‘’Oyundan keyif alınca!‘’
Neşesini bulup oyundan keyif almasına izin verilirse Beşiktaş’ı durdurmak gerçekten zor. Hele ki taraftarı önünde... Zoru kolaya çevirme konusunda ligin en iş bitirici oyuncularından kurulu takım orta sahadan yeterli skor desteğini alamıyor oluşuna rağmen dün ilk devre tıkır tıkır işleyen bir düzene sahipti. ‘’Stoperlerin önde olduğu bu düzen rakiplere gol pozisyonu verir’’ diyenler olacaktır kuşkusuz. Ancak ülkemizdeki ‘’Rakibe pozisyon vermedik’’ ezberi ancak bu tür bir işleyişle bozulur. Şenol Güneş’in Beşiktaş’ının ülke futbol kültürüne en büyük katkısı da bu; maç içinde rakibi ısrarla tehdit ederken izlenirlik katsayısı her daim yüksek maçlar vaat ediyor oluşu... Ancak Talisca’nın çıkışın ardından yapılan anlayamadığım değişikliklerin oyunu onlar açısından ‘durağan’a çevirmesi de üzerinde ciddiyetle durulması gereken bir konu.
Gecenin sorusu
Talisca yerine girecek ilk isim Tolgay Arslan gibi görünse de Vida girdi. Böylece Medel öne Oğuzhan daha öne gönderildi. ‘’Neden ilk önce Tolgay değil de bu kadar deneysel hamle yapıldı?’’, bence gecenin sorusuydu.
Maçın starı
Bu sorunu yanıtı Beşiktaş söz konusu olunca uzun süre ‘’Anderson Talisca’’ olarak kalacak gibi görünüyor. Ceza sahasında usta işi bitirici vuruşlar yapıyor oluşu bir yana Beşiktaş’ın orta sahadaki güçlü pas oyununun kurgulayıcılarından birine de dönüşüyor haftalar ilerledikçe...
Maçın olayı
Negredo bu hücum nitelikli takımda şüphesiz sahanın Beşiktaş adına en az görüneniydi! Oyundan çıkmadan önce yani 68’de maç içindeki en net gol koşusunu yapıp altı pastaki yerini aldı. Lakin Quaresma kolayı değil daha fantastik olanı seçince hem gol kaçtı hem de Negredo kenara alındı!
Kısa mesaj
Anlaşma sağlandığı öne sürülen Larin ve Love’ın kadroya katılması durumunda saha içi seçeneklerin artacağı muhakkak. Yine de durum gittikçe oturan oyun kurgusunu zorunlu olarak revize etmeyi beraberinde getirecektir. Acaba bu durum zaman zaman şampiyonluk sezonları ritmine yaklaşan takım düzeninde olumsuzluğa yol açar mı?
‘’Kazanmayı becerdiler‘’
Yedikleri golün dışında ilk devreyi elinde tutan takımın Beşiktaş olmasında şaşacak bir durum yoktu sanırım. Şaşılacak olan devre boyunca atılan onca ortadan tek gol çıkarabilmiş olmalarıydı. Ligin ortalama kadrolarından birine dönüşmüş olan Antalya’nın en büyük avantajı, eskiye oranla daha geçirgen görünen Beşiktaş orta sahası ile ilk kez birlikte oynayan ve aksamaları muhtemel stoper ikilisiydi. Bu durumdan yararlandılar yararlanmasına ama yüzdeleri düşük kalınca skor üretemediler. Ve bilinir, Beşiktaş oyuna tempoya yüklemeyi başardığı andan sonra bireysel beceriyi oyun gücüyle bütünleyip sonuç alabilen bir takımdır. Sürekli kılamadılarsa da zaman zaman yıpratıcı hücumlar örgütlediler. Evet, o bildik ezberlenmiş setlerini icra edemeyip, maçı sadece Quaresma üzerinden tek kanatla oynadılar. Quaresma biraz daha paylaşımcı olup, verimli ortalar yapabilse sadece ‘Kazanmayı becerdiler’ değil ‘Gösterişli bir oyunla kazandılar’ diyecektim.
Gecenin sorusu
Kamusal bir oyun olan futbolda deplasman tribününe gidenleri ‘tehlikeli varlık’ olarak görüp ‘kafes ablukası’na almak nasıl bir düşüncedir? Yoksa hedef onları ev sahibi taraftarların şerrinden
korumak mıdır? Her iki seçenek de vatandaşa haksızlık değil midir?
