‘’Beşiktaş duruşu gerek‘’
Beşiktaş’ta Yıldırım Demirören dönemi sona erdi. Başkan giderken 103 milyon TL’lik alacağını hibe etti. Sizce bu durum Beşiktaş’a yakıştı mı, yoksa kulübü incitecek bir davranış mıydı?
Bir parça okuma yazma bilenler Yıldırım Demirören’in hem ‘geniş zaman kipi’ hem de ‘şart’ koyduğunu gözden kaçırmamıştır. Bir kere Demirören “Ettim” diyerek kesinlik belirtmedi ve ‘hibe’yi ucu acık bıraktı. Çünkü kanımca yeni yönetim oluşurken ‘belirleyici aktör’ olmak istiyor. Diğer yandan ise “Ederim ama” diyerek gelecek başkanların da aynı biçimde davranması şartı getirdi. Kulübün Başkan’a borçlu olmasını tuhaf ve anlaşılmaz bulmak, bu durumun aynı zamanda kulübün doğru yönetilmediğinin itirafı olduğunu düşünmek yerine garip bir ‘bayram havası’ esmesi meselenin ahlaken de yerlerde süründüğünü gösteriyor. Demirören yönetiminin icraatları Beşiktaş genlerini öylesine bozdu ki, şu rüküş ‘hibe’ gösterisi sanırım az sayıda Beşiktaşlıyı ‘incitmiştir.’ Sonuçta gelinen durumu başka organlara metaztas yapan kansere benzetebiliriz. Genetiği bozulan hücre ahlaka da sıçrıyor! “Kurtulduk” diye aceleyle sevinmek yerine bu gösteriye itiraz etmek benzeri olumsuzların gelecekte oluşmasını engellemenin de yolunu döşer.
Siyah-Beyazlılar’da Serdal Adalı başta olmak üzere bir çok isimin adı başkanlık için geçiyor. Tıpkı Demirören’in ilk dönemi gibi Adalı’ya da taraftarlar daha mı sıcak bakıyor?
Büyük sorunlardan biri de taraftarın ‘transfer arsızı’ haline gelmiş olması. Bu doyurulamayan arzu kulüp imkanlarının hovardaca heba edilmesine yol açtı. Serdal Adalı ya da bir başkası ‘Demirören çizgisi’ni izlerse Beşiktaş’ı o çok sözü edilen ‘marka değeri’ de kurtaramaz. Ayrıca Adalı ‘içerde’yken taraftarın hatırı sayılır bölümünün onayını alan “Aklanın da gelin” hukuk bilmezliğinin yarattığı mahcubiyetin bir “özrü” gibi duruyor Adalı’ya gösterilen bu ilgi.
Yeni başkan ve yönetim sizce küçülmeye mi gitmeli, yoksa “Futbol kulüpleri borçla beslenir” diyerek yıldız transferlere devam mı etmeli?Ben iktisattan ya da işletmeden anlamam. ‘Küçülme’ değil ‘planlama’ demek doğru olur. Olanakları belirleyerek yeni bir yapılanmaya gitmek ve inandırıcı hedefler koymak! Bunu da doğru kavramlarla ifade ederek taraftarı da bu işe seferber etmek. Yani o çok sözü edilipte bir kere bile gösterilemeyen ‘Beşiktaş duruşu’nu ete kemiğe bürümek...
Öte yandan Trabzonspor maçı başta olmak üzere Beşiktaş’ı bekleyen ciddi sınavlar var. Bu yönetim belirsizliği futbol takımını da olumsuz yönde etkiler mi?
Futbol ‘duygusal’ bir oyundur, kuşkusuz ki etkiler. Ödemeler gibi oyuncularla kurulacak ilişkilerde de sorunlar çıkabilir. UEFA garantileri düşünülünce yabancı oyuncular da sıkıntı olmaz ama yerli oyuncular için o denli rahat konuşamıyorum. Ancak ne kadar eleştirsek de işlemekte olan bir düzen olduğunu da gözden kaçırmamak gerek. Kısa vadede ciddi sorunlar yaşanacağını tahmin etmiyorum... Trabzonspor’la oynanacak maç başkansız Beşiktaş’ın ilk ciddi sınavı olacak. Kanımca bu karşılaşmayı kazasız geçerse, Galatasaray- Fenerbahçe arasındaki yarışı daraltacağı makasla, Play-Off’a sanıldığı kadar fazla puan kaybıyla girmeyelibilir.
