MENÜ

Her soru iz bırakır!

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Soru, tıpkı bilim insanları ya da cinayeti çözmeye uğraşan detektifler gibi bir haberi anlaşılır kılma arzusunda olan gazetecinin de el feneridir.
Gazeteci Serdar Ali Çelikler de, yapması gerekeni yapıp 7 Eylül’de, Fenerbahçe’nin 3A’sı Aykut Kocaman, Aziz Yıldırım ve Alex de Souza’ya yönelik 17 soru sormuş HT Spor’daki köşesinden. Lakin, yanıtlarını benim de merak ettiğim sorular olmakla birlikte bazılarının formüle edilme biçimleri bana fazlasıyla tuhaf geldi!..

Öte yandan yine bazı sorulardaki ifadeler, kamuoyunda hayli yaygın olan “Medya ne ki... Zaten her şey yalan... Satılık gazeteciler yalan yazıyor...” türü mesnetsiz genellemelerin daha kaba formülasyonu gibi duruyordu.
Şimdi Çelikler’in iki sorusunu irdeleyelim ki, mesele daha anlaşılır hale gelsin...

Aziz Yıldırım’a sorulan ilk soru:

“Hakkınızda yapılan haysiyet cellatlığı haberlerine hep kızdınız. Peki Alex hakkında yazarlarınıza yazdırdığınız yazılar; çıkarttırdığınız haberler haysiyet cellatlığı değil mi? Alex’i itibarsızlaştırma çabası tıpkı size yapılanlara benzemiyor mu? Mesela sprint rakamlarını kim sızdırdı. Sordunuz mu hiç? Ezcümle: Alex’i gönderirseniz gönderirsiniz. Ama yandaş medyanıza havale ettiğiniz itibarsızlaştırma çabaları ayıp değil mi?”
Bir soru içindeki bu kadar soru ve ima etmeler akla ister istemez yeni sorular getiriyor. Alex aleyhinde Aziz Yıldırım’ın yazı yazdırdığı gazeteciler kimlerdir? Örneğin ben de, son Aykut Kocaman-Alex de Souza üzerinden medyada yürüyen polemikte Alex’in dilini, twitter’da yazdıklarını doğru bulmayanlardanım. Acaba hayatımda hiç karşılaşıp, konuşmadığım Aziz Yıldırım kontrolündeki medyaya ben de dahil miyim?
Çelikler’in dili -artık her kimi, kimleri kast ediyorsa- gazetecileri ve elbette bu ‘gizli özne’ler üzerinden dolaylı olarak gazetecilik mesleğini de itibarsızlaştırma gayreti olmuyor mu? Bu soruları soran gazetecinin ‘Aziz Yıldırım’ın yandaş medyası’nı adresiyle göstererek, böylece benzer yönde düşünen diğer gazete ve gazetecileri töhmet altına sokmaktan imtina etmesi gerekmez mi?

Serdar Ali Çelikler’in Alex de Souza’ya yönelik ikinci sorusunun birinci kısmı da kanımca sorunlu.

“Başkanın hocana mecbur. Ortada yürüyen yargı süreci varken, bir sürü ‘sır’ bilen hocanı kaybedemez, seni yollar” diyor.
Aykut Kocaman’ın ‘sır’ bildiğine ve bunları mahkeme sürecinde saklamış olduğuna dair bir inanç içeren bu bakış açısıyla Çelikler, tam da şikayetçi gibi göründüğü ‘itibarsızlaştırma eylemi’ni bizatihi yeniden üretmiş olmuyor mu? Kocaman’ın ‘sır’ bildiğini ve bunları sakladığını iddia eder tarzda soru, gazetecinin el fenerini bir durumu aydınlatma sorumluluğu ile değil bir hesabı açma ya da kapatma niyetiyle formüle edildiğini düşündürttü bana... Problemli bulduğum bir kaç yer daha vardı ama yazı uzar korkusuyla burada bıraktım...

Selçuk İnan olsa böyle olmaz mıydı?

Hollanda karşısında alınan mağlubiyet bildik polemikleri yineleme için yeni fırsatlar yarattı. Geçen ayı, Aykut Kocaman’ın Alex de Souza tercihini konuşarak kapatan kamuoyu Estonya maçına kadar da Abdullah Avcı’nın Selçuk İnan tercihini konuşacak gibi görünüyor.

Oysa sorun sadece oyuncu tercihinde değil, bizzat ‘düşünme ve eyleme halleri’nde. Kuşkusuz ki Selçuk İnan, bölgesinde ülkenin en iyi oyuncularından biri. Lakin, sadece biri... Problem, Selçuk İnan’ın yokluğundan öte rakibin varlığını gerçekçi yaklaşımla görememekte yatıyor. Tam da bu nedenle, ‘biz’e takılıp kaldığımız, rakibi/rakipleri çoğunlukla yok saydığımız, onlar üzerine eni konu düşünmek istemediğimiz için ‘okyanusu geçip derede boğulan’ bir çizgide ilerliyor bu ülkede futbol. Fazla geçmişe gitmeyin yakın zamanda Avrupa Şampiyonası kuraları çekilip Almanya ile aynı gruba düşüldüğünde de “Grup birincisi çıkarız” inancı azımsanmayacak bir kalabalığı toplamıştı arkasına.

Cuma akşamı, şu an Avrupa’daki en gösterişli pas oyununu oynayan Barcelona’nın ‘fikir babası’ Johan Cruyff’un ülkesiydi rakibimiz. Unutulmasın ki, Hollanda’nın ‘futbol birikimi’ son Avrupa Şampiyonası’nda yaşadıkları hüsranı hızla onarabilecek kadar zengin. Çünkü, bizim ülkede sıklıkla yapıldığı gibi her kaybın ardından her şeye ‘sıfır noktası’ndan başlamıyorlar. Gördük, ‘onları en kötü zamanlarında yakaladığımızı’ düşündüğümüz anda bile dayanıklı oyuncularının takımları lehine maça koydukları ağırlık bile sonuca yetti. Tam da bu ‘birikim’ nedeniyle o iklimde yetişen oyuncular
Avrupa’nın farklı ekollerdeki ülke ve takımlarında rahatlıkla banko oyuncular haline geliyorlar.

Beri yanda bizim ülke... Takımını Dünya Kupası’nda üçüncülüğe taşımış Şenol Güneş gibi bir hocayı futbol dışı, hatta ‘insan onuru dışı’ eleştirilerle bezdiren bir kültür iklimi... Şimdi oturmuş, Şenol Güneş’in futbolculuk melekelerinin gelişmesine büyük katkı verdiği Selçuk İnan’ın varlığı ve yokluğu üzerinden anlamaya çalışıyor durumu. Hadisenin bir futbol takımının bir iki maç galip gelmesi olmadığını anlamak istemiyoruz bir türlü. Ya da üst üste maç kazanabilme devamlılığının sorunun ‘bizzat kendisini çözmek’ yani ‘birikim’den geçtiğini... Tuhaf değil mi?

Unuttum gitti söylediklerimi!

Bir de çok çabuk unutuyoruz her şeyi. Söyleyenimiz bile unutuyor. TFF Başkanı Yıldırım Demirören, sık sık “Hakemleri korumamız ve futbolun güzel yanlarını konuşmamızı” öğütlüyor bizlere... Neyse artık futbolun güzel yanı? Ara pası mı, kaleci kurtarışı mı? Yoksa işi ticarete döküp, forma kombine satma yarışı mı?

Sanki “Bu hakemler olduğu, şampiyon masa başında belirlendiği sürece gerekirse maçlara PAF takımıyla çıkarız” mealinde sözler eden bizlerdik! O zaman da bir federasyon başkanı vardı ve sanırım onun da o günlerdeki en büyük dileği futbolun ‘güzel yanları’nın konuşulmasıydı!.. Bu öğütler de tuhaf kaçıyor değil mi?

YORUM YAZ