Maçın starı
Metin Tekin bir Beşiktaş maçı sonrası, ‘’Bazı futbolcular ne oynadıklarıyla değil ne yaptıklarıyla değerlendirilir’’ demişti. Üzerine konuştuğu oyuncu Talisca’ydı. Hem hücumu kurgulayıp hem sonlandıran Talisca dün gece sahanın en gösterişlisiydi. Çıkana kadar Oğuzhan ile Quresma da en az onun kadar etkindi...
Maçın olayı
Lucescu, ülkenin ‘yegane sol beki’ Caner Erkin için ‘’Ne işe yaradığını anlayamadığım ortalar yapıyor’’ mealinde bir şeyler söylemişti. Aynı konuşmanın içinde ‘’Defanstaki yerini kaybedince takımın
dengesi bozuluyor’’ da demişti. Dün akşam gerek öne oynarken gerek arkaya sarkan toplarda bu tespiti bir kez daha gözlemledik.
Kısa mesaj
Negredo'yu sadece savunma değil gol için de topla daha çok haşır neşir hale getirecek şablonlar kurgulanmalı. Ve bu problem Bayern Münih maçına kadar çözüme kavuşturulmalı...
‘’Terim'li Aslan, ligin favorisi‘’
Hakiki olmayan krizden katmerli mutluluk çıkarmaya çalışan Galatasaray’da ‘garantili şampiyonluk’ olarak görülen Fatih Terim seçeneği büyük kalabalığa iyi gelmiş görünüyor. Gerçi sahaya sürülen kadro Tudor’un takımından çok da farklı değildi ama ‘Terim ruhu’nun yarattığı beklenti en azından işler yolunda giderken Galatasaray için her daim diridir. Bunu da gösterdiler. Doğrusu ya Galatasaray, taraftarı önünde hoca kim olursa olsun iştahı yüksek bir takımdır ve dün akşam da bunu yineledi. Tribünü ittikçe sahadakiler ilerledi. Göztepe gücü oranında direndiyse de böylesi yüksek arzu karşısında sakin kalıp, akılcı oynayabilmek zordur.
Aslan kontrolü bırakmadı
Maçın özellikle ikinci devresi onlar için işin içine giremedikleri bir atmosferde geçti. Örneğin ilk devrenin en yıpratıcı ismi Halil Akbunar’ı enterne eden Galatasaray kontrolü aldı ve bir daha da bırakmadı. Tribün oyuna girince futbol başkalaşıyor. Çıkana kadar oyunun en aktifi Rodrigues’in yerine giren Yasin, aynı diriliği sağladığı gibi selefi gibi son derece gösterişli bir de gol atarak maçı süsledi. Aynı anda tibün coşkusu itiyordu, sahadakiler de koşup istediklerini aldı. Fatih Terim’in gelişiyle bir hava yakalandığı düşünülebilir. Ancak unutmamak gerek ki, futbolun havası topun üç direk arasından geçmesine bağlıdır.
Futbol fenomeni...
Terim’in şansı, topu içeri atacak çok sayıda futbolcunun olduğu bir takımın başında olmak. Handikapı ise ülkenin bir numaralı futbol fenomeni durumu! Bu tespit çelişki gibi görünebilir ancak Terim’in yarattığı her tartışma ‘yaratıcı’ olabildiği kadar aynı oranda ‘yıkıcı’dır da. Gerek milli takımda gerekse önceki Galatasaray deneyimleri bunu kanıtlayacak örneklerle dolu. Özetle... Terim onarımlı Galatasaray, ligin ikinci yarısında kalitesi değilse de heyecan seviyesi yüksek olacağı belli olan ligimizin en yüksek oranlı şampiyonluk adayıdır...
‘’Çift karakterli bir takım‘’
‘Çift kişilikli’ insanlar misali çift karakterli bir maç izledik birlikte. Maçın ilk devresi bana şunları yazdırdı...
Oyunu ‘sıkıcılaştırarak yenilmemeye ayarlı takım’ların bol olduğu ülkemizde Sivas ve Beşiktaş gibi futbola saygılılar da var. Dün kazanmaya oynayan, bunun için planları olan, o planlar için ciddi ciddi çalıştığını belli eden iki takım vardı sahada. Gerçi, erken ve beklenmedik gol Sivas’ı biraz “Acaba bundan sonra ne yapsak?” ikilemine itmedi değil. Ve bunu da zaten istim üzerinde olan Beşiktaş’a karşı ‘oyun üstünlüğü’nü kaybederek ödediler ve penaltıdan golü yediler.
