Arama

Popüler aramalar

‘’Kadın seremonisi!‘’

Nereden açarsak açalım bahsi, ‘kadın’ uzun uzadıya yazıların, anlatıların konusudur. Şiirin, şarkının, öykünün, romanın olduğu gibi. “... öldüğünde dilimden düşürmeyeceğim ama şimdi hemen yanımda, ruhumda olduğundan özellikle aklıma bile gelmeyen annem kadar bana yakın.” Belki çoğumuz Andrey Platonov’un bu benzetmesine yakın duyarlıklar içindeyiz ‘kadın’lar söz konusu olduğunda! Ne ki duyarlık, bilgi ve düşünceyle donanmayınca anlam ifade etmez. Hatta kimi yerde tam da bu bahane ve motivasyon kıskançlık, ahlak, töre vd. buluşup kadına yönelik şiddete dönüşür.

Bu gazetenin konusu ağırlıklı olarak ‘futbol’dur. Futbol ise kadının en çok dile dolandığı toplumsal alandır. Tahmin edersiniz ki, olumsuz anlamda. Bu konuda bir duyarlık yaratmak için şöyle bir önerim olacak... Maça giden, izleyenler bilir, takımlar sahaya ellerinden tutukları çocuklarla çıkarlar. Bir de şunu mu denesek? Etkili olur mu acaba?..

Yüzleşme fırsatı

Futbolcular ve hakemler sahaya ellerinden tutup, kollarına girdikleri anneleri, teyzeleri, halaları, ablaları ya da eşleriyle çıksın. Böylece tribündeki ya da televizyon başındaki öfkeli erkekler kime küfür ettikleri gerçeğiyle yüzleşme fırsatı yakalar. Başı bağlı anneleri, çocukları için kaygılanan eşleri, küfür işittiklerinde kardeşleri için hüzünlenen ablaları, yeğenleri için kaygılanan teyzeleri, halaları... Bir görsünler kendilerini de büyüten ‘görünmeyen emek’ sahibi kadınları hele.. Hatırlarlar belki anneleri, kızkardeşleriyle geçirdikleri zamanlarını. İçleri cız etmez, yüzleri kızarmaz ise bunca zamandır yaptıklarından dolayı, oynamaya da gerek kalmaz bu oyunu.

“İnsan bir bütünün değil, herkesin bir parçası olmak için çaba sarf etmelidir” der ya Platonov, unutmayalım ki parçaları olduğumuz ama unuttuğumuz kadınların yüzü suyu hürmetine dönüyor bu dünya. Yoksa biz erkeklere kalsa çoktan uzayın derinliklerinde kaybolup gitmişti koca gezegen.

Platanov’un 1920’de belirlediği gibi, “Sustukları yerden herkes birer şairdir aslında.” Susma.. Yaz, söyle, karşı çık...

08 Mart 2018, Perşembe 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Alvaro'dan önce Negredo'dan sonra‘’

Başat oyuncusundan yoksun (Burak Yılmaz) bir teknik adam çözüm üretmekte ne kadar sınırlıysa rakibi o oranda şanslıdır. Ancak şans kullanılırsa ‘şans’ niteliği kazanır ve maçın hikayesi, ele geçen ‘şans’ların gole dönüştürülmesiyle yazılır. İlk devre Beşiktaş ikili oyunlarla üç gol pozisyonu bulduysa da golü bulamadı. Hangi verisine bakarak bonservisinin alındığını anlayamadığım Lens’in ofansif verimsizliği, Love’un etkisizliğiyle birleşince 60 dakika boşa geçti. Trabzon cephesinde işler daha vahimdi! Harcanan onca paraya, onca yıllık garanti ücrete rağmen bu düzen! Nihayet Negredo oyuna alındı da 30 bin insanın izlemek zorunda bırakıldığı bu vasat oyuna ‘akıl geldi’!.. O da iki özel dokunuşla Beşiktaş adına maça noktayı koydurdu.

Gecenin sorusu

Talisca, Sosa, Babel gibi istisnaları dışarıda tutarsak vuruş kalitesi bu kadar düşük yabancıları kim, nerede izlemiş ve kimler alınmalarına ‘’Olur’’ vermiş?

Maçın starı

Girdikten sonra maça doğrudan etki eden Alvaro Negredo. Beri yandan onca ‘tecrübeli’nin arasındaki gencecik Abdülkadir kim ne kadar oynadıysa o kadar oynadı! Diğer oyum da bu genç adama...

Maçın olayı

Sanırım Vagner Love Beşiktaş’ın ‘tavşan atleti’! Gol için değil de Negredo girene kadar rakibi oyalasın diye alınmış gibi. Mustafa Pektemek hakikaten bu seviyeninde mi altında?

Kısa mesaj

‘’Yabancılar ligimize kalite getirdi’’ diyenlere bu tip maçların tekrarlarını hafta içinde de izleme cezası verilmesini öneriyorum!..

06 Mart 2018, Salı 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’CEM DİZDAR'LA FUTBOL DIŞI!‘’

Başında bere, elinde sarı madenden bir boru... Tek başına bir adam!

Çivisi çıkmış dünyada artık ‘ters gelen’, ‘irkiltici’, ‘aksi’, ‘farklı ama yaratıcı’ olan değil de; vasatı ve türevlerini yineleyerek çoğaltmak geçer akçe!.. Hâl böyle olunca, örneğin Erkin Koray benzeri birilerine de rastlanamıyor hayatta. Çünkü, günün koşulları içinden insanı abondone eden bir tarzın boy verip, görünür olması, alan kaplaması kolay olamıyor.

'Arabesk' mi!

Maç günü tribünler de dahil dile yapışıp kalan onca parçanın sahibi, aykırı adam Erkin Koray, bugün ‘arabesk’ diye adlandırılan ve epey zaman küçümsenen türün taşlarını döşeyenlerden biridir aynı zamanda. O kuşak öyle! Arıyor... Bıkmadan usanmadan arıyor... Ve herkes başka bir şey bulup farklı bir yola giriyor. O ‘arayanlar’ koridorlarının bir yerinde Orhan Gencebay var... Vedat Yıldırımbora, Özer Şenay, İsmet Sıral, Altan İrtel, İskender Şencemal ve daha bir sürü müzisyen... Onlardan biri de Erkin Koray... Ya da sonradan anıldığı gibi, ‘Erkin Baba’... Kuşkusuz Erkin Koray da başlarda o zamanların güçlü akımı Mısır/Lübnan merkezli müzikten çoğu müzisyen gibi kaçınılmaz olarak etkileniyor. Ama bu ‘dik başlı ters adam’ adam, yürüyeceği yolu belirledikten sonra şaşkın bakışlar arasında herkesin önünden yürüyüp gidiyor... Dışarıdan bakıldığında basit gibi görünebilir işleri. Lakin yaklaştıkça fark edersiniz ki, hadise ‘çok derinlerde’ seyretmekte.

Cemalim ve rock

Lübnanlı muazzam solistler Sabbah ile Fairuz’un şarkılarını da, Refik Başaran ile Avanoslu Selahattin’in Cemalim ağıtını da zemindeki bas ve rock gitarların üzerine yerleştirip melodilere bambaşka ruhlar katar... Gezegenin bir yerinde çalınır, dinlenir ne bulursa kendi tarzına, bizim dile tercüme eder Erkin Koray... Varsa zihinsel hazinende Deep Purple dinletir sana “Sus Konuşuyor Krallar”ı... Rolling Stones, Black Sabbath ya da Jimi Hendrix diyorsan uzaklaşma, “Mezarlık Gülleri”, “Akrebin Gözleri” ve daha fazlası orada bir yerde... Reggae temelli bir şey istersen aç dinle “Hayat Katarı”nı...

