Arama

Popüler aramalar

‘’Büyük takım farkı‘’

Hiç lafı eğip-bükmeye gerek yok. Fenerbahçe, Deivid’in de katılımıyla havasını buluyor. Geçtiğimiz haftanın istekli görüntüsü, Kadıköy’de devam ediyor. İtirazımız; Alex’in olmadığı bu iki haftada Fenerbahçe’nin daha iyi oynadığını iddia edenlere. Bu kadar koşan ve baskı yapan, kanatları işleyen bir takımda, Brezilyalı yıldızın oyuna katacağı artılar, yükselteceği futbol kalitesi daha farklı ve sonuca daha iyi gidebilecek bir Fenerbahçe görüntüsü yaratır bizce.
Ligin ilk 2 haftasını pas geçen, sonrasında müthiş bir performans sergileyen Ankaraspor karşısında Fenerbahçe, ilk yarıda geriye oynamadığı anlarda etkiliydi. Zaman zaman 10 pasta 10 metre bile gidemediği pozisyonlarda Ankaraspor, önde de baskı yaparak, Fenerbahçe’yi kendi yanlışıyla öne çıkartmadı. Maçın kırılma anı; 7. dakikada Edu’nun Murat Tosun’un ayağına bastığı pozisyonda, hakemin takdir hakkını penaltı vermeyerek kullanmasıydı. Gerçi Ankaraspor, anlamsız ve sürekli pas yapan gol bölgesinde, hiç olmayan görüntüsüyle penaltından gol bulabilse bile dün gece Saracoğlu’ndan galip çıkamazdı.
Roberto Carlos’un lig başındaki etkisiz görüntüsünden sıyrılması, Gökhan Gönül’ün ve Uğur Boral’ın kanat bindirmeleri, Deivid’in sahanın her yerinde öne ve olumlu pas kullanması, Emre’nin de oyuna girdikten sonra çabuk düşünüp, çabuk uyguladığı doğru pas trafiği ile Fenerbahçe büyük takım olmanın gereğini yerine getiriyor.

16 Kasım 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sadece gol‘’

Nihavent makamında, uyku öncesi rehavet kıvamında, temposu olmayan 90 dakikanın sonunda, Aydın ile gelen gol gecenin tek güzelliğiydi. Günümüzün moda alışveriş deyimiyle; taksitli ve indirimli kampanyayla kaleci Souleymanou’nun da ikramı olmasa, zaten tatsız olan futbol meyvesiz kalacaktı.. Ve belki de Cim Bom, 1 puanla başladığı maçı, 1 puan üstüne daha koyarak, bundan sonraki karşılaşmalarda puan paniğine kapılacaktı.
Yorgunlar kenarda, diriler sahada başlamıştı. Ama düdükten sonra görüldü ki, uzun süredir oynamayanlar kendilerine verilen şansı iyi kullanamadılar. Ne Ferdi, ne Volkan, ‘Bizim oynamamız gerekli’ mesajını hocalarına veremediler. İstanbul’un sarı-kırmızısı böyle olur da, Kayseri’nin sarı-kırmızısı ona nazire yapmaz mı?.. Onlarda da bir isteksizlik, bir durgunluk vardı ki, sanki, ‘kupa fuzûli’ diye bağırıyorlardı. Cim Bom’un kocaman bıraktığı orta sahayı, Kayserispor’un parmakla gösterilen oyuncusu Mehmet Topuz, herhalde hiç anlamadı ve görmedi ki, oyunda yok gibiydi. Ne Toledo, ne Saidou, ne Mehmet Eren ne de Ragıp ve Turgay, kendileri gibi değildi. Sarı-Kırmızılılar ise rakibe verdiği gol pozisyonlarıyla ve kendisini bulup, atamadıklarıyla aklı oyunun dışında, sanki geçen hafta sonu görüntüsündeydi. Oynayanı da, gireni de, çıkanı da, seyredeni de, ‘Bitse de gitsek’ havasındaki maçı yazan bizler için, en mutlu an, hakemin bitiş düdüğüydü.

