşehir orta alanını aşmak ve durağan oyunu açmak için ilk hamle 60’larda Biliç’ten geldi. Epeydir yalnızları oynamak zorunda kalan Ba’ya destekçi olarak Cenk’i sahaya atarken, Tolgay ile Oğuzhan’ı değiştirerek de oyuna ‘top işlerliği kazandırmak’ istedi. Ancak bu kez de Olcay’sız orta saha gevşedi ve işler tam da Abdullah Avcı’nın istediği düzene girdi. Beşiktaş ‘yüksek vites’te oynadığında ‘iş görüyor’ ve korkutucu oluyor. Bunun için topun elde olması şart. Tersi durumda ritmi bulamayınca oyunu vasatlaşıyor ve düğümü çözmek kişisel beceriye kalıyor ki, o da her daim mümkün olmuyor, olmadı da.. Puan kaybedenin çok şey kaybedeceği süreçte’ ‘kilit maç’ı kazanamadı Beşiktaş ve ‘kaybeden’ olarakumudunu rakiplerinin ‘başarısızlığı’na bağladı...

07 Nisan 2015, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ne kadar ironik değil mi?‘’

Türkiye Futbol Federasyonu’nun resmi internet sitesinin açılış sayfasında deniyor ki; ‘’Türk futbolunda yeni bir sayfa açıyoruz..’’ Bütün yaşananlardan sonra, ne kadar ironik değil mi?..

Cumartesi gecesi oluşan ‘acil’ durumun toplantısının pazartesi öğleden sonra yapılıyor olması!.. Ne kadar ironik değil mi? Hafta sonu maçlar oynanmış, hiçbir statta olay üzerine tek eylem yapılmamış, pankart açılmamış... İş toplumsal düzeyde ‘soğumaya bırakılmış...’ Her olumsuzluğun birincil sorumlusu gösterilen medya da olmasa soğudu soğuyacak... Toplantı bitiyor ve açıklama geliyor; “Süper Lig’in 27. haftası ve Türkiye Kupası ertelendi...’’ Ancak bu ‘erteleme kararı’nın ardından dün akşamki Beşiktaş-Başakşehir maçı oynanıyor!.. Ne kadar ironik değil mi?

Peki şimdi ne bekliyoruz; öyle adımlar atılacak ki sorunlar kökünden kazınacak!.. Peki kim çözecek bunları? Sorunun bizatihi kaynağı olan ve tüm bu karmaşayı çözümsüz yumak haline getiren ‘yönetici elit!’ Ne kadar ironik değil mi?

‘Güçlülerin’ süratle ‘mağdur’a dönüştüğü, ayan beyan ortada olmalarına rağmen sürekli ‘görünmez adam’ı oynayan sorumluların yönettiği bir oyuna dönüşmüş futbol. Bizim ilgimiz ise hala dipdiri.... Ne kadar ironik değil mi?...

07 Nisan 2015, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Herkes aynı hayatta!..‘’

Fenerbahçe takımını taşıyan otobüse yönelik saldırının ardından -ki bir faciadan kıl payı dönüldü- ‘irkilmiş gibi yapan’ zevatın nutukları her yanı kapladı. Ancak hiçbir şey olmamış gibi davranma konusunda hayli gelişmiş reflekslere sahip vatanımızda ‘hakikaten’ de hiçbir değişiklik olmadı, olacak gibi de görünmüyor. Sadece bir ‘acil toplantı’ çağrısı yapıldı o kadar. O toplantı da olaydan iki gün sonra yapılacak! Sormak gerek, ‘Neden hemen değil?’ Biri ya da birileri öldürülmediği için mi?

Puanın, kupanın, paranın peşinde


O bildik, tanıdık ‘atalet’ her zamanki gibi iş başında. Hızlı düşünüp hızlı davranma konusunda hayli kabarık bir sabıka dosyasına sahip yöneticiler yine ‘uykuda’! Maçlar hiçbir şey olmamış gibi oynanabiliyor. Herkes puanın, kupanın, paranın peşinde. Sanki durup soluklansak, dersiniz dünya dönmekten vazgeçecek! Örneğin Galatasaray dün TT Arena’daki maç için iki pankartla çıktı sahaya. Isınmaya gelirken ‘kanserle mücadele’, maç öncesi ise ‘polis’le ilgili mesajlar içeriyordu pankartlar. Evet, bu sadece Galatasaray’ın sorumluluğu değil kuşkusuz. Başta federasyon tüm paydaşların katkısına muhtaç bir durumla karşı karşıyayız oysa. Peki ama, şimdi değilse ne zaman gerçekleşecek böylesi bir dehşetin karşısına dikilme pozisyonu? Kim, nerede, ne zaman ‘Yeter’ diye haykıracak ve çözümlerin peşine düşecek? Sorunun yanıtı açık; hiç kimse... Sadece dehşetle kendi yüzleştiğinde sesi çıkacak bazılarının ama işte o çıkan sesi de tıpkı şimdi olduğu gibi kendinden başka duyan olmayacak.

