Değişti mi değişmedi mi?
Haberin Devamı ›
Terim diyor ki: Yunanistan maçı milli dava değil sadece maç... İsviçre olayından sonra İsviçre’den tek ses çıkmadığını söyleyerek, bize “Ses çıkarmayın gördüklerinize” demeye getirmedi mi? Hani bu sadece bir maçtı.1- “Vazgeçtim bu dünyadan/Dünyamdan vazgeçtim ama/Seni yalnız komak var ya/O koyuyor adama” yazmış bir Shekaspearesever, küfürden ötürü boş olan tribüne. Bu bir körlük mü, aymazlık mı?Artık ‘Shekaspeare’in 66. sonesi’ mi diyelim, yoksa Can Yücel’in ‘biz’leştirdiği şahane çeviri mi, bu şiirin en çok da Beşiktaş tribününe yakıştığını söylemek isterim. Tribünün küfür nedeniyle kapatıldığı doğru. Ama stada gelenlerin tamamının küfrettiğini düşünerek maçı taraftarsız oynatmak, bu ülkede hukukun nasıl algılandığını göstermesi açısından da ibret verici. Suç, şahsidir. Yani, Hitler dünyanın başına bela oldu diye bütün Almanları ‘Nazi’ diye damgalamak gibi bir şey bu. Ben küfür etmedim, tribündeki arkadaşlarım da... Ama kombinem olmasına rağmen maça gidemedim. Neden başkalarının işlediği bir suç için biz cezalandırıldık?“Adaletin olmadığı yerde barış olmaz” diyelim ve devam edelim. Küfrün ortadan kalkmasını mı istiyoruz? Evet... O zaman ilk olarak ‘adil’ olacağız. Bütün statlarda küfür gırla giderken, siz mimlediğiniz bir stadı kapatıyorsanız ya da değil küfür, insanların kitleler halinde birbirini bıçakladığı bir stadı kapatamıyorsanız, orada ciddi bir sorun var demektir. Bu şunu gösterir, sizin adaletinizin terazisi bozuk. O zaman istediğiniz kadar yasalardaki cezaları artırın, hiç bir şey olmaz. Bence tribüne bu şiirin asılması hala hayata dair umutlarımız olduğunu gösteriyor. O tribünlerde kalbi, vicdanı, sevgisi, aklı olan çocuklar da var. Ve onlar olduğu sürece hayatımız daha da güzelleşecek.2- Düne kadar ‘çırak’ diye nitelendirilen Bobo’suzluk bile, takımın oyununu temelden olumsuz etkiliyorsa, ‘temel mi çürük’ denmeli, yoksa sistem mi?Beşiktaş’ın temel sorunu, oyuncular arasındaki kalibre farkı. Yetenekli yabancı oyuncularla, daha az yetenekli yerli oyuncular arasındaki açı o kadar geniş ki, bu futbolculardan ‘iyi çalan bir orkestra’ için ‘akort’ tutturmak gerçekten güç. İyi futbol için ‘gerekli şart’ olan samimiyet, güç, gayretkeşlik yerli oyuncularda var, ama ‘yeterli şart’ olan beceri, kendini geliştirme ve ilerlemeye açıklık maalesef ilki kadar güçlü değil. Hal böyle olunca birbirine bu kadar benzemeyen oyunculardan kurulu bir ekibi ‘takım’ haline getirmek de zaman istiyor, güç istiyor ve fazlasıyla enerji istiyor. Yine de Beşiktaş, kötü oynuyor olmasına rağmen direnci sayesinde ligin ikincisi durumunda. Kısacası; sorun sistemden öte futbolcu mentalitesinde gibi...3- Karşıtları anladık diyelim. Peki Futbol Federasyonu’nun yanında olan bir kulübün, ‘Engellenmezsek sezon sonu şampiyonuz’ açıklaması, hangi endişelerin bir sonucu olabilir?Bana kalırsa, hiç bir endişenin... Bunu, tamamen Türkiye’de futbolu yönetenlerin ‘ortak dili’ olarak okumak gerek. Benzer ifadeleri diğer kulüp yöneticilerinden de duyabiliriz. Örneğin Fenerbahçe yöneticisi Ali Koç da, “Son 4 maça 9 puan önde giremezsek şampiyonluğu bize bırakmazlar” dedi. Bu ve benzer örnekleri çoğaltabiliriz. Ben futboldan keyif almak, onunla eğlenmek, maça gittiğimde kendim için bir şeyler öğrenmek isteyen biriyim. Maça giden arkadaşlara tavsiyem de futbola bu gözle bakmalarıdır. “Yönetici onu dedi, kulübün bu kadar parası var, yeni projeler şunlar” gibi endüstriyel futbolun zihnimizi kirleten diliyle ilgilenmek, bizden olmayanlarla ilişki kuramamamıza, hatta onlardan nefret etmemize neden olabilir. Bu tuzağa düşmeyelim ve umudumuzu yitirmeyelim.4- Terim, Yunanistan maçı için; “Bu milli dava değil” diyor. İsviçre maçında yaşananlar unutulmadan soruyorum, “Terim değişmiş mi olabilir, dönüşmüş mü?”Terim doğru söylüyor. Sonuçta futbol bir ‘oyun.’ Bütün oyunların eğlenceli yanı kazanmak, öğretici yanı ise kaybetmek. Bu doğru tespitine rağmen ben Terim’in değişmiş olduğunu düşünmüyorum. Elbette tecrübe, yaşanmışlık, insan üzerinde olgunlaştırıcı etkiler yapar, ama Terim gerginliğindeki, Terim sertliğindeki birinde bu olgunlaşma biraz daha geç temayüz eder. Şimdilik işler yolunda gidiyor. Hele bir kaybedilmeye görsün, işin esası o zaman ortaya çıkar. Terim’e “Futbol Federasyonu ya da kulüp başkanı olmak ister misiniz?” diye sorulduğunda, “Hep teknik direktörlük yapmayacağım. O zaman yerimi alacakları işaret ederim” diyor. “Yerine geçeceği işaret etmek.” Tam bu ülkenin siyasal iklimine, ‘imparator’ kültürüne uygun bir söylem. İsviçre maçından sonra 7 milyonluk İsviçre’den tek ses çıkmadığını söylüyor. Bizim gibilere de, “Siz de ses çıkarmayın gördüklerinize” demeye getiriyor. Eee, hani bu sadece maçtı, milli bir dava değildi. Ne var yani biz de desek ki; “İsviçreli arkadaşlara ayıp eden bizim çocuklar cezayı hak ettiler. Biz veremedik cezayı, sonra gidip adamların kapılarında yattık ‘az ceza’ diye. Bu toprakların çocuğu olarak benim onurumu hem sahada yapılanlar, hem de az ceza için batılıların kapılarında yatanlar daha fazla kırdı.” Kötü bir şey mi söylemiş oluruz. Hani futbol kaybettikçe öğrendiğimiz bir oyundu. Fatih Terim, arada bir doğru şeyler söylüyor olsa da, henüz olumlu yönde değiştiğini gösteren bir dil kullanmıyor.