14 Kasım 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kadıköy tılsımı‘’

Daha 2.dakika müthiş bir istekle oyuna başlayan Galatasaray, Lincoln ile bir de golü bulunca, Portekiz'deki sarı-kırmızı rüzgar, Saracoğlu'nda da devam edecek hissi verdi. Baros, Meira, Arda ve Ümit Karan ile yüklenmeye devam ederken Fenerbahçe'nin bulduğu ilk duran top, korner; Galatasaray'ın başına bir iş geleceğinin adeta işaret fişeğiydi. Adam paylaşımı yanlış ve pozisyon hatası ile Sarı-Kırmızılılar, buradan gol yiyebilirizi gösterdiler. 1 dakika sonra tersten gelen kornerle, Selçuk'un dokunduğu topla, öyle amatörce bir gol yedik ki, maçta bütün dengeler değişti. Fenerbahçe morallendi, oyunu dengeledi, Galatasaray'ın hızı kesildi. Bu maçın kaderini belirleyeceği düşünülen göbekteki mücadelede Selçuk-Josico ikilisi; Ayhan ve Meira'dan daha üstündüler. Aslında maça bakarsanız Galatasaray topa daha fazla hakim olup, oynamış gibi göründü. Ama Fenerbahçe, öyle anlarda öyle goller buldu ki, Kadıköy'ün tılsımına inanmamak mümkün değildi. 1-1'den sonra, Emre'nin ters dokunuşuyla gelen gol de, Roberto Carlos'un 40 metreden attığı frikiğin önünde kurulmayan baraj da, De Sanctis'in büyük kalecilik hatasından gelen gol de böyle derbilerde yapılmayacak ve yaşanmaması gereken Galatasaray adına hatalardı.
Skibbe'nin belkide ilk defa antrenör olarak takımını golle buluşturacak doğru değişiklikler yapmasına rağmen Galatasaray'ın, kötü döneminde olan Fenerbahçe'yi yenmesi için yeterli olmadı. Saracoğlu'na gelene kadar, Galatasaray adına oyunu değiştiren, oyuna ağırlığını koyan Ayhan, Baros, Hakan, Arda, Ümit Karan, Sabri dün sahada istenin çok dışındaydılar. Aragones'in riski Deivid ise, uzun sakatlık döneminden sonra, hocanın adeta şansı oldu. Doğru yerlerde, doğru işler yaparak oynamadığı maçlar için 'Ah nerelerdeydin' dedirtti. Selçuk, gecenin yıldızı; Fenerbahçe ise lige dönüşünün kutlayıcısı oldu.

10 Kasım 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Işıl ışıl‘’

Avrupa’nın en ucundaki Portekiz’e de, Okyanus’a da, futbolseverlere de, Galatasaray’a gönül verenlere de ışıl ışıl bir gece yaşattı Galatasaray. Portekiz’in Luz Stadı’nda futbol aydınlığı gibiydi Cim Bom. Rakip Benfica Portekiz Ligi’nin ikincisi, 7 maçta 13 gol atarak en golcü takımıydı. Avrupa’nın sayılı hücumcuları; Reyes, Souza, Gomes korku salan isimlerdi. Ama bütün bunlar Galatasaray’ın sahaya aslan gibi yüreğini koyan futbolcularına hafif geldi.
Daha 2. dakikada Lincoln, 3. dakikada Ümit Karan sanki mutlu gecenin habercisi oldular. Futbolun çok söylenilen deyimi, ‘Atamayana atarları da’ Portekiz’de adeta tersine çevirdiler. Sarı-Kırmızılar hem çok kaçırdılar, hem de iki gol atarak gönüllerde taht kurdular. Ayhan’ı anlatmaya satır yetmez. Lincoln ise 1 senedir koşmadığının tamamını sanki Lizbon’da koştu. Arda’ya ayrı bir sayfa, ayrı bir söz bulmak gerek. Sihirbaz desen yetmez, futbol emekçisi yakıştırması hafif kalır. Kalite ve yıldız tanımlaması belki dün gece için Arda’ya tam yakışandır.
Kısıtlı kadrosu, sakatlıktan başını kaldıramaması, elde ne varsa onunla sahaya çıkartmıştı Cim Bom’u. Baros’un sağ çizgi sürprizi belki akla gelmemişti ama şu görüldü ki; sağı solu sürprizi yok böyle gecelerin. Eğer gönlünüz, kalbiniz, aklınız coşkulu ise sahada, rakip ismi ne olursa olsun nafile oluyor. Çıkıyorsunuz, basıyorsunuz, aldığınız topu iyi kullanıyorsunuz, kalitenizi kullanıyorsunuz ve sonuçta da taraftarlarınızı mest ediyorsunuz. Hem Sarı-Kırmızı’yı, hem Ay-Yıldız’ı bir avuç gönül vermiş ile birlikte UEFA’nın altın sayfasına yazdırıyorsunuz. Hep söylediğimiz şey; bu kaliteye bir de tempo gerektiğiydi. İspatı dün gece oldu. Koşmayanı da yoktu, mücadeleden kaçanı da. Anlatmak istediğimiz sahadaki Cim Bom’un dün geceki muhteşem futbol görüntüsüydü. Bravo çocuklar, isminizi ışıl ışıl okyanus kıyısına yazdırdınız.

07 Kasım 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bilek güreşi‘’

Her iki takım da fizik ve taktik olarak sahada üstünlük sağlamak için, adeta bilek güreşi yaptılar. Hocalar, birbirlerini maç öncesi iyi tartmışlar. Kayserispor, Mehmet Eren ve Tello kanadında, onlara yaklaştırdığı Saidou’yla Beşiktaş’ın zayıf tarafı Serdar Kurtuluş’un bölgesini sürekli hırpaladı. Mustafa hoca ise, Kayseri savunmasının boşluk bırakacağı alanlara Holosko’yu sokmayı düşünmüştü. Beşiktaş 3’lü defansı önünde, 4’lü orta saha ile Kayseri’ye karşı hem orta saha üstünlüğünü ele geçirmeye çalıştı hem de hücum bölgesinde çabuk çoğalarak, gol bulmayı planlamıştı. Bu sistemde kanat oyuncuları önemli. Beşiktaş’ta ise bu ağırlığı taşıyacak, şu anda bu tipte oyuncu yok.
Genç Eren ve tecrübeli Aydın’ın iyi oyunu; çok çalışan Saidou ve çok koşan Ragıp ile desteklenince, beklenen boşluklar ortaya çıkmadı. Orta saha üstünlüğü de Kara Kartal’a dönmedi. Bu karşılaşmanın geçen maça göre, taktiksel değişikliği Delgado ve Tello, pozisyonlarının değişiminde gizliydi. Bütün bu planları istediğiniz kadar yapın. Eğer sahada çok şey beklediğiniz oyuncular, istediğinizi vermezse, kazalarla karşılaşabiliyorsunuz. Delgado kalitesini inkar edip, mücadeleden kaçarsa; Holosko içine kapanıp, 90 dakika kendisine verilen fırsatı değerlendirmezse sonuç taktik tahtasındaki gibi olmuyor.
Kayserispor’a bu galibiyet, başta Tolunay hoca olmak üzere, anasının ak sütü gibi helal olsun. Futbola bu kadar düşünce emeği, sahaya bu kadar mücadele teri dökünce, karşılığı 3 puanla geliyor.
Beşiktaş için, namağlup unvanını bıraktığı Kayseri’den sonra, söylenecek tek şey var: Hayatın devam ediyor...

03 Kasım 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çizgide dans!‘’

Bir hafta önce Galatasaray’a ne yaptıysa Eskişehirspor, Fenerbahçe’ye de onu yaptı. Gönlünü sahaya koydu, rakibin alanını daralttı, defansını sağlam tuttu, orta sahada Serdar üç kişilik oynadı, ileride çabuk Youla, rakibi öne çıkartmadı. Bunlar ev sahibi ekibin bilinen yönüydü. Dün gece bilinmeyen tarafı da ortaya çıktı. 10 kişi kalsa da Kırmızı Şimşekler oyun disiplininden kopmadan ve rakipten korkmadan cesur hocalarının istediğini de yapabiliyorlar.
Fenerbahçe’de ise işler geçen haftadakinden farklı değildi. Bursaspor bu kadar basarak mücadele etmiyordu. O zaman da serbest kalan kaliteli ayaklar rahat iş yapıyordu. Ama zor, oyunu bozdu. Hiçbir mazereti yok 10 kişi kalmış mütevazı bir takımla bu futbolla berabere kalmanın. Öyle anlar oldu ki Es Esler 11 kişi, Fenerbahçe 10 kişi oynar gibiydi. Sadece Carlos veya Güiza’nın bedeli kadar harcamayla kurulan Eskişehirspor karşısında 10 kişi kaldıktan sonra Aragones öne geçecek hamleyi Ali Bilgin’i sokana kadar yapmadı. Oyunu seyretti. Selçuk ve Maldonado ikili ön liberoyla ürkerek ve korkarak oyuna devam etti. İstatislikleri bilmiyorum ama lütfen bir bilen baksın! Topa en çok sahip olması gereken bu ikili acaba topla kaç kere buluşmuş? Oysaki Rıza Çalımbay forvetten değil orta alandan oyuncu çıkararak 10 kişi kalan takımına cesaret mesajı verdi. Aragones, Semih’i sağa çekerek, Güiza’yı önde yanlızlığa iterek hem kendi sağ tarafını “Hücum fakiri” yaptı hem de o kanattan sürekli Eskişehir atağı yedi İspanyol hoca. Topa sahip olup oyunu yönlendiremezseniz sizden çok koşan takıma boyun eğersiniz.