‘’Gayret yetmedi‘’
Bu bölümde tempo yapan Galatasaray, golü bulamazsa devamında ‘kontrol futbolu’na geçiyordu. Gerçi futbol tam da böyle, Marquez’in, ‘Kırmızı Pazartesi’nde anlattığı hikaye misali, olacakların önceden bilindiği ama engellenemediği bir oyun. Beşiktaş takım yapısı itibariyle kontrol edeceği bir oyunda ipin ucunu üç defans oyuncusunun kollektif hatası sonucu yediği golle elinden kaçırdı.
Emre-Engin-Selçuk üçlüsüne geriden Eboue ve Hakan Balta, önden ise Necati katkı verince ilk yarı boyunca orta saha üstünlüğü uzun süre Galatasaray’ın elinde kaldı. Orta sahada daha etkin olan Galatasaray, hem tempoyu ayarlama hakkını elinde tuttu, hem de Beşiktaş’ı savruk ve dengesiz hücumlara mahkum etti. Kendi ise aksine planlı ve ne yapmak istediğini bilerek yüklendi. Ne var ki, Necati’nin orta sahaya yakın oynamasının kaçınılmaz sonucu forvet teke düşünce onlar da hücumda zenginlik yaratamadı.
Beşiktaş daha çok taktik, disiplin yerine doğaçlamalarla iş bitirmeye yatkın. Artık disiplinsiz değil, açık, seçik şımarıkça oynayan Quaresma ile hücum ederken Galatasaray hep şaşırtmacaya dayalı ‘sürpriz’ işlerin peşindeydi. İkinci yarıda peş peşe gelen gollerin ardından Beşiktaş orta saha baskısını kırıp, vitesi yükseltince hem tempoyu hem de oynama arzusunu artırdı.
Elbette Egemen’in sakatlığı, sık oynanan maçların yorgunluğu, takımın aklı Fernandes’in yokluğu gibi olumsuz faktörlere rağmen ikinci devre hep oyunda kaldı Beşiktaş. Ne var ki, maç boyunca üç ciddi pozisyonu da gol yapan Galatasaray, Almeida’nın yapamadığını Elmander’le yapınca geriye övülecek sadece gayret kaldı...
‘’Hafife almadan‘’
“İlk yarıda bir gol yeriz, maç bitene kadar kanser oluruz.” Genç kahinin kehaneti en azından kendisi için gerçek oldu. Maçın iki takım için de dengede geçeceği Braga’daki net galibiyetten belliydi. Esasen maç orada da dengede geçmişti. Ama daha sakin olup olgun kontrataklar geliştiren Beşiktaş, İnönü’ye avantajla dönmüştü. Golü yiyene kadar Beşiktaş yine sakindi. Adeta Braga’daki maçı kopyalıyordu. Kontrol, sakinlik ve fırsatını bulduğu anda işi bitirme gayreti. Lakin 25. dakikada gelen gol tribündekileri olduğu kadar sahadaki Beşiktaşlıları da tedirgin etti. Ta ki Necip-Almeida değişikliğine kadar. Bu değişiklik Beşiktaş’ı rakip ceza sahası önünde daha etkin kılınca en azaından ilk devre için telafi edilemez pozisyonların oluşmasına engel oldu. Çünkü Beşiktaş o dakikadan sonra hücumda kendini göstermeye başladı.
İkinci devrenin ilk dakikalarını ihmal edersek 75. dakikaya kadar Beşiktaş’ın planı gayet iyi işledi. Hücumda Beşiktaşlı futbolcular her kendini gösterdiklerinde gol sinyali veriyorlardı. Bu da Braga’yı tedirgin etti. Ve beklendiği gibi 75’ten sonra arkada boşluklar bırakma pahasına da olsa Braga yüklendi ama Beşiktaşlı oyuncular gerek panik, gerek tedirginlik, gerekse organizasyon bozukluğu nedeniyle topu rakip sahaya taşımakta zorluk çektiler.
75. dakikadan sonra bir Beşiktaşlı’nın tribünde olmasını istemezdim. Öyle ki taraftar dönem dönem gerginlikten tezahüratı da unuttu. Her şeye rağmen ilk maçın skorunun verdiği rehavete kapılmadan ve rakibini hafife almadan oyunu dengeye getirmeyi beceren Beşiktaş yenilmiş olsa da rahatlayarak önemli bir eşiği de geçti. Şimdi Fernandes’siz derbide Carvalhal’in neler tasarlayacağı herkes gibi benim de merak ettiğim bir husus.
‘’Önce soğuk sonra sıcak!‘’
Bu soğuk havada maça gelen sevenlerini de boş yere üşütmüş oldu. Bunda ligin ilk yarısında Ankara’da oynanan maçın psikolojik etkilerinin de olduğu söylenebilir. Ne var ki bu, Beşiktaş iddiasındaki bir takımın oynadığı oyunu açıklamaya yetmez. Evet, ayağa oynayan ve bunu becerdikçe de rakipleri için hep zorlu bir takım olan Gençlerbirliği yine kendi ezberini sahaya yansıttı. Ersan ve Fernandes’in çifte hatasından gelen golde de uygun adamlarla ayağa oynama formülünü başarıyla uyguladı. Beşiktaş ikinci devreye bambaşka bir kimlikle çıktı. Neredeyse, sezon ortalamasını ikiye katlayan kanat organizasyonlarını başaran Beşiktaşlı futbolcular, iş orta yapmaya gelince yine sezon ortalamasına gerilediler. Gerek Quaresma’nın bulunduğu sol kanat, gerekse Tanju’nun sakatlığının ardından Ekrem’in kullanndığı sağ kanat işliyor olsa da sonuç konusunda kısırdı. Ekrem’in Almeida’ya attırdığı golün öncesindeki, Quaresma-Ekrem- Almeida kombinasyonu bir takım için ideal hücum biçimiydi. Beşiktaş’ın bu ve benzer pozisyonları çoğaltamıyor oluşu, gözlerin fazlaca Fernandes’e dikili oluşundan. Manuel Fernandes bu takımın kuşkusuz ‘aklı.’ Yine de bu maçta bir kez daha görüldü ki, Ernst ve Veli Kavlak ve çıkana kadar Necip, Fernandes’i Fernandes yapan asıl karakterler. Özellikle görev bilinci üst seviyede olan ve taktik anlayışa son derece sadık olan Veli, bir futbolcunun takımına ne tür katkı yapabileceğini göstermesi açısından güzel bir örnek. Bu arada maç boyunca kendi triübünlerinde bile protesto edilen Yıldırım Demirören’in, TFF Başkan adaylığı için adının geçiyor olması da ülke futbolunun garip bir ironisi olsa gerek.
‘’Oynayanla oynuyor‘’
Temel kuralı ‘top oynatmama’ üzerine kurulu memleket futbolundan uzaklaşan Beşiktaş ligde yapması gerekenleri Braga’da yaptı; sakinlik, temkin, tempo, kontrol. Takımın yükünü çeken ağırlık merkezi hata yapmayınca Braga’da neredeyse pozisyon bulamadı. Sivok, Egemen, İbrahim Toraman, Tanju, Veli, Necip ve Ernst gibi takımın yükünü çeken bir kalabalığın oluşturduğu ağırlık merkezi maçın yıldızı Fernandes’in işini de iyiden iyiye kolaylaştırdı.
Fernandes topu her ayağına aldığında, ki bunlar hücuma dönük anlardı, oyunu ustaca genişletti. Hücumda genişlemiş Beşiktaş, müdafada ise tam tersi müthiş daraltmalar yaptı. Orta saha ile müdafa bloğu arasındaki mesafe neredeyse bütün maç boyunca hiç genişlemedi. Hal böyle olunca hücuma çıkan toplarda arkadaki bloğun yarattığı güvenle pozisyon üretmede forvet oyuncularını daha rahat kıldı.
Artık Fernandes-Sivok kombinasyonunun ligde çözüleceğini tahmin edebeliriz. Beşiktaş’ın belki de en büyük zaafı golü bulmada farklı alternatifler yaratamıyor oluşu. Evet maçı 2-0 kazandı ancak unutmayalım ki, ‘eve döndüğünde’ yine eski dostlarla karşılaşılacak. Bugün Beşiktaş’ın Braga’ya yaptığını memlekette diğer takımlar da Beşiktaş’a yapacak. Carvalhal’in düşünmesi gereken en önemli şey “bugün Braga’nın başında olsaydım Beşiktaş’ı nasıl yenerdim” sorusuna yanıt aramak olmalı. Çünkü Türkiye’ye döndüğünde üç aşağı beş yukarı benzer bir manzarayla karşılaşacak.
Beğendiklerime gelince; her maç daha iyi olmaya gayret eden Tanju, her maç daha iyi olan Necip ve Veli, hiçbir maç beni şaşırtamayan Ernst, elbetteki Egemen, samimi gayretiyle Toraman, Cenk’le Sivok. Anlaşılacağı gibi varyeteden çok takım dayanışması izlemeyi arzu edenlerdenim. O nedenle daha çok koşan daha çok çabalayan ve kendini yenilemeye çalışan oyuncular her zaman benim oyuncularımdır.
‘’Tek devrelik sultanlık!‘’
Ancak ligin en diri takımlarından Sivas’ı iyice tarttıktan sonra, gerginliği üzerlerinden atıp Fenerbahçe maçının ikinci yarısındaki olgun tarzda oynamaya başladı. İlk devreyi tek golle kapattıysa da gol sayısı iki, hatta üç bile olabilirdi. Bu olgun ve ‘kendini bilen oyun’da büyük pay kuşkusuz mevkiinin gerektirdiği her şeyi yapan Fernandes’e ait gibi görünüyordu. Ancak gözden kaçırmamak gerekir ki, onun bu kadar rahat oynamasını sağlayanlar takımın ‘ağır işçileri’ Ernst, Veli, Necip ve İbrahim Toraman’dı.
Birbirine yakın oynama konusunda hayli titiz davranan Beşiktaş, ligin ilk yarısının sonlarında gösterdiği ‘takım olma hali’ni hatırlamış gibiydi. Öyle ki, Holosko bile kendi ceza sahası önünde müdafaa yapacak kadar çalıştı, didindi. Beri yandan oyuna ve takımlarına tutkuyla bağlı İngiliz orta saha oyuncularını andıran Necip Uysal, görülüyor ki şans verildikçe hızla olgunlaşıyor.
Ne var ki, ikinci yarı devreye ilk yarı ortalıkta görünmeyen Sivaslı Erman Kılıç girdi. Hâl böyle olunca ilk yarı boyunca takımdan kopuk oynayan Sivas forveti, Beşiktaş ceza sahası önünde kendini iyiden iyiye hissettirmeye başladı. Beşiktaş’ta ister istemez Fenerbahçe maçının ilk 15 dakikasındaki planına döndü; kontra hücum. Lakin ne Mustafa Pektemek ne de Holosko, topu ne ilerde tutabildi ne de orta sahadan gelen ataklara katıldı.
Ve ikinci yarı etkisini göstermeye başlayan Erman Kılıç golünü yaparak, haftalar sonra ‘toparlanma’ sinyali veren Beşiktaş’ı yine iyiden iyiye tedirgin etti.
En azından bir devre boyunca potansiyeli yüksek bir takım görüntüsü çizen Beşiktaş, forvet hattındaki sıkıntılarına çare bulamadıkça, taraftarı rahat bir maç izleyemeyecek gibi görünüyor.
‘’Ayarlar bozuldu‘’
1 - Beşiktaş son üç maçını kaybetti, zirveden iyice uzaklaştı. Sizce bu durum doğal mı, yoksa Beşiktaş kan mı kaybediyor?
Beşiktaş için “Zirveden iyice uzaklaştı” demek doğru olmaz kanısındayım. Puanların ikiye bölüneceği play-off’a kadar bu köprünün altından daha çok sular akar elbette. Ancak Beşiktaş’ın ‘ayarları’nın bozulduğu da bir gerçek. Bir de UEFA ve Türkiye Kupası maçları düşünülürse bu ‘ayar’ın kolay yapılamayacağı da... Bu durum Beşiktaş gibi bir takım için elbette doğal değil. Asıl gereken ise Carvalhal ve ekibinin ligin başındaki “Takım olamama” eleştirilerini dönüp tekrar tekrar okumaları. Takımdaki ‘yıldız oyuncular’ sorumsuz ve savruk tavırlarını inatla sürdürürken onlarda ısrar edilmesinin işleri zora sokacağını tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.
2- Sizce Beşiktaşlı taraftarlar, Yıldırım Demirören’e tepki göstermekte haklı mı?
Benim bu yönetim hakkında görüşlerim hayli nettir. Bu kulüp her anlamda doğru yöneltilmiyor. Öte yandan, transfer dönemlerinde havaalanlarında adam karşılayıp ‘Beşiktaş genlerine’ hiç de uymayan rüküş gösterilere katılanların işler bozulunca protesto vagonuna binmeleri de bana pek samimi gelmiyor. Yine de, yolun nereye gideceği başından belliyken ‘şöhretli transferlerle’ kamaştırılan gözlerin bir parça da olsa açılıyor olması elbette olumludur... Ama Demirören’e karşı yükselen tepki, yönetme biçimiyle mi yoksa şu “Fenerbahçemiz” vurgusuyla mı ilgili onu da doğru kavramak gerekiyor.
