‘’Beşiktaş darmadağın‘’
Tahmin edilebilir Bayern baskısını olabildiğince sakin kalarak karşılarken Vida’nın erken atılması ‘hızlı hücum’ planlarını sekteye uğrattı. Buna rağmen Love ve Quaresma ile iki kez kaleciyle karşı karşıya kaldı Beşiktaş. Hem de maç 0-0 iken.. Medel’in zorunlu stoperliğinin ardından orta saha direnci kaçınılmaz olarak düşünce maç Beşiktaş için bir ‘hücum karşılama’ oyununa dönüştü. Buna rağmen sakin, dengeli ve fırsat bulduğunda tehditkar olmayı bildiler.
Robben girdi...
Ancak iki yarı ilkinin aksine panik, kademe hatası ısrarlarıyla başladı ve oyunun güven/denge çizgisi kayboldu. Özellikle Robben girdikten sonra Caner’in ‘görünmez adam’a dönüşüyle de Beşiktaş takım olarak darmadağın oldu.
Gecenin sorusu
Maça Gökhan/Adriano ile yani ‘herkes orijinal bölgesinde’ çıkılsa daha mı doğru olurdu? Ayrıca Love değil de takımla daha çok antrenman yapmış Negredo mu başlamalıydı?
Maçın starı
Oyuna sonradan giren Robben takımı lehine maçı tamamen çözdü. Beşiktaş’ta ise Pepe’nin de desteğiyle kaleci Fabri bu maçta da elinden gelenin en iyisini yaptı.
Maçın detayı
Skoru bir oyuncunun performansına indirgemek için değil kuşkusuz lakin Mircea Lucescu’nun Caner Erkin hakkında ne kadar doğru analiz yaptığı bir kez daha teyit oldu.
Kısa mesaj
Şampiyonlar Ligi buraya kadar ama Şampiyonlar Ligi takımı olmak için ikinci maçı kazanmak şart ve bu mümkün... Bu konsantrasyon lig için de elzem...
‘’Cem Dizdar'la futbol dışı‘’
Bir şakı tut benim olsun!
Müzisyenin hası biraz ‘dediğim dedik çaldığım düdük’ yani ‘inadım inat’tır. Huzurlarımızdaki kadın, Nazan Öncel, tam da böyle birisidir. İnatçı, ısrarcıdır. Her ‘tercih’in aynı zamanda bir ‘vazgeçiş’ olduğunu hayattan öğrenmiş biridir o. Sokaklarda başladığı şarkıcılığı, Emekli Sandığı’na bağlı otellerde ‘kimsesiz masalar’a söyleyerek sürdürür. Kallavi müzisyenlere yüklü paralar kaptırmış olmasına, onca düş kırıklığına rağmen, o ‘köfte dudaklarını’ şarkılarını söylemekten uzak tutmamıştır. ‘Kahrolası bazı şeyler’e rağmen kahrolmadan yoluna yürümüş birisidir Nazan Öncel.
‘N’apçaz şimdi...’
Okurken şarkılarını, dilin en güzel kelimelerini yaydıra yaydıra sürdürür vokalini. Beni de büyüten coğrafyada, Karadeniz’de, genç erkeklerin tüylerini kabarttığı anlarda üzerine basa basa çoğalttığı ‘r’ler ondan bir başkalık kazanır.
Yanlış anlaşıldığı da olmamış değildir. “N’apcaz şimdi, yatcaz şimdi”yi gözünden uyku akarken kendine söylemiş, ama dinleyenlerce ‘erotik’ manalar yüklenmiştir parçaya. “Varsın olsun” der, yoluna yürür.
Herkesin hayatı kendince zordur. Hepimizin yaşadığı kendine yük, kendine sevinçtir. Onun da gizli, açık kederleri vardır çoğumuz gibi. Geniş yığınlardan ya da ‘ortalama müzisyen’den farkı, söyleyeceğini doğrudan söylemektir. Hesaplaya hesaplaya içinde tuttuklarını bir gün kendi dilinde dışarı atar ve karşımıza kendi, Nazan Öncel olarak çıkar.
