‘’Özel oyuncular ‘güç'ü alt etti‘’
Ligin seviyesinin hayli üzerinde tempolu maçlar izlememizi sağlayan Beşiktaş ile yine lige renk veren takımlardan Osmanlı’nın karşılaşması doyurucuydu. Bir ilk not olarak, futbolcunun ‘oyun kültürü’nden söz etmek isterim. Futbolcu, taraftar/yönetici ortalamasını aşamazsa gelişimini de bir noktadan sonra sekteye uğratır. İlk devrenin son dakikasında Osmanlı ceza sahası içindeki ‘penaltı itirazı’nı kendi ceza sahası önüne kadar taşıyan Oğuzhan misali... Velev ki penaltı ve hakem tespit edemedi, oyun akıyor ve iki temel oyuncu Atiba ve Oğuzhan itiraz etmekten pozisyona yetişemiyor! Ve oyunun durduğu anda Oğuzhan sarı kart ısrarını sürdürüp o kartı alıyor! Tuhaf...
Ndiaye öne çağırdıkça...!
İlk 20 dakika Mehmet Güven’in ele geçirdiği toplarda hem dağıtan hem sürükleyen Ndiaye tüm takımı öne çağırdıkça Osmanlı’yı karşılamakta zorlanan Beşiktaş topa sahip olamadı. Bu nedenle de o alışıldık ‘efor oyunu’na geçemedi. Epeydir aksayan ancak kazandıkça pek fark edilmeyen defansif zaaflardan ‘stoper sorunu’ nedeniyle de iki gol yedi. Elbette gollerdeki Rusescu ve Ndiaye becerilerini de ihmal etmiyorum. Gerek ilk golde ofsayttan kaçıp kaleciyi izleyerek yapılan vuruş, gerekse Rhodolfo’nun ekarte edilmesinde futbolcu becerisi... Beri yandan bir diğer not da önemli; kötü zeminde ‘sertlik oranı’ yüksek oyun Osmanlı lehine işledi.
Tolga’nın kurtarışı
İkinci yarıda erken gelen ‘tipik Sosa golü’ ve akabinde gelen Tolga kurtarışı maçı iyiden iyiye renklendirdi. Bu kadar uzun alanda oynayan Osmanlı’nın dayanıklılığı sonucu belirleyecekti. Lakin onlar 60-65 arası öylesine gözle görülür bir tempoya ulaştılar ki, Şenol Güneş takımını özellikle ikili mücadelelerde sertleştirmek için çözümü Necip’i sahaya atmakta buldu. Ancak bu da iş görmedi. Çünkü pas bağları çok zayıftı ve bu zayıf bağı atletik Osmanlı orta sahası iyice koparınca topu doğru kullanıp Gomez’e ulaştıramadılar. Başka deyişle Osmanlı topu o bölgeye indirtmedi. Beşiktaş, gücünü rakibinin bilinçli savunması nedeniyle orta sahada tükettikçe top kontrolünün zor olduğu zeminde kenarlara uzun top oynamayı tercih ettiyse de oyunu genişletmeyi beceremedi. Ta ki 90. dakikaya kadar... Topu ilk kez gezdirmeyi başaran Beşiktaş’ta, ceza sahası üzerinde arkadaşlarına ‘duvar olan’ Cenk Tosun’u bulan Sosa muazzam bir top sürüşle müdafaanın arkasına sarkıp golü yaparak ‘özel oyuncu’ların yardım aldıklarında sonuca ne denli etki edebileceklerini bir kez daha kanıtladı. Ve son not; daha net pozisyonlar üreten Reşit Akçay’ın Osmanlıspor’u ikiden fazla gol bulamadıysa bu, o beğenilmeyen Tolga’nın performansıyla doğrudan ilgilidir.
‘’Yüksek tempo düşük skor‘’
Sıkıntılı iki takım... Biliyorlar ki kaybedecek olan, çok ciddi tartışmaların odağına oturacak. Kaybetmeleri halinde zaten tartışmalı konumda olan Galatasaray Yönetimi’nin geleceği, hoca değişikliği ve oyuncu performanslarının önüne geçecek. UEFA’dan elenen Beşiktaş’ta ise daha önce övgüyle söz edilen oyunun ‘sonuca dönük’ olamaması takımı da tribünü de geriyor. Bu atmosferde oyunu başarıyla kapatan Beşiktaş, rakibini kendi alanına geçirmezken düşünün en net pozisyonunu da sol beki İsmail’le yakaladı. Öyle yüksek eforla bir ilk yarı oynadılar ki, Galatasaray’ı ‘yorgun’ göstermeyi başardılar. Lakin ‘pozisyon bulma’ ve ‘gol atma’ arasındaki verimlilik bağını kuramamaları büyük sorun. Bunun ıstırabını en azından Akhisar’a karşı yaşamışlardı.
Beşiktaş el koydu
Ancak ikinci yarıyla birlikte futbolun tıpkı hayatımız gibi ne dramatik örgüler içerdiğine şahit olduk. Taraftarının ‘sosyal medyadan imha ettiği’ teknik yönetiminin de buna ‘olur’ verdiği Beşiktaş “Al sana Tolga gitsin” dedirtecek türden bir kaleci hatasıyla geri düştü. Akabinde sadece Türkiye’de değil dünyada da parmakla gösterilecek kalecilerden olan Muslera daha zorlarını çıkardığı bir topu ağlarında gördü. İkinci yarıdaki ‘kaza golü’ periyodunun şaşkınlığını atlattıktan sonra Beşiktaş duruma yeniden el koydu. Baştaki coşkuya, bilince, dayanışmaya geri dönünce maça yine kendi rengini vermeyi başardı.
Güneş’ten 2 derbi galibiyeti
Maçın ‘iki yenisi’ Kerim/Töre golünden sonra Olcay’ın yerinden fırlayıp tribünün önündeki sevinç yumağına katılması çok şey anlatmalı... Futbol akıl, bilgi olduğu kadar dayanışma ve coşkudur da... Bu kazanırkenden çok kaybederken gerekir ki, takım da birey de dik durabilsin!... Geçmiş yıllarda üst üste derbi kazanamamaktan mustarip Beşiktaş, Şenol Güneş ile ikinci derbisini de kazandı. Böylece en büyük rakiplerinden birini yarışın hayli dışına itti. Ancak bu tempo, bu kadar zorlamanın karşılığı iki golle sınırlı kalmamalıydı. Haliyle insan iç sesiyle konuşurken bir yandan da, “Kazanıyor ama ‘hala gerektiği kadar olgun’ değil” demekten kendini alamıyor.
‘’Üsluplu eleştiri!‘’
Futbol, sosyal medyadaki faşizan dilin en net gözlemleneceği alanlardan biri. Bu dil de gücünü ve kaynağını sokaktaki ‘linç kültürü’nden almakta. ‘Espri yapma özgürlüğü ve özgünlüğüyle’ hakaretvari alaycılığı birbirine karıştıran bu tarzın son kurbanı Tolga Zengin oldu. Elbette eleştiri bir haktır ve yapılması elzemdir. Ancak eleştiri referans ve üslup gerektirir. Yoksa takım tutmak, sevmek “Beşiktaşk” yazıp “Burası Beşiktaş...” diye kuru kuruya efelenmek değildir. En azından benim için Beşiktaş böyle bir takım değil ve iyi ki tanıdığım çoğu Beşiktaşlı’yla da benzeri düşünceler içindeyim...
‘’Teşhis var tedavi yok!‘’
Ligde ‘tempolu oynayan’ takım olarak anılan Beşiktaş, Lizbon’daki ilk yarıda ‘olgun takım’ hüviyetiyle sahadaydı. Kendi liginin lideri Sporting’i kalesinden uzak tutarken de, topu ele geçirdiğinde rakip alana inerken de dengeli ve hesaplıydı. İlk yarının göze en çarpan oyuncusu ‘çalışkan Olcay’ topla ilişkisinde biraz daha gelişkin olsa Beşiktaş’ın soyunma odasına iki farkla gitmiş olması kimseyi şaşırtmazdı. Bilinir, futbol bir ‘an’ oyunudur ancak aynı zamanda ‘alan boşaltma’yı başarmayı/planlamayı da içerir, ki gol atılabilsin. İlk devre savunmada kusursuza yakın oynayan Beşiktaş, bu ‘an’ı Sporting çıkarken İsmail’in kaptığı topla yakaladı. Quaresma da dağılmış rakip içinde ‘boş alan’ı yakalayıp en iyi yaptığı iş olan ‘trivela orta’yla doğru yerde bekleyen Gomez’e ‘an’ı tamamlattı.
Olcay rakibini kaçırınca...
Her şey yolunda giderken dakika 67’ye gelmişti ki Olcay o ana kadar başarıyla enterne ettiği Bryan Ruiz’i gözden kaçırdı ve olanlar oldu. Bir ‘an’da defansın arkasına sarkan Slimani biraz da Tolga’nın zamanlama hatası artı terüddütlü tavrına da bağlı olarak golü yaptı. Artık iş Beşiktaş’ın maça ‘tutunabilme yetisi’ne kalmıştı. Ne yazık ki, yenilen golün ardından kalan 20 dakikada Beşiktaş tek kelimeyle paralize oldu. Neredeyse tüm takım şaşkın ve panik içindeydi. Haliyle avuçlarının içine aldıkları gruptan çıkma şansı da yitirdiler. Oysa Şenol Güneş ligde kazanılan hem de farklı kazanılan maçlardan sonra bile “Maç içindeki kopuşlar”dan bahsediyordu. Teşhis doğruydu kuşkusuz ancak tedavinin henüz başarılamadığı bu maçta net olarak ortaya çıktı. ‘Olgun takım’ olarak maça başlamak yetmiyor... Aslolan maçı ‘olgun’ tamamlayabilmek.
Doğru savunma!
Beşiktaş’ın ‘eforlu’ tarzı, ‘tansiyonu düşük’ ligimizde ilgi çekiyor kuşkusuz ancak şunu da gözden kaçırmamak gerekiyor; futbol mekaniğinin temeli ‘doğru savunma’dan geçiyor. Beşiktaş savunmasının sorunlu olduğu ligde de görünüyordu ancak öndeki gösterişli hale takılı gözler bu durumu tespit etmekte zorlandı. Artık Şenol Güneş işin bu yanına daha çok kafa yoracaktır. Karamsar bir tablo çizmek istemem ama bir önceki sezonun gösterişli takımı Bursaspor’un benzer sorunlardan dolayı ligi altıncı sırada bitirdiğini aklın bir kenarında tutmakta fayda var.
‘’En hayati 4 gün‘’
Bir takımın gelişimi ‘zorluk derecesi yüksek’ maçlara çözüm üretme becerilerine sıkı sıkıya bağlıdır. Böyle dönemlerde bazı oyuncular da özel zamanlar geçirir ve takımla birlikte yükselirken kendilerinin bile şaşacağı performans eşiklerini aşarlar.
Beşiktaş, iki sezondur bazı önemli periyotlarda sükseli işler yaptıysa da ‘İngiliz takımlarına karşı oynanan maçlar misali’ kritik virajları dönme konusunda başarılı sınavlar veremedi. Bu kırılmalara örnek olarak geçen sezon Brugge sonrası süreci hatırlamak yeterli olabilir. Şimdi de dört günde zorluk derecesi hayli yüksek iki maça çıkacaklar.
Kopuş sorunu halledilmeli
Şenol Güneş ile birlikte ‘tempoya dayalı gösterişli oyun’a terfi etmiş görünen Beşiktaş için taraftarlar övgü dolu analizler okudukça kuşkusuz keyifleniyorlardır. Ancak bu ‘keyif süreci’ni uzatmak ve diyelim UEFA yarı finali ya da finali veya lig şampiyonluğuyla taçlandırmak için Güneş’in de sıklıkla sözünü ettiği ‘maç içi kopuşlar sorunu’nu halletmeleri gerekiyor.
Garanti oyun turu getirir
Bu ‘kopuş meselesi’ önemli... Sağ bek sorununu çözmüş görünse de sol bek için ‘yeterli oyuncu’yu yıllardır bulamamış olmak ‘takım balansı’nın oturmasını da engelliyor. Sol önde tercih edilen Olcay Şahan’ın müdafa hattına destek için mesafe kaybetmesi ya da hücum aksiyonlarında sol bekten yeteri katkıyı alamıyor oluşu önemli. Keza ters kanatta Gökhan Töre’nin ‘basit oyundan uzak tavrı’ da...
Quaresma’nın top sevdası da ‘müdafaadaki kopuşlar’ açısından önemli handikap... Bu nedenle ‘merkez oyuncu’ Atiba’ya hem çok yük biniyor hem ofansif katkısı düşüyor. Böyle olunca Sosa-Oğuzhan da efektif kullanılamıyor...
Bu nedenle Sporting Lizbon maçında tur için gerekli ‘garanti oyun’ ile gruptan çıkmak hayati önem taşıyor. Böylece takım hem önemli bir eşiği aşmış olacak hem de ‘doğru savunma yapabiliyor’ oluşunu test edip, geliştirecek.
Derbi kazanınca şampiyonluk...
Galatasaray maçı da kuşkusuz önemli. Mustafa Denizli efekti, şampiyonluk yarışındaki en güçlü rakiplerden biri oluşu, derbi kültürü, en azından Galatasaray’la puan farkının artması vs... Ancak burada oluşacak puan kaybı sezonun boyu düşünüldüğünde telafisi mümkün problemlerden sayılabilir. Kaldı ki, şampiyon olmak için ‘derbi kazanmak’ gibi bir ön koşul da yok. Daha çok puan toplamak yetiyor. Ancak UEFA farklı seviye... Hem oyuncu gelişimi hem o ünlü ‘marka değeri’ hem de ilerleyen turlarda git gide artacak heyecan seviyesine bağlı güç ve sevda algısı... Elbette Beşiktaş ikisini de kazanacak planlarla maçlara çıkacaktır ama Sporting maçında ‘kaybetmeme planı’ esas olmalıdır.
‘’Çözümler usta işi ama yeter mi?...‘’
Şampiyonluk iddiasındaki Beşiktaş iki hızlı hücumdan ilkini ‘top sevgisi’ne gem vuramayan Gökhan Töre’nin ‘fazladan iş yapma’ gayretkeşliği yüzünden harcadı. İkinci hızlı hücumu ise ‘top ve oyuncu ilişkileri’ açısından ders niteliğindeydi ki, gol oldu. Geçen haftanın mağduru Tolga, sahayı en geniş açıdan görme avantajıyla yerleşimi doğru okuyup oyunu kurdu. Sosa sürerken gözledi, Gomez en doğru yere koştu. Töre’den farkı ise yapması gereken için zamanının olduğunu biliyor oluşuydu. Belli ki yapacaklarını koşarken planlamıştı.
Kayseri devreye hükmetti
Ancak o ‘hızlı oynuyor’ denilen Beşiktaş golü attıktan sonra Kayseri baskısıyla baş edecek çözümleri üretemedi. Hele de kornerden gelen topta ön direk koruyucusu İsmail’in çıkamayıp yerleşimi bozmasıyla gelen Biseswar golünden sonra... Kayseri o andan sonra kaptığı her topta Beşiktaş’ı geri koşturmayı başardı. Hâl böyle olunca da top kapmak, oyun kurmak mümkün olamadı. Kayseri ilk devreye hükmetti ama ilk golün asistini de yapan Sosa’nın usta işi incelikli golüyle Beşiktaş devreyi önde bitirmeyi başardı.
En işlevsel Atiba
Beşiktaş önde olmanın da verdiği güvenle ikinci yarı o tanıdık tavrına döndü. Topu daha çok kullanıp, kanatlarını da işler hale getirdi. Ancak Töre’nin ‘top sevdası’ ve Olcay’ın ‘duruş bozukluğu’nu aşamadığı için sonuç alamadı. Atiba Beşiktaş’ın takım her daim en işlevseli. Necip’in de yardımıyla maçın ikinci devresinde takımını ‘top sahibi’ yaptı. Sosa, hem teknik hem pratik. Sorunu çevresindekilerin onu becerisine uygun pozisyonda topla buluşturma konusundaki yetersizlikleri. Bu becerideki oyuncular en çok da takım/arkadaş yardımı’na muhtaçtır!
Taraftara uyarı!
Beşiktaş maçın son bölümünü son iki sezonda yaşadığı ‘final tedirginliği’ içinde geçirdi. Bu tip oyunlar ‘kaza’ya açıktır. Bu maçta olmadıysa bundan sonra olmayacağı anlamına gelmez. Yani maçı iki -rakamla 2- farkta tutabilmek hem takım takım gücünü gösterir hem daha düzenli oynayacak güveni sağlar... Son olarak... Maçın en iyisi Tolga’yı geçen hafta ıslıklayıp yuhalayan ve kendine “Büyük Beşiktaşlı” diyen arkadaşlar rahmetli bir ‘Türk büyüğü’nün o muazzam oportunist tavrına sığınıp, “Dün dündür bugün de bugün” mü diyecekler?.. Unutmamak gerek ki, iyi insan olmak da ‘Büyük Beşiktaşlılık’da doğru tavır, merhamet, düşünce, izan ve hüsnüniyetten geçer.
‘’‘Geliyorum' diyen geldi!..‘’
Bu sezon Beşiktaş ‘izlenir futbol’un temsilcisi olarak anıldıysa bunu maç boyu harcadığı efora ve ona bağlı temposuna borçluydu. Ancak bu kez Akhisar o tempoya çıkmasına izin vermedi. Başta Başakşehir olmak üzere Akhisar, Konya gibi takımların temel etkinliği tam da bu; ‘rakibin temposu’nu kendilerine uygun seviyeye çekmek. Bundan sonra maçı kazanmak için de gayet basit planları var.
Akhisar, yumuşak karnı buldu!
Kendi alanında kümelenip rakibi ikinci bölgede tutarak kapılan topları aynı bölgede oluşan boş havuza kaçacak pasöre indirmek. Bundan sonrası artık beceriye kalmış. Tıpkı dün akşam Akhisar’ın ilk devre yaptığı gibi. İki hücum iki gol!... Ancak burada Beşiktaş’ın müdafaadaki ‘yumuşak karnı’nı tespit etmiş olmalarını atlamamak gerek.
Douglao’nun hakkını vermeli
Beşiktaş ise ilk devre 35. dakikaya kadar Akhisar müdafasını düşük tempo nedeniyle aşamadı. Arkaya sızdıkları sınırlı sayıdaki pozisyonlarda ise yüzdeleri düşük kalınca maçın gidişatı belli oldu. İkinci devre Akhisar üçüncü pozisyonunda da golü bulacaktı ancak Rodallega direğe takıldı. Beşiktaş istatistiklerde - diyelim şut diyelim korner - üstün ancak verimsizdi. Öte yandan oyunda kaldığı sürece boyunca Gomez’i yüzü kaleye dönük topla buluşturamadıkları da bir gerçek. Quaresma çalışkan ama verimsiz, Oğuzhan ve Atiba çalışkan ama desteksizdi. Beşiktaş’ın tabelayı değiştirememesinde Douglao’nun hakkını teslim etmeden olmaz. Onun direnci tüm takımın ayakta kalması için ilhamdı vericiydi.
Son dakikalarda panik vardı
Dakika 70’lere geldiğinde panik temelli hücumlardan da sonuç alamayan Beşiktaş duruma razı oynamaya başlayınca Akhisar muradına ermenin huzuruyla maçı tamamladı. Şenol Güneş hemen her maç sonrası Beşiktaş’ın özellikle takım müdafasında ciddi kopuşlar yaşadığından dert yanıyordu. Bu tespit gol atıldığı ve maç kazanıldığı sürece pek dikkate gelmedi. Sonunda ‘Geliyorum’ diyen geldi... Bu maçta Beşiktaş az pozisyon vermiş gibi görünse de bunu rakibin gol bulduğu verimli hücumlarına bağlamak daha doğru olur. Yoksa “Üç hücum yapıp iki gol buldular, olur arada böyle şeyler” denilirse hasarın tedavisi haliyle geleceği güvenle kurmak da mümkün olmaz.
Beşiktaş’ın işi zor
Son söz tribündeki bazılarına... İkinci golde diğer oyuncular kadar Tolga’nın da hatası var kuşkusuz ancak kendi oyuncusunu top ona geldiğinde ıslıklamak yenilen golden daha vahim bir ruh hali... Yenilsen de yensen de...” kültüründen ‘kazanmaya tapınan’ bir düzeye gerilemek!... Dünyanın da Beşiktaş’ın da işi zor...
‘’Sneijder'in öfkesi‘’
Yaşamdaki birçok konuda olduğu gibi futbolda da ‘dışsal faktörler’ en az içeride olanlar kadar gidişatı belirler. O nedenle futbolda bir takımı ya da kulübü kurgulamak için deyim yerindeyse ‘kılı kırk yarmak’ gerek... Tıpkı bu günlerde Mustafa Denizli’nin yapmaya çalıştığı gibi...
‘B planı’ hazır olmalıydı
Dün Denizli ile gerçekleştirilen imza töreninde Galatasaray Başkanı Dursun Özbek’in Atletico maçına göndermede bulunurken kullandığı cümleler çok şey anlatıyordu; “Dünkü karşılaşmamız sadece o güne ait değil birikimin, geçmişten gelen problemlerin doğurduğu bir olaydır...” Bu belirleme ister istemez Hamza Hamzaoğlu dönemine dair yönetim tarafından tutulmuş notlar olduğunu düşündürtüyor insana... Lakin, “Böylesi tespitleri olan bir yönetimin teknik direktör seçiminde daha atik davranıp Denizli sürecini bu kadar uzatmaması gerekiyordu” demeden edemiyor insan! Eğer Hamzaoğlu dönemine dair ciddi kaygılar varsa ‘ayrılık kararı’ verildiğinde süratle devreye sokulacak bir ‘B planı’ da hazır olmalıydı! yardımcıdan önce kondisyoner Beri yandan Denizli’nin ‘yardımcı antrenör’lerini açıklamadan kondisyoner Stefano Marrone’nin adını zikretmiş olması da ilginç. Yani hocanın da Galatasaray’a dair ilk tasarrufu görüldüğü gibi ‘güç’ sorunu. Bu durum gerek Atletico maçına takımın başında çıkan Cladio Taffarel’in “Rakibimiz sahanın her yerinde koştu” sözlerini gerek bazı oyuncuların ‘güç’, ‘taktik’ ve ‘daha çok çalışma’ya dair ifadelerini gerekse de yönetimin ‘geçmişten gelen problemler’ belirlemesini tamamlıyor.
‘Düşünürmüş gibi’ yapanlar...
Bu bağlamda Sneijder’in maç sonu öfkeyle dile getirdiği takıma dair sorunlar da ülkede ‘futbol üzerine düşünürmüş gibi yapan’ çoğu insanın hoşuna gitmeyecektir kuşkusuz. Ve tahmin edilebileceği gibi çoğu değerlendirme içerik değil Sneijder’in samimiyeti ve üslubu üzerine odaklanacaktır. Ki bu sayede, yapısal sorun tartışmak yerine her daim yapıldığı gibi ‘karakter analizleri’ havalarda uçuşsun!...
Ülkenin en ilginç takımı
Ben yine de dikkatleri başka, daha dipte seyreden bir konuya çekmek isterim... Bilinir, kimi oyuncular ya da teknik adamlar yakalarını ‘yöneticilerin elleri’nden kurtaramaz. Hele de mevcut yönetimde görevli olmayıp da sürecin dışında kalmış olan bazılarından... Galatasaray bu anlamda sanırım ülkenin ‘en ilginç takımı...’ Düşünün 1998’den bu yana en büyük rakipleri Fenerbahçe, Aziz Yıldırım başkanlığında yoluna devam ederken Galatasaray aynı 17 yılı yedi ayrı başkanla geçirmiş.
‘Eski yönetici’ dönemleri
Gerçi, başkanlıktaki bu ‘istikrar’ Fenerbahçe’nin daha çok şampiyon olması için yeterli olmamış bu da ayrı bir tartışma konusu elbette ancak konunumuz şimdilik bu değil. Yeni başkanların tasarrufuyla dışarıda kalan eski yöneticilerden bazılarının ‘futbol üzerinden gündemde kalmak/görünür olmak’ emellerinin sekteye uğradığı da malumumuz... Bu ‘eski yönetici’, döneminin teknik direktörü ve yardımcı antrenörleri ya da bazı ‘yıldız futbolcu’lara yakınlığını hiçbir zaman kaybetmez. Esasen o, zaten belirli bir kliğin üyesidir de!..
Prim hovardasını kim sevmez
Zaten maç kazanmaları için takıma dahil edilen ‘sözleşmeli futbolcu’lara kulübun kasasına girip bol keseden para dağıtan ‘prim hovardası’ bu tip yöneticiyi hangi sporcu sevmez ki?... Ancak ‘bilançoları makyajlı’ kulüplerden özellikle de UEFA’daki turnuvalara katılacak olanların ‘muhasebe denetimleri’ne takılmalarında bu tip hesap kitap bilmez yöneticilerin ağırlıklı payı olduğuna da unutmayalım.
Şampiyonluk yarışına döner
Tam da bu nedenle takımlar ‘yeniden yapılanma’ya giderken ‘içeride öyle ya da böyle uzantıları bulunan eskiler’i de hesaba katmak zorundalar. Denizli’nin ‘yardımcı antrenör’ tercihinde titizlenmesini bu zaviyeden de okuyabiliriz! Ancak Mustafa Denizli gibi bir ikonun takım içinde dirliği sağlama konusunda ülkedeki en birikimli iki kişiden biri olduğunu da akıldan çıkarmayalım. O nedenle zor bir maç olduğu oynanmadan bile tahmin edilen Atletico maçını bir kenara koyarak Galatasaray’ın şampiyonluk yarışına tekrar katıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz...









