Güneş, Münih’e hazırlıyor
Dikkat edildiyse devre boyunca Beşiktaş her tür hücumu denedi ve bunu yaparken ceza sahası içine maksimum oranda oyuncu gönderdi. Bu nedenle gol olmasa da her atak gösterişli, rakibi tedirgin edici ve izleyenler açısından seyirlikti. Bu durumun en önemli dayanağı ise Medel-Atiba iklisinin sağladığı ‘güvenlik bandı’ oldu. Bu ikili, ilk devre boyunca özellikle Gökhan Gönül’ün kanat oyuncusuna dönüşmesini sağladı. Tolgay ve Oğuzhan gibi iki önemli ezber yerine sahaya Medel’i süren Şenol Güneş, Osmanlı maçından itibaren takımı Bayern Münih’e hazırlıyor gibi görünüyor. Beşiktaş, güncellediği bu oyun düzeniyle Bayern karşısında da yapması gerektiği gibi daha güvenli ve daha tehditkar bir havaya bürünüyor.
Gayretlerin haklı karşılığı...
Şimdi de ikinci devreyi içeren maç bitimi yazdıklarım... Soyunma odasında öyle şeyler olmuş olmalı ki, devreye tuhaf bir değişiklikle (Negredo-Cenk) başlayan Beşiktaş’ın içinden ‘oynamayan bir takım’ çıktı. Bir şeyler yapmaya çalışır gibi yapan ama yaptıkları içinden gelmeyen birileri dolaşıyordu sahada. Bağlantıları kopuk, yeteneklerine fazlaca güvenen, düzenini, tertibini kaybetmiş bir takım. Bu durum aşırı efor harcamadan sadece futbolun doğrularını yerine getirmeye gayret eden Sivas’a maçı getirmeye yetti. İkinci golün dışında kaçırdıkları düşünülünce gayretlerinin haklı karşılığını da aldılar.
Moral değerler sorunu
Beşiktaş’ın ise ligin ilk devresi biterken çıplak gözle görülen bir ‘moral değerler’ sorunu yaşıyor. Beni arayan çoğu Beşiktaşlı arkadaş aynı soruyu sordu, “Ne oldu böyle?” Yanıtlarını da bir başka sorunun içine yerleştirmişlerdi; “Negredo bir ara Quaresma’ya çıkıştı. Acaba sorun orada mı patlak verdi?” İşler yolunda giderken Şenol Güneş’in tuhaf değişikliğini düşündüğümde böyle düşünen arkadaşları ‘haksız’ bulamıyorum.
‘’Aklın kötümserliği iradenin iyimserliği‘’
Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi’nde Bayern Münih ile eşleşince iklime elle tutulur bir ‘korku atmosferi’ hakim oldu. Bayern’in o torbadaki en zor takım olduğu muhakkak. Uzun uzadıya rakibin ne denli güçlü olduğunu anlatmaya gerek var mı? Lakin, ‘gerçekçi olma’ iddiasındaki mevcut düşünme biçimi nedense yapılabileceklerden hiç söz etmiyor. Ve insanlar, özellikle futbol üzerinden yazılan ‘insan hikayeleri’ni unutmuş görünüyor. Bu oyun, sadece ‘sürpriz(ler)’ barındırdığı için değil, kabul edilenler dışında yapılabileceklere açık olduğu için de bu denli ilgi görüyor. Çalışma, rakibi doğru okuma, şaşırtma, hüner, gününde olma vd. etkenlerin de en az ‘özel oyuncu’, ‘elit takım’, ‘derinlikli futbol kültürü’ kadar önemli olduğunu akılda tutmak gerek.
Büyük etki bırakabilir
Düşünün... Almanya gibi etkin futbol ülkesinin bu seviyede tek takımı var ve ikincisinin yokluğu Beşiktaş’ın yaptıkları nedeniyle!.. Futbol bize yeni ve özgün hikayeler yazmak için fırsatlar tanıyor. Tıpkı hayatımız gibi... Eğer bu maçı ‘Şampiyonlar Ligi’ finaline çıkıyoruz tutkusu ve rahatlığıyla oynayabilirse ‘gerçekçi analiz’lerin yazmayı mümkün görmediği kendi öyküsünü yazabilir Beşiktaş. Diyelim ki, elendi. Öyle bir hikaye yazar ki, tıpkı UEFA’ya dahi kalamayan Karabağ’ın kendinden kat be kat güçlü görünen Atletico Madrid’i Şampiyonlar Ligi’nden etmesi gibi bir etki bırakabilir.
Katkı vermesi gerekiyor!