02 Kasım 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zor oyun‘’

Mücadelesi bol, Beşiktaş adına pozisyonu zengin, kıran kırana, futbolun gerektirdiği her türlü varyasyonu gördüğümüz, güzel bir futbol gecesiydi İnönü’de.... Sivas taş gibi takım, deplasmanda ne yapması gerektiğini de biliyor. İstediği sonucu almak için kuralların el verdiğince de skoru korumayı beceriyor. Hocasıyla, futbolcusuyla ligin rengi olan Sivasspor’a tebrikler. Gelelim Kara Kartal’a...
Hoca değişikliği Beşiktaş’ın oyun sistemine de yansımış. Mustafa Hoca öncelikli olarak bütün futbolcuların oyunun içinde olmasını sağlamış. Böylelikle de Kara Kartal çok pozisyon üreten, sahada daha rahat oynayıp yaratıcı yönünü öne çıkaran futbolcularıyla renk veren hale gelmiş. Skor önemli diyorsanız, ona vereceğimiz cevap; biraz sabır. Bu sistem, Beşiktaş tribünlerini sahanın içindeki futbol heyecanıyla yaşatacak hale 2-3 hafta sona gelir ve fizik olarak diri olmayı gerektirir.
Siyah-Beyazlılar defansta Serdar Kurtuluş’u biraz öne sürerek, Zapotocny ile Toraman’ı zaman zaman önlü arkalı yer değiştirerek üçlü defansı da denedi. Böyle anlarda ön tarafta çoğalarak, rakibi kendi kalesi önüne itip Beşiktaş bol pozisyon bulabiliyor. Yalnız sorun, Cisse’nin gerektiği kadar insiyatif almaması, Serdar Kurtuluş’un da fizik olarak bu oyuna hazır olmaması ve en büyük tehlike de dönen toplarda Beşiktaş’ın eksik yakalanması.
4. dakikada tecrübeli Zapo’nun akıl almaz hatasını, kıdemli golcü Mehmet Yıldız’ın gole çevirmesinden sonra oyuna daha fazla asılan, paniklemeyen ve gol isteyen Beşiktaş görüntüsü de önümüzdeki dönem için umut verici. Mustafa Hoca, Sivas’ın oyun sisteminde boş olan bırakmayacağını düşünerek Holosko yerine Bobo ile başladı ama dün gece Bobo doğru düşüncenin yanlış uygulayıcısı oldu.

25 Ekim 2008, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Avrupa yürüyüşü‘’

Bir tarafta Anorthosis tokatı yiyen Olympiakos, diğer yanda Steau Bükreş’ten darbeli Cim Bom, Şampiyonlar Ligi kapısından dönerek, UEFA gecesindeki buluşmalarında birbirine benzer hatalarla oynadılar. Sakatlık problemleri aynı, Avrupa Kupası’na yakışmayacak temposuzlukları da birbirine yakın iki takımın arasındaki en önemli fark, Galatasaray’ın daha fazla kaliteli ayağa sahip olmasıydı. Tempoyu düşüren diğer sebep ise, düdük yutmuş gibi maç yöneten İspanyol hakemdi. Sami Yen gecesinde Avrupa’yı özleyen Cim Bom’un tribün korosu, takımının ilk defa bu kadar coşkulu olarak yanındaydı. Ama maçın ilk bölümünde bu çoşku takıma yansımadı. Olympiakoslular oyunu önde tutup, Galatasaray’ın etkili hücumcularını kalelerinden uzaklaştırmayı başardılar. Burada anlayamadığımız durum ise Sarı-Kırmızılılar’ın geride oyunu kabul etmeleri ve aldıkları topları ileride çabuk kullanamayacak Baros-Lincoln ikilisine göndermelerindeki soruna rağmen, bir türlü takım olarak ileriye çıkmamalarıydı.
Zaten Galatasaray’ı biliyoruz, sezon başından beri de söylüyoruz. Türkiye Ligi için bile temposu düşük oynuyor. Karşısındaki rakip de ondan fazlası olmayan bir ekip. O zaman hangi düşünce ile geride çoğalıp gecenin kötüsü Baros’a ve Lincoln’e çabuk top atmayı düşündüler. Bunu birinin anlatması lazım. Grup maçlarından görünen o ki, iki galibiyet alan bir üst tura çıkıyor. Bunu da içeride yapmak en kolayı. Zor da olsa Galatasaray kolay olanı yaptı, üç puanı kaptı. Başlığa ‘Avrupa yürüyüşü’ dedik, bizim bildiğimiz Cim Bom, eskiden Avrupa’da koşardı.

24 Ekim 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI