‘’Sporun Değeri - 3 ve Roland Garros!‘’
Evvelki yazımda size bir damla nefesin öneminden bahsetmiş Kanuni Sultan Süleyman’a atfedilen bir deyişi yazmıştım: Olmaya devlet cihânda bir nefes sıhhât gibi! Dün akşam elime Nef Şirketinin manifestosu geçti. Konumuzla bu denli ilintili olabilir. Dolayısıyla aşağıda bir alıntı yapıyorum. Böyle bir manifestoya sahip bir şirketin adını yazmamak benim etik anlayışıma sığmaz. İsterse reklam yapıyor desinler… Yazarın eline, koluna beynine sağlık.
“Hayatta hiçbir şey vazgeçilmez değildir. Tek bir şey hariç… NEFES. Nefese olan bağlılığımız doğduğumuz anda başlıyor, son anımıza kadar da yaşamımızın vazgeçilmezi oluyor. Aldığımız her nefes bir yeniden doğuş, bir mucize aslında… Aldığımız her nefes bir mucizeyse, neden daha iyi olmasın?”
Evet spor, dün yazdığım gibi pozitif bir elementtir. Hep iyiye, güzele, ileriye, gelişmeye açar insanı. Aldığımız her nefes gibi! Yaşadığımız iğrenç salgından sakınmak için başlıca panzehiriniz sağlığınızın gücüdür… Bunu da sağlamak için siz siz olun spor yapın. Ama doğru sporu, doğru yapın.
Yine Fransa’ya gelirsek kadınlarda kupa 19’luk Polonyalı Swiatek’in eline çok yakıştı. Rakibi Avustralya Açık şampiyonu Kenin’i 84 dakikada derdest etti. Ancak Kenin gerçekten sakattı. O neredeyse her turda 3 setlik maçlar oynarken Swiatek rakiplerine set bile vermiyordu! Kasığındaki sakatlık ikinci turdan bu yana var. Dün ikinci sette bir ara servise bile kalkamıyordu.
Nadal hayranı olan Swiatek’in başlıca hedefi idolü kadar sürekliliğe sahip olmak. Caz ve 90’ların rock gruplarını dinlemeyi seviyor. Okulda en favori dersi matematikmiş! Roland Garros’da ilk turdan itibaren telefonunu kapatabilecek kadar disiplinli. Zaten size yaşından fevkalade olgun diye bahsetmiştim.
Sürekli bir spor psikologu ile seyahat ediyor… “Beni daha olgunlaştırdı... Spor hakkından çok bilgim var. Psikoloji hakkında da çok bilgim oldu. Ve sonuçta olayları ve olası açmazları daha net algılayabilip, onlarla yüzleşebiliyorum.” diyor. 19 yaşında böyle bir durum değerlendirmesi yapabilen bir insan, gelişmeye ne denli açık olacaktır düşünebiliyor musunuz?
Umarım her zeminde bu başarıyı gösterip tenisin efsaneleri arasında yer alır. Ama rekabet çok güçlü olacaktır: Başta Ashleigh Barty, Andreescu, Kenin var. Halep, Muguruza ve Pliskova’yı da unutmayalım. Gayya kuyusu gibi.
Bugün erkekler finalinde sahaya Nadal ile Djokovic çıkacak. Nadal’ı Roland Garros finalinde şimdiye kadar kimse yenemedi. Kort dahil fiziki şartlar onun yanında. Onun sevdiği gibi top daha fazla sıçrayacaktır. Ayrıca, ne denli fit olursa olsun Djokovic bundan önceki iki maçını 4 ve 5 sette kazanabildi. Öbürü ise dümdüz geldi. Üstelik Sırp raket, Nadal’ın karşısında diğer maçlarındaki pandomimini(!) oynayamayacaktır.
Amma velakin Nole bu… En olmadık zamanda en olmadıkları gerçekleştirebiliyor. Yeter ki kafası yerinde olsun. Şüphesiz iki tur öncesine kadar tenis camiasının en komple ve formda raketiydi. Hem de rakiplerinden en az iki gömlek üstün görünerek. Bakalım izleyip göreceğiz.
Nefesiniz bol, gönlünüz esen olsun!
‘’Sporun Değeri 2‘’
Spor ve salgın üzerine düşüncelerimizi paylaşmayı sürdürüyoruz. Zira sporun değerini ve önemini bu salgın günlerinde algılayamazsak bir daha hiç anlayamayız.
Spor insanlar arasında iletişimi, münasebeti sağlar. Bireyler arası ilişkilerdir. Takımdaşlık, dostluk, yoldaşlık yaratır. Rakiplerle rekabete, taraftarlarla iletişime girersiniz. Bunlardan daha güçlü bağlar var mıdır acaba?
Spor insanların bazı açmazlarına bile merhem olur. Yeterki siz kendi kafanızı değiştirmeye, insanlarla paylaşıma hazır olun. Yeter ki yüreğinizi ve mantığınızı karşınızdakilerle daha iyi bir iletişim kurmak için kurgulayınız. Aksi takdirde at gözlüğü takmış fanatik bir amigodan farkınız olmaz.
Sporun içinde menfi bir şey bulamazsınız. Spor, düşmanları, milletleri yakınlaştırır. Hasımları barıştırır, birbirlerini anlamaya çabalatır. Pozitif bir elementtir spor. Hep daha iyiye gitmeye, hep gelişmeye çalışırsınız.
Onun için siz siz olun, yaşınız kaç ise, sağlığınız ne denli elveriyorsa, daima spor yapın. Ne demişler : Öğrenmenin yaşı olmaz !
Evet gelelim Fransa’ya. Arzuladığımın aksine Kitova yenildi. Rakibi Sofia Kenin şimşek kadar süratli ve bir o kadar da kortu iyi kullanıyor. Boşuna Avustralya’da şampiyon olmadı.
Sonradan ABD vatandaşlığı almış Rus bir aileden gelen ve asıl adı Sonya olduğu iddia edilen Kenin kortta antipatik bir görüntü veriyor. Bu hususta antrenörü olan babasının da ondan arta kalır yanı yok. Sürekli kenardan Rusca taktik vermekten zaten ceza aldı. Bu tavrını da hala sürdürüyor. Kızı da rakibin auta giden toplarının (cizgi hakemi saptamış, orta hakem de puanı kendisine vermişken) izini çizerek karşıyı taciz etmesi hiç hoş değil. Sürekli yapıyor üstelik bunu!
Şimdi finaldeki rakibi 19’luk Polonyalı Sviatek. Genç yaşından umulmadık kadar kendiyle barışık bir görüntü veriyor. Karşısındakinin kim olduğu umurunda değil. Çıkıp kendisine biçtiği oyunu oynuyor. Buraya gelene kadar Hsieh gibi bir taktisyeni, Bouchard gibi epey tehlikeli bir rakibi, Vondrousova gibi bir Fransa Açık finalistini ve Halep gibi bir grand-slam şampiyonunu saf dışı bırakması da bunun başlıca kanıtı. Üstelik çift-kadınları da oynuyordu. Bugün yarı-finalde kaybetti.
Sviatek sporcu bir aileden geliyor. Babası olimpik bir kürekçi, ablası da tenisci. Şampiyonluklara da yabancı değil. 2018’de önce Fransa Açık’ta çift-kızlar şampiyonu olmuş. Ondan iki hafta sonra ise Wimbledon Kızlar’da şampiyonluk kupası onun ellerindeymiş.
Erkeklerde ise beklediğimiz gibi “Toprağın Kralı” Nadal, Schwartzman önünde pek te zorlanmadan 3 sette galip geldi. Bundan tenisci mi olur dedikleri Arjantinli ise ilk 10 içine girdi !
Bakalım şimdi erkeklerde ikinci finalist kim olacak? Komşumuz mu yoksa artık kendi yandaşlarının bile antikalıklarından bıktığı, ne zaman rol yaptığı bilinmeyen ve gittikçe daha itici olan Djokovic mi? Ne yazık ki bu denli mükemmel bir atlet bir türlü kendisini sevdiremedi. Hep derim : “Hırs mantığı aşınca çok sakıncalı olur!
Hoş ve esen kalınız Bekir Emre
‘’Sporun Değeri 2.‘’
Spor ve salgın üzerine düşüncelerimizi paylaşmayı sürdürüyoruz. Zira sporun değerini ve önemini bu salgın günlerinde algılayamazsak bir daha hiç anlayamayız.
Spor insanlar arasında iletişimi, münasebeti sağlar. Bireyler arası ilişkilerdir. Takımdaşlık, dostluk, yoldaşlık yaratır. Rakiplerle rekabete, taraftarlarla iletişime girersiniz. Bunlardan daha güçlü bağlar var mıdır acaba?
Spor insanların bazı açmazlarına bile merhem olur. Yeterki siz kendi kafanızı değiştirmeye, insanlarla paylaşıma hazır olun. Yeter ki yüreğinizi ve mantığınızı karşınızdakilerle daha iyi bir iletişim kurmak için kurgulayınız. Aksi takdirde at gözlüğü takmış fanatik bir amigodan farkınız olmaz.
Sporun içinde menfi bir şey bulamazsınız. Spor, düşmanları, milletleri yakınlaştırır. Hasımları barıştırır, birbirlerini anlamaya çabalatır. Pozitif bir elementtir spor. Hep daha iyiye gitmeye, hep gelişmeye çalışırsınız.
Onun için siz siz olun, yaşınız kaç ise, sağlığınız ne denli elveriyorsa, daima spor yapın. Ne demişler : Öğrenmenin yaşı olmaz !
Evet gelelim Fransa’ya. Arzuladığımın aksine Kitova yenildi. Rakibi Sofia Kenin şimşek kadar süratli ve bir o kadar da kortu iyi kullanıyor. Boşuna Avustralya’da şampiyon olmadı.
Sonradan ABD vatandaşlığı almış Rus bir aileden gelen ve asıl adı Sonya olduğu iddia edilen Kenin kortta antipatik bir görüntü veriyor. Bu hususta antrenörü olan babasının da ondan arta kalır yanı yok. Sürekli kenardan Rusca taktik vermekten zaten ceza aldı. Bu tavrını da hala sürdürüyor. Kızı da rakibin auta giden toplarının (cizgi hakemi saptamış, orta hakem de puanı kendisine vermişken) izini çizerek karşıyı taciz etmesi hiç hoş değil. Sürekli yapıyor üstelik bunu!
Şimdi finaldeki rakibi 19’luk Polonyalı Sviatek. Genç yaşından umulmadık kadar kendiyle barışık bir görüntü veriyor. Karşısındakinin kim olduğu umurunda değil. Çıkıp kendisine biçtiği oyunu oynuyor. Buraya gelene kadar Hsieh gibi bir taktisyeni, Bouchard gibi epey tehlikeli bir rakibi, Vondrousova gibi bir Fransa Açık finalistini ve Halep gibi bir grand-slam şampiyonunu saf dışı bırakması da bunun başlıca kanıtı. Üstelik çift-kadınları da oynuyordu. Bugün yarı-finalde kaybetti.
Sviatek sporcu bir aileden geliyor. Babası olimpik bir kürekçi, ablası da tenisci. Şampiyonluklara da yabancı değil. 2018’de önce Fransa Açık’ta çift-kızlar şampiyonu olmuş. Ondan iki hafta sonra ise Wimbledon Kızlar’da şampiyonluk kupası onun ellerindeymiş.
Erkeklerde ise beklediğimiz gibi “Toprağın Kralı” Nadal, Schwartzman önünde pek te zorlanmadan 3 sette galip geldi. Bundan tenisci mi olur dedikleri Arjantinli ise ilk 10 içine girdi !
Bakalım şimdi erkeklerde ikinci finalist kim olacak? Komşumuz mu yoksa artık kendi yandaşlarının bile antikalıklarından bıktığı, ne zaman rol yaptığı bilinmeyen ve gittikçe daha itici olan Djokovic mi? Ne yazık ki bu denli mükemmel bir atlet bir türlü kendisini sevdiremedi. Hep derim : “Hırs mantığı aşınca çok sakıncalı olur!
Hoş ve esen kalınız Bekir Emre
‘’Sporun Değeri !‘’
68’lik bir genç (!) olarak her korta ya da futbol sahasına çıktığımda “Tanrım Hamdolsun” diyorum. Sağlıktan ötesi yok. “Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi” demiş Kanuni Sultan Süleyman. Bundan ötesini bilenler herhalde salgın nedeniyle rahatsızlananlar ve onlara bir nefes sıhhat vermeye çalışan fedakâr sağlık çalışanları. Elleri öpülesi varlıklar onlar.
Bilhassa böyle durumlarda anlıyorsunuz yaptığınız sporun sağlığınızla ilintisini. Sporun gücü, sporun değeri emin olun başka hiçbir etkinlikte yok. İnsanoğlu ister okumuş ister okumamış olsun sporu sporcuyu, sanatı ve sanatçıyı özlüyor. Es geçiyor diğerlerini.
Salgın nedeniyle maalesef seyircisiz yapılmak zorunda olan her türlü etkinlik albenili değil. Ama yine de elden geldiği kadar izlemiyor muyuz. Hiçbir sporun tadı tuzu kalmıyor. Güreş, boks ya da sille tokat girişilip adına da spor denilenlerde bile!
Sporun başlıca çeşnisi izleyici. Ama yine de onu takip ediyoruz. Taraftarlığımızdan hiçbir şeyi esirgemiyoruz. Fransa Açık’ı yerinde izleyebilen 300 kişiye cesaretlerinden ya da aptallıklarından dolayı hem hayret ediyor, hem gıptayla bakıyoruz. Sabahın ilk ışıklarına kadar sahadaki raketlerle yaşıyoruz.
Fransa’daki bu turnuva tarihe geçecektir. Salgın nedeniyle eve kapanıp uzun süre fiziklerine gereken özeni gösteremeyip antrenman yapamayan, maç oynayamayan, psikolojik depresyona kapılabilen oyuncuların üstelik izleyicisiz maçlara çıkıp çoğu beklenilenden uzun süreli maçlar çıkarabilmesi birer mucize. Onun için rahatça spor her şeyden üstündür diyebiliyoruz!
Evet Fransa’da alınan sonuçlar epey çarpıcı. Bu çarpıcı sonuçları alan raketlerin çoğuna da pandemi sonrasında izleyicili turnuvalarda pek rastlamayacağımızı söylersek emin olun yalancı çıkmayacağız. Tecrübe böyle büyük turnuvalarda fevkalade önemli rol oynar.
Schwartzman tahmin ettiğimiz gib şampiyon adaylarından Thiem’i geçti. Tabî ki bu sonuçta Arjantinli Küçük Dev Adamın zindeliği, sabrı ve yeteneği kadar Avusturyalının üst üste ikinci beş setlik maçını oynuyor olmasının da etkisi vardı. Bakalım Schwartzman 9 kez yenilip bir kez yenebildiği Toprağın Kralı Nadal önünde bu kez ne yapacak ? Bana göre Rafael Nadal finale adını yazdırır.
Diğer yanda açıkcası ben Yunanlı Tsitsipas’ın kazanmasını arzu ediyorum. Komple tenis oynayabilen biri. Hiçbir zaman tek düze değil. Başlıca sorunu babası*. Sürekli kenardan taktik vermeye çalışıp adamı allak bullak ediyor.
Ancak son maçından sağlığı ile sorunlar yaşayan Djokovic bu sorununu atlatırsa ona pek şans vereceğini sanmam.
Ama şunu da bilin ki tenis dünyasını uzun yıllardır domine eden Federer, Nadal, Djokovic üçlüsünün yerini Thiem, Tsitsipas ve büyük olasılıkla Ruslardan biri) alacaktır. Hele Thiem çok ama çok güçlü…Aralarında en komple tenisi de oynayan odur.
Kadınlarda ise bir tahmin yapmayacak kadar aklım başımda ! Ama “The barking Czec”** lakabı takılan iki kez Wimbledon Şampiyonu Kvitova’nın kazanmasını isterim. Kısa bir süre önce evine saldıran bir manyakla boğuşurken bıçakla elinin çoğu tendonu ve siniri kesilip 5 saatlik bir ameliyat geçirmişti. Bu azimkâr ve kendiyle fevkalade barışık kadının 2 yıldan önce kortlara dönüşü beklenmiyordu. O beş ay sonra turnuva oynamaya başladı. Bu alkışı da hak ediyor. Gençler biraz daha bekleyebilir bence !
Sağlıcakla kalın.
----------------------
*Tsitsipas ve Kenin’in pederleri biri Rumca diğeri ise Rusca (Kenin Rusya doğumlu ve sonradan ABD vatandaşı olmuş biri) kenardan taktik erirken yakalandıkları için 8.500’er dolar ceza aldılar. Buna ilaveten birde sportmenlikten aykırı hareketten 1.500’er dolarları gitti !
**Kvitova bazen haykırınca maalesef aynı havlama gibi çıkıyor çığlığı. “The barking Czec” (Havlayan Çek) lakabı ondan.
‘’Giden Gidene !‘’
Bizim yazlıktaki işletmecimiz zamanında bana ve eşime mükellef bir akşam yemeği ısmarkayacağını söyleyince nedenini sordum. “Ağabey ben müşterek bahis oynuyorum. Sana dün sorduklarımdan 200 Euro kazandım” demişti. Zavallı kumar illetinin sonunda çıplak kalacağını hiç düşünmemişti anlaşılan !
Sizlere ulaştığım önceki yazımda bu turnuva çok sürprizlere gebe diye yazmıştım. Her nedense bu Fransa Açık’ta bilhassa erkeklerde tahminlerim tutuyor. Diğerlerini ise tüm yaşamımda hiç bilemedim !
Bu yıl daha çeyrekler bitmeden erkeklerde 32 seri-başının 23’ü elendi. Kadınlarda ise sıkı durun 32’nin 29’u gitti…Kalanların içerisinde ise sadece ikisi aynı milletten (ABD).
Bir önceki turnuva olan ABD Açık’ta başarılı olan gençlerin (De Minaur, Alliassime, Hurkacz, Tiafoe, Popyrin, Bublik gibi) burada dökülmesi kadar normal hiçbir şey yok. Onlar henüs tenisin bebekleri…Sert zeminden toprağa hele nemli bir havada geçiş onları allak bullak etmiştir.
Büyük turnuvalar her zaman sürprizlere gebedir (Altmeier, Sinner, Korda, Gaston). Her grand-slam serseri mayınlar bulundurur…Beklenmedik oyuncular beklenmedik başarılar elde eder ama çoğu bilahare kaybolur. İsimlerini bile duymazsınız (Sandgren, Hyung gibi). Bakalım bu tarihten itibaren bunların kaçı göz önünde olabilecek.
Mutlak olan bir husus var ki dünyamızda hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak. Bu tenis için de geçerlidir. Artık grand-slam’lere girebilen hiçbir genç raketin bacakları yıldızların karşısında eskisi gibi titremeyecek. Ama hiç biri henüz Djokovic ve Nadal gibi efsanelerin karşısında varlık gösterebilecek tecrübede değil…Ne de onların karşısında puanı bitirecek vuruşlara sahipler.
Bilhassa erkeklerde ağır-topları hemen harcamayalım. 16’lar bitmeden ortadaki 12 raket arasında sadece Altmeier, Sinner ve Fucsovics(28 yaşında) seri başı değil. Diğerleri hepsi bildiğiniz bizim delikanlılar !
Çeyreklerde erkeklerde zinde bücür Schwartzman’ın yorgun Thiem’i yeneceğini düşünüyorum. Yıllar önce İstanbul’a geldiğinde onunla röpörtaj yapma dileğime “bundan bir şey olmaz” diyen allameleri anımsıyorum da yüzümü bir tebessüm kaplıyor.
Sinner Nadal’a rakip olamayacaktır. Bence esas sürprizi Fucsovics yapacaktır. Efsane aktör Charlton Heston’u andıran bu 28’lik Macar raket kendini epey geliştirmiş. Oturmuş, bozulmayan bir oyunu var. Fiziği ise mükemmel. Rublev’i geçip, Dimitrov-Tsitsipas galibiyle de zorlu bir maç yapacağına inanıyorum. Yarı-finalist olursa aşırmayın. Djokovic için söylenecek ne var ki ! Özgüveni tavan yapmış bir şekilde karşısındakileri adeta sürklase ediyor. Ama şunu da unutmayın ki bilhassa grand-slamlerde grafiğin oku bir yerde aşağıya doğru döner.
Kadınlarda bir tahminde bulunamayacağım…Aklımı peynir ekmekle yemedim! Ama Svitolina-Kvitova finaline doğru gidebiliriz. Kanadalı Leyla Fernandez’e ise bayıldım...Daha 18 yaşında olan bu sevimli kız hem yeteneği hem de yaşından beklenmedik olgunluğu ile umarım çok başarılı olur.
2013 Fransa Açık jünyor şampiyonu olan Tunuslu Ons Jabeur, ABD’li sinir küpü akademisyen Collins’i yenerse bir grand-slam’in çeyrek finale ulaşan ilk arap raket olacak.
Şimdilik hoşkalınız.
‘’Lahana Turşusu !‘’
Gelişmiş ve Batı Kültürü etkisindeki ülkelerde sporla sorumlu olup saçmalayan başkanlar bu görevlerinde fazla kalamaz. Hadi yormayayım sizleri! Konumuz dünyanın 1 numaralı raketi olan Sırbistan vatandaşı, tarihin en başarılı teniscilerinden biri olan Novak Djokovic namı diğer Nole.
NATO bombaları altında büyümüş, ergenliğini savaştan sakınarak geçirmesine rağmen sebatla yeteneğini geliştirmiş ve nice travmalardan sonra tenisin zirvesine oturmuş ve siz bu satırları okurken de büyük olasılıkla salgında yapılan ilk büyük turnuva olan Amerika Açık’ı kazanmaktadır.
İşte bu büyük tenisci aynı zamanda dünya profesyonel erkekler tenisini yöneten “ATP – Profesyonel Tenisciler Birliği” bünyesindeki “Oyuncular Konseyi”nin başkanlığını 2016’da Federer’den devralmış, 30.08.2020, yani birkaç gün önce de yeni bir atılım içerisinde olduğunu öne sürerek istifasını vermiştir.
Nole, 2016 sonlarında Başkan olduğunda önce ATP Yönetim Kurulu Başkanlığı yapan Chris Kermode ile takıştı. O Kermode ki, 2014’ten bu yana görevinde en başarılılardan biri olarak algılanıyordu. Kermode’un işine son verdirip, yerine eski oyunculardan İtalyan Gaudenzi’yi getiren bu darbecilerin reisi Djokovic’ti. Gölgesinde de kariyer olarak hep ikinci planda kalmış ve her topa yükselip, hiçbirini sonuçlandıramadığı bilinen Kanadalı Pospisil vardı. Bu darbeyi gerçekleştirirlerken de başta Federer ve Nadal olmak üzere kimseye haber vermemeleri fevkalade tepki topladı.
Sırp raketin el bileğindeki bir sakatlıktan dolayı kariyeri tehlikeye girmişti. Ama o içsel gücüyle kendini iyileştireceğine inanarak inatla bekledi. İnancını desteklemek amacıyla kirlenmiş bir suyu beyin gücüyle arındırabileceğini basın toplantısıyla açıkladı! Sonra baktı ki vücut oralı değil ameliyata karar verdi. Ardından Wimbledon’u kazanarak yeniden zirveye yol aldı.
Ve salgın patladı. Yasaklar, kısıtlamalar gırla…Ne turnuva vardı ne de oyuncular evlerinden çıkabiliyordu. Hal böyleyken Oyuncular Konseyi Başkanı İspanya’da kaldığı tesiste yasaklara riayet etmeyerek antrenmana çıktı. Yanıldım, özür dilerim dedi !
Ardından “Adria Tur” diye Sırp yarımadasını kapsayan bir dizi turnuva organize etti. Ne önlem vardı, ne kısıtlama. Kapalı diskotekler açılarak patlayan şampanyalar eşliğinde, üstsüz, kupa törenleri yapıldı. Başta kendi ve ailesi olmak üzere, Thiem, Coric ve Dimitrov dahil neredeyse tüm oyuncular Covid kaptı. “Özür dilerim amacım bu değildi” dedi sıyrıldı !
“Amerika Açık’a kesinlikle gitmem çünkü hem aşıya karşıyım, hem de yaptırımlar beni çok zorlar. Sadece 1 refakatçiye izin veriliyor” dedi. ABD’li kadın tenisci Collins’in yanıtı ders gibiydi: “çoğu tenisci için “ABD Açık” yeniden para kazanabilmek için yaşamsal bir olanak iken dünyanın en varlıklı ve 1 numaralı raketinin maiyetini getirememekten dolayı katılmayacağını belirtmesi bir sporcu olarak utanç verici!”
Ancak Federer nekahat, Nadal da sağlık önlemleri nedeniyle ABD Açık’a seyahat etmeyeceklerini açıklayınca bu arkadaş yel değirmeni gibi fikir değiştirerek “sadece ABD Açık’ta değil bir önceki turnuvada da yer alacağını” bildirdi !
ABD’de daha turnuva başlamadan yine gündem oldu. Bu kez “Oyuncular Konseyinden istifa ettiğini ve Pospisil ile bir ‘Oyuncular Sendikası’ kuracaklarını, ATP’nin güncel yapısıyla bir yere varılamayacağını” bildirdi. Kimse de ona “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu, hal böyleyse daha bir yıl olmadan neden ATP Başkanını işinden kovdurup kendi adamını getirdin…Şimdi de neden istifa ediyorsun diye sormadı!”
Federer, Nadal, Wawrinka, Murray gibi ağır toplar kendisine derhal yanıt verdiler: Bölünmeye taraftar olmadıklarını, bu zor günlerde birlikten güç doğacağını bildirdiler. Ardından Wimbledon, Fransa, Avustralya turnuvaları ile ATP ve WTA yönetimleri böyle bir bölünmeye karşı olduklarını üstelik bunun hukuki bir kisvesi ve yaptırımı olamayacağını açıklayınca bizimkilerin(!) söylemi yalpalamaya başladı! “Efendim onlar bir sendika değil bir birlikten bahsediyorlarmış. Amaçları oyuncuları bölmek değil birleştirmek ve tüm kurumlar ile işbirliği ile daha avantajlı anlaşmalar yaparak oyuncuların fazla pay almalarına olanak sağlamakmış.”