Elbette bunun için ülkedeki vasatı aşmakta zorlanan hakim oynama biçiminin Beşiktaş’a, dolayısıyla ‘futbol kültürü’ne katkı vermesi gerekiyor. Mevcut duruma, “Beşiktaş kapalı defansları da aşmayı becerecek” basitliğiyle yaklaşmak ülkedeki hakim oyunun doğru eleştirisini yapmamayı da içeriyor. Elbette şampiyonluğa oynayan takım olarak Beşiktaş her takımı yenebilmenin yollarını bulmalı, seçeneklerini oluşturmalı. Ancak Şenol Güneş’in sözlerinin doğru yorumlanmasından bilinçli ve ısrarlı biçimde uzak duran bu bakış açısı, hepimizi harcadığı paraya göre git gide sıradanlaşan bir oyuna mahkum ediyor. Oyunu sadece kazanma/kaybetme paradigmasına indirgeyenlerin çoğunlukta olduğu atmosferde ne oyuncu yetiştirmek/geliştirmek ne de küresel yarışın içine fazladan takım göndermek mümkün olabilir.
Ligde işi zor gözüküyor
Beşiktaş’ın güçlü rakibi Bayern Münih karşısında da Süper Lig’de işi zor görünüyor. Ama durum, İtalyan düşünür Antonio Gramsci’den referansla ‘Aklın kötümserliği, iradenin iyimserliği’ zaviyesinden bakılmazsa çözülemez. Ligin seviyesini yükseltmek için sadece ‘yenilmemenin’ değil, ‘yenebilmenin zeki, gelişkin ve şaşırtıcı yollarını bulmak da gerek. Beşiktaş özellikle Şampiyonlar
Ligi’nde yaptıklarıyla bu konuda lige de ülkeye de ciddi ilham veriyor. O bildik, kısır tartışmalara gömülüp bu ilhamı ziyan etmemek başta yöneticiler ve teknik adamlar olmak üzere futbolun tüm bileşenlerinin ödevidir..
‘’Futbol savurgan olanı sevmez!‘’
Ligin dibi şimdilik sükunetini korusa da tepesi uzun yıllardır şahit olmadığımız zevkli bir belirsizlik içinde. 8. sıradaki Bursa’dan tepedeki Galatasaray’a kadar her takım sürekli yer değiştirebilecek görünümde. O nedenle dün akşam maç ‘hayati önemde’ydi. İki takım, zorluk derecesi yüksek eşik maçları geçebilme kapasitelerini test edecekti. İlk yarım saat içinde Beşiktaş oyuna tempo yüklemeksizin, ilki Oğuzhan’ın uzun pasında bir direkt oyunla golü yakaladı, Cenk karşı karşıya pozisyonda atamadı. İkincisinde önde baskıyla topu kapan Quaresma’nın pasında bu kez Oğuzhan aynı biçimde kaçırdı.
Umut’tan ajite itiraz
Bilinir, futbol savurganlığı sevmez. Kayseri ilk atağında bunu Umut’la Beşiktaş’a hatırlattı!.. Akabinde Kayseri ‘futbolda doğru oyun’ ne demekse hepsini yapmaya başladı. Topu alınca sahayı genişletip, kaptırınca daralttı. Ta ki, defansa yardıma gelen Umut, hemen arkasından topa sızan kendisi gibi marifetli golcü Cenk’i görmeyip penaltıya sebebiyet verene kadar. Bu oyunda böyle şeyler olur ama gol attığındaki coşku kadar takım aleyhine bir davranışında da vakur olmayı becerebilmeli futbolcu. Hele ki, bu oyunda Umut Bulut kadar farklı takımlarda zaman geçirmiş biriyse. O ‘ajite itiraz’ takıma kendisi de dahil üç sarı karta mal olduysa orada ciddi bir sıkıntı olduğu aşikardır. O kargaşada devre bitimi sarı kart alan Lopes, ikinci devre başında takımını 10 kişi bıraktı. Peki, iyi mi oldu?
Eşik maçlarında takılıyor
Ardından oyunu rakip kaleye 30-35 metrede tutmayı başaran Beşiktaş, maçı ele aldı. Ancak biraz da eksik olması nedeniyle iyice gömülen Kayseri’ye karşı şut dışında ciddi opsiyonlar yaratamadı. Böyle bir maçı Akhisar’a karşı da oynamış, kazanamamışlardı. O misal, Tosiç ile Quaresma’nın etkisiz kalan ortaları ya da ceza yayı üzerinde ikili oyun girişimleri de gol için yeterli olmadı. Evet, ligin finali için daha uzun bir yol var ama bu tip ‘eşik maçları’nı kazanamamanın ne denli kritik önemde olduğu fark edildiğinde iş işten geçmiş olabilir.
