Arama

Popüler aramalar

‘’Çözümler usta işi ama yeter mi?...‘’

Şampiyonluk iddiasındaki Beşiktaş iki hızlı hücumdan ilkini ‘top sevgisi’ne gem vuramayan Gökhan Töre’nin ‘fazladan iş yapma’ gayretkeşliği yüzünden harcadı. İkinci hızlı hücumu ise ‘top ve oyuncu ilişkileri’ açısından ders niteliğindeydi ki, gol oldu. Geçen haftanın mağduru Tolga, sahayı en geniş açıdan görme avantajıyla yerleşimi doğru okuyup oyunu kurdu. Sosa sürerken gözledi, Gomez en doğru yere koştu. Töre’den farkı ise yapması gereken için zamanının olduğunu biliyor oluşuydu. Belli ki yapacaklarını koşarken planlamıştı.

Kayseri devreye hükmetti

Ancak o ‘hızlı oynuyor’ denilen Beşiktaş golü attıktan sonra Kayseri baskısıyla baş edecek çözümleri üretemedi. Hele de kornerden gelen topta ön direk koruyucusu İsmail’in çıkamayıp yerleşimi bozmasıyla gelen Biseswar golünden sonra... Kayseri o andan sonra kaptığı her topta Beşiktaş’ı geri koşturmayı başardı. Hâl böyle olunca da top kapmak, oyun kurmak mümkün olamadı. Kayseri ilk devreye hükmetti ama ilk golün asistini de yapan Sosa’nın usta işi incelikli golüyle Beşiktaş devreyi önde bitirmeyi başardı.

En işlevsel Atiba

Beşiktaş önde olmanın da verdiği güvenle ikinci yarı o tanıdık tavrına döndü. Topu daha çok kullanıp, kanatlarını da işler hale getirdi. Ancak Töre’nin ‘top sevdası’ ve Olcay’ın ‘duruş bozukluğu’nu aşamadığı için sonuç alamadı. Atiba Beşiktaş’ın takım her daim en işlevseli. Necip’in de yardımıyla maçın ikinci devresinde takımını ‘top sahibi’ yaptı. Sosa, hem teknik hem pratik. Sorunu çevresindekilerin onu becerisine uygun pozisyonda topla buluşturma konusundaki yetersizlikleri. Bu becerideki oyuncular en çok da takım/arkadaş yardımı’na muhtaçtır!

Taraftara uyarı!

Beşiktaş maçın son bölümünü son iki sezonda yaşadığı ‘final tedirginliği’ içinde geçirdi. Bu tip oyunlar ‘kaza’ya açıktır. Bu maçta olmadıysa bundan sonra olmayacağı anlamına gelmez. Yani maçı iki -rakamla 2- farkta tutabilmek hem takım takım gücünü gösterir hem daha düzenli oynayacak güveni sağlar... Son olarak... Maçın en iyisi Tolga’yı geçen hafta ıslıklayıp yuhalayan ve kendine “Büyük Beşiktaşlı” diyen arkadaşlar rahmetli bir ‘Türk büyüğü’nün o muazzam oportunist tavrına sığınıp, “Dün dündür bugün de bugün” mü diyecekler?.. Unutmamak gerek ki, iyi insan olmak da ‘Büyük Beşiktaşlılık’da doğru tavır, merhamet, düşünce, izan ve hüsnüniyetten geçer.

06 Aralık 2015, Pazar 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’‘Geliyorum' diyen geldi!..‘’

Bu sezon Beşiktaş ‘izlenir futbol’un temsilcisi olarak anıldıysa bunu maç boyu harcadığı efora ve ona bağlı temposuna borçluydu. Ancak bu kez Akhisar o tempoya çıkmasına izin vermedi. Başta Başakşehir olmak üzere Akhisar, Konya gibi takımların temel etkinliği tam da bu; ‘rakibin temposu’nu kendilerine uygun seviyeye çekmek. Bundan sonra maçı kazanmak için de gayet basit planları var.

Akhisar, yumuşak karnı buldu!


Kendi alanında kümelenip rakibi ikinci bölgede tutarak kapılan topları aynı bölgede oluşan boş havuza kaçacak pasöre indirmek. Bundan sonrası artık beceriye kalmış. Tıpkı dün akşam Akhisar’ın ilk devre yaptığı gibi. İki hücum iki gol!... Ancak burada Beşiktaş’ın müdafaadaki ‘yumuşak karnı’nı tespit etmiş olmalarını atlamamak gerek.

Douglao’nun hakkını vermeli

Beşiktaş ise ilk devre 35. dakikaya kadar Akhisar müdafasını düşük tempo nedeniyle aşamadı. Arkaya sızdıkları sınırlı sayıdaki pozisyonlarda ise yüzdeleri düşük kalınca maçın gidişatı belli oldu. İkinci devre Akhisar üçüncü pozisyonunda da golü bulacaktı ancak Rodallega direğe takıldı. Beşiktaş istatistiklerde - diyelim şut diyelim korner - üstün ancak verimsizdi. Öte yandan oyunda kaldığı sürece boyunca Gomez’i yüzü kaleye dönük topla buluşturamadıkları da bir gerçek. Quaresma çalışkan ama verimsiz, Oğuzhan ve Atiba çalışkan ama desteksizdi. Beşiktaş’ın tabelayı değiştirememesinde Douglao’nun hakkını teslim etmeden olmaz. Onun direnci tüm takımın ayakta kalması için ilhamdı vericiydi.

Son dakikalarda panik vardı


Dakika 70’lere geldiğinde panik temelli hücumlardan da sonuç alamayan Beşiktaş duruma razı oynamaya başlayınca Akhisar muradına ermenin huzuruyla maçı tamamladı. Şenol Güneş hemen her maç sonrası Beşiktaş’ın özellikle takım müdafasında ciddi kopuşlar yaşadığından dert yanıyordu. Bu tespit gol atıldığı ve maç kazanıldığı sürece pek dikkate gelmedi. Sonunda ‘Geliyorum’ diyen geldi... Bu maçta Beşiktaş az pozisyon vermiş gibi görünse de bunu rakibin gol bulduğu verimli hücumlarına bağlamak daha doğru olur. Yoksa “Üç hücum yapıp iki gol buldular, olur arada böyle şeyler” denilirse hasarın tedavisi haliyle geleceği güvenle kurmak da mümkün olmaz.

Beşiktaş’ın işi zor

Son söz tribündeki bazılarına... İkinci golde diğer oyuncular kadar Tolga’nın da hatası var kuşkusuz ancak kendi oyuncusunu top ona geldiğinde ıslıklamak yenilen golden daha vahim bir ruh hali... Yenilsen de yensen de...” kültüründen ‘kazanmaya tapınan’ bir düzeye gerilemek!... Dünyanın da Beşiktaş’ın da işi zor...

30 Kasım 2015, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sneijder'in öfkesi‘’

Yaşamdaki birçok konuda olduğu gibi futbolda da ‘dışsal faktörler’ en az içeride olanlar kadar gidişatı belirler. O nedenle futbolda bir takımı ya da kulübü kurgulamak için deyim yerindeyse ‘kılı kırk yarmak’ gerek... Tıpkı bu günlerde Mustafa Denizli’nin yapmaya çalıştığı gibi...

‘B planı’ hazır olmalıydı

Dün Denizli ile gerçekleştirilen imza töreninde Galatasaray Başkanı Dursun Özbek’in Atletico maçına göndermede bulunurken kullandığı cümleler çok şey anlatıyordu; “Dünkü karşılaşmamız sadece o güne ait değil birikimin, geçmişten gelen problemlerin doğurduğu bir olaydır...” Bu belirleme ister istemez Hamza Hamzaoğlu dönemine dair yönetim tarafından tutulmuş notlar olduğunu düşündürtüyor insana... Lakin, “Böylesi tespitleri olan bir yönetimin teknik direktör seçiminde daha atik davranıp Denizli sürecini bu kadar uzatmaması gerekiyordu” demeden edemiyor insan! Eğer Hamzaoğlu dönemine dair ciddi kaygılar varsa ‘ayrılık kararı’ verildiğinde süratle devreye sokulacak bir ‘B planı’ da hazır olmalıydı! yardımcıdan önce kondisyoner Beri yandan Denizli’nin ‘yardımcı antrenör’lerini açıklamadan kondisyoner Stefano Marrone’nin adını zikretmiş olması da ilginç. Yani hocanın da Galatasaray’a dair ilk tasarrufu görüldüğü gibi ‘güç’ sorunu. Bu durum gerek Atletico maçına takımın başında çıkan Cladio Taffarel’in “Rakibimiz sahanın her yerinde koştu” sözlerini gerek bazı oyuncuların ‘güç’, ‘taktik’ ve ‘daha çok çalışma’ya dair ifadelerini gerekse de yönetimin ‘geçmişten gelen problemler’ belirlemesini tamamlıyor.

‘Düşünürmüş gibi’ yapanlar...

Bu bağlamda Sneijder’in maç sonu öfkeyle dile getirdiği takıma dair sorunlar da ülkede ‘futbol üzerine düşünürmüş gibi yapan’ çoğu insanın hoşuna gitmeyecektir kuşkusuz. Ve tahmin edilebileceği gibi çoğu değerlendirme içerik değil Sneijder’in samimiyeti ve üslubu üzerine odaklanacaktır. Ki bu sayede, yapısal sorun tartışmak yerine her daim yapıldığı gibi ‘karakter analizleri’ havalarda uçuşsun!...

Ülkenin en ilginç takımı

Ben yine de dikkatleri başka, daha dipte seyreden bir konuya çekmek isterim... Bilinir, kimi oyuncular ya da teknik adamlar yakalarını ‘yöneticilerin elleri’nden kurtaramaz. Hele de mevcut yönetimde görevli olmayıp da sürecin dışında kalmış olan bazılarından... Galatasaray bu anlamda sanırım ülkenin ‘en ilginç takımı...’ Düşünün 1998’den bu yana en büyük rakipleri Fenerbahçe, Aziz Yıldırım başkanlığında yoluna devam ederken Galatasaray aynı 17 yılı yedi ayrı başkanla geçirmiş.

‘Eski yönetici’ dönemleri


Gerçi, başkanlıktaki bu ‘istikrar’ Fenerbahçe’nin daha çok şampiyon olması için yeterli olmamış bu da ayrı bir tartışma konusu elbette ancak konunumuz şimdilik bu değil. Yeni başkanların tasarrufuyla dışarıda kalan eski yöneticilerden bazılarının ‘futbol üzerinden gündemde kalmak/görünür olmak’ emellerinin sekteye uğradığı da malumumuz... Bu ‘eski yönetici’, döneminin teknik direktörü ve yardımcı antrenörleri ya da bazı ‘yıldız futbolcu’lara yakınlığını hiçbir zaman kaybetmez. Esasen o, zaten belirli bir kliğin üyesidir de!..

Prim hovardasını kim sevmez

Zaten maç kazanmaları için takıma dahil edilen ‘sözleşmeli futbolcu’lara kulübun kasasına girip bol keseden para dağıtan ‘prim hovardası’ bu tip yöneticiyi hangi sporcu sevmez ki?... Ancak ‘bilançoları makyajlı’ kulüplerden özellikle de UEFA’daki turnuvalara katılacak olanların ‘muhasebe denetimleri’ne takılmalarında bu tip hesap kitap bilmez yöneticilerin ağırlıklı payı olduğuna da unutmayalım.

Şampiyonluk yarışına döner


Tam da bu nedenle takımlar ‘yeniden yapılanma’ya giderken ‘içeride öyle ya da böyle uzantıları bulunan eskiler’i de hesaba katmak zorundalar. Denizli’nin ‘yardımcı antrenör’ tercihinde titizlenmesini bu zaviyeden de okuyabiliriz! Ancak Mustafa Denizli gibi bir ikonun takım içinde dirliği sağlama konusunda ülkedeki en birikimli iki kişiden biri olduğunu da akıldan çıkarmayalım. O nedenle zor bir maç olduğu oynanmadan bile tahmin edilen Atletico maçını bir kenara koyarak Galatasaray’ın şampiyonluk yarışına tekrar katıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz...

