Arama

Popüler aramalar

‘’Egemen'e değilse kime sahip çıkılır‘’

Peki, yıllık 1.1 milyon Euro alan, ancak ‘alacaklarını da alamamış olan’ oyuncu indirime yanaşmazsa ne olacak, gönderilecek mi? İşte Beşiktaş’ı bekleyen en büyük sorun. Bu soruyu kulüp kaynaklarını har vurup harman savurup giden ve hala kendisine borçlu olunan Futbol Federasyon Başkanı’na sorsak!.. Alacağımız yanıtı duyar gibi oluyorum; “O mevcut Beşiktaş yönetiminin bileceği bir konudur. Bizim bu konuya girmemiz doğru olmaz!” Cep telefonlarındaki kısa mesajlara konulduğu gibi “Hahahaaaaa” ya da :))))))) diye bitireyim bu bölümü...

Kötü futbol, iyi futbolu kovar

‘İyi olan’dan ilham almak ve onu aşmaya çalışarak kazanmak yerine iyi oynayanı alt etmeyi her şeyin önüne koyan bakış açısı hayatımızı da felç ediyor. Örneğin Barcelona... Pep Guardiola ve ekibi eriştikleri futbol oynama seviyesiyle ‘futbolun tuzağı’nı hazırladıklarını da tahmin edememişlerdir eminim! Gördük ki, futbolu ve hayatı teslim alan ‘kazanma kodlu’ ekonomik işleyiş bir kez daha galip geldi. ‘Oynatmama’ya kafa yoranlar ‘oynamak’ isteyenleri bir kez daha alt etti. Oynatmamak hedefli Real Madrid, oynamaya çalışan Barcelona’yı... Aynı hedefli Bayern Münih, Real Madrid’i... Ve nihayetinde benzer kurgulu Chelsea, Bayern Münih’i...
Takımların adları ve ekonomik büyüklükleri düşünüldüğünde kapitalizmin kaçınılmaz kuralı olan ‘para kazanma arzusu’nun hayatı da oyunu da nasıl felç ettiğini Şampiyonlar Ligi Kupası havaya kaldırılırken hep birlikte bir kez daha gördük.. Evet Chelsea kupayı kazandı, tebrikler!.. Peki futbolu seven bizler, biz ne kazandık, ne öğrendik bu maçlardan? Şunu... Oynatmamayı hedefleyenler kendilerinden daha ‘kötü oynatmayanlara’ karşı dramatik mağlubiyetler aldılar. ‘Kötü’, ‘daha kötü’ye yenildi... Yani kazanan, “Kimse izlediğinden tat almasa da, koca maç boyunca üç gol pozisyonu olmasa da boşver, herkes sonuçta kupaya bakar” diyenler oldu...
Yine de, benzeri oynama biçimiyle Avrupa Şampiyonu olan Yunanistan’ı anlayabiliriz. Çünkü rakipleriyle aralarında bulunan ekonomik uçurum onları bu tarza çaresizce mecbur kılmıştı.
Oysa bugün onca para, güç ve oyuncuya rağmen yeni ve daha gelişkin bir tarz aramak ve onda ısrar etmek yerine hedefi tuturmak için eskinin en berbat, en sıkıcı oyununa geri dönmek... İşte ‘endüstriyel futbol’ dedikleri tam da bu! Hep birlikte “Yaşasın futbol!” diye haykırmadıkça da o kazanacak gibi görünüyor, ama ‘oyunun ölümü’ pahasına...