Çalmamış, yazmış

Sözü derin, kendi derin. Yeni yetmeler gibi “Çalmış, çırpmış” deme, “Yazmış, çalmış, söylemiş” de... Kimse bu parçaları bu adamın getirdiği hale getiremez... Takmamış kimseyi, ne biliyorsa onu söylemiş biri Erkin Koray. Neyi, nasıl iyi çalıyorsa, onu gönlü nasıl istiyorsa öyle okumuş plağa... Büyük çizer Nuri Kurtcebe’nin söz ve müziğini yaptığı, kendisinin de hakkını vererek okuduğu gibi, ‘tek başına’ yürümüş yollarını bu adam, ‘hep tek başına’... Fazla söz gereksiz, onu dinleyen şu hayattan çok şey kapar!

04 Mart 2018, Pazar 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’'Göz'ü zirvede!‘’

Şampiyonluk yarışında lider olduğu haftalarda kendisi için garip kazalar icat eden Başakşehir, pek keyifli görünmüyordu başlarda. Düzeni tutturup Göztepe’yi sıkıştırdığı 10 ila 25. dakikalar arasında da üç dört kez kaleci Günay’a takıldı. Ancak ilginçtir, sonrasında Sabri/Demba/Halil merkezli hücumlara da ‘gönül rahatlığı’yla geçit verdiler. Hatırlanırsa, Samet Aybaba ile Yılmaz Vural “Ülkede takım yok. İyi oyuncun varsa işi bitiriyorsun” mealinde birşeyler söylemişlerdi.

Kerim işi bitirdi

Emre Belözoğlu’nun organize edebildiği ve Demba Ba’nın ‘dalışa’ geçtiği anlarda ‘futbol’u çağrıştıran şeylere tanık olduk. Ve nihayetinde ikinci yarı alanını daha derli toplu savunan Başakşehir, Kerim’in o bildik ve engellenemez slalomlarından birinin ardından da maçı bitirdi.

Gecenin sorusu

Kimseler gitmeyecek, gidenler de ses çıkarmayacaksa ‘stadyum’ adı verilen o koca bina neden yapıldı? Buraya insan getirmenin başka yollarını düşünen var mı acaba?

Maçın starı

‘Star’ çıkartacak bir oyun yoksa da Göztepe kalecisi Günay Güvenç maçın en iyisiydi. Emre Belözoğlu ile Demba Ba da görünürlükte onu izleyen isimlerdi.

Maçın olayı

Ülke gerçeğini inatla görmek istemeyenlere küçük bir anımsatma... Sürekli koşanlar açısından sahanın en iyileri Emre Belözoğlu (37), Sabri Sarıoğlu (33), Emmanuel Adebayor (34) ile Demba Ba’ydı (32).

Kısa mesaj

Takımında kim oynarsa oynasın ve ligdeki yeri ne olursa olsun taraftar dediğin Göztepe tribünü gibi olur... Susmaz...

04 Mart 2018, Pazar 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Avantür film‘’

‘Üç İstanbullu’dan ikisi karşılaşır da aksiyon ve gerilim eksik olur mu? Olursa ayıp olmaz mı? İki takımın alışmadık dizilişlerle sahaya çıkmış olması bir yana ‘sakin’ görünen maçta elle tutulur gerginlik havada öylece asılı duruyordu. Alper’in kendini gereksiz yere attırmasının ardından oyun bir tür ‘avantür sinema’ya dönüştü. Oysa Beşiktaş’ın baskı gayretine rağmen daha rafine oynayan Fenerbahçe gol bölgelerine sızdırmayı başardığı oyuncularının yüksek yüzdeleri sayesinde istediğine ulaşmış ve maç, ‘futbol oyunu’na evrilmişti. Ancak Quaresma’nın atıldığı pozisyon ve ardından yaşananlar ‘avantür’ü bu kez ‘gerilim filmi’ne çevirdi. Kısa sürede dinginleşen oyun gösterdi ki, bütün oyuncular istediklerinde pekala efendice oynayabiliyor!.. Sonuçta üç beş ‘tekaüt futbolcu’ şu oyuna duyduğum muhabbeti elimden alırken sonuç ya da teknik taktik üzerine yazacak halim de yok ya!..

Gecenin sorusu

Bu ülkede futbol adı verilen oyun ne zaman ‘hakemi etki altına alma oyunu’ olmaktan çıkıp performans, bilgi, atletizm, beceri oyunu haline dönüşecek acaba.

