‘’Ömür biter küfür bitmez‘’
Dün gelen e-maillere bakılırsa son maçta Saracoğlu’na giremeyen Beşiktaş taraftarı da belli ki “sinir sahibi olmuş”...Ayrı ayrı kaleme alınmış isyan dolu maillerin yanı sıra “İtaat et spor basını” başlıklı ortak bir de yazı vardı gelenler arasında...Hatırlarsak; Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, sık sık kendi statlarında küfüre son verdiklerini açıklar. Ancak son maçta gördük ki, Fenerbahçe taraftarı da tıpkı diğer taraftarlar gibi başkan sultası altına girecek, kolaylıkla kontrol edilebilecek, emirle yola gelebilecek bir kalabalık değil.Sarıyer-Beşiktaş maçında, Aziz Yıldırım aleyhine neredeyse 90 dakika küfür eden Beşiktaş taraftarının yarattığı provokatif ortam nedeniyle, onlar da kendilerini kontrol edemeyip bastılar küfrü....Bir de, ben o tribünde olduğum için göremedim, Beşiktaş’a gönderme yaparak “İtaat et” yazmışlar kartonlardan maratona.. Bu kartonların parasının Aziz Yıldırım’ın başkanı olduğu kulübün kasasından çıktığına hiçbirimizin şüphesi yok sanırım..Küfür, katlanarak büyür...Şimdi bu karton operasyonunun Beşiktaş tarafında bir reaksiyoner yansıması olacaktır ve buna karşılık da kaçınılmaz olarak Fener tribününde...Bu böyle yumat gibi büyür gider, birimiz ‘dur’ demezsek...O nedenle öncelikle “Küfür etmeyin” diyen birinin, kendisinin küfür etmemesi ön koşuldur.Eğri oturup doğru konuşalım, küfür statta icat edilmiş bir şey değildir... Hayatta ürer ve hayatın bir parçası olan statta devam eder.Orada bireysel küfürü engellemek imkansızdır. Engellenebilecek olan şey, ‘küfür koro’sudur.Bu da ancak taraftarın katılımıyla mümkündür ve bunun için de memleketimizde en korkulan şeye, ‘örgütlenmeye’ ihtiyaç vardır.‘Taraftar’ adı verilen kalabalığa bu kadar uzak duran ve onu potansiyel suçlu gibi gören bakışın, küfürü stattan sürebilmesi imkansızdır...Düşünün, diğer takımlara göre en üst gelir grubuna ait insanların gittiği, toplumun en iyi eğitim olanaklarına sahip kalabalığını barındıran Fenerbahçe tribünü bile bu haldeyse sorunun çözümünü ‘yasakta’ değil, başka bir yerde aramak gerek.Bunun yolu taraftarla iletişmekten, onun dilini, davranış biçimini, kaygılarını, öfkelerini, isyanını, özlemini anlamaktan geçiyor...Bu da emir komutayla mümkün görünmüyor...Mümkün olsaydı, Aziz Yıldırım haklı çıkardı...
‘’Açılın kapılar maça gidelim‘’
O karşılaşmada, iyi bir organizasyonla İnönü’nün eski açık kale arkasına sızan 1000’den fazla Fenerbahçe taraftarı, mücadele başladıktan kısa süre sonra üzerindekileri fora edip, başlamışlardı tezahürata...Ben maçta kapalıdaydım, itiraf edeyim feci heyecanlandım ve bir o kadar da korktum...Heyecanladım; çünkü taraftar denilen ve iktidardakilerin potansiyel suçlu ilan ettiği kalabalığın ‘oyunu nasıl bozduğunu’ gözlerimle gördüm... Fenerbahçe taraftarı, “Yok öyle. Statlar bizimdir. Maç izleme hakkımızı elimizden alamazsınız...” diyordu.Korktum; çünkü bunu kendine ‘onur sorunu’ yapacak bir grup Beşiktaşlı üzerlerine saldırıp, aklıma bile getirmek istemediğim sonuçlara neden olabilirdi.Neyse ki olmadı, ama tribünü efendice terk eden Fenerbahçe taraftarı, polislerden eni konu dayak yedi. Ve onlar da, dayağın hırsıyla olmayacak bir işe kalkışıp, Beşiktaş semtinde cam-çerçeve indirdi.Şimdi, geldi-çattı bu maçın rövanşı...Hüküm kesildi; “İlk maça Fenerbahçeliler alınmadığından, Beşiktaşlılar’ın da bu maça alınmamasına...”Yani, ‘bir yanlışı ikinci bir yanlışla tedavi etmeye çalışmak’ diye formüle edilebilecek eski Türk geleneği yine hortladı.Şimdi bir felaket senaryosu yazalım...Karşılaşmaya 2000 biletli Beşiktaş taraftarı sızar. Saracoğlu’ndaki kale arkalarından birinde kümelenir ve maç başlayınca ‘işe koyulurlar...’İlk maçta olmayanlar olur ve iki taraftar arasında büyük bir kavga çıkar, polis müdahale edene kadar ortalık mahşer yerine döner.Ölen olmaz, ama yaralıları hastaneye taşımaya ambulanslar yetmez.Maç iptal edilir, taraftar sokağa salınır ve sokak aralarında irili ufaklı mini çatışmalar devam eder.Olmaz mı diyorsunuz?Bence de olmaz...Ya olursa?O nedenle, bu kararın bir an önce gözden geçirilip, Beşiktaşlılar’ın o tribünlere alınması şarttır.Çünkü bu ‘kontrol edilebilinir’ bir durumdur.Öteki ise tam bir başıbozukluktur.Benim düşüm ise bambaşka...Tribünlere yarı yarıya taraftar alınır. Karışık oturtulur. Böylece herkesin ötekine saygı göstermesinin olanakları yaratılır. İrili ufaklı kavgalar çıksa da, bu kavgalar yine tribündeki sağduyulu abiler, ablalar tarafından bastırılır.Kalabalık kendi kendini yönetir. Herkes adam gibi maç izler.O zaman insanlar, yanındakinden utanacaklarından küfür etmezler...Çoluk çocuk, kadın kız, genç yaşlı herkes maça gelir.Olmaz mı diyorsunuz?Bence de olmaz...Ya olursa? Ya olursa mı? O zaman hayatımızı yönetenler ne yapar?İşsiz kalırlar, değil mi?Onun için istemezler değil mi?İstemezler...
‘’İslam Çupi'den Tomas Jun'a!..‘’
Katlanılmaz durumlara rahatlıkla katlanan, akıldışı tutumları garip bir sakinlikle sineye çeken insanlar olduk.İki örnek... İlki Fenerbahçe’nin övüle övüle bitirilemeyen stadı Şükrü Saracoğlu’ndan...Evet, stat gayet güzel, tribünleri, koridorları, tuvaletleri... Girişleri ve özellikle çıkışları biraz sorunlu olsa da, onlar da içerideki ‘güzellikler’ karşısında ihmal edilebilir gibi.Fakat, yeni açılan ve ‘İslam Çupi’ adı verilen basın tribünü üzerine bir şeyler söylemek gerekiyor. Çok zorunlu olmadıkça maçları basın tribününden değil de taraftar arasından izlemeye çalışan biriyim. Çünkü, maç yazısı yazmamak lüksüne sahip ‘spor yazarları’ sınıfındanım.Son Gençlerbirliği maçında da Fenerbahçeli arkadaşlarımla sıcak locadan maç izlerken karşıda basın tribününde oturan arkadaşlar için içim cızladı. Telefon edip Tahir’i aradım, “Hocam bir şey görüyor musun, oradan?” diye... Tahir’in gözü bozuktur, ama gözlükle fena değildir. “Görüyorum, ama sadece topçuların kafalarını. Bilsem Ali Yağmur’un (oğlu) dürbününü getirirdim yanımda. Sanki helikopterden maç izliyoruz burada” dedi.Düşünün, stadın en üstünde dimdik koltuklar, gazeteci futbolcuları ancak kafa yapısından tanımak zorunda. Çünkü vücutları pek görünmüyor. Gerçi gazetecilerin arkasında taraftar olmaması gerektiğini emreden UEFA, ama arkasında tribün olmadan orta kata pekala iyi, geniş ve daha bol koltuğu olan bir basın tribünü yapılabilirdi diye düşünüyorum.Kimileri bunu bir gazeteci şımarıklığı diye de okuyabilir, ama öyle okunmasa iyi olur. Çünkü Fenerbahçe’ye gönül veren insanlar sadece o stada girebilenlerden oluşmuyor. Türkiye’de hatta Dünya’nın bir çok ülkesinde Fenerbahçe’nin durumunu merak eden yüzbinlerce insan var. Gazetecinin iyi yerde oturması, maça gidemeyenlerin o maça dair daha kesin bilgiler alması açısından elzem...Bir de Başkan Aziz Yıldırım bir buyruk vermiş: “Emekli gazeteciler bu maçlara gelmesin...” Allah Allah, bu tür kararların buyruk merciinin o olduğunu bilmiyordum.Garip bir transferİkinci gariplik Beşiktaş’tan...Sezon başında “Leblebi gibi gol atar” denilen ve attığı gollerle de iyi golcü olduğunu gösteren Ailton gönderilip yerine Trabzonspor’da takıma giremeyen Tomas Jun alınacakmış. Şimdi bu durum size acaip gelmiyor mu?Bir, bu arkadaşımızı Tigana istemiş olamaz.İki, Futbol Şube Sorumluları eğer Trabzonspor idmanlarını izlemeye gitmiyorlarsa en azından bu arkadaşımızı yakından tanıyor olamaz.Peki ne olabilir? Bazı menacerler Jun’u Beşiktaş’ın transferden sorumlu yöneticilerine önermiş olabilir. Peki bir soru? Böyle transfer Dünya’nın neresinde olur? Elbette, bir çok yerinde. Peki nerede olmaz? Barcelona, Real Madrid, Manchester United, Juventus, Chelsea vs.. vs..Beşiktaş’ın iki yakasının bir araya neden gelmediği daha mı iyi anlaşılıyor acaba? Ya da hızla katlanılmaz durumlara katlanan birileri mi oluyoruz?
‘’‘Bizim çocuk' Şifo Mehmet‘’
Rasathane Mahallesi’ndeki çiftekahvelere yakın bir yerlerde otururlardı. Hiç karşılıklı top oynamadık, ama o Ladikspor’da ben de 19 Mayıs Kulübü’nde oynarken bir iki hentbol maçında karşı karşıya gelmiştik Samsun’daki kapalıda. Ben 19 Mayıs Lisesi’nde, o ‘sanat’ diye kısaltılan Endüstri Meslek Lisesi’nde okurduk. Hani “Ağzı var dili yok” derler ya, o çocuklardandı.Efendiydi...Sonraları, alemin kısa ömürlü kral futbol dergisi ‘Meşin Yuvarlak’ta onunla ilgili bir şeyler de yazmıştım, “şöyle iyi adamdır, böyle iyi çocuktur” türünden. Hala aynı fikirdeyim, aynı yıllarda yakın mahallelerde büyüdüğümüz o zamanların ‘Bızdık’ı sonraların ‘Şifo’su şimdilerin ‘Memet Hocası’ iyi biridir. Sorumluluk sahibidir...İsviçre maçının ardından yaşanan kepazeliği adam gibi ortaya çıkıp üstlenme cesaretini bir o gösterdi ya, “Helal! Bizim mahallenin Beşiktaşlı çocuğuna da bu yakışırdı” dedim. “Ayıp ettim” dedi, “Sizleri utandırdığım için herkesten özür dilerim” dedi. Peki bitiş düdüğüyle birlikte, “İlk hedefiniz İsviçrelilerdir” diye takımı rakibin üzerine salan Fatih Terim ne yaptı? Çıt yok, kulağının üzerine yattı. Sanki ilk maçın ardından asar keser havalarda konuşup, çoluğu çocuğu dolmuşa veren başkasıymış gibi yaşananların sorumluluğuna dair tek kelime etmedi.Ya, koridora iki eli sopalıyı sokan Davut Dişli. Ondan da çıt yok. Peki Federasyon yöneticileri, onlardan da... Bir ‘Şifo Mehmet’, öyle mi? Adı batasıca gelenekNeden mi böyle? Çünkü bu bize ait bir devlet geleneğidir; “Bizim çocuksa yanlış da yapsa arkasındayız. Çünkü halka sökülürse zincir kopar.”Alın işte, hızlı tren faciası; Bakan koltuktan kıpırdamadı, kıpırdatılamadı.Alın işte, çocuk yuvası rezaleti; hiç bir siyasi oralı olmadığı gibi Bakan daha büyük siyasilerce korundu üstelik.Tiyatrocuları ayağa kaldıran Kültür Bakanı’nın, ayağına kadar getirttiği Sakal-ı Şerif muammasında iki üç imam ve müeezzini yiyerek çıkılmadı mı işin içinden?Ya son kepazelik! Şemdinli’de bir kitapçıyı havaya uçurduktan sonra halk tarafından yakalanan itirafçıyla birlikte olan ve savcının ‘bunlar çete’ diye fezleke hazırladığı askerler neredeyse kahraman ilan edilecekti.Tüm bu yaşadıklarımızın ışığında ‘Şifo Mehmet’in yaptığı daha da anlam kazanmıyor mu?Evet, ‘bizim çocuk’ yanlış yapmış ve yanlışını kabul edip gereğini de yaparak ‘bizim çocuk’ olduğunu cümle aleme göstermiş.Taraftar da yanlış yapar Hafta içinde Rıdvan Akar, Birgün Gazetesi’nde son Antep maçında Kapalı’dan Beşiktaşlı topçulara küfür edenleri eleştiren bir yazı yazdı. Akar’ın büyük bölümüne katıldığım yazısında yanlış bulduğum yerler de yok değildi. Örneğin; yazıyı okuduğumda, sanki benim ve kendisinin de aralarında bulunduğu tüm tribün, futbolculara küfür etmiş gibi okunabilirdi yazı. Çünkü tüm tribün ‘Çarşı’, ‘Çarşı’ da aynı şeyleri düşünüp, aynı tepkileri veren bir grup gibi duruyordu yazıda. Elbette Akar’ın muradının bu olmadığını tahmin edebiliyorum. Onunki yerli yerinde bir uyarı, sıkı bir ‘bizim eleştirimizdi.’Ama internet sitelerini okuyunca gözlerime inanamadım. İşi Rıdvan Akar’ı tehdide kadar vardıranlar bile vardı Beşiktaşlılar arasında. Bunu yapanlar da yukarıda saydığımız tuhaf siyasal kültürün türevi olan ‘taraftar yanlış yapmaz’a inananlardı elbette.‘Taraftar yanlış yapar’ hepimiz gibi. Önemli olan yaptığının farkına vardığında ya da uyarıldığında tıpkı ‘Şifo Mehmet’ gibi doğruyu ve gerekeni yapmayı bilmektir.
‘’Ner'den baksan tutarsızlık‘’
Hatırlarsanız Rıza Çalımbay da böyle ‘disiplin, disiplin’ diye girmişti sezona, ama nefesi ilk yarıyı çıkarmaya bile yetmedi. Bakalım Tigana, iki maç kaybedildikten sonra, yönetimden iki gravatlı, idman sahasına ellerinde fıstıklı baklava tepsisiyle girince aynı disiplinli tavrı gösterebilecek mi?Ama ben haberin buralarına değil, haberi yazan Süleyman Hatısaru’nun tuttuğu çeteleye takıyorum kafayı. İstatistiklerin futboldaki önemini küçümsemeyen, ama futbolu da istatistiklerle açıklamaktan ısrarla kaçınanlardanım. Ama, Süleyman’ın istatistikleri hakikaten çok çarpıcıydı. Haberi okuyanlar geçsin, atlayanlar dinlesin... Beşiktaş’ın önceki günkü idmanında kanatlardan yapılan 30 ortadan sadece 1’i gol yapılabilmiş. Doğal ki, bu durum Tigana’yı çileden çıkarmış. İkinci veri, kaleye atılan şutlarla ilgili; 250 şuttan sadece 39 isabet. Tigana bu kez, ‘küplere binmiş...’Doğrusu ya, bizim maçlarda tribünden gördüğümüz ve tıpkı Tigana gibi ‘çileden’ çıkıp ‘küplere’ bindiğimiz bu durumu nasıl oluyor da idman yaptıran onca antrenör, teknik direktör göremiyor, anlayabilmiş değilim.Haberden de anlıyoruz ki, İbrahim Üzülmez, Adem Koçak, İbrahim Akın, Ali Güneş, Ali Tandoğan, Ahmed Hassan maçlarda ne yapıyorlarsa idmanlarda da onu yapıyorlarmış. Ama geçen haftalardaki haberleri hatırlayın, ne diyordu çoğu; “İnönü’de taraftar baskısından oynayamıyoruz...” Ümraniye’de sadece kuş cıvıltıları var. Ama yine ne orta atılmış ne de şut, bakalım ne diyecek futbolcu arkadaşlar?100. yıl takımının bozulup yerine düşük kalibreli oyuncuların alınmasının doğal sonucunun bu olacağını görmek için ‘büyük futbol düşünürü’ olmaya gerek var mı?Gelin görün ki Rıza Çalımbay, Milliyet gazetesindeki röportajında düşündüklerimin inadına şöyler söylüyordu. Diyordu ki; “Beşiktaş’a Seba gerekli”. Yani, “Bu ortaları, şutları ben yaptıramadım. Eğer Süleyman Seba başkan olsaydı, siz o zaman görürdünüz ortaları, şutları...”Çileden çıkmamak işten değil. Sanki ben çalıştırdım bu milyon dolarlık oyuncuları da Beşiktaş bu halde. Ama, yediği yemeğin faturasını başka adrese göndermeye çalışan Çalımbay, küt diye çalıştıracak bir takım buluyor iki günde. Tıpkı, Sibel Egemen’in eski ve çok güzel bir şarkısı gibi “Hayret, dünya nasıl dönüyor hala...”Bütün bunlar yetmezmiş gibi öğreniyoruz ki; Beşiktaş, Antep’ten Lazarov’u almaya çalışıyor. Sorarım size, insan hayattan hiç mi ders almaz? Beşiktaş Yönetimi’nde futbol üzerine düşünen kimseler yok mu? Youla’dan ne fayda görüldü ki, Lazarov’dan medet umuluyor.Bir şarkı da nur içinde yatası Ahmet Kaya’dan;“Başım belada...Adamın biri vurulmuş sokakta,Cebinde adresim bulunmuş...Başım belada...Tabancamı unutmuşum helada...Ner’den baksan tutarsızlıkNer’den baksan ahmakça...”
‘’Bir de görebilsek‘’
Aslında maçı ‘Süper’de dinleyecektik. Süper, Bekar Sokak’ta Lig TV’den maçları izlediğimiz meyhane. Ama bir Galatasaray-Beşiktaş maçı meselesinden dolayı garsonlarla kapışıp kavga ettiği için ekip oraya değil, Taksim Oto Yıkama’nın üzerindeki ‘Erkal’ın Yeri’nde buluştu. Ekip şöyle; beş Beşiktaşlı, üç Galatasaraylı, bir de Fenerli... Köhne radyoda uzun süre Radyospor arandı. Nihayet bir telefon sonucu 95.6 frekansı olduğu tespit edildi, başlama vuruşundan hemen sonra maç dinlenmeye başlandı. Ses çok cızırtılı. Müteahhit Levent, radyonun kordonuna bir çatal bağlayınca, ses de netlik kazandı.‘Hani hoca penaltı!’