21 Mayıs 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İki ekstra‘’

Beşiktaş’ta takımı ve oyunu süsleyen birincil karakter Manuel Fernandes olmayınca, kadro da ‘öğretmensiz sınıf’ misali ‘koşarak gürültü’ çıkarmaktan öteye gidemedi. Elbet bu durum en çok da Quaresma’yı görünür kıldı. Quaresma, bire birlerin neredeyse tamamında idman rahatlığı içindeydi ve hâl böyle olunca bir sonuca varamadı. Bu devrede Trabzon, klasik tarzı Burak-Olcan hücumlarına bel bağlamıştı ama bu ikiliyi zenginleştirecek yardımlar gelmeyince onlar da varlık gösteremedi.
Ve nihayetinde Burak ilk devrenin son saniyelerinde ‘penaltı çalmak’ için ‘kendi oyunu’yla kırmızı karta yakalanınca, trafiğin akışı da değişti. Beşiktaş, ikinci devrede rakibinin en hızlısından kurtulunca, topu ileri daha korkusuzca taşıdı. Ancak mecalsiz ve bitkin Aurelio, hücuma katkısı her zaman yetersiz olan Ernst ile ileriyi besleyemeyince, iş yine ‘ekstra’lara kaldı. O ekstra da ne zaman ne yapacağı belli olmayan Holosko’nun ayağından geldi... 83’te Almeida bir süre önce Zokora’nın kurtardığı topa nazire yaparcasına kaçırdığı golün ardından bir ‘ekstra’ da Olcan’dan geldi. Olcan’ın ‘Selcuk İnan’vari golüyle birlikte Beşiktaş, Avrupa geleceğini son yıllarda nedensiz ve manasız bir gerginlik yaşadığı Bursaspor’un ellerine teslim etti.

12 Mayıs 2012, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Havutçu'nun itirazı‘’

Çünkü Galatasaray Beşiktaş’ın top yapan tek adamı Fernandes’i kilitleyip, hafta içi ligdeki diğer maçlara göre biraz kıpırdanmış gibi görünen Quaresma ve Simao da yine eski günlere dönünce koca ilk yarıyı pozisyonsuz geçti. Gerçi bu bölümde Galatasaray da etkili değildi ama yine de duran üç topun ikisinden gol bulmayı becerdi.
Maçın akıbetinin belli olduğu düşünülüyordu ama duruma itiraz eden biri vardı kenarda; Tayfur Havutçu... Havutçu ikinci yarıya etkisiz Fernandes ve Simao’yu kenara çekip Holosko-Mustafa Pektemek ikilisini sahaya sürerek ilk devresi durgun geçen maça bambaşka bir tansiyon getirdi. Beşiktaş’ın orta sahası ‘yöneticisiz’ kaldı ama bu kez iki kanadı birden çalışmaya başladı. Çift forveti önce Quaresma ardından da ters taraftan besleyen Beşiktaş gitti denilen maçı da beraberliğe getirmeyi başardı.
Fatih Terim kulübedeki Havutçu’nun hamlelerine karşı hamleler yaptıysa da bu kez gecenin ikinci adamı Cenk Gönen belki de kendi adına sezonun en kritik kurtarışlarını yaparak bence sahanın en iyi oyuncusu olmayı başardı.
Futbol dışı sıkıntılarla boğuşan Beşiktaş, son iki maçta gösterdiği performansla umutsuz taraftarına da kendilerini iyi hissettirmiştir diye düşünüyorum...

07 Mayıs 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Eşiği asmak‘’

Doğrusu Fenerbahçe oyun yapısının da zorunlu sonucu olarak bunu becerdiği de söylenebilir. Quaresma’nın zaman zaman genişlettiği hücum aksiyonları Fernandes’in elini güçlendirince ortaya en azından Beşiktaş taraftarları açısından izlenir bir maç çıktı.

Quaresma ilk devrenin son dakikasında gelen golde yaptiğı ‘işçiliği’ neden tüm sezona yayamadı diye soruyordur Beşiktaşlılar. Ancak o golde altı pas içinde kafa vuracak ilk oyuncu olan Almeida’yı arkada ‘unutan’ altı Fenerbahçeli’yi de unutmamak gerekir.