3 - Quaresma’nın şu anda bulunduğu noktayı görünce, Guti’ye haksızlık yapıldığını düşünüyor musunuz?
Guti’ye haksızlık yapıldığını hiç düşünmüyorum. Sonuçta sözleşmesiyle hak ettiği olan parayı alıp, gitti. Quaresma konusunda ise şimdiye kadar yazdıklarımda ne yazık ki yanılmadım. Başta oyuncunun geçmişiyle ilgili kısa bir ‘okuma’ yapılsaydı gelecekte karşılaşılacaklar tahmin edilebilirdi. Ama ‘şöhret açlığı’ bazı insanların gözünü kamaştırıyor. Görüldü ki, Quaresma’nın da Guti’nin de attıkları taş ürküttükleri kuşa değmedi. Umarım ki bundan sonra Quaresma beni yanıltır ve Beşiktaş taraftarını mutlu eder. Yine de akılda tutmakta sonsuz fayda var; “Yanlış bir hayat doğru yaşanamaz!”
4- Derbideki olayları hepimiz gördük. Acaba bu yaşananların ardından yetkililerin ‘deplasmana rakip takım seyircisi yok’ yasağı güçlenerek geri mi dönecek?
Son yaşananlar futbolu ‘uslu, temiz ve paralı çocukların oyunu’ yapmaya niyetli olanların elini güçlendirdi elbette. Yine de biliyoruz ki bu oyunun gerçek dinamiği ‘para’ değil, ‘arzu’ ve ‘eğlence’dir. Bu da ister istemez hem sahada hem tribünde ‘ciddi bir rakip’ gerektirir. Tribüne gidenlerin ‘ortak iradesi’ problem çıkarmayı bir halt belleyen bu lümpen toplulukla baş edecek biçimde tecelli etmezse iş polisiye tedbirlere kalacak kuşkusuz. Bundan da çok insan rahatsız olacak. Kaldı ki hayli sert yaptırımları olan bir yasa da var yürürlükte. Ben sorunun başladığı yerde, tribünde çözülmesi gerektiğine inananlardanım. Bunun için yapılması gereken taraftarlar arası diyaloğun, son yılların moda deyimiyle söylersek gerçek anlamda bir ‘taraftar açılımı’nın sorunun çözümünde çok işe yarayacağını düşünüyorum. ‘Açılım’ın içini doldurmak ise tribünlere giden herkese düşer kuşkusuz.
‘’Vasatı aşamadı‘’
Maçın hemen başındaki üç kontra, Fenerbahçe’nin defans arkasındaki boşluğu ayan beyan ortaya koydu ama bu alanlarda sonucu belirleyecek olan Holosko’nun takımdan kopuk savurgan tarzı maçın ritmini de belirledi. Fenerbahçe golün ardından daha güvenli oynamaya başladı ki o ‘arkadaki boşluk’ da kapandı.
Beşiktaş, ‘taşıyıcı kolonu’ Fabian Ernst’in kendini her gösterdiği pozisyonda daha derli toplu hücum etmeye çalıştıysa da Simao’nun sınırlı hücum katkısı takımın rakip alana hakim olmasını engelledi.
İkinci devre de takım yapısı gereği ‘kontrollü’ oynamak zorunda kaldığı için tempoyu ağır ağır yükselten Beşiktaş önce orta sahada egemen oldu ama golün atılacağı pozisyonları yaratmada ciddi sıkıntı yaşadı.
Ernst’in olağanüstü gayretiyle top öte alana geçtiyse de problem tam da bu alanda yaşandı. Evet, Holosko bundan başka biri değildi ama daha ‘bitirici’ olması beklenen Mustafa Pektemek de ona ayak uydurunca ortaya çok top ezen bir hücum ikilisi çıktı...
Neticede Beşiktaş daha dayanıklı oynadı. “Dün olmayan ‘yıldızlar’ sahada olsa olumlu anlamda daha iyi olurdu” denebilir, ama kuşkusuz bunun tersi de doğrudur. Sanırım Carvalhal ‘Play-Off’lu bir ligde sahaya sürmek zorunda kaldığı kadronun gösterdiği ‘takım dayanışması’ndan gelecek adına memnun kalmış ve ‘yıldızların’ takıma katkısı üzerine daha sağlam bilgiler edinmiştir.
Peki nasıl bir maçtı? Stoch’un müthiş gayretiyle gelişen kontradaki pas zenginliğiyle gelen Sow’un son saniye golünü ihmal edersek, derbi, ‘vasat’ın hüküm sürdüğü memlekette vasatı aşamadı.