En tepeden başlamak gerekir

Unutmayalım... ‘Radikal önlemler’ palavrası sıkıp artık durumu değil yönetmek, idare dahi edemeyip sadece geçiştiren her kalemdeki bu ‘yetersiz yönetici kimliği’ tüm sorunların birincil kaynağıdır. Evet, hiçbir sorun tek zaviyeden ele alınıp, çözümlenemez. Kuşkusuz ki, hayatın da futbolun da sorunları birbirine sıkı sıkıya bağlıdır ve bu sorunları çözebilmek için işe en tepeden, yönetimlerden başlamak gerekir. Ama tamamından... İtirazı tam da oraya yöneltmek gerekir. Yoksa aynı havanda aynı su dövülürken ‘futbol konuşuyor, futbol tartışıyoruz’ gibi yapmaktan öteye hiçbirimiz geçemeyeceğiz... Biz el atmazsak ne oyun, ne hayat değişir, çünkü, o güzel parçada söylendiği gibi; ‘Herkes aynı hayatta...’

06 Nisan 2015, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Az kaybeden çok kazanır‘’

Şampiyonluk yarışında ilk üçte sıralanan İstanbul takımlarının dilinde, ligin kalan bölümünde 9’da 9 yapmak var. Ancak şimdiye kadarki tabloyu ‘kazanmak’ değil, ‘kaybetmek’ belirledi. Zirve yolunda Galatasaray, Muslera ve orta sahasıyla; Fenerbahçe, tecrübeli kalecisi ve defansıyla; Beşiktaş ise tempolu orta sahası ve üst düzey maçlar oynayan Bilic ile ön plana çıkıyor.

Şampiyonluk yarışındaki ‘üç İstanbullu’dan ikisi üzerindeki ‘dördüncü yıldız’ baskısının ayrı anlam kattığı Süper Lig’de telafisi mümkün olmayan sürece girildi. Takım yapıları, maddi ve politik olanakları(!), taraftar güçleri, tarihsel derinliklerine bakıldığında bu ligde üç takım için de ‘kazanmak’ gayet normal ve anlaşılır bir durum. Zaten hepsinin ağzında ‘9’da 9 yapmak’ var ancak bu sezon sonucu -en azından şimdiye değin- ‘kazanmak’ değil de ‘kaybetmek’ belirledi. Örneğimizi yarıştaki üçlünün arkasındaki Fenerbahçe’den verecek olursak... İkinci yarıya başlarken ısrarla ‘fikstür avantajından söz eden bu takım, kendi sahasında oynadığı iki derbiyi kazanmış olmasına rağmen hesap edemediği kayıpları nedeniyle ‘dördüncü yıldız’la ilgili umudunu diğer iki takımın bundan sonraki ‘kayıpları’na bağlamış durumda. Öndekilerden birinin Fenerbahçe’yle eşit kazancı durumunda ikinci devre başlarken sözünü ettikleri ‘avantaj’ın hayata geçmesi mümkün görünmüyor!.


TEKNiK DiREKTöRLER

MOTiVASYONLA iŞi GöTüRüYOR

İki İtalyan hoca deneyiminin ardından ‘öze dönüş’ işe yaradı gibi... Gerçi zora giren maçları döndürmede ciddi bir hoca katkısından söz etmek mümkün olmadı. Hamza Hamzaoğlu şimdiye değin bu ülkede pek makbul olmayan teknik konulardan öte iş gören esas konu ‘moral değerleri’ ön planda tutan tarzıyla parladı. Sık sık, “Hata yaptım, özür dilerim” türünden açıklamaları da ‘özeleştiri’den çok ‘yeterlilik’ ile ilgili sorulara neden oldu. Yine de iştahlı oynama gayreti, takımı önde tutma isteği ve yarışın önünde yola devam etmesi Hamzaoğlu’nun artıları...

SORUNU DERBi...AVANTAJI TARZI

“Derbi kazanamamış hoca” baskısı, moral değerlerin her şeyin önünde olduğu ligde Slaven Bilic açısından büyük handikap. Evet, Beşiktaş derbi kazanamadan şampiyon olmuştu ama o sadece tek sezon için geçerliydi. İki sezondur kazanamayan biri için, “Acaba bizim ligin ortalamasını mı tutturuyor” sorusunu sormak gayet anlaşılır. Oyunun son bölümlerinde girilen paniği ve paralize olma hallerini halledemeyişi de bir başka sıkıntı. Beri yandan zaman zaman ‘çizgiyi aşan polemiklere’ konu olsa da tarzı ve Avrupa’daki maçlarda doğru ve üst seviye oynanan maçlar Bilic’in ‘artı’ları.

YANAL’IN MiRASI ONU ZORLUYOR

İstatistik olarak üstün olsa da ‘garanti oynama’ tercihi nedeniyle orta saha ve ileride oyunu sıkıcı bulunan İsmail Kartal’ın işi zor. Ersun Yanal’dan devraldığı miras onu zorluyor. Ayrıca gerek maç sonu röportajları gerek basın toplantılarındaki tarzı, donanımına dair ciddi soru işaretlerine neden oluyor. Bu durum kriz anlarında daha da netleşiyor. Elinde hem ligin en iyi oyuncuları hem de üç sezondur bir arada oynama refleksine sahip bir takım oluşu en büyük avantajı.


KALECiLER

Aslan’ın avantajı Muslera

FERNANDO MUSLERA: Ligin en iyi kalecisi olduğu ‘su götürmez’ bir gerçek. Sıkıntılı müdafaa hattının en büyük güvencesi ve takımına tüm saha boyunca müthiş bir derinlik katıyor. Gerek sporcu, gerekse insani özellikleriyle de Galatasaray’ın diğerlerine göre en avantajlı olduğu bölge.

CENK GÖNEN: İyi kaleci ancak hem 11’de oynama hem de oynadığı maçlarda zaman zaman ‘devamlılık’ sorunu yaşıyor. Mucize kurtarışlar yapıyorsa da henüz tamamlamadığını düşündüğüm ‘temel hareketler’ nedeniyle sıkıntısı var. Bu yüzden müdafaa ile ciddi bir ‘güven sorunu’ var gibi duruyor.

VOLKAN DEMİREL: Tecrübesi ve fiziksel özellikleri avantajı. Kendini ‘aşırı Fenerbahçeli’ gösterme gibi bir hataya düşüp rakip tribünlerdeki sempatisini kaybedişi en büyük sorunu. Oysa ki, ‘iyi Fenerbahçeli’ yeter de artardı... Yine de kalecilik özellikleriyle takımına ve özellikle önündeki müdafaaya güven veriyor.


SAVUNMA HATTI

En iyisi Fener

GALATASARAY: En sıkıntılı olduğu bölge. Sol kanada ‘mecburen’ Olcan ve sağa tüm denemelerin ardından ‘mecburen’ Sabri! İkisi de ‘öne kaçma refleksi yüksek’ oyuncular. Arkalarına sızmayı başaran takımlar ciddi sıkıntı yaşatıyor. Stoperlerden teki banko; Aurelien Chedjou. Semih’in uzun sakatlığı bu mevkiyi hep onarıma zorunlu kıldı. Haliyle yük ağırlıklı olarak Chedjou’da ve bu da öndeki hattı Selçuk/Hamit (Melo) ister istemez arkaya çekiyor.

BEŞİKTAŞ: Bir sıkıntılı takım da onlar. İki kanat, var ile yok arası! Serdar da, Motta da bu seviye için ‘idareten’ oradalar. Sağ beke alınan Opare’nin solda sergilediği performans durumun vehametinin göstergesi. Sivok sonrası stoperler de ciddi sıkıntı yaşadı. Özellikle oyunun boyunu kısa tutma konusunda stoperlerden katkı çok düşük, onlar da hep geri kaçma eğiliminde. En büyük avantajları önlerinde sağlam bir ikili olması.

FENERBAHÇE: Bu mevkiide en avantajlı takım. İki kenar, Caner-Gökhan oyunu iki yönde de hem doğru hem iyi oynuyor. Gerçi ikisi de geçmiş yıllara göre düşük görünüyorlar ama bunda rakiplerin özellikle bu iki oyuncuya önlem almasının önemi çok büyük. Egemen dahil olduktan sonra oyunun boyunu kısaltmada zorluk çekmediler. Alves ile ikisi geride dikişleri sağlam atıyor. Ancak onların da özellikle hücumdaki duran toplarda etkileri beklenenin altında.


ORTA SAHA

Şampiyonluğun anahtarı Yasin Öztekin’de

GALATASARAY: Tüm yük hem kesici hem ‘kurucu’ oynamak zorunda kalan Selçuk’ta. Ezberlediği partneri Melo’nun yokluğunda daha çok koşuyor belki ama bu da onu daha görünür kılıyor. Ligin Selçuk gibi fark yaratan oyuncularından Sneijder, etkisiz göründüğü maçlarda dahi ‘tabela yapma tehdidi’ taşıyor. Büyük güç. Temposuz ve mecalsiz maçları bile iki hareketiyle değiştiriyor. Hamit, Telles, Olcan, Emre bir yana son haftalardaki formuyla Yasin’e dikkat... Bence şampiyonluk yarışında ligin kilit oyuncusu Yasin olacak. Onun performansı her şeyi değilse de çok şeyi belirleyecek.

BEŞİKTAŞ: Atiba-Veli ikilisi takımın merkezi. Gerçi Veli’de, imzaladığı sözleşme sonrası belirgin bir düşüş yok değil! Bu hattı aşanlar Beşiktaş’ın ayağına dolanıyor. Sosa, Tolgay ve Oğuzhan’ın istikrarsızlığı verimi düşürüyor. Olcay savunmada değilse de hücumda beklenenin altında. Geriye tek Gökhan Töre kalıyor. Evet ‘özel bir oyuncu’ ama bu denli doğaçlama oynaması onu tek boyutlu kılıyor ve bu nedenle ‘tahmin edilebilir’ bir oyuncuya dönüşüyor. Beceri ve fizik de bir yere kadar. Beşiktaş en güvendiği bölgede tempo ve baskı açısından yaşadığı sıkıntıya çözüm bulmak zorunda. Yoksa şampiyonluk zora girer.

FENERBAHÇE: Egemen ve Mehmet Topal katkısıyla kısa alanda oynama avantajına sahipler ama bu kez oyun bir yere sıkışıyor ve açacak ‘yaratıcı oyuncu’ eksikliği hissediliyor. Topal’ın biraz daha öne çıkması dengeleri değiştirir ama İsmail Kartal ‘garanti düzen’i bozmuyor. Emre, Alper, Diego ve Raul’den üçü de önde tercih edilen ‘garanti üçlü’ye takılınca oyunu çeşitlemek ve hızlandırmak mümkün olmuyor. Bu dörtlüden en az ikisini hatta üçünü oynatabilecek bir formül rakiplerin ezberini bozar ve şampiyonluk ihtimalini güçlenir.


HüCUM HATTI

Cenk Tosun devreye girmezse...

GALATASARAY: Şimdiye kadar işe yaradı ama sadece Burak’a bağımlılık işi zora sokuyor. Kaldı ki o da bu önemli süreçte ciddi sakatlanma riski altında artık. O nedenle çalışkan Umut’un hücumcu özelliklerini gözeten formüller acilen devreye sokulmalı. Onun için de kenar topları hayli önemli.

BEŞİKTAŞ: Orta saha ritmi düştüğü için hücumdaki en büyük koz Demba Ba ceza sahasında ‘görünmez’ oldu. Pektemek’in sakatlanmasının ardından Cenk Tosun bir an önce devreye girmez ise işler sarpa sarar. Çünkü Beşiktaş’ın mevcut hucüm planları da rakiplerce ezberlendi ve şampiyonluk için bunların süratle revize edilmesi gerek.

FENERBAHÇE: Sow-Emenike-Kuyt formülündeki ısrar ‘zihinsel ve sinirsel çözülme’ye yol açtı. Atamadıkça gerilen oyuncular takıma zarar verir hale geldi. En azından taraftarla arası açılan Emenike’nin dinlendirilip orta saha takviyeli çözümler işe yarayabilir. Sonuçta en uçta Musa Sow ve yedeğinde iş görebilen Webo var ve bu da az bir güç değil.


MADDİ DURUM

En rahatı Fener

Üç takım arasında benzer yapısal sıkıntılara rağmen maddi koşulların sürdürülebilirliği açısından avantajlı görünen takım Fenerbahçe gibi duruyor. Kısa vadede sıkıntı yaşamayacağı öngörülen Fenerbahçe, hemen her gün ‘Battık’ türünden haberler okuyan Galatasaray ve tüm geleceğini ne zaman tamamlanacağı öngörülemeyen ‘yeni stat’tan geleceklere bağlamış olan Beşiktaş camialarına göre daha rahat...


TARAFTAR

Cim Bom’un desteği fazla

GALATASARAY: Taraftarlar en çok onların işine yarıyor. Sıkıntılı yönetim süreçlerinde takımdan kopmadılar ve verebilecekleri en yüksek katkıyı veriyorlar. Bu da oyuna iştah katılmasına vesile oluyor.

BEŞİKTAŞ: Yönetim kararı olarak iki sezondur sahalarının olmayışının sıkıntısını yaşıyorlar. Sürekli deplasman hali taraftarı da yordu ve başarıya aç genç oyunculardan kurulu takım onlardan gerekli desteği bulamadı.

FENERBAHÇE: Taraftarın aklı, geçen sezon erken gelen şampiyonlukta kalmış gibi. Ön oyuncuların verimsizliği, hesapsız kayıplar ve agresif kulüp yönetim politikası tribünün verimini de, desteğini de düşürdü.

04 Nisan 2015, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI