İlaçları daha bulunamadı

Haberin Devamı ›
Türk vatandaşlığına geçenler İstiklal Marşımızı öğrenir oldu. Balkanlar ve Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerden gelenlerin dışında da Türkçe konuşanlara rastlıyoruz artık. Peki ne değişti?İstiklal Marşı okuyan yabancı futbolcu benim bildiğim sadece Marco Aurelio var. Bir de Daum’u hatırlıyorum ki, onun yaptığına da okumak değil, daha çok okuyor gibi yaptığını göstermek denebilirdi. Bunun neden yapıldığını bilmiyorum ve anlamakta da güçlük çekiyorum. Ben İngiliz vatandaşı olmak zorunda kalsam sanırım böyle bir gayretkeşlik içine girmezdim. Türkçe konuşan yabancı sayısının artması meselesine gelince, bunun da ‘profesyonelliğin’ bir gereği olduğunu düşünüyorum. Sahada diğerleriyle anlaşabilmek, idmanda hocayı anlayabilmek için bu ülkenin dilini bilmeleri iyi olur. Ne var ki, bunu da daha çok ‘Anadolu takımları’nın yabancı oyuncularında görüyoruz. Örneğin Nobre, 4 yıldır Türkiye’de ama hâlâ tercüman kullanıyor. Peki bu önemli mi? Bence futbol bağlamında değil. Futbolun bir dili varsa onun tıpkı matematiğin dili gibi ‘evrensel’ olduğunu düşünüyorum. Bu ülkenin dilini öğrenmenin direkt futbola değil de daha çok bu ülkede yaşayanların, kültürlerini, reflekslerini anlayabilmek için gerekebilir. Dil öğrenmenin yararı şüphesiz yüksektir ama kanımca futbol için ‘olmazsa olmaz’ koşul değildir.Başkanı, futbolcusu, taraftarı, herkes şampiyonluktan söz ediyor. Ve artık Tigana’nın hakkını teslim etme zamanı gelmedi mi?Türkiye’de futbolu yöneten, oynayan, izleyen herkesin ortak dili bu. Ben bunu biraz mizahi, epey samimi buluyorum. Burada taraftarı ayrı tutarak şunu söyleyebiliriz. Futbolcu da yönetici de biliyorlar ki, uzun vadeli planlama, strateji gibi kavramlar Türkiye’de makbul kavramlar değildir. Hedef, şampiyon olmaktır. O nedenle hedefi belirleyip menzili kısaltacak demeçler vermek maharet sayılmaktadır. E, ben de onlara derim ki; madem hedefi uzun değil kısa vadeli koyuyorsunuz, o zaman tribünlerden gelen tepkilere de katlanacaksınız. Tigana’ya gelince.. Elindeki malzemeden çıkabileceğin en iyisi şimdilik bu. Yani düşük tempoda oynayarak, rakiplerini uyutan ve golünü atıp maçı kazanan bir takım. Beşiktaş’ın iyi savunma yapıyor gibi görünmesinde, aslan payını Runje’ye veriyorum. Özellikle Türk oyuncular hep yerinde saydıkları için değil Tigana Mourinho, Lippi ya da kimi getirseniz sonuç farksız olurdu. Çünkü, Akın ya da Burak gibi ‘yıldız adayları’nın kendilerini zihinsel olarak geliştirmelerini sağlayacak bir ilaç henüz bulunamadı.Gençlerbirliği, kötü dönemlerinde bile üç büyüklere kök söktüren kimliğiyle biliniyordu. Oysa Beşiktaş, pozisyon bile vermeden 3 puanı aldı. Üstelik Bobo’suz, İbrahim Üzülmez’siz.Beşiktaş gittikçe iyi kapanan ama hala iyi açılamayan bir tarzda oynuyor. Gençlerbirliği gibi ‘sert oynamayı’ seven bir takıma karşı bundan daha iyi oynayabilir miydi? “Evet” oynayabilirdi. Ama artık şampiyonluk hattına girdiği için gerek oyuncular gerekse hoca üzerindeki psikolojik baskı Beşiktaş’ı daha kontrollü bir takım olmaya zorluyor. Yani Beşiktaş taraftarı ligin sonuna kadar bu “avuç içi kadar mutluluk”la yetinmeye hazırlamalı kendini. Ama hakkını vermek gerek Tigana, bunca badireye rağmen takımı iyi topladı.PAF maçında Gökhan Çalışır, hakem Yiğit Pisin’e bir kararından ötürü yumruk atıyor. Gencecik bir futbolcunun, beğenmediği bir kararı nedeniyle hakeme saldırması, top yekün cinnetin yansıması mı?Türkiye, hepimizin gözü önünde gittikçe acayipleşen bir ülke olma yolunda. Neredeyse her hafta memleketin bir yerinden çeşitli gerekçelerle ‘linç haberleri’ geliyor. Hâlâ, okullarda ‘yurdumuzun düşmanlarla çevrili’ olduğu retoriğiyle büyütülüyoruz. ‘Biz’den olmayanların ‘bizi’ yerimizden edeceği korkusuyla büyüyoruz. Bu ‘linç kültürü’nden küçücük çocukların da nasiplerini almaması düşünülemez.Futbol da, bu hastalıklı şiddet hislerinin gündelik hayatta su yüzüne çıkması için olağanüstü fırsatlar sunuyor. Düşünsenize, Hrant Dink suikastı sanıklarından Yasin Hayal’in takımı onu tanıtırken Trabzon’daki McDonald’s’ı bombalamasını hatırlatarak “Bombacı Yasin takımımızda” diye yazmıştı internet sitesine. İş bu kadar hastalıklı bir yere varınca bacak kadar Gökhan Çalışır’ın neden hakime saldırdığını daha rahat anlayabiliriz. Bu, toplumdaki şiddet kültürünün bir yansıması. Eğer takımlar oyuncularına sadece teknik ve taktik idmanlar değil, dostluk, arkadaşlık, ahlak, ‘ötekine saygı’ gibi değerleri öğretebilmenin bir yolunu bulamazsa bu olayların önüne geçilemez. Doğrusu ya, bu sorunu ülkeyi ve futbolu yönetenlerin ciddiye aldıklarını da hiç sanmıyorum. Çünkü, şiddet iktidarı besler...Hazırlayan: Ayhan Yılmaz