Her dinleyenin kendince anlamlar yüklediği şarkılarında esasen insana insanı anlatır. Mutluluk ve aşk bağımlısı haline getirilmiş insana usulca ve nazikçe fısıldar gerçeği; “Bana mutlu birini göster alnından öpeyim.”
Ukalâ dümbeleği!
Göçebe hayatın göçeri, ‘göç’ yollarının neferi Nazan Öncel kendini anlatırken seni, beni, hüznünü anlatırken insan neşesini dillendirir...
Misafir olarak giderseniz şarkılarına hiç şüpheniz olmasın sıcacık börekler sizi beklemektedir... “Ukalâ dümbeleği” görünse de aldanmayın.. İnsanın içini yırta yırta akan dinlenesi parçaların sevilesi bu hırçın kadını, dünyayı bizim için daha katlanır, yaşanır kılar. Bize düşen de efendice iki büklüm olup elini öpmekten gayrısı değildir... Hani der ya; “Bir şarkı tut senin olsun... Bir şarkı tut benim olsun...”
Aynen öyle olsun!
‘’Kara Kartal'da işler zora girdi‘’
İki takım pür dikkat birbirini izleyerek başladıysa da Beşiktaş 10. dakikadan itibaren gözle görülür biçimde maça el koydu. 13. dakikadaki Love-Talisca ikili oyununa kadar futbol aksiyonu içeren bir şeyler görmedik. Oyunu değilse de 13 ve 24. dakikalarda Talisca’nın girdiği pozisyonların tasarımını yapan Love, ‘futbolda oyun görüşü ve zekabeceri kullanımı’ndan özel örnekler sundu. Ancak bu pozisyonların dışında ortalıkta göründüğünü söylemek güç. Şenol Güneş ikinci yarıda bu duruma müdahale etmek için stoper-santrfor değişikliğiyle oyunu değiştirmek istedi. Medel, Tolgay, Talisca öne doğru birer kayacaktılar ama bu girişim kadro yerine oturmadan gole mal oldu! İş işten geçmeden oyunu yeniden ele almaya çalışan Beşiktaş risk aldıkça pozisyona girdiyse de aynı oranda vererek iyice gerildi. Son düdük çaldığında Konya istediğini almış, Beşiktaş sadece şampiyonluk değil ikincilik hedefinden bile bir adım daha uzaklaşmış oldu.
Gecenin sorusu
Madem ‘Passolig’ gibi bir ‘güvenlik düzenlemesi’ var. O zaman deplasmana gidecek taraftara stadyum kapatmaya, haliyle yurttaşın kültürel etkinliklere katılma gibi anayasal hakkını elinden almaya ne gerek var?
Maçın starı
Yaptığı kritik kurtarışlarla takımına güven verdiği gibi arkadaşlarını cesaretlendirip öne iten Serkan Kırıntılı. Konya bu maçtan bir puanla çıktıysa kaleci Serkan’ın bunda payı çok büyüktü.
Maçın olayı
Beşiktaş zor bir periyoda girmiş, yöneticileri geri çekmiş olsalar da ‘maç ertelemeyi’ dillendirmiş, üstelik bir sonraki maçı Fenerbahçe ile oynayacakken Pepe ve Talisca gibi iki temel karakterin sarı kart görmüş olması..
Kısa mesaj
Günümüz futbolu, baskı ve oyun üstünlüğünü zorunlu kılıyor. Özellikle bu sezon oyun gücünden çok oyuncu becerisine bel bağlayan Beşiktaş bunun faturasını ağır ödüyor.