İkinci yarı oyun tamamen Beşıktaş’ın kadro yapısına uygun hale geldi; bekle, kontrol et, çık ve bitir... Ama önce Veli ardından Almeida’nın geçen sezonu hatırlatan kaçırdıkları için ‘tırnak yedirten cinstendi’ denebilir.
Beşiktaş’ın çözemediği sorun iki sezondur aynı; “Benim yapacağımı arkadaşım da yapsa sonuç aynı olur.” Yani; paylaşım, yardımlaşma, dayanışma.

Yine de Beşiktaş gösterdiği gayretle ligin en iyi pas yapan takımlarından olan Fenerbahçe’nin oyununu bozdu. Top derleyemediği için savruk bir tarza mahkum olan Fenerbahçe’nin de tek çıkışı ‘yıldız doğaçlamaları’ydı. O da olmayınca maçın son bölümünde Beşıktaş ‘ikinci bölge’de fazla oyalanmadan kaleye yaptığı yoklamalarda ‘Volkan etkisi’ne takılmasa Fenerbahçe moral bozucu bir mağlubiyet de alabilirdi.

04 Mayıs 2012, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Daha önceleri nerelerdeydiniz?‘’

Bu oyuncuların ‘ne yapacaklarının belli olmaması’ yorumlarda hep sinik bir olumluluk ifadesi olarak kullanılıyor. Bu da oyuncuların esasen ‘büyük oyuncu’ oldukları inancından besleniyor. Ne yazık ki gerçek böyle değil ve bu inanç Beşiktaş’ı kemiren bir kurt... Çünkü ‘büyük oyunculuk’ devamlılık ister. Beşiktaş’ta olmayan da bu; ‘devamsız ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan büyük oyuncu’ çokluğu!.. Ne yapacakları belli olsa takım formasyonu da ona göre şekillendirilir ama bu kadar belirsizlikle geriye sürpriz galibiyetler kalıyor.

Nihayet dün yardımlaşma ve dayanışmayla özellikle sağ kanatta “Neden bunlar daha önce olmadı” dedirten basit ama işlevsel organizasyonlar yapmayı becerdi Beşiktaş. Özellikle ilk yarının son 15 dakikasında. Bunda da Quaresma’nın Simao’yla değil ama Fernandes’le uyumu önemli oldu. İlk yarı boyunca defansta da hayli organize olduklarından pozisyon da vermediler.

İkinci devre de aynı arzuyla başladı ve Egemen’in golü geldi, ama Fenerbahçe çabuk karşılık verdi. Buna rağmen mecburen kazanmak zorunda olan Fenerbahçe’ye karşı ısrarla uygulanan ‘iyi kapan, hızlı açıl’ formülü ilk devresi durgun geçen maça da lezzet getirdi. Sonuçta Beşiktaş dün yenilmiş olsa da yaptıkları ve yapmaya çalıştıklarıyla taraftarına sanırım, “Daha önceleri nerelerdeydiniz” dedirtmiştir...

30 Nisan 2012, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Vasatın krallığı‘’

İnsan bu sıklıkta bu tür maçların karşısına geçince, “Ben acaba bir yerde bir yanlış mı yapıyorum” diye düşünmeden edemiyor. Koca bir ilk yarı boyunca maça etki etme arzusu taşıyan, birlikte bir şeyler yapma isteği taşıyan kaç oyuncu vardı iki takımda da?

Her maç öncesi Beşiktaş için sorsak hep aynı şeyleri duyuyoruz; “Fernandes ve Quaresma oynarsa...” Eee, oynamazsa ya da oynatılmazsa ne olur? Her zaman olanlar olur değil mi!..

Neyse ki ikinci yarı iki takım oyuncuları ve hocaları birilerinin kendilerini izliyor olduklarını hatırladılar ve ‘vasat’i aşmak için biraz kıpırdanır gibi oldular. Ancak gerek Quaresma’nın artık iyiden iyiye ‘utanç verici hale gelen bencilliği sonucu arkadaşlarına geçirmediği top gerek İsmail’in pasında Fernandes’in direkten dönen şutu Beşiktaş’ın bu ‘vasat’ı aşmasını engelledi.

Artık iyice görülüyor ki Beşiktaş, ‘kişisel beceri mucizesi’nin dışında alternatif pozisyonlar üretemiyor. Simao Sabrosa mucize seviyesinde bile katkı veremeyince, Edu ve Holosko daha çok ‘tesadüfi pozisyon’ futbolcuları oldukları için, Ernst ile Veli bu maçta ortalıktan kaybolunca tek seçenek Fernandes’in serbest vuruşlarına kaldı. Bu da zaten esasen Beşiktaş’ın içinde bulunduğu krizi en iyi anlatan durumdur.

Trabzon, Burak gibi ‘fark yaratan’ bir oyuncusundan mahrum olmasına rağmen başta Halil, Volkan, Serkan ve elbette Mustafa Yumlu’nun samimi gayretleriyle öne geçtiği maçta oyunu kontrolde tutmayı başardı ve ‘vasat’ maçı kazanmayı bildi...

22 Nisan 2012, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bir gecede iki maç‘’

İnönü’de dün gece iki maç vardı. Biri taraftarla Hüseyin Göçek, diğeri malum Beşiktaş-Galatasaray arasındaydı. Önce ilk ‘maç’ telefonlara gelen, “Melo’nun golü ofsayttı” haberlerinin ardından esasen o ana kadar izlediği takımından pek de memnun olmayan Beşiktaş taraftarının hedefini de değiştirdi. Demek ki sorun takımda değil, hakemdeydi! Bu ‘öğretilmiş algı’ maç sonuna kadar tribünün tansiyonunun da normal seviyeye inmesini engelledi. Beşiktaş biraz direnç gösterebilseydi maç sonunda ortaya çıkan manzaralar da gerçekleşmeyebilirdi. Hüseyin Göçek bazı kararlarında doğruydu, yanlıştı o ayrı mesele, bütün oyunu hakem kararlarına indirgeyerek anlamaya çalışmanın doğal sonucu bu durum. Sadece ceza hükümleriyle değil, iletişerek ve tartışarak mümkün ama bunlar da bu kültürel iklimde en olmayacak gibi görünen iki şey. Çıkışta herkes gırtlağını yırtarcasına “Yaz bunları yaz” diye bağırıyordu. Belliki bu isyanı dile getirenler gadre uğradıklarını düşünüyorlardı. Çıkışta aralarında yürüdüğüm öfkeli insanlar futbolun sadece bir oyun değil, aynı zamanda memlekete özgü çok önemli bir sosyal hadise olduğunu da gösteriyor. Süper Final gibi bir organizasyonu tasarlarken toplumun sinir uçlarının pek de hesaba katılmadığını gösterdi bu maç. Gelelim esas maça... Birbirine yakın ve düzenli oynayan, rakibinin tüm olası aksiyonlarını ince eleyip sık dokuyan Galatasaray oyunu da, tempoyu da istediği seviyede tutmayı başardı. Beşiktaş ise daha çok şahsi becerileri yüksek oyuncuların solo gösterilerine muhtaç görüntüdeydi. Fernandes ve Quaresma gibi önemli iki aktörün rakip tarafından bloke edilmesi bütün yükü Ernst ve Veli’ye bindirdi. Hilbert ve İsmail’in kanatlarından yeterli katkı da gelmeyince Beşiktaş’ın yapacak bir şeyi kalmadı. Geceye de damgasını olaylar vurdu.

17 Nisan 2012, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Biri yapmadan 'ilk' olmaz!‘’

Kapıyı çalan ya da yakında çalacak alacaklılarına boynunu uzatmak zorunda kalacak olan Beşiktaş’ın içine düştüğü krizin temel sorumlusu şüphesiz ki önceki yönetimdir. Şimdi futbolun en tepesindeki koltuğa çıkmış olan Yıldırım Demirören, bütün kararlarını “Daha iyi olur” düşüncesiyle hayata geçirmiş olabilir. Yine de niyetinden bağımsız olarak onun Beşiktaş’taki yönetim politikasının gelip dayandığı nokta ortadadır. Elbette Demirören’i tek başına sorumlu tutamayız bu halden. Yönetim kurulunda Başkan’ın her sözüne kayıtsız şartsız biat edip onun her kararına ‘Olur’ verenleri de unutmamak gerekir. Onlardan bazıları şimdi yine başkan iradesiyle federasyondaki çeşitli koltukları kuşatmış durumda ya, hayırlısı artık!
Peki bu alacakaranlık noktaya gelinmesinde yıldız alkışlamaktan avuçları patlayıp, coşkunca bağırmaktan sesi kısılan Beşiktaşlıların da payı yok mu? Şimdilerde “Alt yapı” diye sızlananların kulüp genetiğinin bozulmasındaki sorumluluğu bu işi buraya getiren yöneticilerden daha mı az? Bu hayatta hepimiz birbirimizden sorumlu değil miyiz? Günün keyfini çıkarmak (Carpe diem, anı yaşa deniyor buna) uğruna koca bir geleceğin tedirginliğe, umutsuzluğa sürüklenmesine göz yumanların geçmişteki tutumlarını gözden geçirmeleri gerekmiyor mu?
Büyüklük kompleksinin kamaştırdığı gözler “Beşiktaş’ın geleceği” denilerek yaldızlanan her ‘kurtuluş projesi’nin tehlikelerine dikkat çekenleri ‘bozguncu’, ‘müzmin muhalif’, ‘eski kafalı’ olarak yaftalıyordu hatırlarsanız. Ne yazık ki zaman ‘eski kafalıları’ haklı çıkardı.
Şimdi yeni bir yönetim var... Daha başlardalar ve doğrusu ya, ne yapacaklarını bilmez gibi görünüyorlar... İlk hamleleri olan Tayfur Havutçu tercihi de Lig TV’deki ‘Hocalar gecesi’nde taraftarların ümitlerini yerle bir etti! Nasıl etmesin ki? O kalabalıklar paraya, transfere, yıldıza, karizmaya kodlanalı çok oldu. Kendileri gibi ‘normal biri’nin sorunları çözebileceğine inancı kalmadı kimsenin.
Tam da bu nedenle, ‘bize daha çok benzedikleri’ için Necip Uysal’a, Ekrem Hayyam Dağ’a sık sık gösterilen tepkiler... Ve yine aynı nedenle Muhammed Demirci’den ‘iyi’ ve ‘faydalı’ bir oyuncu yerine direkt ‘yıldız olması’ beklentisi...
Gayretin, çabanın küçümsendiği günümüz dünyasında ‘kısa yoldan sonuca gitme’ öğretisinin zaferi bu! Hedefe giderken her yolun mübah kabul edilmesinin sonucu bütün başımıza gelenler...
Belki de bütün bu nedenlerden dolayı biraz şaşkın, epey ürkek ve sanırım ciddi anlamda da kırgın -Herhalde ‘Aklanın da gelin’ naraları hala kulaklarındadır - yolun başındaki Tayfur Havutçu.
O nedenle tıpkı yetenekli/daha az yetenekli tüm oyuncular gibi onun da ‘yeni bir başlangıç’ için sonuçlar ne olursa olsun herkesin desteğine ihtiyacı var. Ona verilecek destek esasen dara düşmüş Beşiktaş’a verilecek destektir. ‘Yıldız’ için avuç patlatanların şimdi ve daha fazla onun için patlatmaları gerek avuçlarını...
Evet, bütün başlangıçlar zordur ama bilinir ki, geçen gün Panco Villa’nın hayatının anlatıldığı filmde söylendiği gibi, biri yapmadan da ‘ilk’ olmaz... Neden ‘oyun’ yeniden başlamasın?

12 Nisan 2012, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI