‘’Manchester City'den tamamlanan geri dönüş‘’
Geçtiğimiz sezon iki maçta da Manchester City’nin bırakın yenmeyi gol bile atamadığı tek takım olan Crystal Palace, Manchester City’e ters gelen bir takım. Yine kısa sürede 2-0 geriye düşmeleri yine bunun göstergelerinden biri ancak Manchester City’nin bu defa imza attığı geri dönüş, bu sene nasıl bir seviyeye çıktıklarını gösterir nitelikte.
2-0’dan sonra verimsizleşen ana plan
Crystal Palace ligin atletizm ve fizik açısından ortalama üstü takımlarından biri. Bu anlamda fizik kondisyon olarak tam olunmayan ligin bu dönemlerinden karşılaşmak istemeyeceğiniz rakiplerden biri. Bu maça da oldukça iyi başladılar ve iki köşe vuruşu organizasyonundan iki gol buldular. Bu noktadan sonra Crystal Palace’ın skoru korumak üzerine oynadığı ve cılız ataklar dışında hücuma çıkmayı denemediğini gördük. Geride 5-4-1 şeklinde dizilerek bekleyen ve Crystal Palace birbirine çok yakın durarak City’i kanatlara yönlendirdi. Takım halinde kanatlarda da savunma yapan Palace kolay kolay boşluk vermeyerek City’i kenar ortalarına yönlendirdi. Kenar ortalarında da bire bir oynamaya çalıştığında da etkili olamayan bir City izledik. Bunun en önemli sebebi de pas temposunun düşük olmasıydı. Çift sahte bek ile oynayan Manchester City bu sayede orta sahada sayısal üstünlüğü yakalayarak topun kontrolünü tamamen almış olsa da Palace zaten kendi 20-25 metrelik alanında savunma yaptığı ve topu City’e bıraktığı için buna bu kadar kaynak ayırmaya gerek yoktu. İki bekin de merkezde görev yapması, kenarlardan oyunu genişletmeye çalışanların kenar oyuncuları olmasına neden oldu. Bu yüzden ceza sahası etkinliği de düştü ve ilk yarıda City ceza sahası içinde hiç etkili olamadı. Rakip ceza sahasına yaklaşan bir oyuncu da olmayınca Haaland’ın da ilk yarıda takımla bağlantısının koptuğunu gördük. Palace da bir noktada bunu hedeflemişti zaten.
Değişiklikler maçı getirdi
Mahrez ve Foden’ın kenarlardaki etkisizliği City’nin tempo yükseltememesinin en önemli sebeplerindendi. Değişiklikler olmadan önce Bernardo Silva’nın liderliği ele alarak, belki de takımdaki en özel dripling becerileriyle skoru 2-1 yaptığında bile plan çok iyi çalışmıyordu. Ancak 61’de Mahrez ve Cancelo’nun yerine İlkay ve Alvarez’in girişi oyunun seyrini tamamen değiştirdi. Savunmadan bir kişi eksilerek hücuma yerleştiren City, savunmada üçlü ve ikili şekillerde kaldı. Foden’ın sadece geriden oyun kurulurken yardıma geldiği ve onun dışında tamamen ilerde ve oyunu kenardan genişleten oyuncu olduğu bir oyun izledik. Sağ öne Bernardo, sol öne Alvarez’in geçtiği,formasyonun sürekli değişkenlik gösterdiği bir 3-3-4 gördük. İlkay’ın ceza sahası içindeki denge bozuculuğu, Alvarez’in müthiş pres gücü ve oyunu yavaşlatan Mahrez’in yerine bire birde adam eksilten Silva’nın ön tarafa geçmesi, bir anda en büyük sorun olan oyun hızı problemini çözdü. Yüksek tempoda rakibin dengesinin bozulmaya başlaması ihtiyaç olan boşlukların bulunmasını sağladı. Yüksek pres gücüyle birlikte Haaland’ın da takımla bağlantısı sağlanmış oldu ve Haaland’ın hat-tricki de bundan sonra geldi.
Haaland – Manchester City uyumu
Manchester City gibi kusursuz işleyen bir makine sisteminde yeni transfer edilen her oyuncu buradaki rolünü bulmakta zorlanıyor ve neredeyse bir sezon geçiyor. Haaland’ın da üç golüne rağmen oyun içinde tam verimle oynadığını söylemek kolay değil. Hatta Manchester City de Haaland’la birlikte oyununda bir değişime gidiyor. İki tarafın da birbirine uyum konusunda sorun yaşadığı aşikar. City’nin son iki haftada iki kez geriye düşerek, maçları kaybetme noktasına gelmelerinin sebeplerinden biri de bu oyun değişimi zaten. Buna rağmen Haaland’ın şu ana kadar yaptıkları bile ileride neler yapabileceğinin göstergesi. 4 maçta 6 gol, Premier Lig için oldukça zor bir başlangıç. Ancak bu daha Haaland’ın yüzde 50-60’ı belki de. Özellikle Haaland’ın Palace’a attığı son golde fiziksel güçleriyle öne çıkan Palace stoperini fiziksel mücadele yıkıp sonrasında kısa sürede temiz bir gol vuruşu yapması ne kadar komple bir oyuncu olduğunu bir kez daha gösterdi. City yeni oyununa, Haaland da yeni takımına ve oyun planına uyum sağladığında zaten oldukça güçlü bir yapı olan ve belki de Premier Lig’de mini bir hanedanlık kurmuş olan City’nin ne seviyelere çıkacağını tahmin etmek çok kolay değil.