Hani Avustralyalı Kyrgios’un dediği gibi “onun oyunculuğuna söylenecek hiçbir şey yok ama liderlik ve tevazu göstermesi gerekirken yine fosladı…Kendini sevdirmek için yırtınıyor ama hiçbir zaman bir Nadal ya da Federer olamayacak”.
ATP yönetim kurulu 7 kişiden oluşmaktadır. 3 oyuncu ve 3 turnuva temsilcisi (1 Amerika, 1 Avrupa, 1 sair kıtalar) ve başkan. Bir oylamada eşitlik olduğunda başkanın oyu geçerli olmaktadır. Oyuncular Konseyi ise yönetim kurulunun altındaki birimlerden biri olup üst kurula her türlü öneride bulunmakla yükümlüdür. Bu konsey seçimle gelen 12 kişiden oluşur (ilk 100’den 4 oyuncu Nadal, Anderson, İsner, Querrey) + 51-100’den 2 (Yen-Hsun Lu, Pospisil), çiftlerde ilk 100’den 2 (Melzer ve Suares) + 2 atanmış üye (Djokovic ile Federer), 1 eski (alumni) üye (Dowdeswell) ve 1 Koç (Brad Stine). Yani anlayacağınız oyuncuların hakkaniyetle temsil edilmediği pek söylenemez.
Evet ATP’nin hiç mi hatası yok. Dünyalar kadar. Örneğin salgın esnasında sus pus kalmaları. Yönetimin oyunculara güven aşılayacak bir bildirimde bulunmaması… Kendi maaşlarında indirime gitmemeleri…
“Uluslararası Tenis Federasyonu – ITF” tarafından Dünyanın en prestijli organizasyonlarından biri olan “Davis Kupasının” salt para için özel bir şirkete satılarak kelimenin tam anlamıyla (affınıza sığınarak) PİÇ edilmesine göz yummaları gibi.
Ama bence esas suçları tenisin insani özelliklerinin gitgide göz ardı edilerek robotlaştırılmasına önayak olmaktır. Bu iş önce orta-hakemlere insani vasıflar gösterdikleri için verilen cezalarla başladı. O kulede gülümsemeyen, mizahi yaklaşımdan yoksun, telaffuzları bile mekanik, oyuncularla şeffaf olup net yanıtlar vermek yerine “kuralın yorumu böyle” cinsinden özünden uzak nedenler veren bir takım android tipli soğuk herifler türedi. Tenisin bir oyun, oynanların da insanlar olduğu göz ardı edilmeye başlandı.
Sonra şahin-göz çıktı. Ardından kısa game ve kısa set teklifleri peydahlandı. Neymiş insanlar televizyon önünde sıkılıyorlarmış ! Neden ise para. Çünkü televizyon önündeki adam kahve yapmaya gidince ekrandaki reklamı atlıyor !
Ve iş sonunda çizgi hakemlerini yok etmeye geldi. Buna kılıf ta buldular. Efendim salgın nedeniyle kapalı kortlarda çalışan sayısını azaltmak gerekiyormuş…Çizgi hakemlerinin seyahat, otel, yemek, masrafları bütçeyi zorluyormuş!
Hani bilmesek yutturacaklar. Yahu bu insanların çoğu bu işi hobi olarak sevdiklerinden, eğer ki talebeyseler birazcık cep harçlığı çıkarabilmek ve tenisin içinde, idollerinin arasında olabilmek için boğaz tokluğuna yaparlar. Eğer bu işi profesyonel bir iş olarak görüp yapan varsa hemen alın ilgili bir sağlık kuruluşuna kapatın! Çizgi hakemleri tenis kültürünün başlıca bir parçasıdır.
Ne olur yapmayın etmeyin, tenisin kendisine mahsus kültürüyle, DNA’sı ile oynamayın diyen o denli çok ki. Koçların efsanesi Cahill, sonra da Nadal ile Federer. Üstelik son turnuvada şahin-gözün yaptığı hataları canlıların bile yapmadığı ortaya çıkmışken. Ama işte paranın gözü kör olsun !
Evet ATP’nin günahları az değil. Ama onarmak, düzeltmek yerine salt bir ego tatmini için bölerek parçalayarak bir yere varılamaz. Üstelik ATP’nin sevap ve günahlarını bir tartarsanız, Nole’yi çok mahçup edecek bir sonuç çıkar. Tüm bu salgının ve geleceğin meçhuliyeti içinde bir takvim hazırlamanın zorluğunu düşünmek bile zordur. Sonbahar turnuva takvimini ATP olağanüstü fevkaladelikte hazırladı. En basit örneği ile bize de ilişiyor. Eğer ülkemizin bu şartlarında TED Kulübünde 17 Ekim 2020 tarihinde “İstanbul Challenger” yapılabiliyorsa bu ev sahibi kulübün başkanı Mehmet Tınaz kadar ATP’nin de görülmedik desteği ile olmaktadır. O başkanın turnuva yapılsın diye ne denli kendini paraladığını da yaşadım, ATP’nin yaklaşımını da biliyorum. Sezarın hakkı Sezar’a !
İngiliz Dan Evans’ın söylemi çok net: “Bir çok oyuncu Novak’ın istediği imzaları verebilir. Ama bu kağıdın fazla bir şeyi kapsamadığını anladıklarında ne olacak? Ortada ne bir plan, ne bir yol haritası ne de bir altyapı var!” Djokovic’ler “farklı bir şey istiyorlar ama ne buna dair en ufak bir fikirleri var, ne de bunu elde ettiklerinde ne yapacaklarını biliyorlar…Ama istiyorlar!”
Djokovic’in istifasından iki gün sonra bunun ATP Yönetim Kurulu Başkan Gaudenzi’nin yaptırımıyla gerçekleştiği ortaya çıktı. Batı dünyasında ister 1 numara, ister şampiyon olun saçmalamaya, çuvallamaya başladığınızda el oğlu o başkanlığı size dar ediyor. Kendi adamınız bile olsa!
Bu iğrenç ve hastalıklı ortamdan çok iyi sakınarak, insanlığınızı koruyarak, hoş ve esen kalın…
‘’“Djokovic Kararı” Üzerine Düşünceler!‘’
Tenis oynayan herkes bilir ki bu sporda kendinizden başka hesap göreceğiniz kimse yoktur. O korta girdiğiniz andan itibaren sap gibi yalnızsınızdır. O korta girip te bir kızgınlık anında istemsizce topu sağa sola atmadım diyen biri varsa yalancının en büyüğüdür. Bunu bilinçli olarak vurarak yapan olursa ona da manyak denir, kendinizi sakınırsınız.
Pandemi sonrasında bu dünyada hiçbir şey aynı olmayacak dendi. Teniste bunun gerçekleştiğinin pek az kişi farkında. Şu anda oynanan “ABD Açık”ta bir devrim gerçekleşiyor. Yeni bir kuşak tüm haşmeti ve eşsiz gücüyle geliyor. Ama dünyamız maalesef kafasını magazin ve sansasyondan kaldıramıyor. Djokovic’in sahadan atılması her gerçeği ikinci plana attı.
Ancak derseniz ki bu gençlerin hangi maçını nefesini tutarak izledin ? Zevkli olanı vardı. Ama bu sorunun esas yanıtı HİÇBİRİDİR ! Zira bu gençlerin arasında tek bir show-man yok!
Thiem, Zverev, Coric, Berettini, Medvedev, Rublev, Tsitsipas…Bunları Federer, Fognini, Monfils, Wawrinka ve hatta Kyrgios ile karşılaştırsanıza. Hangilerini daha bir hoşnutlukla, zevkle izlersiniz? Yahu bu gençlerin çoğu voleyle dargın, drop-shot ise bilmiyorlar. Attıkları kısa topa tribünden iner yetişirsiniz !
Djokovic olayına karışanlar arasında bir tane bile görevini yapmayan yoktu. Orta Hakem maçı durdurup baş-hakemi çağırarak görevini yaptı. Novak kadına ilk yardıma koşanlardan biri oldu ve sonuna kadar sükûnetini muhafaza ederek, sahayı tevekkülle terk etti.
Baş-Hakem kurallar ne diyorsa noktası virgülüne kadar yerine getirdi (olaya şahit olmadığı için tv’den tekrarını izlemedi ! Evet maalesef teniste disipliner olaylarda TV’den yararlanmak yok. Halbuki daha ilk turlarda bile hakem hatalarını tv’den izlemek zorundalar!). Aynı baş-hakem kararın ardından verdiği beyanatta “olayın istemli olup olmamasının önemi olmadığını, sonuçta kızgınlık sonucu vurulan bir topla bir yaralanmaya neden olunduğunu” ortaya koymuştur.
Bence burada insani bir hata vardır ve bu hata bu kurallar taa başta konurken yapılmıştır. Tenis bir oyundur. Bu oyunu insanlar oynar. Hata ise kula mahsustur. Oyunlar hatalarla kazanılır yitirilir. Yanlışlıkla yapıldığını herkesin gördüğü bir hatada bu denli herkesi kaybettiren bir karar verilmemesi gerekirdi diye düşünüyorum. Djokovic kaybetti, organizasyon kaybetti, oyuncular kaybetti, tenis dünyası kaybetti, sponsorlar kaybetti. Daha ne olsun! Kim kazandı? Kurallar, disiplin, katılık. Yahu burası askeri garnizon mu?
Bu kararların ardında Djokovic’in ATP’den istifa ederek bir oyuncular sendikası kurmaya gitmesinin rolü olmasın. Ne de olsa bu girişime başta ATP, WTA, ITF ve 4 büyük grand-slam turnuvası ile ağır-abilerin çoğu karşı çıkmıştı. Bu girişimin peşinde oldukları arasında grand-slam turnuvalarında organizasyonların elde ettiği devasa kârdan oyunculara daha fazla pay alınması yatmamakta mıdır!
“ABD Açık”ta 74 çizgi hakemi var. Bu normalden az. Salgın nedeniyle kapalı kortlarda çizgi-hakemi yerine “şahin-göz” kullanılıyor. Bu çizgi-hakemleri saatte 2 dolar maaş alıyorlar. Djokovic ise 17 yıldır teniste 150milyon dolarlık bir servet edinmiştir. Bu yılda neredeyse 9 milyon dolara yakındır. Hani bu gerçek te aklınızın bir kenarında olsun. Bir süre sonra bu çizgi-hakeminin tazminat aldığını okursanız hiç şaşmayın. Amerika burası!
Bazı bazı şeytanın avukatlığını yapmak insanı doğru karara vardırır!
Ben şahsen Djokovic’i sevmem. Antipatik bulurum. Maçtan sonra yaptığı kalpten çıkan sevgi gösterisini yapmacık bulurum. Geçmiş hatalarından ders almadığını düşünürüm. Ancak bu onun bir tenisci olarak fevkaladeliğini ve dünya sporuna olan umman katkısını örtmez. Zaten McEnroe’nun dediği gibi “bu olaydan sonra ağzıyla kuş tutsa kötü adam rolünden kendisini kurtaramaz” .
Bu olayda hem Novak hem başhakem Tanrıya dua etsin ki izleyiciler yoktu. Yoksa biri yaptığı hareketin diğeri de aldığı karardan dolayı yaşamlarında görmedikleri kadar yuhalanarak sahadan dar kaçarlardı.
Olayın mizahi yanının sahibi ise Djokovic’i hiç sevmeyen tenis dünyasının aykırı çocuğu Kyrgios idi : “Böyle bir hareketi ben yapsaydım herhalde müebbet verirlerdi” dedi.
Hoş ve esen kalın.
‘’Covid günlerinde tenis!‘’
Gabriel Garcia Marquez’in muhteşem hikayesi “Kolera Günlerinde Aşk” ile alakası hiç yok. Sadece başlığın benzerliği belki birilerine yazımı daha çekici kılar da okurlar diye kopyaladım!
En sevdiğim grand-slam turnuvası olan Roland Garros’un Fransa Tenis Federasyonunun kimselere danışmadan “ben yaptım oldu” yaptırımı ile ilkbahardan sonbahara alınmasıyla salgın günlerindeki tenis sayfalarını çevirmeye doyamadığınız bu kitabın tırnağı bile olamaz. Nedenleri sayacak olursak :
1) Salgın;
2) Paris için yanlış bir tarih;
3) Oyuncuları sıkıntıya sokan önlemler;
4) Önce 10.000, sonra 5.000 ve nihayet 1.000 kişiyle kısıtlanan ve havadan dolayı onlar da gelmediği için bomboş kalan tribünler ;
5) Buz gibi bir hava;
6) Nem;
7) Hafif Babolat toplar yerine yeni anlaşma yapılan ağır Wilson toplar ! Bu toplar zaten ağırdır. Böyle nemli bir havada daha da ağırlaşıyor. Çoğu oyuncu topa mı vuruypruz yoksa bir taş kütleye mi diye serzeniyor;
8) Nemden dolayı daha da ağırlaşan zeminler;
9) Tenisi izlenmesi zevkli yapan yapan oyuncuların (erkeklerde Federer, Kyrgios, Del Potro, Raonic, Tsonga, Paire, Verdasco ve kadınlarda Barty, Osaka, Andreescu, Bencic) bir çoğunun Paris’e gelmemesi;
Bunlar aklıma gelen nedenlerin başlıcaları. Tabiat şartları Wawrinka, Thiem ve Serena, Azarenka gibi fevkalade güçlü oyuncuların yanında. Zaten Wawrinka ilk turda Andy Murray gibi bir rakibi adeta yok etti. Serena ise zorlandığı ilk setten sonra adeta vites değiştirerek bize eski günlerinden bile hırslı ve atak gözüktü.Rakibi ne yapacağını şaşırdı birden bire !
Görünüş bu turnuvada epey sürpriz olacak gibi. Ama ne yazık ki izleyicisiz bir spor, dostsuz sohbetsiz, tadı tuzu olmayan bir yemek gibi.
Şimdilik sakının ve hoşkalın,
Bekir Emre
---------------------------------------------------------------------
Meraklısına notlar;
Gelişim gösteren genç oyuncuların profesyonelliğe hazırlanırken masraflarına katkı olması için dağıtılan (İnternational Player Grand-Slam Grants – Uluslararası Oyuncu Grand-Slam Hibeleri) ödenekler/hibeler açıklandı.
4 Grand-Slam turnuvasının katkılarıyla oluşturulan bu fon aslında 1986 yılından beri oyunculara katkı yapıyor. Şimdiye kadar 50milyon dolardan fazla ödül dağıtılmış. Dört yıldır ise organize bir program olarak hareket ediliyor.
Şimdiye kadar bu fondan yararlananlar arasında Halep, Azarenka, Ostapenko, Jabeur, Rybakina, Kuerten, Garin ve Hurkacz gibi isimler var.
Bu pandemi yılında bile tüm dünyadan 22 ülkeden 29 oyuncuya destek veriliyor…650.000 ABD Dolar dağıtılacak.
22 ülke arasında Gürcistan, Taiwan, Kolombiya, Lüksemburg, Endonezya, Özbekistan, Mısır, Dominik, Yeni Zelanda, Tunus, Meksika ve Kuzey Mariana Adaları var ! Hadi bilin bakalım en son ülke nerede !?
Bizden kimse yok mu diyeceksiniz ? Listede göremedim açıkcası. İsterseniz tenisimizin çıtasını sürekli yükselttiklerini belirten yöneticilere sorun. Onlar doğrusunu bilirler.
Sabır ve esenlikler dilerim.