İlk atak Sevilla’dan... Cordoba kurtarınca, Beşiktaşlılar’da büyük bir alkış koptu. Kime olduğunu duyamadık ama Fabiano, Beşiktaşlılar’dan birine arkadan girince, Serdar ayağa kalktı: “Hani hoca kart!” Cenk’in iddaa kuponunda maç Sevilla lehinde olduğu için bir süre içimizdeki ‘Sevillalı Cenk’le uğraştılarsa da, Kleberson’un nereye gittiğini anlamadığımız şutuyla tekrar maça döndük. Hayati’nin zulmü yüzünden Beşiktaş sempatisini kaybetmiş olan, Adana Demirspor tribününden yetişme, koyu Galatasaraylı Kerem koydu tespiti; “Bu iyi.” Levent devam etti: “Bu maçı rahat alırız.” Bir pozisyon... Nasıl olduysa Tümer yerde. Aynı anda üç soru; “Hani hoca penaltı?” Serdar dayanamayıp patlattı: “Bizimkilerde Fener forması olsa, kesin penaltıydı” 15. dakika... Tümer ortalığı karıştırdı. Spiker bağırıyor, bütün Beşiktaşlılar ayakta. Tezahüratı Adnan başlattı; “Saldır Kara Kartal ooo...” Bu arada adını en çok duyduğumuz Sevillalı Fabiano, sanıyoruz bir serbest atış kullanıyordu ki, Hayati kapalıdaki büyüsünü yapmaya başladı; “Zzzzıııtttt.”‘Ha Ailton ha Cenk!’Galatasaraylı Cenk, sürekli cepten iddaa sonuçlarını takip ediyor. Tam o sırada Ailton fırladı, vurdu, top herhalde tuhaf bir yere gitti. Adnan dayanamayıp, kadehten iri bir yudum çekti; “Şişman golcü diye başlık atmış şerefsiz İspanyol basını” dedi ve kadehi yere koydu. Kerem köşedeki Cenk’e çaktı Adnan’dan gelen topu: “Ha Ailton ha Cenk, ne farkları var! İkisi de aynı sıklette, Cenk de atamazdı bu golü.” Serdar kaçırmıyor spikerin arızasını; “Elin oğlu Adem Dursun’u bir çırpıda Ahmet Dursun yaptı, iyi mi!” Sevilla bastırıyor, “Bu pozisyonlar sahte pozisyonlar” diyen Kerem ekliyor: “Onu bunu bilmem. Harbiden tam Youla’nın maçı.” Dakika 27... Tümer yaklaşık 35 metreden vurmuş. Maçı cep telefonunun radyosundan kulaklıkla dinleyen Hayati yemin ediyor; “Allah belamı versin, bir santim üstten gitti” diye... 19. dakikada spikere göre Saviola üç kişiyi geçti fakat nasıl olduysa, Koray topu röveşatayla uzaklaştırdı! Masadaki kimse pozisyonu hayal bile edemedi. Bu ara Galatasaraylı Cenk tulavele gitti.Cordoba acaba ne yaptı?Ve dakika 31... Beşiktaş ilk korneri kazandı. Hayati bağırdı: “Kilitleyin şunu içeri!” Ne oldu anlamadık, Cordoba bir şeyler yaptı bir dakika sonra. Spiker öyle bir ses tonuyla konuşuyordu ki, bütün masa Beşiktaş’ın gol yediğini zannetti. Epey sonra anladık ki, Cordoba topu son anda tokatlamış ve felaketi savuşturmuş. Meyhanede gürültü yüksek. Ali Tandoğan’la birlikte bütün masa, topu rakip sahaya taşıdı! Ama ne Beşiktaş forveti ne de masadan biri bir türlü topa dokunup, golü yapamadı. Küfür kıyamet! İbrahim soldan daldı, orta yapacak ama Serdar’la Hayati öyle bağırıyorlar ki, çocuğun dizi titredi ve haliyle topu kaybetti. Tahmin edersiniz ki, Serdar da Hayati de bastılar oğlana küfürü! Masanın en ciddisi Adnan... Sürekli bıyıklarıyla oynuyor ve ağır ağabey edasıyla, “Beyler biraz sessiz lütfen” diye gençleri uyarıyor. Ve Cenk müjdeyi verdi; “Aha da Brondby attı!”‘Tam bir Haçlı seferi’İlk devrenin son dakikasında Ali’ye arkadan müdahale etti Luis Fabiano. Masadaki hiç kimse anlayamadı neden kart olmadığını. Hayati dayanamadı; “Ya resmen bir Haçlı Seferi bu” diye patlattı. İlk yarı da alkışlarla ve “Kıskananlar çatlasın tezahüratıyla” bitti. Anladık ki Sevilla ikinci yarıya iyi başlamıştı. 51’de Saviola çakmış, spikere göre Cordoba yüzde 99’luk bir golü kurtarmış. Yazık ki, Saviola yüzde 1’lik bir işi daha yapamamış. Bu nasıl bir oransa! Yine bir Sevilla atağında Çağdaş topu çizgiden çıkarınca, Serdar’a göre: “Kudurdu şerefsizler. Kuduran sadece Sevilla değil, Cenk de kudurdu. İddaa kuponu yatmıştı, ilk yarı 1, ikinci yarı 1 oynamış. Cordoba yine müthiş bir kurtarış yaptı, dakikayı anlayamadık. Kadehlerden iri birer yudum çekti Beşiktaşlılar.‘Youla ve Pancu lazım’Fabiano, Okan’a faul yaptı. Ama genel kanaat şu ki, taraftar baskısı yüzünden hakem kırmızı kart gösteremedi Sevillalı’ya... “İkinci devre gerildik” dedi Hayati. Masa hemen bir oyuncu değişikliğine gitti; “Youla ve Pancu lazım bu takıma” dedi herkes. O ara Cenk verdi haberi; “Lucescu ikiyi de attı” Sürekli kurcaladığı cep telefonundan öğreniyoruz ki, Shaktar, Stuttgart’a iki tane çakmış. Adnan’a göre Trapattoni ve Lucescu gibi iki kurdun kapışmasından, bizim kurt galip çıkmış. Ne oldu, nasıl oldu anlayamadık. Bir gol yedi Beşiktaş. Bir kaç dakika sonra öğrendik ki, golü Saviola atmış. Ağır çekim tekrarı da olmadığı için üzerinde fazla durmadık golün. ‘Nasıl olsa bir tane de biz atarız’ diye... Daha golü konuşamamıştık ki, ikiyi yedi Beşiktaş. Masaya ağır bir hüzün çöktü. Yüzde 99’lük bir gol kaçırdı Ailton. Bu da spikerin ifadesi. Masa o kadar üzgün ki, kaçan gole bile kimse hayıflanamadı.Masa bir anda karıştıBu ara Galatasaraylı Gürol ve Cenk ile Beşiktaşlı Serdar, inceden gerildi. Ama ağır ağabey Adnan duruma el koyup, raconu kesti: “Arkadaşlar maçı göremiyoruz, sessizlik lütfen.” Masa iyice karıştı. Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar birbirine girdi. Bu gerginliği Adnan da yatıştıramadı. Masa koptu. Kimse radyoyu dinlemez oldu. 76’da masadaki gerginlik yatışır gibi olduysa da, Galatasaraylı Cenk’in Süper Kupa ve UEFA Kupası hatırlatmasıyla ortalık yine alevlendi. Dakika 80... Bağırış, çağırış gırla gidiyor. Tacize dayanamayan iki Galatasaraylı Kerem ve Gürol hesapları ödeyip, masayı terkettiler. Artık maça ilgi sıfır! Bu arada bir gol daha oldu: 3-0. Anlaşıldı ki bu masa, maç dinlemeyi değil maç izlemeyi daha iyi beceriyor.
‘’Protesto iyidir...‘’
Neymiş, Beşiktaşlı futbolcular tribünden gelen tepkiler üzerine İnönü Stadı’nda konsantre olamıyor, korkudan oynayamıyorlarmış. Tribün protestosundan şunun şurası iki haftadır söz edilebilir...Peki ya, Beşiktaş takımının oynadığı kötü futboldan, kendini geliştiremeyen futbolculardan, sürekli puan kaybettiren oyun anlayışındaki - siz bunu taktik diye okuyun - manasız ısrardan, ısrarla bir ‘B planı’ olduğunu söyleyip UEFA Kupası maçı öncesi takımı sahaya hocasız çıkaran yönetimin anlaşılmaz tutumundan ne kadar süredir söz edebiliriz.Epey zamandır değil mi!Sorun şu ki ve herkes biliyor ki; Beşiktaş tribünün protestosu her defasında yönetimi devirmiştir.Bunun önünde durabilmek, o kadar mümkün değildir. Düşünün ki, Süleyman Seba dönemi bile tribün protestosuyla sona ermiştir.Şimdi çıkıp da, “Biz sokağın sesiyle hareket etmeyiz” demek, o protestodaki samimiyeti anlamamak demektir...Eğer taraftardan yükselen tepkiyi ciddiye almaz, o protesto içindeki geliştirici bilgiyi kullanmayı beceremezseniz, üzgünüm ama koltuğa bağlansanız bile duramazsınız.Bugünlerin gelişi, Mircea Lucescu’nun gönderildiği günlerden belliydi.Bunu, aralarında benim de olduğum bir grup insan ısrarla ve ısrarla her defasında dile getirmeye gayret etti. Ama bu sözler ciddiye alınmadı.O günden bu yana çoğu zaman doğru kararlar verilemedi ya da alınan doğru kararlarda ısrar edilemedi ve bu noktaya gelindi.Yanlış hocada ısrar edilirken de, hoca yanlış taktik verip yanlış oyuncu tercihinde ısrar ederken de, Beşiktaş’ın işine yaramayacak oyuncuların alınmasında da kararları alanlar, burunlarının doğrusuna gitmek yerine eleştirileri dikkate alabilselerdi, emin olun bugün farklı şeyler konuşuyor olacaktık.Beşiktaş taraftarı iki maçtır kendi tribününü işgal ediyor.Peki ama neden?Yanıt basit; iyi futbol izlemek istiyorlar da ondan. Onlar Ailton’u, Cordoba’yı, Kleberson’u protesto ediyorlar mı?Hayır...Ya aslında kimi protesto ediyorlar; görevini yapamayanları, görevini yapmak için elinden geleni yapmayanları...Unutmayalım ve korkmayalım; protesto iyidir, geliştirir.Kulak vermek de protesto edilenin menfaati icabıdır.Kendi yapıp ettiklerini bir kez daha düşünmek ve yanlışını düzeltmek için bir fırsat verir protesto. Ama protestoyu yıkıcı bir şey gibi algılamakta ısrar ederseniz, evet, protesto yıkar da...
‘’Soru sormak iyidir!‘’
Sorum şu;Aylarca birbirimizi kırıp geçirdiğimiz tartışmaların baş karakteri Ersun Yanal’ın başında olduğu takım acaba bu grubu ikinci bitirebilir miydi?Biraz Yanal’a haksızlık mı ettik nedir?Çıkarımlarımın ikincisi, Rıza Çalımbay’a ilişkin...Fatih Terim’in kurtarıcısı olan Tümer Metin, malum Beşiktaş’ın oyuncusu ve Tümer bir kaç haftadır şöyle dişe dokunur bir maç çıkaramadı kendi takımında.Tıpkı, özelliklerine göre oynatılmadığını düşündüğüm Ailton gibi...Terim, Tümer’i öyle kullandı ki, oyun içinde, ‘tahta’ tabir edilen sağ ayağıyla bir gol bile attı Tümer...Almanya maçında da Halil’in gol olan topunda direkten dönen şutu da aynı ayağıyla atmıştı hatırlarsanız.Peki aynı Tümer, Beşiktaş’ta neden kendini Milli Takım’daki gibi gösteremiyor?Acaba, Rıza Çalımbay’ın takım dizilişiyle ilgili olabilir mi?Onca parayı verip Ailton’u almak yerine, acaba bu oyun kurgusu içinde Ersen Martin daha mı iş yapardı, o mu alınsaydı, ne dersiniz?Çalımbay’ın oynattığı yavan futbol içinde bir futbolcunun kendini geliştirmesi de hemen hemen imkansız kanımca.Örneğin; Veysel Cihan...Çalışkan ve son derece gayretli bir oyuncu olduğundan zerre kadar şüphe duymadığım Veysel’in sizce bu Beşiktaş’ta kendisini geliştirmek gibi bir şansı var mı?Rıza Çalımbay, haklı olarak Beşiktaş’ın tüm düzenini kendi isteği doğrultusunda kurgulamak istiyor. Takımın hocası olduğu ve sorumluluk da ondan olduğu için bu onun hakkı, yapabilir. Örneğin; bilgisinden, yaptığı işlerden her zaman emin olduğum Erdil Arpacı’nın sportif direktörlükten ayrılmasında acaba Rıza Çalımbay’ın isteklerinin etkisi olmuş mudur, dersiniz?Umarım olmamıştır...Unutmayalım ki, işler son iki maçta olduğu gibi hep tıkırında gitmeyebilir. Peşpeşe iki beraberlik ya da mazallah iki mağlubiyet sonrası Çalımbay’ın yeterliliği üzerine yeniden tartışmaya başlayacağımızdan emin olalım.. O nedenle ortalığı kırıp dökerken, sonra bu enkazın kaldırılması ve onarım için harcadığımızın üç beş katı enerji harcamamız gerektiğini de akıldan çıkarmayalım...Ve yine unutmayalım; “gözümüzdeki kıymık, en iyi büyüteçtir...”