‘’Doğru yerden vurdu!‘’
Bir futbol takımında ‘eksik oyuncu’ kadar ‘yeni oyuncu’da sorun yaratır. Çünkü yeni, eski alışkanlıkların bozulması anlamına da gelir aynı zamanda. Eprueanu ve Emre Belözoğlu olmadan İnler’in, Arda’nın, İrfan’ın ezberlenmiş oyunu icra etmesi zordu, ki olmadı. Visca’nın uzun süre görünmez oluşu bu yüzdendi. Adebayor da çaresiz kaldı. Maçın planını doğru yapan Aykut Kocaman orta sahaya top gelmeyeceğini, gelse de işlev kazanamayacağını hesaplamıştı. Bu nedenle geriden oyun kurma ezberi yüksek Başakşehir’i en güçlü olduğu yerde, yüksek pas oranıyla top üstünlüğü sağlamasını engelledi. Gerisi hücuma kalmıştı, onu da Giuliano üzerinden halletti. Isla/Dirar/Topal üçgenine Hasan Ali/Souza/Aatif da aynı oranda katılınca maç Fenerbahçe için rahat geçti. Fernandao’nun ‘idman golü’ denebilecek ikinci golü Başakşehir’i içine ittikleri durumu anlatan en iyi örnektir.
Gecenin sorusu
Bu lig bu kadar kaliteliyse ve ligin iki şampiyonluk adayı oynuyorsa yepyeni statta bu kadar az insanın izleyici olmasını nasıl açıklayacağız? Sizce bu işte bir gariplik yok mu?
Maçın starı
Fenerbahçe ağırlıklı olarak eşit özelliklere sahip oyunculardan kurulu. Giuliano özel bir oyuncu ancak bu maçta yakın zamanda taraftarınca protesto edilen Dirar kanımca eşitler arasındaki üstün performansı gösteren isimdi.
Maçın olayı
Fenerbahçe ‘bireysel hataları’ dışarıda tutarsak hemen her maçta benzer oynuyor. O nedenle tribünden yükselen “Hep böyle oynayın, canımızı verelim” inandırıcı gelmedi, “Kazanın canımızı verelim” demeye çalışıyorlar gibi geldi.
Kısa mesaj
“Hafta Fenerbahçe’nin MHK taarruzlarıyla geçti. Ama doğru plan ve uygulama ile sorun sanılanlar boşa çıkabiliyormuş. Uygulamaları tartışmaya ‘evet’ ama hakem tartışmak çamurda debelenmek"
‘’Rahat oynadı, rahat kazandı‘’
Bilinmedik bir giriş yapmıyorum; futbolu epeydir ‘güç’ yani para oynuyor! Beşiktaş gibi bir büyüklükle türlü yönetim beceriksizlikleri ya da ‘becerisi’ nedeniyle geleceği ipotek altında olan Karabük’ün baş etmesi mümkün olur mu? Maçın ilk yarısı ‘önde baskı’ bile denemeyecek kadar yoğun Beşiktaş ablukasında geçti. Hatta maçın tamamı. İkinci devre rakibin düşük direnci Beşiktaş’ın iştahını kabarttıysa da aynı zamanda oyun nizamının kaybına neden oldu. İlk onbir arasından şahsen Negredo’nun ne yapacağını merak ediyordum. Çok çabalasa da neredeyse ‘görünür’ bir şey yapmadan çıktı. Beşiktaş zorlu fikstür öncesi rahat oynadı, rahat kazandı. Şaşıran olur muydu? Hiç sanmıyorum.
Gecenin sorusu
Kameralar tribünü tararken ‘pozitif ayrımcılık’ yapıyor ve kadınları, çocukları, çiftleri öne çıkarıyor. Arada da olsa kalıcı taraftarı, ‘tribüncüleri’ de göstermek gerekmez mi?
Maçın starı
Tuhaf gelebilir... O baskıda goller yemiş olmasına rağmen kaleci Çağlar Şahin Akbaba, oyunun direnç ve romantik yanını temsil eden isimdi. Talisca’nın, Quaresma’nın ve diğerlerinin arasında oyuncu çıkartamayan bu ülkede ‘Bizde varız’ diyordu.
Maçın olayı
57. dakikada karşı karşıya pozisyonda Ricardo Quaresma’nın vuruşunu çıkartan Çağlar Akbaba’yı kutlayan Wagner Love’un 30 saniye sonra genç kaleciye golü atmış olması... Futbol böylesi dramatik, muazzam bir oyun işte.
Kısa mesaj
Dilime yapışmaz. Pektemek’ten sonra Talisca da bir ‘üç yoklama’ sonunda golü attı. Dileyelim bu sistem, Bayern Münih’e karşı da aynen işlesin. Hatta mümkünse iki, üç kez yinelensin...
‘’'İkinci Bahar' yaşasa ömrümüz!‘’
Notaları kullanarak eskilerin 'malihulya' dedikleri 'melankoli'yi yaşayan hatıralara dönüştüren insandır, Özdemir Erdoğan. Geçmiş kayıpları insan ruhunun kazanımları haline getiren onlarca şarkının yaratıcısıdır. Sesi ve melodileri, birbirleri için yaratılmışcasına büyüleyici bir uyum içindedir. De ki, kimi yerlerde bazı müzikal sıkıntılar yaşanıyor gibi gelse de parçaların samimiyeti örter gider aksilikleri...
Karamsar gibi görünen ancak elle tutulur iyimserliği şarkılarının her yanına sindirmeyi becermiş bir müzisyen üzerine yazıyorum bunları. İki çocukla süslenmiş 37 yıllık evliliğin ardından yaşamın getirdikleri nedeniyle ayrılmak zorunda kalınca eski eşini ardından yazdığı "Sevdim seni bir kere başkasını sevemem" ile ruhumuza sevdalarımızı kazıyan birinden söz ediyorum. Bu öyle bir beste ki, sahadaki Beşiktaş için tribündeki taraftara sevdasını da haykırtacak türden bir şey..
"Sevgi anlaşmak değildir, nedensiz de sevilir" derken sadece şarkı sözü değil filozofi yapan müzisyendir de aynı zamanda. Her dinlediğimde beni geçmişe götürüp içimi dağlayan muazzam eseri "Gurbet"te içli içli terennüm ettiği "İçerim yanıyor yar yar yaram çok derin... Bana nazlı yardan bir haber verin"i bu topraklara emanet eden kişidir. Şüphesiz, o besteleri başka şarkıcılar kendi ses renkleriyle okusa bambaşka duygular çıkar ortaya... Ancak bu aynı zamanda hayli zorlu bir iştir...
Özdemir Erdoğan bestelerine melodilerdeki ruhu üflemek o kadar kolay görünmüyor. Belki, son döneminde tarzı dışındaki parçalarda solistliğin zirvesine yaklaşmış Müslüm Gürses'in yaptıklarına benzer bir 'işçilik'le altından kalkılır. Yine de tüm zorluğuna rağmen yapımcılara, müzisyenlere bir önerim olacak... Genç nesil müzisyenlerin yorumlayacağı Özdemir Erdoğan şarkılarından oluşan şu 'tribute' dedikleri türden bir albüm en az Ortaçgil ve Ahmet Kaya işleri kadar etkili olur kanısındayım...
O der ya, "Gözlerim bir yerden aşina size" diye... Kulaklarımız aracılığıyla ruhumuzun aşina olduğu besteleri yeni kuşağa da taşımak iyi olmaz mı? İyi olmaz mı, ömrümüzün yaşayamayacağı 'İkinci Bahar'ı en azından ruhumuzun yaşaması?
‘’Salladı, yıktı!‘’
Bazen olan biteni anlamakta zorlanırız!.. Bu maç biraz da böylesi bir duruma denk düştü benim için. Geçen yıl küme düşen Rize, Süper Lig’e yeniden yaklaşmışken 15 bin kişilik stadyumunun ‘ıssızlığı’nı hangi nedene bağlamak gerek? Futbolu sevmemek mi? Sahada oynananı beğenmemek mi? Kentte daha önemli bir etkinliğin olması mı? Bir kenti birlikte yükseltmek, geliştirmek onu herkes için daha yaşanır kılmak için futbol bize yeterince imkan sağlamıyor mu? İlk devresi Rize’nin rakip alandaki ablukasıyla geçti. Ancak gerek sık fauller gerek buna bağlı olarak temponun düşük kalması nedeniyle pozisyon sayısı sınırlıydı. Bu tempo ve anlayışla belki maç kazanmak mümkün ancak oyuncu yükseltmek imkansıza yakın. Üç dört sezon önce ülkenin ‘kıymetlilerinden’ Recep Niyaz’ın (22) - ki takımının iyilerindendiyerinde sayması bu sebepten... Keza Demirspor’a ‘gelişsin’ diye kiralanan Atabey’in (22) durumu da benzer...
Kurtuluş her şeyi yaptı
‘Maç’ın ‘futbol’ çağrışımı yapması için 70 dakika bekledikten sonra işler karışmaya başladı. Rize maçı bu dakikadan sonra koparamadıysa nedeni atmayı beceremediklerinden değil, Demirspor kalecisi Kurtuluş’un fevkalade kurtarışlarına takılmış olmalarındandı. Kolay geçecekleri maçı ‘nefesleri kesen maç’ klişesine dönüştürüp son bölüme sıkıştırdılar ama istediklerini alıp stresi alttaki rakiplerine yüklediler.
‘’Karşılığı bu mudur?‘’
Garip ama gerçek.. Muhabbette buluşmak yerine öfke nedeniyle bir araya geliyoruz. Oysa her maçın buna yakın dolu olması gerekmez mi? Hele de takımın adı Trabzonspor olunca. Belki de takımdan önce oyunu sevebilmeyi başarabilsek her konuda işleri hep birlikte daha kolay yoluna koyardık sanırım..
İki takım da gereğinden fazla 'onarım'la sahadaydı.
Yeni aldığı beki Novak'ın sakatlığı 'nüksettiği' (!) için bir sağ bek olan Kamil Ahmet'i sol bek yapmak zorunda kalmış Çalımbay. Hubocan yerine de marifetli ama 'gergin' Uğur Demirok. Bu tür yüksek tansiyonlu maçları oynama tecrübesi olan Olcay bir başka şaşırtıcı tercih. Fenerbahçe'de ise Alper anlaşılır ancak şaşkınlık İsmail ile Hasan Ali Kaldırım'ın aynı anda sahada olmasına odaklı! Ozan artık olmadığı için çözüm, Mehmet Topal stopere Kaldırım onun yerine!.. Değişik bir 'takım mühendisliği'!.. Ezcümle biraz da zorunluluktan bir 'teknik adamlar maçı' biçimde başladı karşılaşma.
Yüksek baskı nedeniyle sürekli top kayıplarıyla geçen ilk 25 dakika 'heyecanlı bir acemiler mangası' mücadelesi niteliğindeydi. 30'a doğru gerginlik yerini sükunete bırakınca tempo düştü ve maça 'dinlenme hali' hakim oldu.
İkinci devre ise işler tamamen değişti!... Devreye çıkarken, Rıza Çalımbay sonrası 'görünürlük kaybeden' Yusuf Yazıcı yerine Sosa sahaya gönderilerek tribüne ve takıma 'maçı istiyoruz' mesajı verildi!.. Ancak buna rağmen ilk ciddi gol pozisyon da 49'da Fenerbahçe'den geldi ve kaleci Onur skoru korudu!. Oyunun rengini ve şeklini değiştiren 'Sosa aklı' sonrası Abdülkadir daha özgür konuma geçince ikinci denemede Burak'a golü attırmayı başardı. Lakin burada gözden kaçmaması gereken şey, milli takımdan bu yana sürekli stopere itilerek ısrarla seviye düşürülen Topal'ın çaresizliğiydi!.. Bir diğer çaresiz de Aykut Kocaman'dı. Çünkü hem bireysel hatadan şikayet edecekti hem de kulübeden sahaya atıp oyuna yön verecek tek adamı vardı ve o da 'sorunluydu; Valbuena. Onunla birlikte sahaya mecburen 'belirsiz' Elif Elmas' sürüldü. Çünkü duran top harici bir türlü ileri gidilemiyordu. Ve beraberlik de duran toptan geldi.
Sonuçta... İkinci yarısı hareketli ve mücadeleci ama oyun aklı ile beceri açısından düşük kalibrede bir maç izledik. İki takım da öndeki oyuncuları besleme konusunda yeteri değildi. Ancak özellikle Fenerbahçe'den söz edersek ''Harcanan onca paranın, yapılan onca idmanın karşılığı bu mudur?'' sorusu hala orta yerde duruyor. Çözüm çoğunlukla olduğu gibi yine duran top!..