‘’Şampiyonlar Ligi ‘hayal'i‘’
27 yıl sonra ilk kez Şampiyonlar Ligi gruplarına bir Türk takımı gönderemiyoruz. Bunun tüm faturasını Trabzonspor’a kesmek doğru değil ancak iki maçta da çok yanlış planlarla oynayan, sahada bariz bir şekilde görünen sorunları çözmek için uğraşmayan Trabzonspor aslında çok rahat bir şekilde elenebilecek bir takım karşısında elendi.
İlk maçın aynısı
İlk maçtan göre bu defa oyuncu seçimleri biraz daha farklıydı. Aslında hem doğru hem yanlış seçimler vardı ancak asıl sorun genel oyun planındaydı. Maça fena başlamayan Trabzonspor, temposu ve pas ritmi yüksek bir şekilde maça başladı. Topla oynama konusundaki takıntısından geçtiğimiz maça göre kurtulmuş gibi görünse de bu sadece ilk 10 dakika sürdü. Bu maçta geçtiğimiz maça göre yapılan tek doğru, rakibe geçiş fırsatı verilmemesi. Dorukan-Siopis gibi iki oyuncu bu noktada çok büyük etki sağlasalar da rakibin de skor avantajını korumak adına geçişleri çok fazla kovalamadığını gördük. Bu noktada bu mantaliteye sahip bir rakibe karşı Dorukhan ve Siopis’in aynı anda sahada olması tercihi ne kadar doğru tartışılır.
Hatalı A, eksik B planı
Kopenhag takımı bu maçta sadece ortalama bir takım görünümündeydi. Sadece sağlam durarak ve alan savunması yaparak turu geçeceklerinin farkındalardı. Trabzonspor ve Avcı bu durumu bozabilmek adına sahaya ne doğru ve iyi uygulanan bir A planı ortaya koyamazken, işlemeyen bu planın yerine başka bir B planı ortaya koyabildi. İlk maçtaki gibi 4-5-1 şeklinde sahada bekleyen Kopenhag, yine farklı bir şey yapmazken en azından bir hafta sonraki maçta farklı bir deneme yapılabilirdi. Oyuncu tercihleri sebebiyle fazla defansif kalan bu takımda rakibin dengesini bozabilecek tek oyuncu Abdulkadir Ömür’dü. Hem bire bir konusunda hem delicilik konusunda hem de genel anlamda bir dinamizm eksiği bulunan Trabzonspor sadece sağlam bir şekilde bekleyen rakibi karşısında hiçbir boşluk bulamadı. Bu kadar düşük tempoyla Avrupa’da kolay kolay hiçbir takımı yenmemiz mümkün değil. Avcı’nın geçtiğimiz sezon oynattığı pas oyunundaki orta saha kurgusunda Hamsik, Nwakaeme, Bakasetas ve Visca vardı ki bunlar taktiğin kilit oyuncularıydı. Bugün bu oyuncuların hiçbiri yokken bu pas oyununu oynamaya devam etmeye çalışmak büyük hataydı. Bunun yerine çok daha dinamik bir kadro tercihi çok daha doğru olurdu. Zaten oyun planı o kadar işlemedi ve boşluk bulunamadı ki Avcı gibi kenar ortaları kullanmaktan imtina eden bir hocanın takımı bu maçta 35 orta yaptı. Bunların çoğunun isabetsiz olması, durumun plan dahilinde olmadığını göstermesi bir yana hava toplarında üstün bir takıma karşı bu anlamdaki tek iyi hücum oyuncusunun Cornelius olması bu durumun da optimum olmadığını gösteriyor.
Değişiklikler hatalıydı
Maç içi müdahaleler konusunda da sınıfta kalan Avcı, gol gereken bir maçta Dorukhan-Siopis ikilisiyle çıkması bir yana bu yapıyı 73’e kadar bozmaması ilginçti. Bu yapıdan da maçın açık ara en kötülerinden Siopis yerine Dorukhan’ın çıkması bir başka ilginç durumdu. Maç için belki de en doğru oyuncu olan Abdülkadir’in maçın sonunu görememesi bir yana maç sonunda Kouassi gibi plana uygun olmayan bir açık oyuncusunun oyunda olması da oldukça yanlıştı. Bakasetas’ın sakatlık sorunu var ancak oyunda hiçbir etkinlik gösterilemiyorken net bir tehdidi olan bir oyuncu 78’de girebiliyorsa daha da erken oyuna alınabilirdi. Trezeguet-Bakasetas-Abdülkadir üçlüsü en azından bir 30 dakika kadar beraber oynayabilse belki hem tempolarıyla hem şut tehditleriyle rakibin kurgusunu bozma şansı elde edebilirlerdi.
Önceliğimiz Avrupa olmalı
Maccabi Haifa’nın Şampiyonlar Ligi gruplarına kalmasıyla ülke sıralamasında İsrail’in de gerisine düşen Türkiye’nin artık tüm temsilcilerinden puanlar toplamaya ihtiyacı var. Sadece ligimize kanalize olup Avrupa’yı ikinci plana atmaya devam edersek, Şampiyonlar Ligi değil Avrupa Ligi bile hayal olmaya başlayacak. Bu kadar büyük bir futbol ülkesinin büyük kulüplerinin önderliğinde ayağa kalkması ve önceliğini Avrupa kupaları yapması ve en önemlisi ufkunu genişletmesi şart.
‘’Liverpool serbest düşüşte‘’
Premier Lig’e oldukça kötü bir giriş yapan Liverpool sürprizlerle dolu üçüncü haftanın son maçında bir sürprize de kendi imza attı. Lige oldukça kötü giren ve ilk iki maçını kaybeden Manchester United karşısında ilk galibiyetini almak isteyen Liverpool oldukça etkisiz bir oyun oynayarak ligdeki ilk kaybını alırken üç hafta sonunda galibiyet yüzü göremedi. Ancak şampiyonluk adayı Liverpool için asıl düşündürücü nokta bu kayıpların yapısal sorunlardan kaynaklı olması ve bu sorunların düzelmesi için zamana ihtiyacı var.
İki takımın da aslında büyük sorunları var ve çözülmesi çok kolay görünmüyor. Manchester United yeni bir yapılanmaya giriyor. Erik ten Hag’ın elindeyse oynatmak istediği futbola uygun olmayan, hatta hiçbir futbola tam olarak uygun olmayan, birbiriyle uyumsuz bir oyuncu grubu var. Liverpool’da ise sezon başı patlayan sakatlık krizi, kadro derinliği sorunuyla birleşince seviye olarak çok geriye gitmelerine sebep oldu. Bir şekilde bir ilk 11 çıkaran Liverpool’da yedek kulübesinde oyuna etki edebilecek kalitede sadece üç isim bulunuyordu ki o üç oyuncu da oyuna sonradan dahil oldu. Klopp’un elindeki diğer değişiklik haklarını kullanarak oyuna belli noktalardan bile daha iyi bir oyuncu alması mümkün değildi. Böyle bir denklemde her ne kadar formsuz da olsa rakip Manchester United olunca puan koparmak o kadar da kolay olmuyor.
Liverpool’un bu maç özelinde en önemli eksiği sağ stoper, yaratıcı orta saha ve en uçtaki oyuncuydu. Geçtiğimiz hafta Nat Philipps ve bu hafta Joe Gomez ofsaytı bozarak iki tane gol yedirdi. En son geçtiğimiz sezonun ortalarında gol atan Rashford bile bu denklemde iyi göründü. Hem oyun kurulumunda hem çabukluk anlamında Matip ve Konate’nin eksikleri belli olmanın ötesinde skora etki ediyor. Bir diğer sorun olan Thiago’nun eksiği tüm orta saha kurgusunu değiştiriyor. Jones ve Chamberlain de onunla birlikte sakatlık yaşayınca orta saha kurgusunu Elliott-Henderson-Milner şeklinde kuran Liverpool’da maalesef yaratıcılık çok büyük sorun. Elliott her ne kadar potansiyel gösterse de şu an için Thiago’nun rolü için yetersiz. Maalesef Milner da her ne kadar takımın joker oyuncusu olsa da ilk 11 çıkıyorsa sorun var demektir. Bu anlamda Fabinho’nun kulübede olması da bu maç özelinde Klopp için hatalı bir tercih oldu. Manchester United’ın sürekli zayıf nokta olarak hedeflediği Trent’in arkasındaki boşluğu en iyi kapatacak isim Henderson’du. Henderson’un savunma önünde oynaması ve sağ içte oynayan Elliott’un destek vermemesi o bölgede eksik oluşturdu. Ten Hag işler iyi giderken bile ikinci yarıya başlarken Rashford’un patlayıcılığından daha iyi faydalanmak adına Martial’i en uca alırken Rashford’u Trent’in karşısına koydu. Liverpool’un en iyi durumunda bile zayıf noktası olan savunmanın sağ bölgesi sağ stoperden ve sağ iç oyuncusundan destek alamayınca tamamen çöktü ve United bu bölgeyi maden gibi işledi ki iki gol de sağ taraftan geldi. Bir diğer eksik ileri uçta Nunez’in eksikliği. Rakip ceza sahası içinde net bir bitirici oyuncu eksiği bulunan Liverpool’da Diaz’ın çizgiye yapışık oynaması, Salah’ın formsuzluğuyla birlikte ileride etkili olunması çok kolay görünmüyor. Bu noktada en büyük kayıp geçtiğimiz sezonun sonunda takımı hücumda taşıyan en önemli isim Mane ve onun keskinliği olarak görünüyor.
Maç özelinde belki de maçın United üstünlüğüyle geçmesinin ve geçtiğimiz hafta Brentford karşısında neredeyse rezil olan yapının bu maçta iyi görünmesinin iki sebebi var. Toplu oyun ve rakip tarafından gösterilen baskı seviyesi. Geçtiğimiz hafta Brentford karşısında %67 ile topla oynayan Manchester United, Liverpool karşısında sadece %30 ile oynadı. Manchester United’ın toplu oyunda ne kadar kötü olduğunu bu istatistik oldukça iyi açıklıyor. Ancak bunu rakibin baskı seviyesiyle birleştirmek de önemli. Gegenpressin belki de en iyi uygulayıcı takımı olan Liverpool’un bu hüviyetini kaybetmiş olması maçın kaybındaki en büyük etken. Geçtiğimiz hafta Brentford toplu oyun konusunda büyük sorun yaşayan United karşısında sadece önde iyi baskı yaparak ilk yarım saatte fişi çekmişti. Liverpool’un bunu yapmaktaki başarısızlığı aslında Manchester United’a maçı getirirken, Liverpool’un kimlik kaybını gösteriyor.
Maçı her ne kadar Manchester United iyi bir oyunla almış gibi görünse de az önce bahsettiğim sorunlardan dolayı önümüzdeki haftalarda şok sonuçlar almaya devam edebilir. Tek bir galibiyetten büyük anlamlar çıkarmak veya bir sürecin başlangıcı gibi görmek yanıltıcı olabilir. Liverpool tarafındaysa Thiago’yu yedekleyecek iyi bir isim almanın önemi daha da göze çarparken, takımdaki kritik sakat oyuncular iyileşene kadar elit seviye bir oyun sergilemesi mümkün görünmüyor.
‘’Chelsea'ye soğuk duş‘’
Marcelo Bielsa’nın takımdan ayrılışının ardından geçtiğimiz sezon küme düşme tehlikesi geçiren ve son anda ligde kalan Leeds United, Chelsea karşısında 3-0’lık net bir galibiyeti zorlanmadan aldı.
Leeds’in yüksek pres oyunu
Leeds teknik direktörü Jesse Marsch’ın daha önce çalıştığı Red Bull çatısı altındaki kulüpler olan Leipzig ve Salzburg’dan takviyeler yapan Leeds’in geçtiğimiz sezona nazaran çok daha iyi bir görüntü sergilediğini söyleyebiliriz. Özellikle art arda gelen sakatlıklar sonrası geçtiğimiz sezon teknik kalite anlamında gerileyen Leeds United, bunun üzerine en önemli iki oyuncusu Raphinha ve Kalvin Phillips’i de kaybettikten sonra bu sezon kadro kalitesi anlamında soru işaretleri barındırıyordu. Bu maç özelinde Leeds’in geçtiğimiz sezon temel taşları olan Ayling, Dallas ve Cooper’ın yanı sıra hücumdaki en önemli silahı olan Bamford da yoktu.
Bu noktada Leeds’in Chelsea karşısında yaşayacağı hücum sorununun yanı sıra kadro uyumu konusunda da bir hayli sıkıntı çekmesi bekleniyordu. Ancak beklentinin tam tersine hücum sorununu Rodrigo ile çözerken, sezonun belki de şu ana kadarki en yüksek tempolu maçını oynatmayı başardı. Yoğun bir pres üzerinden oyununu şekillendiren Leeds United, böyle bir presi kadro uyumu olmadan başaramazdı. Çünkü aksayan tek bir nokta bile verdiği açıkla Chelsea gibi bir rakip karşısında tek ayak üzerinde yakalanır ve golü kalesinde kolayca görürdü. Bu anlamda birkaç kez başarısız olup tehlike yaşasalar da genel anlamda oldukça başarılılardı.
Chelsea gibi teknik kalite anlamında üst seviye olan ve üçlü savunma ile oynamasından dolayı savunmadan paslı çıkışlarda her zaman +1 oyuncusu olan bir takıma karşı bu şekilde başarılı olmak çok büyük iş. Sezonun daha hemen başında, sıcaktan dolayı su molaları verilen bir dönemde son seviye pres oyununu oynamak zaten ayrı bir olay. Sezon öncesi kampını çok başarılı geçirdikleri her hallerinden belli olan Leeds, teknik kalite anlamında ortalamanın altında görünse de elit seviye tempoyla bu açığı kapatacak gibi görünüyor.
Tuchel’in Tottenham maçı yanılgısı
Thomas Tuchel’i ise geçtiğimiz hafta Tottenham karşısında gösterilen oyun etkisi altında kalmış olacak ki aynı taktikle sahaya çıkmış. Tottenham gibi hedef bir maç için çok doğru bir taktik olsa da bu maç için çok da doğru bir taktik olduğunu söylemek zor. Tottenham gibi geride bekleyen bir rakibe karşı topu ileriye taşımak gibi bir problem olmadığından set hücumu kurulurken sorun yaşanmamıştı. Ancak Leeds’in yüksek baskısı bunu oldukça zorlaştırdı. Loftus-Cheek’in hem gününde olmaması hem de geçtiğimiz hafta gördüğümüz Loftus-Cheek’in gerektiğin sol içleşerek Reece James’e alan açması ve bir nevi oyun içi ara ara 4-3-3 dönüşlerini göremememiz oyunu sıkıştırdı.
En uçtaki istasyon oyuncu eksiği de ileri taşınan topların orada kalmasına engel oldu. Bu sebeplerden dolayı set hücumunun kurulamaması Leeds’in ekmeğine yağ sürdü. Leeds belki 3-0 kazandı ancak bunu hücum konusunda çok iyi oldukları için yapmadı. Leeds topa sahip değilken yüksek pres yaparak topu kazanma konusunda çok iyi ancak topu aldıklarında o kadar da iyi bir takım değiller. Ön alanda yüksek presi de yapma sebepleri zaten bu. Tehlikeli bölgelerde topu kazanıp rakibi hazırlıksız yakalayarak skor bulmak. Bu hatayı da Mendy yapınca skor direkt olarak geldi. Ardından bir duran topta savunma hatası gelince skor bir anda 2-0 oldu.
Zaten bu tip bir rakibe karşı skor avantajını verince geri dönmek normalden iki kat daha zorlayıcı oluyor. İkinci yarı Tuchel’in ilginç bir şekilde iki merkez orta sahası Jorginho ve Gallagher’ı oyundan alıp kanat ve forvet arkası oyuncuları Pulisic ve Ziyech’i oyuna alması da oyun kontrolünü tamamen kaybetmesine sebep oldu. Zaten birkaç dakika sonra gelen Leeds’in üçüncü golüyle birlikte maç o anda bitti. Mental anlamda oyundan çokça düşen Chelsea’de bunun en büyük göstergesi Koulibaly’nin gereksiz yere kırmızı kartla atılmasıydı.
Chelsea’de yapısal sorunlar
Chelsea şok bir yenilgi alsa da daha maçın ilk dakikasında öne geçebilir hatta çok küçük farklı ofsaytlara yakalanmasa maçı kolayca kazanabilirdi. Ancak Chelsea’nin bu maçtan bağımsız olarak yapısal olarak net sorunları var. Orta saha merkezinde Kante ve Kovacic’in sürekli sakat olmasından dolayı bir eksiklik yaşanmasının yanı sıra en uçta top tutabilen,istasyon olabilecek bir oyuncunun eksikliği de göze çarpıyor. Bu net eksikleri tamamlamadan Chelsea’nin bu sezonki hedeflerine ulaşması çok kolay görünmüyor.
‘’Nereye kadar Gomis'le‘’
Transfer döneminin şampiyonlarından Galatasaray üç haftada altı puan almayı başarsa da bu puanların dördünü Gomis’in bireysel çabasıyla almış olması ve saha içindeki yetersiz oyun planı, Galatasaray’ın daha kat etmesi gereken çok yolu olduğunu gösteriyor.
Ümraniyespor’un planı
Ümraniyespor ilk üç haftada bir puan alabilmiş olsa da ligin iyi sistem takımlarından biri olacağını gösterdi. Gerek Fenerbahçe gerekse Galatasaray maçlarında kurguladıkları cesur pres oyununu iki maçta da farklı şekillerde sahaya yansıtarak aslında sıradan bir takım olmayacaklarını gösterdiler. Bu anlamda Türk futbolunun Recep Uçar’la birlikte yeni bir potansiyelli teknik direktör adayı kazandığını söylemek gerek. Galatasaray maçına da bir o kadar iyi hazırlanmış ve Galatasaray’ın eksikleri üzerine iyi kurgulanmış bir oyunla sahadaydılar. Geçtiğimiz hafta Fenerbahçe maçının aksine bu hafta dar bir 4-3-3 kurgulamışlar. Özellikle Torreira’nın oynadığı denklemde geriden top çıkarırken gerideki ana üç oyuncu olan Abdülkerim-Torreira-Nelsson üçlüsünü üç oyuncuyla kapatarak oyunun buradan kurulmasını engellediler. Yine bir arkadaki üçlünün de aynı darlıkta merkezi kapattığını ve burada 6 kişiyle bir sayısal avantaj kovaladığını gördük. Bu sayede Galatasaray’ın oyunu kanatlara yönlendirmesi ve bekler üzerinden çık(ama)masını istediğini gördük. Ümraniyespor genel planı aslında van Aanholt ve Boey’in ayak kalitesinin kötü olması üzerine kuruluydu. Bu planın genel olarak çalıştığını söylemek mümkün.
Galatasaray nasıl karşılık verdi?
Ümraniyespor’un maç önündeki harika hazırlığına rağmen Galatasaray’ın hem ana plandaki eksikliği hem de oyuncular arasındaki uyum sorununun bariz olması, aradaki kadro kalite farkının kapanmasına sebep oldu. Bu da Galatasaray’ın oyun üstünlüğünü almasını ve maçı kolay bir şekilde kapatmasının önüne geçti. Ümraniyespor oyunu beklere yönlendirdikçe Galatasaray bu oyuncuların pas kalitesindeki yetersizlikten dolayı bir türlü rakip sahaya yerleşecek şekilde oyunu ileri taşıyamadı. Özellikle ilk yarıda çok daha organize görünen ve del Valle’nin ayağından organize gelişen bir net gol pozisyonunu da harcayan Ümraniyespor, topa daha az sahip olsa da maç öncesi planladığı ikinci bölgede kazanılan toplarla hızlı hücumları yapmayı başardı. Bireysel yetenek anlamında biraz daha iyi olsalar Galatasaray’ın neden kaybettiği üzerine konuşuyor olabilirdik. Özellikle ilk yarıda Okan Buruk’un hiçbir şekilde rakibe cevap veremediği düşünülürse hocanın oyun kurulumu üzerine çok fazla çalışması gerekiyor. İkinci yarıdaysa Mertens’in girişiyle birlikte aslında oyun düzeninde çok bir değişim olmasa da Ümraniyespor oyuncuları üzerinde bir baskı oluştuğu kesin. Kondisyonlarının da biraz düşmesiyle birlikte oyunlarının bir seviye geri gitmesi, Galatasaray’ın ilk yarıdaki sorunlarının azalmasını sağladı. Recep hocanın da bu sebeple önce iki kanadını sonra orta saha merkezindeki iki oyuncusunu aynı anda değiştirdiğini gördük. Fizik kaliteyi artırmak adına iyi hamleler olsa da zaten arada büyük fark olan kadro kalitesinin daha da düşmesi, Ümraniyespor’un sahada yansıtmak istediklerinin önüne geçti. Böylece Galatasaray’ın ikinci yarıda oyunu rakip yarı sahaya daha iyi taşıdığını ve burada etkinlik gösterdiğini izledik. Ancak bireysel yetenekler dışında pozisyon üretiminin neredeyse sıfıra yakın olduğunu gördük. Galatasaray’ın oyun kurgusunu veya hücum şablonunu anlamak bu noktada çok da kolay değil. Üç maçta sadece iki gol atarak 1-0’la iki maç kazanan ve bunları da Gomis’in bireysel yeteneğiyle bulan Galatasaray nereye kadar Gomis’le maç kazanabilir? Gomis’in yerine de bir golcü düşünüldüğü de göz önüne alınırsa çok fazla değil. Bu transferler sonrası yükselen beklenti düşünüldüğünde Okan Buruk’un ivedilikle takımın hücum şablonunu ve oyun kurulumunu belli bir aşamaya getirmesi elzem.
Bireysel form düşüklükleri
Birçok transfer yapan Galatasaray’da oyunculardan optimum düzeyde verim alındığını söylemek zor. Oyun şablonunun oturmamış olması bunda önemli etken ancak bireysel anlamda bakıldığında da form düşüklükleri göze çarpıyor. Abdülkerim’in sürekli kritik pas hatası yapması Marcao’nun yerine gelmiş olmasının yaptığı baskısını gösteriyor. Seferovic’in girdiği net pozisyonda gol vuruşunu yapmaması, Oliveira’nın kalitesinin çok altında basit top kayıpları, Kerem’in merkeze yakın oynamaya başlamasının ardından oyunda kaybolması, Mertens’in en uçta olmamasından dolayı oyununun geriye gitmesi ve bunların bu kadar bariz görünmesi aslında oyun planının zayıflığından kaynaklanıyor. Bu sorundan etkilenmeyen hatta bu sorunun üç puana mal olmasını engelleyen isimse ilk maçı olmasına rağmen takımın açık ara en iyisi Torreira’ydı. Galatasaray’ın bu sezon başarılı olup olmamasında kilit rol üstleneceği net bir şekilde görülüyor.
‘’Top Trabzon'un, skor Kopenhag'ın‘’
Kopenhag deplasmanından kabus gibi bir skorla dönmek üzereyken son anlarda bulunan golle umutları Trabzon’a taşımayı başaran Avcı ve öğrencilerinin işi hiç de kolay değil. Ancak bu maçtaki bariz hatalardan ders çıkarı, ikinci maçta bunların üzerine gidilirse imkansız da değil.
Ayaklar titrememeli
Her şeyden önce oldukça çekingen oynayan bir Trabzonspor vardı. Oyuncuların da Abdullah Avcı’nın da üzerindeki baskı net bir şekilde görülüyordu. Skorda erkenden geri düşmenin etkisiyle iyice artan bu durum, Trabzonspor’un kendi oyununu oynamasını engelledi. Her ne kadar Trabzonspor çok daha kaliteli ayaklara sahip olsa da bunu sahaya yansıtmakta oldukça zorlandı. Bunda rakibin buraları oynama tecrübesi de öne çıkıyor.
Planda bariz hatalar
İşin bir de taktiksel boyutu var. Burada Abdullah Avcı’nın çok bariz hatalarını gördük. Oyuncu seçimlerinin hatalı olduğu bir denklem izlesek de değişikliklerle bu biraz daha toparlandı. Avcı maç öncesi planında topa bu kadar hükmeden bir oyun oynatmak istiyor muydu bilinmez ancak eğer plan buysa takıma tam olarak uygun olmadığı açık. Bu planda ısrar edilecekse de oyuncu tercihlerinin doğru olmadığını söylemek çok da yanlış olmaz. Çünkü rakip zaten teknik anlamda kaliteli değil ve topu bırakmak onların işine geliyor. Savunmada kendi yarı sahalarında kompakt bir şekilde durabilen Kopenhag, hızlı çıkışlarla tehdit yaratmak isteyen bir ekip. Bu noktada eğer topa hükmetme konusunda plan yapıyorsanız tempoyu bu kadar düşük tutamazsınız. Tempo belli bir seviye üstüne çıkmazsa dün olduğu gibi rakip savunmada hiçbir açık oluşturamazsınız. Bir diğer sorun kanatlardan genişlik verme sorunu. Ne Trezeguet ne Kouassi topla ilişkisi ortalama üstü oyuncular değil. Aynı zamanda rakip ceza sahasına kat ederek arkalarındaki beklerin oyunu genişletmesini sağlayacak oyuncular da değiller. Bunun üzerine bir de geriden top çıkarırken orta sahadan bir oyuncunun sürekli destek verdiğini düşünürsek üçüncü bölgede bir türlü istenen kalabalık oluşturulamadı. Açıkçası Kopenhag da Trabzonspor’un tehlikeden uzak bölgelerde istediği gibi topla oynamasına izin verdi. Bunu engelleyebilmek adına Kouassi yerine kanatta Abdulkadir Ömür oynayabilir ve merkezde Dorukhan’la başlanarak merkezde ribaunt toplayıp, akın sürekliliği elde edilir ve fiziksel üstünlük sağlanabilirken, aynı zamanda Visca’nın kanatlarda sağladığı toplu oyun becerisinin eksikliği de minimalize edilebilirdi. İkinci yarı yapılan Djaniny hamlesi de buna benzer bir etki getirdi denilebilir. Rakip yarı sahasında dinamizmiyle hücum bölgesinde denge bozan unsur olmasıyla Trabzonspor hücumda daha etkili olmaya başladı. Bartra girişiyle birlikte daha ilk maçından bu pas oyununa ne kadar büyük etki yapacağını kısa sürede gösterdi.
Anahtar kelime dinamizm
Bu tur geçilmek isteniyorsa anahtar kelime total top kontrolü değil, dinamizm. Çünkü rakibin dengesini bozan belki de tek unsur, Bakasetas’ın gol vuruşunda topun rakibe çarpıp yön değiştirmesiydi. Rakip ceza alanında etkinliği yükseltmeden bu tip rakiplere karşı skor bulmak oldukça zor ve böyle uzaktan şutlara ya da duran toplara mahkum bırakabiliyor. Trabzonspor, Kopenhag karşısında topa hükmetti ve rakip şansıyla golleri buldu demek yanlış olur. Çünkü istatistikler Kopenhag’ın maçı hak ettiğini söylüyor. %64 topla oynayan Trabzonspor sadece bu alanda bariz üstün görünüyor. İki takımın rakip ceza sahasındaki topla buluşma sayıları eşit, kullandıkları korner sayıları eşit, Trabzonspor rakibinden daha fazla şut atmış olsa da Kopenhag’ın gol beklentisi 1,29’ken, Trabzonspor’un 0,86. Kısacası rakip aslında oyunu kaybetmedi. Seviye olarak çok da iyi olmayan Kopenhag sadece iyi organize olan bir takım. Trabzonspor ikinci turda sabırlı bir şekilde ayakları titremeden rakibiyle aynı seviyede organize bir oyun oynamayı başarabilir ve en önemlisi dinamizmi arttırabilirse, zor bir rövanşı kazanmak oldukça kolaylaşır.
‘’Chelsea Tottenham'ı elinden kaçırdı‘’
Ligin ilk Top 6 karşılaşması başından sonuna kadar tempo, fiziksel mücadele ve taktiksel detayların yanı sıra takımların hocaları Antonio Conte ve Thomas Tuchel’in arasındaki gerginlikle birlikte bir derbi karşılaşmasında izleyiciler için aranan her şey vardı.
Tuchel’den sürpriz 4-3-3
Chelsea Tuchel geldiğinden beri çok az bozduğu üçlü savunma kurgusunu sürpriz bir şekilde bu maçta bozdu. Klasik bir 4-3-3 şeklinde dizilerek sahaya çıkan Chelsea, bu anlamda Tottenham’ın oyununa iyi bir karşılık verdi. Tottenham’ın üçlü savunmayla kalabalık bir savunma hattında kaymaları da çok iyi yapıyor olması onları elit bir savunma takımı haline getiriyor. Bunu bozabilmek adına kanatlardan oyunu açmak ve kanatlara ters toplar atmak şart. Ancak Tuchel’in bu konuya farklı bir çözüm getirdiğini gördük. Özellikle ilk yarıda ileri üçlünün sürekli yer değiştirdiği bir yapıyla rakibin yapısını bozmak isteyen bir oyun anlayışıyla sahadaydı. Nitekim bunda da başarılı oldu. İleri üçlünün sürekli yer değiştirmesi Tottenham savunmasının marke etme konusundaki ezberini bozdu. Chelsea savunmadan topu çıkardıktan sonra hatlar arasına kolayca girerek topu ileri taşımayı da başardı. Bu noktada Chelsea’nin tek bir sorunu göze çarpıyor. İleride istasyon olabilecek, takımı rakip yarı alana yerleşirken en uçta topu tutabilecek, rakip savunmacılarla fiziksel mücadeleye girebilecek ve aynı zamanda ceza sahası içinde bitirici bir oyuncunun eksikliği göze çarpıyor. Bu açığı kapatmak için top kaybedildiği anda şiddetli pres uygulayarak topu kazanmaya çalışsalar da özellikle ikinci yarıda ara ara başarılı olamayarak akın sürekliliğini sağlayamadılar. Dikkat çeken bir başka noktaysa Chelsea savunma çizgisinin orta saha çizgisi üzerinde olmasıydı. Özellikle ilk yarıda rakibi kendi yarı sahasına hapseden Chelsea, akın sürekliliğini sağlasa da ceza sahası içinde top tutma ve bitiricilik sorunu skor yapmayı zorlaştırdı. Tottenham’ın büyük duran top savunma hatası olmasa büyük bir oyun üstünlüğüne rağmen Chelsea skoru alamayabilirdi.
Gölge markaj topu kazandırdı
Bu haftanın Premier Lig’deki tüm maçlarına damga vuran ön alan presini Tottenham karşısında da ustaca uygulayan Thomas Tuchel, her ne kadar topu kaybettiğinde şok pres uygulasa da Tottenham kalecisi top çıkarırken sert baskı yapmadı. Aksine topla ilişkisi kötü olan ve hata yapmaya müsait olan Tottenham stoperlerinin topu aldıktan sonra pas opsiyonu bulmasını engelleyecek şekilde gölge markaj yaparak beklediler. Bu noktada Kante’yi ve Loftus-Cheek’i de öne çıkaran Tuchel, Tottenham savunma üçlüsünün hücum hattının bu hareketiyle topu Tottenham orta saha dörtlüsüne geçirmesini önleyerek uzun vurmalarını sağladı. Bu sayede topu alarak hücum şansı elde ettiler. Bu anlamda savunma hücumdan başlar felsefesini gösteren net bir örnek oldu.
Üçlü savunmaya dönüş iki puan kaybettirdi
Loftus-Cheek’in hem kanat beki gibi kenardan genişlik veren hem de sağ iç gibi merkezde sayısal avantaj sağlayan oyuncu olması ve bunu hangi anda yapacağını bilmesi oyunu Chelsea’ye getiren en önemli detaylardan biriydi. Ancak Chelsea’nin buradan hak ettiği üç puanla ayrılamamasının en büyük sebebi Tottenham şansının yanında, Chelsea’nin geri çekilmesi oldu. İşler iyi giderken üçlü savunmaya dönerek skoru tutmak isteyen Tuchel, yaptığı hamle sonrası Tottenham’ın üstüne gelmesine zemin hazırladı. O hamleden sonra belki ilk defa Chelsea yarı sahasına yerleşerek atak yapma şansı bulan Tottenham golü de burada buldu. Her ne kadar ilk yerleşik atağında uzaktan şutla golü bulduğu için şanslı sayılabilecek bir rakip olsa da Chelsea’nin oyun gücünü kaybettiği için son dakikalarda iyice baskı yediğini ve son golün de bu baskıyla geldiğini unutmamak gerek.
Tottenham’ın bekleri
Bu savunma stili ve hızlı hücum isteği Conte’nin ana felsefesini oluştursa da Tottenham’ın bu futbolla Top6 takımlarına karşı kazanma ihtimali her zaman daha düşük olacaktır. Üçlü sistemin kilit pozisyonları olan kanat beklerinden fayda alamadığı her maçta büyük sorun yaşayan Tottenham, Perisic ve Spence gibi eklemeleri yapmış olsa da bu bölgeler hala zayıf nokta olarak göze çarpmaya devam ediyor.
‘’Büyük takım Arsenal‘’
Geçen hafta Crystal Palace deplasmanında zor bir galibiyetle başlayan Arsenal bu hafta da Leicester City karşısında gösterişli bir galibiyet alarak adeta gövde gösterisi yaptı. Geçen sezon yakalanan iyi nüvenin kadro anlamındaki eksiklerini tamamlayarak üzerine koymaya devam eden Arsenal’in geçtiğimiz sezona göre oyunundaki seviye atlayışı net bir şekilde görülüyor.
Zinchenko ve Gabriel Jesus’un önemi
Geçtiğimiz sezon da bu oyunu oynamak isteyen ancak bir türlü istediği seviyeye çıkamayan Arsenal’de en büyük sorun oyuncu kalitesiydi. Özellikle Tierney’in sakatlığı sonraki sol bekte büyük sorun yaşanmasının ardından yapılan Zinchenko transferi oldukça önemli. Genel kanının aksine, Arteta onu Xhaka’nın yerine savunma önünde değil sol bekte kullanıyor. Bu sayede oyunu kanatlardan genişlettiğinde çizgilerde bir kalite artışı oluşturmasının yanı sıra zaman zaman orta sahaya yaptığı sahte bek desteğiyle Arsenal’in bu bölgede sayısal avantaj elde etmesini sağlıyor. Geçen sezonun kadrodaki en iyi oyuncularından Tierney’in yedek kalması bu yüzden boşa değil. Gabriel Jesus ise gerçekten sezonun transferi olabilir. City sonrası herkes oyuncudan patlama bekliyordu belki ama bu seviye bir oyunu herhâlde kimse beklemiyordu. Ancak oyuncunun bu seviyeye çıkmasında hem mental hem taktiksel sebepler var. Manchester City’de istediklerini yapamamış hırslı bir oyuncu olarak geldiği Arsenal’de takımın yıldızı olmayı kafasına koyarak, özgüveni ve kendini kanıtlama isteğiyle takımın bir üst seviyeye çıkmasına önderlik ediyor. Taktiksel anlamda ise Arsenal’de en uçta oynayan Jesus, Guardiola’nın sahte 9 oyununun gerektirdikleri için sarf ettiği eforu tamamen santrforluk işlerine harcaması ve sağ açık gibi pozisyonlarda oynamak zorunda kalmamasıyla birlikte iyice özgürleşti ve iyi yaptığı işleri daha da iyi yapar hale geldi. Attığı ilk golde de Thierry Henry’i akıllara getirdi. Ancak bu noktada Guardiola’nın oyuncuları teknik anlamda nasıl bir seviyeye çıkardığını söylemeden geçmek olmaz. Manchester City tedrisatından geçtikleri her hallerinden belli oluyor.
Hücumda seviye atlayan Arsenal
Arsenal Leicester City karşısına 4-2-3-1’le çıktı. Geçtiğimiz sezonda olduğu gibi orta sahada Partey-Xhaka ikilisiyle iyi bir merkez savunması kurduğu yapıda kanatlardan oyunu genişleterek hücum ediyorlar. Bu anlamda ön alan presini de geriden destek alarak yaparken, topu aldığında efektif kullanan, set hücumunda kilitlenmeyen bir oyun oynuyorlar. Bundaki en önemli sebep kadrodaki teknik kalite artışının yanı sıra oyuncuların dar alan becerilerinin de artması. Bu da yanında top kayıplarının azalmasını ve akın sürekliliğinin sağlanmasını getiriyor. Bunun yanında Leicester gibi iyi bir savunma takımına karşı bu kadar net bir delicilik sergilemek çok da kolay değil. Kanatlardan oyunu çok iyi genişleterek yarım alanlarda oluşan boşlukları iyi kullanan bir Arsenal izledik. Ancak oyunu ne kadar iyi kurgulamış olsalar da Gabriel Jesus’un durdurulamaz driplingleri, topu saklama becerisi, fiziksel mücadelesi ve bu şekilde tüm ilgiyi üzerine çekmesi takım arkadaşlarının işini de oldukça kolaylaştırıyor. Ancak uzun vadede Jesus’a alınacak önlemler oyuncuyu fazlaca kısıtlayabilir de.
Şampiyonluk gerçeği
Arsenal, Leicester’a karşı oyunu domine etmeyi başardı ve skor anlamında iki kez geriden gelmeye çalışan rakibine izin vermedi. Bu noktada savunmanın hücum kadar görkemli olmadığı düşünülebilir ancak savunma sezon içinde daha iyi hale gelecektir. Ayrıca gol yedikten sonra oyundan düşmeyen ve tekrar farkı açmaları da mental bir gücün göstergesi. Bu oyunla Arsenal’in şampiyonluk adayı gibi oynadığını söylemek çok da zor değil. Ancak onların tepeye oynaması çok mümkün görünmüyor. Arsenal’in kadro derinliği oldukça zayıf. Ana kadrosu ne kadar iyi olsa da bu uzun sezonda yaşanılabilecek ilk sakatlık krizinde Arsenal’in oyunundaki düşüş çok sert olacak gibi görünüyor. Buna rağmen bu oyunla ilk 4 için net adaylardan bir tanesi olduklarını söylemek yanlış olmaz.