‘’Kurada Beşiktaş'ı çeken korksun!‘’
Gazetelerde açıklanan ‘muhtemel kadro’ların çoğu Pektemek ve Necip’i öngörmezken, onlar sahada. Kendi adıma, böylesi ‘piyasa ekonomisi’ maçlarında katma değer beklentili oyuncuların, örneğin Cenk Tosun’un, sahada olması ‘ekonomi’ bağlamında önemli olurdu diye düşünüyorum. Elbette Şenol Güneş’in benden daha iyi planlama yapacağını belirterek konuyu açtığım gibi kapatıyorum.
Devrede bitebilirdi
İlk 30 dakikada gösterdi ki, sahadaki Beşiktaş rotasyonu bile oyun icrasında Bundesliga ikincisine pabuç bırakmayacak dirilikte. Açık verdi mi, verdi ama açığa da düşürdü. Beşiktaş’ta özellikle uzun süre tribününün ‘öfke paratoneri’ olan Tolga Zengin devre boyu savunma güvenliğinin merkezi oldu. Diyordu ki, “Bildiğinizi oynayın. Ben buradayım”. Lens topları kullanmadan Negredo’yu yan gözle arasa Porto’dan gelen haberlerin de etkisiyle maç devre sonunda bitebilirdi!
Aslan payı tutanın!
İkinci devre Talisca ‘zamanını kollarken’ yük iyiden iyiye Tosic/Mitrovic/Tolga üçgenine bindi. Futbolda ‘tutan’ ile ‘atan’/’attıran’ arasında ince bir çizgi vardır. O ince çizgi ‘an’larla ölçülür. Dün ‘atan’lar sayesinde kazanıldıysa da aslan payı ‘tutan’larındı. Beşiktaş bir üst turda ‘eler’, ‘elenir’ o kadarı bilinemez ama bu seviyedeki her takıma diş gösterecek donanımda olduğunu dün akşam net biçimde gösterdi. Anlamak istemeyen pişman olur. Benden söylemesi...
‘’'Şampiyonluğun ‘kilit taşı'‘’
Sahadaki futbolun kalitesini sadece ‘dış yatırıma (yabancı oyuncu) indirgeyen’ yönetici elit, bilinçli olarak işin esasına yaklaşmıyorlar; kültür. Liderlik maçına çıkan ligin en zorlu takımlarından biri, 15 milyonluk şehirde haniyse boş tribünlere oynuyor. Oyunu seven, ondan yaşamı için ilham alan insan sayısı bu kadar az olunca saha içinde seviye de yükselmiyor. Harcanan onca paraya rağmen adı bilindik oyuncuyla bilmeyen arasındaki farkın saç kılı seviyesinde kalması da bundan...
Çalışılan yerden gol
Başakşehir, ne yapması gerektiğini bilen bir takım. Bunu uyguluyor, uygulayamıyor ayrı bir tartışma. Çünkü, uygulama oyuncu performanslarıyla direkt ilişkili. Örneğin dün Kerim Frei ve İrfan Can’ın pas tercihleri (doğru yere atmak ya da hiç atmayıp sürüp gitmek) ceza sahası içi ve çevresindeki aksiyonların doğrudan belirleyicisi oldu. Arkadan Clichy ve Caicara etkisi de sınırlı kalınca ‘ne yapması gerektiğini bilen bir takım’ olan Başakşehir, golü çalıştığı yerlerden biri olan köşe vuruşundan buldu...
Emre bağımlılığı bitiyor
Topu, oyunu, topla oynama zevkini kısaca bir futbol takımının yapması gerekenleri yaptı Başakşehir. Tek meselesi topun karşısına kümelenmek olan Osmanlıspor ise Serdar-UmarÖzer üçlüsü ile ceza sahası önünde eriyen girişimlerin ötesine geçemedi. 87. dakikadaki en ciddi atağında ise Umar kaleci Volkan’a takıldı. İlk devre Bursa deplasmanına kadar sorun yaşamayacağını düşündüğüm Başakşehir, önemli bir durumu yani Emre Belözoğlu bağımlılığını yavaş yavaş üzerinden atıyor. Oyuncuya bağımlılıktan iyiden iyiye ‘düzen oyunu’ seviyesine sıçrayan Başakşehir, artık şampiyonluk yarışının ‘kilit taşı’ pozisyonunda... Yani onların çözdüğü problemleri çözemeyip, onları aşmayı beceremeyen takımların şampiyonluk şansı çok zayıf.