Maçın starı

Sakin kalmayı başaran başta Mehmet Topal, Talisca, Aatif, Negredo, Şener ve diğerleri.

Maçın olayı

Say say bitmez ama bari bu başlık futbol içi olsun! Bonservisi alınan Lens’in üçe bir pozisyonda topu paylaşmayıp kaleye nişan almaya uğraşırken kaptırması ve dönüşte Şener’in golü bulması.

Kısa mesaj

Velev ki, hakemin kararları yanlış! Bundan futbolcuya ne? Biz futbolu, futbolcuyu izliyoruz hakemi değil!..

02 Mart 2018, Cuma 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ligdeki maça benzemez‘’

Futboldan ‘oyun’ ile ‘yaşam’ arasındaki bağlar yerine, münakaşa malzemesi çıkarmaya mahir ülkemiz heyecanla bu maçı bekliyor! Sahada muhtemelen Fenerbahçe ligde oynadığı ilk 30 dakikayı, Beşiktaş ise geri kalan 60 dakikayı icra etmeye çalışacak. Lakin bu maçın öncekine göre farkı büyük! Çünkü ikisi de kimin, neyi daha iyi yaptığını ve yapamadığını dört gün önce test etti ve bilgileri hâlâ sıcak! Öncelikle Beşiktaş... Bir önceki maçı soldaki yer değiştirmeler üzerinden kurgulayıp sağ taraftaki Ricardo Quaresma’dan çözdüler. Bunu yaparken de İsmail’in sakatlığı için duran oyunu fırsata çeviren Şenol Güneş, futbolcuları etrafına toplayıp basketbol koçu misali elindeki taktik/yerleşim tablosuna şablonlarını çizdi ve maçın hikayesini yeniden yazdı. Ancak bu maçta büyük ihtimalle Talisca sahada olacak ve Beşiktaş ilk maçtan ayrı düzende oynayacak. Kimine göre bu Beşiktaş’ın handikapı!.. Bana göre ise tersi. Bence Beşiktaş’taki anahtar pozisyon Oğuzhan/Tolgay pozisyonu.

Savunma takımı olamıyor!

O pozisyonu Atiba/Medel ile oynadığında önde kim oynarsa oynasın takım o denli etkili olamıyor. Bkz: Bayern maçı ve geçen maçın ilk 30 dakikası. Alışkanlıklar bozulurken, Beşiktaş kendini yapamadığı bir şeye dönüştürüyor; savunma takımına. Oysa bu takımın savunma gücü en iyi yaptığı işe bağlı; hücum edebilme kudretine! Ve bu alanda rakiplerin çözüm üretmekte zorlandığı oyuncusu çok fazla. O nedenle Şampiyonlar Ligi grup maç şablonları asıl oyundur onlar için...

Hasan Ali avantaj

Bu maçı da, hele de ilkine benzer bir oyun ve sonuçla kaybetmeleri halinde ciddi türbülansa girmeleri kaçınılmaz olan Fenerbahçe’ye gelince.. Öncelikle Hasan Ali’nin varlığı Beşiktaş’ın sağ tarafını kapatmakta önemli avantaj. Ancak bu hücumda avantaj kaybı da demek. Keza Aykut Kocaman’ın Valbuena ile olan sıkıntısı... Kocaman, onun belirsiz oyununun getirisinden çok götürdüklerine takıldığı için tıpkı Quaresma gibi meziyetiyle fark yaratabilecek Valbuena’nın oynayıp oynamayacağı da hem oyun kalitesine hem skora doğrudan etki edecek.

En yakıcı sorun Fernandao!

Ve tabii ki kalede Volkan’ın varlığı! Oynarsa, bu aynı zamanda saha içinde ‘potansiyel tansiyon’ demektir ki, tansiyonu yöneten avantajı da ele alacaktır. Fakat bu maçın en yakıcı sorunu Fernandao oldu. Onca tuhaf örnek ve uygulamaları düşündüğümde ceza benim aklıma yatmadı. Sanırım “Tribün ile sahadakiler arasında maraza çıkmasın” diye düşündüler. Yoksa o hareketlerin ceza almamış örnekleri epey fazla. Bakalım Aykut Kocaman Soldado’lu düzenle mi çıkacak yoksa zorunluluktan denediği tadı damakta kalan 4-6-0’a benzer bir formasyonla mı?

Benim için en iyi örnek...

Beri yandan bu durum Beşiktaşlılar açısından da itiraza konu olmalı. Bir takımı yeneceksen en güçlü haliyle yenmeli ve oyunun ‘soyluluğu’na halel getirmemelisin. Çünkü; ‘Sadece kazanmak değil, saygı ve güç ile oynayıp kazanmak’tır aslolan. O nedenle unutamadığım maç, Kadıköy’deki 3-4 biten maçtır. Fenerbahçe taraftarlarının o maçın sonunda sahada olan biteni nasıl alkışladıklarını yerinde yaşamış biri olarak güçlü rakibi yenmenin unutulmazlığının benim için en iyi örneklerinden biridir.

‘Tasmalı gönderi’ ayıbı...

Ve bitirirken... Bir zamanlar Beşiktaş’ın hocasıyken Rıza Çalımbay üzerinden ‘emek’ ile de alay eden ‘İki ekmek bir süt’ pankart utancı hala hafızalarda. Bu nedenle Aykut Kocaman için dijital ortamda yapılan ‘tasmalı gönderi’ ayıbın özrünü dileyecek kitlesel tutum ‘Şanlı Beşiktaşımız’ı da gerçek yerine ve kimliğine oturtacaktır.

01 Mart 2018, Perşembe 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Zor başlayıp kolay ‘büktü'!‘’

Beşiktaş’ın Atiba-Medel’li orta sahası savunma açısından güçlüyse de oyunu kurgulama konusunda da bir o kadar sıkıntılı. Üstelik Topal-Souza gibi Fenerbahçe oyununun en güçlü yanına karşıydılar. Bu nedenle ilk 25 dakika Fenerbahçe daha iyi bildiğini daha doğru oynadı ve golü de buldu. Ardından Şenol Güneş, stoper Tosiç’ten itibaren takımın sol tarafını voleybol düzeniyle şöyle bir kaydırınca denge değişti. Gerçek kimliğine ulaşan Beşiktaş rakibini geri itip maçı yeniden başlattı! Maçın ikinci yarısı adeta ilk devre oynanan Galatasaray maçına döndü. Gol sorununu çözmesi beklenen Love’ın mecalsiz görüntüsüne rağmen yüksek enerji seviyesine ulaşan Beşiktaş’ın hem düzeni hem coşkusuyla maçı kazanmayı bildi. Rakiplerini ‘bükme’ iddiasındaki Kocaman’ın Fenerbahçe ise 25. dakikadan sonra neredeyse dişe dokunur hiçbir şey yapamadı.

Gecenin sorusu
Hakemlik sorunları üzerinden sistem eleştirisi yaparken, mealen takımının şampiyon yapılmayacağını belirten Kocaman, kendisinin de ofsayt olarak kabul ettiği gol ve bazı tartışmalı pozisyonların ardından bu dili değiştirecek mi?

Maçın starı
Şenol Güneş... Gerek saha içi yerleşimi değiştirirken, gerekse oyuncu değişikliklerinde tam isabet sağladı. İlk 25 dakika sonrasındaki her dokunuşu Beşiktaş’ı daha arzulu daha eğlenceli hale getirdi.

Maçın olayı
Öncelikle Şener’in şutunu Medel’in çizgiden çıkarması... Ve, üst seviye yüz okuma sistemlerinin olduğu belirtilen İnönü’de Mehmet Topal’ın kafasını yarılması. Bakalım saldırgan bulunacak mı?

KISA MESAJ
Vagner Love mu, Alvaro Negredo mu tartışmasının manasızlığı sanırım Negredo’nun iki goldeki etkisiyle son buldu.

26 Şubat 2018, Pazartesi 06:00
YAZININ DEVAMI

‘’Manuş Baba ve 'Manuşlama'!‘’

Neticede ‘do’dan ‘do’ya uzanan dizide seyrediyor müzik; do, re, mi, fa, sol, la, si, do!.. Yaratıcısının ‘ruh’ olduğu söyleniyorsa da iş gelip ‘kulağa dayanıyor’. Duyuyor, içimize atıyor, bir zaman sonra unutuyoruz. Sonra o notalar zamanla bir yolunu bulup kendini hatırlatıyor. Benim gibi ‘banyo şarkıcısı’ysanız sorun olmuyor. Ama müzisyende durum değişiyor! Çünkü müzik epeydir, aynı zamanda bir ‘iş’!..

Havalı olsun, intro diyelim!

Son zamanlarda Manuş Baba’nın ‘Eteği Belinde’siyle başlayan ‘esinlendi’/’çaldı’ tartışmaları; Tarkan’ın ‘Beni Çok Sev’i ile doruğa çıktı... Fakat iki tartışma içerik olarak birbirinden farklı duruyor. Manuş Baba’nın parçasının girişi (Müzikte biraz da havalı olsun diye ‘giriş’e ‘intro’ da deniyor) yapısal olarak aynı!.. Bu durum zaten ‘müzik teknisyenleri’ tarafından kolayca tespit edilmiş. Devamında parçanın ruhu, sözel yapısı, duygusal çağrışımları birbirinden hayli uzak. Oturup eni konu dinledim, kendisinin de belirttiği gibi Nazan Öncel yapısı (sound) müziğinin her yanına sinmiş biri Manuş Baba... Ne var ki, yıllar önce ‘Senden Gayrı’yı yapmış Atilla Yılmaz’ı karşılarken kullandığı dil, yaşamdaki iddialarına pek uygun düşmemiş. O melodi parçası öyle ya da böyle ruhunda kalmış. Kaldı ki, ‘iyi dinler’ bazı arkadaşlar benzer bir girişi (intro) Yusuf Harputlu’nun “Gözlerin İstanbul” adlı parçasında da bulmuş... Bu ‘hatırlama’yı ya da diyelim ki ‘alıntı’lamayı atışmacı bir dile çevirmeye gerek yokmuş. Sonuçta bu nota dizisi Atilla Yılmaz tarafından yazılmış ve bu ‘iş’in koşulları gereği, niteliğini bilemem ama, öyle ya da böyle bir ‘takdir’i gerektiriyor. Tarkan’a gelince işler değişiyor... ‘Beni çok sev’in girişi ve devamındaki bir çok bölüm bir kaç küçük dokunuş haricinde Ayşe Mine’nin okuduğu Cengiz Tekin’in ‘Ellerim Uğurlar’ının tıpkısı!.. Duygusu bile... Samsun Çiftlik Caddesi’ndeki Remzi abinin bant kayıt stüdyosu Gong’ta takılırken bu parçayı Ayşe Mine’den defalarca getirilen kasetlere aktarmış biriyim. Ama unutmuşum gitmiş!.. Peki Tarkan’a “Beste yaptım, al” diyen Serkan İzzet Özdoğan için de aynı durum geçerli olabilir mi? Olabilir elbette!.. Ama bence bu çok iyimser bir yaklaşım olur!..

Millet kaçak kat atarken...

Peki bu tartışmalar gerçekte esasen neler anlatıyor? Millet kaçak kat atar, emniyet şeridinden arabasıyla kaçar gibi mi davranıyor yoksa farkında olarak ya da olmayarak sadece mirası mı yağmalıyor? Bence tam da ülkenin kültür hayatının içine düştüğü darlığı anlatıyor durum. Futbolda böyleyse müzikte de böyle... Artık beste yapamıyor, derinlikli söz yazamıyor, armoni kuramıyoruz... Tüm bunları yapan yerli yerinde müzisyenlere de sanki meziyetmiş gibi burun kıvırıyoruz Sonuçta da oturup “Parçayı kim kimden manuşladı!” diye tartışıp duruyoruz...

25 Şubat 2018, Pazar 06:00
YAZININ DEVAMI