27 Kasım 2015, Cuma 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hızlı oyna ama basit de oyna!‘’

Oynayan ya da izleyen fark etmiyor, futbolun tadına ‘efor’la oynandığında varılıyor. Hele iki takım da eforlu oynamaya kurguluysa... Beşiktaş maçın ilk 15 dakikasında planını, arzu ve agresif presle uygularken “Ha attım ha atacağım” der gibiydi. Gomez, Sosa, Olcay girdikleri pozisyonları gol yapabilse, maç kuşkusuz bambaşka bir seyir izleyecekti. Ancak onlar atamadıkça Sivas’ın direnci yükseldi ve oyunu dengede oynayacak kadar topu ele geçirip hücum etmeyi başardılar. Beşiktaş’ın baskıyı savuşturup oyuna dönmesi ancak kırklara doğru mümkün oldu. Takım halinde tekrar efor oyununa dönerken süratle gezdirdikleri topu doğru noktalarda doğru oyuncuyla buluşturup Sivas’ı ceza sahası içine sıkıştırdılar ve penaltıyla da olsa golü bulmayı başardılar.

Kayıp kayıp düştüler...

İkinci yarı bu eforlu oyuna Sivas bir kez daha katıldı. Ancak maç bu kez yaklaşık 70 metrede oynanır hale geldi. Bu da ‘defansif bölümde savunma güçlüğü ve maçın son bölümünde ayakta kalma’ anlamına gelmekteydi. Sivas, özellikle Hakan Özmert’in kurguladığı oyunlarda Aatif ve Eneramo’yu tehlike bölgesine gönderirken defans bölgesinde ciddi boşluklar veriyordu... Keza Beşiktaş da öyle.. Beri yandan daha fazla gol bulunamadıysa pozisyon eksikliğinden çok kaygan zemine uygun krampon tercih edilmemiş oluşunu da not etmek gerek. Birçok oyuncu en kritik final vuruş ya da pasında kayıp kayıp düştü...

Derslerle dolu

Sosa/Necip değişikliğinin ardından Beşiktaş oyun düzenini yeniden tesis etmekte ciddi anlamda zorlandı. Pozisyon buldu elbette ancak bunun ‘kurgusal’ olmaktan çok hücuma giden Sivas’ın orta sahada kaybettiği toplar nedeniyle olduğu açıktı. Uzun süre uzun alanda oynamak zorunda kalan Sivas ‘güç olarak eriyince’ Beşiktaş hızlı hücumları da yakıcı olamaya başladı. Önce Cenk 89’da topu Quaresma’ya geçirmedi ve pozisyon heba oldu. Ancak aynı Cenk biraz da zorunluluktan - iki dakika sonra basit oynadı ve Oğuzhan’a golü attırdı.

Beşiktaş daha basit oynasa görece kolay kazanacağı bir maçı zorlanarak da olsa kazandı. Sanırım bu maç ‘basit pas oyunu’ konusunda önemli derslerle dolu...

23 Kasım 2015, Pazartesi 01:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yersiz polemik‘’

Gelişmek için bilgi peşinde koşmak ve çalışmak yerine zamanını içi boş polemiklerle geçirmeye yeğleyen futbol ortamı için bir konu daha bulundu. Tuhaftır ülkede kazanan da öfkeli kaybeden de... Şenol Güneş kaç haftadır gereksiz polemiklerin ‘öfkeli aktörü’ konumunda. Haklı olduğu çok şey var kuşkusuz. Ancak daha önce benzerlerini yanıtladığı sorular için “Bunu yanıtlamıştım geçelim” demek yerine yersiz polemiklere giriyor.

Bu konu üzerine ciddi olarak düşünmeli derim. “Beni başkalarıyla karıştırmayın” diyen birinin önceliği ‘polemik’ değil yapısal sorunlara ilişkin tespitlerdir. Fark burada ortaya çıkar; tutumda ve dilde. Eğer dil ve üslup çoğu insana ‘tanıdık’ geliyorsa insanları ‘farklılığınıza’ ikna etmeniz de zor olur. Bence “Kaptanınız beni alın diye yalvardı” türü ifadeler çocukça ve yersizdir. ‘İşin yükseltilmesine’ yani futbola, takıma, performansa yoğunlaşılırsa polemikler de otomatik olarak ortadan kalkar.

10 Kasım 2015, Salı 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yüksek mücadele sınırlı yaratıcılık‘’

Takım olarak hücum alanında yapabildikleri bir yana sonucu ne olursa olsun Beşiktaş maçları epeydir ‘tempo/heyecan eğrisi’ açısından lig ortalamasının üzerinde... Dün de maçın ilk yarısı için, “Seyir açısından tempolu geçti” denebilir. İlk 45 dakikada geliştirilen atak sayısı açısından Bursa öndeydi. Josue koordinatörlüğünde Necid/Cuenca/Dzudsak üçlüsü Beşiktaş kalesini zorladıysa da birçok pozisyonda kaleci Tolga’ya takıldılar. Bu sırada Beşiktaş müdafaası da taraftarlar ve televizyon karşısındakiler gibi olan biteni izlemekle meşguldü! Takımın her daim en iyisi Atiba oluşan bir gediği kapamaya çalışırken diğeri açılıyor orta sahadan gelmesi gereken destek bir türlü gelmiyordu. Bu nedenle kapılan topları -Mario Gomez’e indirilen bir kaçı hariç- verimli kullanmak mümkün olmadı.

Oğuzhan noktayı koydu

İkinci yarı önce Sosa/Necip değişikliğiyle orta sahaya bir direnç kolonu ekledi Şenol Güneş. Böylece topu kaleden biraz daha uzağa taşıdı Beşiktaş. Ancak kapılan topların hücumda doğru paylaşımı mümkün olmayınca uzun süre Bursa kalesinde sıkıntı yaratmayı başaramadılar. Bursa’da ise Stoch ve Faty katkısı istenilen ivmeyi kazandıramayınca maçın son 10-15 dakikası genel gidişin aksine “Gol yemeyelim de atabilirsek atarız” temkini içinde geçti. 87. dakikada Rodolfo’nun zamanlama hatasıyla oluşan ve Necip’in savuşturduğu pozisyon tansiyonu bir an yükseltti... Ve... 89. dakikada Beşiktaş maç boyu yapamadığı, daha doğrusu Bursa’nın yaptırmadığı ‘5-6 oyuncu arasında top gezdirmeyi’ gerçekleştirip en uygun pozisyondaki Oğuzhan’ı buldular ve o da maça noktayı koydu.

Yaratıcılık sınırlıydı

Mücadelesi yüksek ama hücum açısından organizasyon ve yaratıcılığı sınırlı bir karşılaşma izledik. İki takımın oynama arzusu takdir edilesiydi lakin ikisinin de kat etmesi gereken hayli yol var. Şampiyonluğa oynayan bir takım olarak Beşiktaş daha pratik daha tutumlu daha güvenli ve daha verimli oynamanın yollarını bulmalı. Ligin 11 haftasını öyle ya da böyle zirvede tamamladılar. Bundan böyle ligin altında ve üstünde ağır ağır kopuşlar yaşanacağı düşünülürse Bursa’da aldıkları üç puan kritik öneme sahip. Sanırım bu maçın değeri devre arasına doğru daha iyi anlaşılacaktır.

09 Kasım 2015, Pazartesi 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Baskılı oyun ‘güç ve düzen' ister‘’

Maçın ilk 15 dakikalık bölümünde rakibini ‘tarttığı’ için etkisiz görünen Beşiktaş’ın ilk devrenin geri kalanında egemenliği ele geçirmesinde iki kenar beki, İsmail ve Beck’in hatırı sayılır katkısı vardı. Bu ikili oyunu kenarlara doğru başarıyla genişlettikçe ortadaki ikili Oğuzhan/Sosa da istedikleri gibi oyun kurma şansına sahip oldu. Tehlikeyi sezen Lokomotiv ceza sahasının önüne büzüşüp, kaleye giden tüm yolları kapatmaya çalıştıkça devre sonuna kadar neredeyse orta saha çizgisine dahi ulaşamadı. Sorun onca pasa rağmen topun Gomez’e geçirilememesindeydi. Lokomotiv sadece uzaktan şuta zorladıkça Beşiktaş bu zorunluluğu aşacak aksiyonları gerçekleştiremedi.

Adının ürkütücülüğü!

İkinci yarıya ‘genişlemiş kanatları’ daha da işletebilmek için Quaresma oyuna dahil edildi. Belli ki ‘becerisi’ kadar ‘adı’nın ürkütücülüğünden de faydalanmayı umdu Şenol Güneş. O da, ‘oynama biçimi ikizi’ Töre’nin de yardımıyla golünü yapıp işi süsledi. Ancak 60’lara doğru Lokomotiv zorunlu olarak öne çıkmaya başlayınca orta saha düzenindeki bozulma da gözle görünür hale geldi. İşte Töre ve Quaresma’ya gerçek ihtiyaç bu bölümde ortaya çıkıyor. Topun ‘paylaşılarak’ öne taşınıp orada Gomez’e ya da daha uygun bir oyuncuya geçirilmesi... Bu görev başta bu ikilinin yapması gerekenken onlar daha çoğunlukla yaptıkları gibi ‘sevilen mitolojik yaklaşım’ olan ‘adam eksiltmeyi’ tercih ediyorlar. Hem de paylaşmaya en çok ihtiyaç duyulan zamanlarda...

Kaybedilen çizgi

Şenol Güneş, dağılan orta sahaya destek olarak Necip’i oyuna gönderdiyse de o ana kadar iyilerden olan İsmail müdafaadaki ‘sanal ofsayt çizgisi’ni kaybedince korkulan oldu ve Niasse golü yaptı. Bu seviyelerde arzulanan sonuç için ‘doğru oyun’ şarttır. Beşiktaş doğru planlanan bir oyunu ne yazık ki sonuna kadar oynayamadı. Son dakikalarda gidip gelen maçtaki beraberlikle gruptan çıkma konusunda da işi Lizbon deplasmanına bırakmış görünüyor... Özellikle en kritik dilim olan 60’lardan sonra ‘güç, haliyle tempo ve düzen’ açısından tedirgin edici bir kırılma yaşadıkları açık. Bu kırılma lig için de önemli dersler içeriyor kanımca...

06 Kasım 2015, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şenol Güneş gururla sunar...‘’

Beşiktaş kimle oynarsa oynasın şimdiye değin tempo, mücadele açısından ligin en üst seviye maçlarını izlememizi sağlıyor. Onların oynama arzusu rakibi de iştaha getiriyor ve onlar da oynamaya başlayınca ortaya izlenesi maçlar çıkıyor. Dün akşam da öyleydi... İlk devre goller dışında “gol pozisyonu” yoktu ama “sürekli arayan iki takım” vardı sahada. Kasımpaşa devrede “iki şut iki gol” gibi yüksek istatistik yakalarken Beşiktaş’a pozisyon bırakmayarak da savunmasının ciddiyetini gösterdi. Beşiktaş ise gayretli, yaratıcı iki orta sahası Olcay ile Oğuzhan’a rağmen “ayak bağı” Quaresma nedeniyle topu Gomez’e taşımayı bir türlü beceremedi.

Quaresma ilk yarı öyle işler yapıp, öyle haller takındı ki, insan sabır taşı olsa çatlar! Hiç yere aldığı sarı kart bir yana bencil tavırlar, kendini attırmak için fırsat kollar gibi sağa sola sataşmalar... Herkesin gördüğünü Şenol Güneş görmez mi? İkinci devreye çıkıp takımı eksik bırakmasını engelleyerek “yönetimin yıldızı”nı kenara aldı... İkinci yarı için diğer değişiklik ise oyun gereği oldu.

Beşiktaş iyi hissettiriyor

Gerek gol ihtiyacı, gerek Kasımpaşa’nın oynama düzeni nedeniyle savunma önünde “sabit ikiliye” gerek yoktu. Necip yerine Sosa da oyuna girince top iyiden iyiye Beşiktaş’a geçti. Ve Sosa ilk pasında Gomez’e golü yaptırırken Kasımpaşa da rakibin düzeni gereği iyice geriye gömüldü. Fakat dakika 67’i gösterirken fırsat bulup bir kez daha çıkan Kasımpaşa “ayaktan seken” topun da yardımıyla üçüncü hücumunu da Eren’le bir kez daha gol yapmayı başardı. Bunun ardından savunmayı iyice önde tutarak Sosa/Oğuzhan ikilisine oyun kurdurtmayan Rıza Çalımbay’ın takımı rakibini sürekli uzun oynamaya zorladı ve bu sayede topu kalesinden olabilecek en uzak noktada tutmayı başardı. Taa ki, son dakikadaki penaltı pozisyonuna kadar... Şampiyon olur olmaz bilemem... Ama Beşiktaş taraftarı yıllar sonra kendilerini iyi hissettiren bir takım izliyorlar. Şenol Güneş’in Beşiktaş’ı sadece kendi taraftarına değil hem rakip takıma hem futbol izlemeyi seven herkese “izlenesi maçlar” vaat ediyor. Bu bile başlı başına övgüyü hak etmiyor mu?

31 Ekim 2015, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI