‘’Robin Soderling ve Tenis ile Yaşam!‘’
Mononucleosis teşhisi konulduğundan sadece iki yıl önce kariyerimin zirvesindeydim. Aslına bakarsanız teşhis konmadan önceki iki yıl boyunca hep stresli, yorgun ve sağlıksız olduğumu hissediyordum. Bunlara rağmen oynamayı sürdürdüm. Bağışıklık sistemim düşüklüğünden sürekli rahatsızlanıyor ama oynamaya devam ediyordum. Bilinç altımda bir şeylerin doğru gitmediğini hissediyordum. Ama öbür yandan doktorlardan gelen test sonuçları hep sağlıklı olduğumu gösterince bir şey yapamıyordum.
Maç performansım iyi olmakla birlikte grafiğim inişli çıkışlıydı. Bu böyle mononucleosis teşhisi konulana kadar sürdü. Anlaşılan bunu düşük bağışıklığım ve aşırı antrenman tetiklemişti. “Mono” vücudumun dayanabileceği son eşikti.
Doktorlar bu hastalığı 2011 Indian Wells’in de kaptığımı söylediler. Başlarda ne olduğunu pek anlamadım ama Bastad’daki son turnuvamda beni perişan etti. Altı ay evden çıkamadım. Bir yıl gibi bir süre geçtikten sonra daha iyi hissetmeye başladım. Ufaktan antrenmanlara başlayıp günbegün arttırdım. Ve arazlar tekrar belirmeye başladı. Bitkinlik ve ateş başlıca göstergeleriydi. Bu hüsran ve bıkkınlık dolu durum birkaç yıl sürdü. Üç kez değişik tarihlerde tenise dönmeye çalıştım. Hepsi hüsranla sonuçlandı.
Artık bana gelmeye başlamışlardı. Belki de tenise hiç dönemeyecektim ! Bu düşünce kuvvet kazanıyordu. Son noktayı koymayı kararlaştırmak emin olun hiç kolay olmadı ama az açıkçası biraz da bu ezadan kurtuldum. Sürekli geri-dönüş için savaşmak ve bir belirsizliğin içinde yaşamak zorunda değildim artık. Karar sonrası sıra ilerki yaşantımı planlamaya gelmişti.
Yeni sürecimin ilk altı ayı biraz garipti. Zira tenis için hiçbir his duymuyordum. İlginç bir evre oldu. Dönüp dönmemek umurumda bile değildi. Bu denli rahatsızlandığınızda sağlığınızın ne kadar önemli olduğu kafanıza çarpıyor. Çılgınca…Zira kariyerim boyu düşündüğüm ve önem verdiğim yegane şey tenisti. Halbuki şimdi önemli olan tek bir gerçek vardı : İyileşebilmek.
Bir süre sonra TV’de rakiplerimi izlemeye başladım. Tekrar korta inerek, maç oynamayı umuyordum. İlk yıl tek bir fiziksel aktivitede bile bulunmadım. Rahatsızlıkları tetiklemek istemiyordum. Arzuladığım antrenmanları yapabilmek tam 5 yılımı aldı. Ama tenise dönmek için çok fazla bir ara vermiş olduğumun da bilincindeydim. Esasına bakarsanız enerjimi de tam toparlamamıştım.
Bu durumumla ilgili hiçbir günah keçisi aramıyorum. Her spor branşında top-atletlerden biri olabilmek çok zordur. Bazen kendimi suçlardım. Zira kariyerimde “biraz geri adım at” ya da “bu işi bu denli ciddiye alma” diye düşündüğüm olurdu. Bir türlü yapamazdım. Tüm alanımı tenisin kapsadığı bir balonun içinde yaşıyordum. Yıllar ilerleyip ben zirveye yaklaştıkça zevk aldığım şeylerden daha da uzaklaşmaya başladım. En iyi olabilmemin yegane çaresi olarak sadece ve sadece tenisi görüyordum. Maçları kazanmam ve sıralamamın yükselmesi sair zevklerimden soyutlanmama değerdi ! Ve bunu yaparken hayatımı mahvettiğimi düşünemiyordum.
Kariyeriniz bittikten sonra tenise bir başka açıyla bakmak kolaydır. Şimdilerde onu sadece bir spor olarak görüyorum. Benim başlıca sorunum bir açma-kapama düğmemin olmamasıydı. Maçlar, antrenmanlar ve kort-dışında kafa yapımı değiştiremiyordum. Tenis sezonunun ne denli uzun olduğunu ve neredeyse hiçbir ara verilmediğinin bilincindeydim. Teniste düğmeyi kapatmak yoktur. Sürekli vücudunuzu kollamanız gerekir. Bunlara ara verip dinlenmek adeta bir lükstür. Geriye baktığımda keşke tenisten başka şeylerim de olsaydı diye düşünüyorum…Keşke 20-21 yaşlarımda tenis sonrası yaşamı düşüneceğime bu yaşlara kadar okusaydım diye hayıflanıyorum!
Kimsenin tenis kariyeri çok uzun değildir. Her zaman sonrası olacak ve bu dönem çok çabuk eşiğinize gelecektir. Kariyeriniz esnasında zaman zaman kafanızı tenisten başka şeylere yönlendirebilirseniz daha az baskı hissedersiniz. Yani tenisten uzak hobileriniz olsun. Ben tenisi fazlasıyla ciddiye almam gerektiğini, sadece ve sadece onu düşünmek onunla yaşamak gerektiğini düşünüyordum. Yani yaşantımda adeta tenisle nefes alıyordum. Şimdilerde bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Derin bir nefes alabilmeniz için kafanızın başka yerlerde olmasında bir mahzur yoktur.
Karşılaştığım insanlar, çok büyük bir genellikle, 2009 Roland Garros’un yarı-finalinde Nadal’ı yenmemi gündeme getiriyorlar. Gerçekten çok büyük bir histi. Kimse benim o maçı kazanabileceğimi beklemiyordu. Zor bir durumdu, zira el sıkıştıktan sonra bunun bir final olmadığını farkettim. Kendime “fazla havalanma ve rahatlama” demiştim. “Rafa’yı yenip finali kaybeden adam” olarak anımsanmak istemiyordum.* Zira böyle durumlarda konsantrasyon kaybı, bir sonraki maçınız bir gran-slam finali bile olsa yitirmenize mal olur. O anda bunun ne denli büyük bir başarı olduğunun farkında değildim. Soyunma odasına gittiğimde telefonumda 350 mesaj vardı. O zaman yaptığımın önemi kavrayabildim.
Maç esnasında verilen desteğe minnettarım ve bunu hiç unutmayacağım. Ancak burada en önemli olgu Nadal’dır. 12 Roland Garros kazanan birine bir daha hiç rastlamayacağız.
*Finali Federer’e karşı kaybetti.
‘’Oyunculara SOS!‘’
Son günlerde herhalde futbolsuzluktan olacak medyamızda tenis ile ilgili haberler çoğaldı. Çoğu pandemi ile ilintili. Bir kısmı asılsız ya da (daha bir iyi niyetle tercüme yetersizliğinden) eksik.
Uluslararası boyutta tenis iki aya yakındır suskun. Ama sorunlar öyle bir hale geldi ki pandemi giderilip sezon başladığında turnuvalara gidecek oyuncu bulunamayacak. Bu gerçek bilhassa sıralamada 101 ile 750 arasındaki raketler için geçerli. Ev kirası ödeyemeyen adam uçak biletini nasıl alacak. Gittiği yerde otelini nasıl ödeyecek...O vücudu neyle doyuracak, ne içecek ?
Sıkıntıdaki oyuncular için türlü destek araştırmaları var. Ancak tenisin çeşitli kategorileri ile yükümlü o denli çok kuruluş varki. Üstelik ve bunların çoğu öyle bir “güç bende” psikozu içinde ki bir türlü bir araya gelip koordine olamıyorlar. Doğal olarak ta sağlıklı bir sonuç elde edilemiyor. ATP ile WTA bir türlü kadın-erkek ayırımına bir nokta koyamadığından diğer konuları arka plana atıyor. Kadınlar doğal olarak (!) sürekli istiyor, öbürleri de haklı olarak nazlanıyor…Zira kadınlarda sponsor ve izleyici oranı karşı cinse nazaran çok düşük.
Bu iki kurum sürekli her şeye itiraz eden ITF ile sürekli güç savaşında. “…Yaptıkları en iyi şey sıkıldıkça Londra’daki ofislerini baştan dekore etmek” diyebilecek kadar aşağılıyorlar onları. Bence haksız da değiller. Zira ITF tenisin gelişimi için çalışması gerekirken Davis Kupası gibi bir efsaneyi yok etmek yolunda. Sadece bu konu yeter yapılan saptamanın yerindeliğini kanıtlamaya. Grand-Slam turnuvaları ise sürekli kendilerine ve kentlerine daha fazla para kazandırma yolunda süratle ilerliyor. Ancak oyuncular olmadan turnuva da olamayacağını hep unutuyorlar. Sadece para ödülünü arttırarak olmuyor bu işler.
Bu salgın esnasında para kazanmak bir yana, antrenman yapmak için bile sokağa çıkamayan oyuncu sonrasında hangi turnuvaya gidecek te bir de üstüne başarılı olacak. Koçu, masajı, belsenmesi, vs. Tam bir hayal !
Dünya 1 numarası Djokovic biliyorsunuz aynı zamanda “Oyuncular Konseyi” başkanı. Biraz da çevre baskısıyla da olduğunu düşündüğüm bir oluşuma adım attı. İlk 100 tenisciye birer mektup göndererek oluşturulacak bir fona katkıda bulunmalarını istedi. Bu fon 250 ile 700 arasındaki oyunculara destek olacak ve her birine 10.000 Dolarlık yardım yapılacak.
Sıralamadaki ilk 50 raket otuzarbin dolar, 50-100 arası beşerbin ve ilk 20 çift oyuncusu da beşerbiner dolar yatıracak bu fona. 4 grand-slam turnuvası da oluşuma katılacağını bildirdi. Keza ATP “ben de varım” dedi. İlaveten Djokovic, Nadal ve Federer ATP finallerinde elde ettikleri para ödülünün yarısını bu fona devredecekmiş. Eğer finaller gerçekleşebilirse tabî.
Onlar bu oluşumun peşindeyken en büyük gerçek unutulmuyor umarım. Bunca yıldır tanıdığım tenis oyuncularının büyük bir çoğunluğunun cebinde akrep vardır. Efsaneler dahil! 100 oyuncunun hepsinden bu parayı alabilmek deveye hendek atlatmaktan zor olacaktır. Bana göre ilk 20’nin sürekli mensubu olanlar hariç hepsi bir gelecek endişesi taşır. Zira bu gençler biliyorlar ki en olmadık anda başlarına gelen bir sakatlık onların sadece tenis değil tüm yaşamlarını mahvedebilecek. Ailecek davet edildiğim lokantada hesabını ödediğim “efsane” tanırım ! Diğerlerine ise zaten anlayışla bakarsınız.
Profesyonel tenise ilk geri dönen Almanya olacak gibi. Tarih 01 Mayıs. Ama bu turnuva sadece yerel oyuncular arasında cereyan edecek. Kortta iki oyuncu ve bir orta-hakemden başkası olmayacak. İzleyicisiz, çizgi hakemsiz, top toplayıcısız ve kesinlikle kapalı kapılar ardında sürecek. 32 maç 4 gün içinde bitirilecek. Bir tek “Tennis Channel” yayınlayacak. Bahis sitelerine canlı bağlantı verilip verilmeyeceği henüs kararlaştırılmadı.
Diğer turnuvalar arasında bir oluşuma giren bir tek Madrid Mutua Open. Hem efsane bir tenisci hem, hem idareci hem de dünyanın en çılgın yatırımcılarından biri olan Ion Triac’ın sahipliğinde olan bu turnuva online play-station turnuvası “Viral Madrid Mutua”. Oyuncular evlerinden oynayacak. Aralarından Nadal, Zverev, Nishikori, Murray gibi isimler var. Svitolina’nın başı çektği kadınlar da olacak. Bu isim altında 27 Nisan’dan itibaren web’den izleyebilirsiniz.
Esen kalmaya çalışın. Tanrı güldüğünüz günleri aratmasın!
‘’Quo Vadis Tenis ! *‘’
Tenisle ilgisi olan çoğunluğun başlıca merak ettiği iki konu var ! İlki bencileyin kortlara ne zaman dönüleceği…İkincisi ise yerel/ulusal turnuva takvimleri.
Yerel tenisimiz olarak tümüyle beklemedeyiz. Federasyon bakanlıkça verilen durdurma kararını web-sitesinde yayınladı. Bunun haricinde tam bir sessizlik ! Yerel turnuvalarla ilgili olası bir takvim çalışması yapıldığına dair hiçbir duyum yok. Epey zor durumda kalacak olan kulüpler için bir destek düşünülüyor mu…herhangi bir plan, proje var mı ? Kara bir delik adeta. Bu yıl TTF seçimi vardı. Olimpiyatlar gelecek yıla ertelenince anlaşılan seçim de 2021 sonbaharına kaldı. Biliyorsunuz federasyon seçimleri her olimpiyattan sonra yapılır.
TTF işittiğimiz kadarıyla bir bölünme yaşıyor. En etkin üyelerden Gökhan Dönmez’in ayrıldığı ve bir önceki TTF Başkanı Osman Tural ile birlikte hazırlıklar içerisinde oldukları biliniyor. Bence değişiklik zamanı çoktan gelmişti. Bu işin payandası olan kulüpler yaşam endişesi içindeyken güven duyabilecekleri yeni bir yönetim onlara taze bir nefes gibi gelecektir. Bir yanda ayakta durabilmek için tüm varlıklarıyla canını dişine takan kulüpler, öbür yanda onları soyutlayarak turnuva organize etmeye uğraş veren bir federasyon olmamalı. Hem de bir taş atımı mesafede olan ENKA ile TED gibi bu işin yıllardır lokomotifi olmuş iki kulübün burnunun dibinde inşaata başlayarak. Yakışık almıyor. (Dünyanın en büyük turnuvalarından olan “Kanada Açık – Rogers Cup”ta hem kadınlar hem erkekler mücadele eder. Biri bir yıl Toronto’da oynarken diğeri Montreal’dedir ve ertesi yıl değişirler. Neden böyle bir paylaşım kulüpler arasında yapılmasın. Yeni bir tesis inşaatı için harcanacak paradan çok daha azı bu kulüplere kazandırılır. Hem fiziki hem de insan/görevli açısından kazanç olur).
Uluslararası camianın bu pandemi döneminde günlerinde başlıca uğraşı ise bir an önce gelir düzeyi düşük tenisçilerin benliklerini koruyabilmek. Aksi takdirde sezon açıldığında oynayacak tenisci bulunamayacak.
Dünya üzerinde ilk 100 raket arasındaysanız aldığınız sponsorluklarla rahat edersiniz. Tabî ki bunları “har vurup harman savurmadıysanız” ya da “ayağınızı yorganınıza göre uzattıysanız”! 200’e varanlar da zorlanacak ama bu dönemi atlatabilecektir. Ama bundan sonrakilerin Tanrı yardımcısı olsun. Çoğu çoktan kiralarını bile nasıl ödeyeceklerini düşünüyordur.
Djokovic Nadal ve Federer ile uzun bir konuşma yaparak pamdemiden etkilenen 200 ile 700 arası sıralamadaki tenisçiler için bir fon oluşturmaya çalıştıklarını belirtti. Yanlarına ATP ve Grand-slam Turnuvaları da alıyorlar. Fona aktarılacak rakam olarak 3 ila 4.5 milyon dolardan bahsediliyor.
Bu Pandemi sayesinde çok uzun yıllardan beri profesyonel tenis camiasının bir türlü el atamadığı iki acı gerçek ortaya maalesef en radikal ve acı bir şekilde çıktı.
1)Tenisten sadece ilk 100 yararlanabilmektedir. 200 ile gerisi bir hayat gailesi içindedir ve gelecek için hiçbir güvenceleri yoktur.
2)Bunca büyük paralar konuşulurken tenisin içinde maalesef korkunç bir koordinasyonsuzluk vardır. Bu sporun yönetimiyle yükümlü kurumlar (ATP, WTA, ITF, Grand Slam Tournaments) müthiş bir aykırılık içindedirler. Her biri kendi başına buyruk bir türlü ortak bir paydada birleşememektedir.
Büyük turnuvaların başlıcalarından Fransa Açık (Roland Garros) daha biz salgının ne olduğunu anlamadan “ben tarih değişikliği yaptım” dedi. (24 Mayıs- 04 Haziran 2020’den) 20 Eylül – 04 Ekim 2020 arasına kaydılar. Üstelik bunu yaparken bir Allahın kuluna danışmadılar. Ne oyuncular konseyine, ne diğer turnuvalara ne de tenisin yönetimiyle sorumlu ATP, WTA ve hatta ITF gibi kurumlara ! Fevkalade tepki çektikleri muhakkak. Zira ABD Açık (Eğer normal tarihi olan 24.08-13.09.2020 arasında oynanırsa. Ki bence o da iptal edilecektir) bittikten bir hafta sonra oyuncular kıta değiştirip sert zeminden toprağa geçmek zorunda kalacaklar. Üstelik seçtikleri tarih “Laver Kupası” ile çakışıyor. Ama Fransız Tenis Federasyonu kaçın kurası, saf değil ! “Boş tüfeği kimseye doğrultmazlar”! Biliyorlar ki oyuncular grand-slam turnuvalarını oynamaya mecburdurlar. Aksi takdirde büyük para ve puan silmeye hatta “turnuva yasaklarına” kadar cezalar olasıdır.
Zaten Laver Kupası kimseye silah çekmedi! Bir süre zemin yokladılar. Ardından bir olgunluk gösterisi içinde bu yılı iptal etmeyi doğru bulduklarını açıkladılar. Bence doğru oldu zira her ne denli eğlenceli olursa olsun bu etkinlik bir sirktir ve bir ciddiyetten uzaktır. (Meraklısına Not: “Laver Kupası”nın sahibi “TEAM8” şirketidir. Bu şirket Federer’indir. Başkanı ve CEO’su Tony Godsick aynı zamanda İsviçrelinin pazarlama (agent) yöneticisidir. Şirketin sorumlu olduğu oyuncular arasında Federer yanında Alexander Zverev, Dominic Thiem, Del Potro ve Coco Gauf vardır).
Hemen ardından daha büyük bir şok geldi : Turnuva organizatörü ve evsahibi olan AETC (All England Tennis Club) Sigorta Şirketinden 141 milyon doları garantileyince Wimbledon’un iptal kararını daha rahat açıkladılar.
Onları çok büyük bir olasılıkla ABD Açık izleyecektir. Zira New York gibi salgını en acı şekilde yaşayan bir kentin, bırakın izleyicileri, onbinlere varacak oyuncuları, ekipleri ve aileleri, hakemleri, yöneticileri, çalışanları, medya-basın ve hostesleri, vs.yi sağlıklı bir şekilde ağırlayabilmesi imkansız gibi. Üstelik tüm bu insanların New York’a ulaşabilmeleri için gerekecek yoğun hava trafiğinden yoksunken !
Kanımca en erken olasılıkla profesyonel tenis trafiği Fransa Açık ile Eylül sonu marşa basar ve ardından Uzakdoğu turnuvalarına kayarak yokuşu tırmanmaya başlar. Bizim ki ise…Bilmem TTF’ye sorun !
Sağlıcakla kalın…Tanrı güldüğünüz günleri aratmasın.
‘’FED Cup (son…)‘’
Tenisseverlerin en şikayetçi oldukları konuların başında kuralların anlaşılmazlığıdır. Onlara hak vermemek elde değil. Bu konuda tenisin yönetimi ile görevli kurumların (ATP, WTA, ITF, ETA) yaklaşımı birbirinden pek farklı değil. Ama bazen mutfaktaki insanlar bile bilhassa “ITF - Uluslararası Tenis Federasyonu’nun” lisanını ve mantığını anlamakta güçlük çekiyor. Mizah konusu bile oluyor :
“ITF yöneticileri koltuklarını sağlamlaştırmak amacıyla öyle anlaşılması olanaksız kurallar saptıyorlar ki hem kimse bu göreve talip olmasın, hem de yeri geldiğinde adı geçen konuyu işlerine geldiği gibi yorumlayabilsinler” !
Gerçekten bazı kurallar en girift hukuki yaklaşımları bile aratıyor.
FED Cup kuralarıyla ilgili yazımlarımdan sonra bana yansıyan başlıca soru, saha seçimleri genellikle belli olduğu halde bazılarında neden kuraya başvurulduğu ? Yanıtlayayım:
Eğer iki ülke bulundukları grupta daha önce hiç karşılaşmamışlarsa sahayı seçmek için kuraya başvuruluyor. Örneğin Letonya ile Almanya daha önce bir “Dünya Grubu” ve/veya “Dünya Grubu 2” karşılaşmasında birbirleriyle mücadele etmemişler. Onun için kura çekildi ve Letonya kazandı. Aynı kurallar “Davis Kupası”nda da geçerlidir.
Hoş kalın.
‘’FED Cup (devam)…‘’
Bir gün önceki yazımda** belirtmiş olduğum gibi Fed Cup’ta “Dünya Grubu” ile “Dünya Grubu 2”nin Play-Off kuraları çekildi.
Buna göre :
Dünya Grubu Play-Off
Çekya © – Kanada
ABD © – İsviçre
Letonya © – Almanya
Belçika © - İspanya
Dünya Grubu 2. Play-Off
Rusya © - İtalya
Japonya © - Hollanda
İngiltere © - Kazakistan
Slovakya © - Brezilya
Bilgi edinmeniz için ITF, Davis Cup ya da Fed Cup web-sitelerinin fikstürlerine girdiğinizde ülkelerin yanıbaşlarında “s” , “©” , “*” ibareleri görürsünüz.
“s” è Seri başı.
“©” è Saha tipini seçme hakkı.
“*” è Decided by lot yani kura ile saptanacak demektir.
- “Dünya Grubu” Play-Off’larının dört kazananı “2020 Dünya Grubun”da mücadele edecek. Yenilen 4 ülke ise “2020 Dünya Grubu 2”de yer alacak.
- “Dünya Grubu 2”nin Play-Off’larında mücadelelerini kazanan 4 ülke ise “2020 Dünya Grubu 2”de yer alacak. Yenilenler ise alt Grup’lardan birinde (coğrafi konumlarına göre) yer alacak.
Yarı-Finallerde ise Avustralya, Beyaz Rusya’yı ağırlayacak. Fransa ise Romanya’ya evsahipliği yapacak.
**https://www.fanatik.com.tr/yazarlar/bekir-emre/kadinlarin-dunya-kupasi-2043647
**http://www.tenisdunyasi.net/yazar/bekir-emre/kadinlarin-dunya-kupasi-496
Hoşkalınız.
‘’Kadınların Dünya Kupası!‘’
Fed Cup olarak anılan teniste kadınların Dünya Kupası’nın ilk maçları geçtiğimiz haftasonu oynandı.
Biliyorsunuz bunun karşı cinsteki versiyonu olan Davis Kupası, Uluslararası Tenis Federasyonu (ITF)’nun özel bir şirket ile yeni yaptığı kontrat doğrultusunda uygulamaya konulacak kurallarla adeta kuşa çevrildi. Başta deplasmanlı karşılaşmalar kaldırıldı…18 ülke yıl sonunda toplu olarak tek bir mekanda karşılaşacaklar. Ardından 5 setlik maçlar 3 sete indirgendi…Anlayacağınız koskoca Davis Kupası tüm özelliğini yitirme yolunda emin adımlarla yürümektedir !
Genellikle kadınlar tenisinin başlıca yöneticisi konumundaki WTA, ITF denilen tenise mi yoksa medyaya mı hizmet ettiği gittikçe belirsizleşen bu kurumun dümen suyundan pek ayrılmazken FED Cup üzerinde şimdilik herhangi bir spekülasyon yok.
Türkiye Fed Cup’ta Avrupa-Afrika Bölgesi 1.Küme’de bulunuyor. İngiltere’nin en güzel ve tarihi kentlerinden biri olan Bath Spa.’daki üniversite tesislerinde gerçekleştirilen karşılaşmalar sonunda Alaaddin Karagöz kaptanlığında, Çağla Büyükakçay, Pemra Özgen, İpek Soylu, Berfu Cengiz ve İpek Öz’den kurulu ulusal takımımız ilk iki maçında Hırvatistan’a 2-1, ve Sırbistan’a 3-0 yenildi. Ardından Gürcistan’ı 3-0 ile geçerek kümede kalmayı garantilediler. Sıralama maçında ise Yunanistan’ı 2-1 yendiler.
1. İngiltere (Dünya Grubu II. Play-Off’larına terfi etti).
2. Sırbistan
3. Macaristan
4. Hırvatistan
5. Türkiye
6. Yunanistan
7. Slovenya (Düştü).
8. Gürcistan (Düştü).
Bunlar pek te beklenmedik sonuçlar değildi. Bunu söylerken Millilerimizin dünya 25 numarası Hırvat Donna Vekic’i ve takım olarak ta Yunanistan’ı geçmelerinin başarısını katiyyen arka plana atmıyorum. Bu başarı başta Çağla ve Pemra olmak üzere külliyen oyuncuların ve kaptanındır. Ancak kimse de gelip tüm oyuncuların alın terine sahip çıkmasın. 8 yıldır aynı kümede kalabilmek bir başarı değildir. 8 yıldır aynı kümede oynadığından çıta yükseltmekten dem vurmak söylem sahibinin acizliğini gösterir. Hani eskiden futbolda “şerefli yenilgiler” vardı ! “Düşmedik ya” diyebilmek aynı düşünce kefesine girer.
Fed Cup’ta esas sürprizler üst gruplarda oldu. Öncelikle Dünya Şampiyonu Çekya kendi saha ve seyircisi önünde Romanya’ya yenildi. Bünyesinde hem teklerde (Karolina Pliskova) hem de çiftlerde (Siniakova-Krejikova) birer dünya birincisi bulunduran Çekya durum teklerde berabere (2-2) olunca Dünya Birincisi çift takımlarıyla şampiyonluğa pek hazırlıklıydı. Ancak Romenler Halep’siz çift takımlarıyla onların ümitlerini boşa çıkardılar. Carmela Begu ile Niculescu bilhassa filede harikalar yaratarak üç saate yakın bir sürede 6-7, 6-4, 6-4’lük setlerle onları saf dışı bıraktılar.
Madison Keys ve Danielle Collins’li ABD kendi sahasında ortalığı panayıra çeviren fena halde tek yanlı bir izleyi kitlesi önünde Ashleigh Barty’nin yükü çektiği Avustralya’dan iyi bir şamar yedi! 3-2 yenildi.
Kendi sahasında hayal kırıklığına uğrayan bir başka ülke de Almanya. Sabalenka, Sasnovich, Azarenka ve Maratowa’lı Beyaz Rusya’ya 4-0 yenildiler.
Garcia ve Cornet’li Fransa ise Mertens ve Flipkens’li Belçika’yı 3-1’le geçti.
Şimdi yarı-finalde Romanya-Fransa ve Avustralya-Beyaz Rusya maçları var. Hangi ülkede olursa olsun Fransa ve Avustralya’nın saha tipini seçebilme hakları var. 20-21 Nisan tarihlerinde oynanacak maçların kuraları (hangi ülkede oynanacağı) yarın 12 Şubat, Salı günü öğleyin çekilecek. Ne dersiniz dört ülkenin üçü pek yakın. Gider misiniz ?
Hoşkalın.
‘’Matador Kazandı!‘’
İspanyol Boğası olarak anılan ve bunu fazlasıyla hak etmiş olan Rafael Nadal Avustralya’da ilk turdan itibaren lakabıyla müsemma bir oyun sergilemişti. Karşısına çıkan önce üç Avustralyalı, sonra Berdych (CZE), Tiafoe (USA), Tsitsipas (GRE) ne olduklarını anlamadan kendilerini saha dışında bulmuşlardı.
Djokovic ise biraz daha zorluca maçlar oynamasına rağmen iki hafta boyunca bilhassa tenisin sosyal medyasında rakibinden daha az yer aldı. Ama onun içinde pek yoruldu diyemeyeceğim. Uzun lafın kısası her iki raket de final maçına zinde ve formda çıktılar.
Ancak final maçında İspanyol Boğası karşısında sanki damarlarında buz akan bir rakip buldu. Hiçbir maçında Sırp raketi bu denli sakin görmemiştim. Gerçi rakibinden öyle üstündü ki sinirlenecek tek bir puan bile olmadı. Bir matador kadar sakin ve hareketleri yerindeydi. Ne de olsa teniste de aynı boğa güreşi gibi tek bir darbe mücadeleyi değiştirebiliyor.
Dünyanın en iyi iki oyuncusunun maçında taktiksel ukalalıklar yapmanın hiç anlamı yok. Gerçekten oyunun başından sonuna kadar Djokovic rakibini uzun toplarla oyuna sokmadı bile. Nadal adeta her puanda bir köşeden diğerine top çıkarmak için koşuşturdu ve sonunda da puanı bitirmesi için topu rakibine teslim etti. 18 kez fileye gelmiş birinin bunun 16’sını puana çevirmiş olmasının başka izahı yoktur.
Sırp raket, Rafael Nadal’ın 28 basit hatasına karşın sadece 8 tane yapmış. Zaten İspanyol’un tüm istatistiklerde üstün olduğu yegane kalem bu !
Her iki sporcu da geçtiğimiz iki yıl içinde epey zorlu travmalardan geçtiler. Oralardan tekrar zirvelere oturmak hele tenis gibi bireysel bir sporda çok zordur. Onun için gerek Nadal ve gerek Djokovic bulundukları yerleri sonuna kadar hak ediyorlar. Helal olsun. Federer ile birlikte bu adamlar sadece tenis için değil, tüm spor camiası için, hatta yaşam için fevkalade birer örnektir. Umarım gençler bunun farkındadır.
Hiç de merak etmeyin Avustralya’da izlediğimiz gençlerin devir teslimi almaları için biraz daha zamana gerek olduğu bu turnuvayla tekrar kanıtlandı. Baksanıza onca genç raket tüm turnuva boyunca oynanılan 40 setten bunlardan sadece iki set alabildi !
Bu arada çift erkekleri Herbert-Mahut (FRA), çift kadınları Stosur( AUS)-Zhang (CHN), karışıkları Krejikova (RUS)-Ram(USA), genç erkekleri Musetti (ITA), genç kızları TAUSON (SWE) kazandı. Efsanelerde ise dostum Mansur Bahrami (FRA) ile Philippoussis (AUS) şampiyon oldu.
Tekerlekli sandalye kadınlarda ise efsane De Groot(NED), erkeklerde de Fernandez(ARG) kürsüye çıktı.
İyi haftalar dilerim…Hoş kalınız.
‘’Finali Riskler Belirleyecek!‘’
Kadın tenisi son bir yıldır en dinamik devrini yaşıyor. Son sekiz büyük turnuvayı sekiz değişik kadın kazanmış! Buradaki maçı da tahmin etmek olanaksız. İlk kez birbirleriyle oynayacaklar. Ama maça etki edecek birkaç faktörü tanımlayabiliriz.
28 yaşındaki iki Wimbledon Şampiyonluğu olan Çekyalı Petra Kvitova belki de kadın tenisinin en atak oyununa sahip yıldızlardan biridir. Bu saptama uğradığı saldırıdan öncesi hem de sonrası için geçerlidir. Maçlarda da izliyoruz, kadın genellikle köşelere hatta koridor çizgisine konuşlandırıyor vuruşlarını. Üstelik bu vuruşlar balyoz gibi. Bu tür riskli vuruşlar oyuncu formda ve şansı yerinde olduğu vakit karşısındakini çaresiz bırakıyor. Ama aksine durumlarda da feci yenilgilere yol açıyor. Melbourne’da şimdiye kadar çekişmeli maçlar oynamakla birlikte kimseye tek set bile vermiş değil. Altı maçtaki 12 set içerisindeki en yoğun set skoru 6-1 !
Bu kadının ilk servisi ise 160 km süratte. İkinci servisi ise 147 km. Yani iki servis arasında pek fark yok. Üstelik bunları da iyi plase ediyor. Servisleri ya “T”ye, ya rakibin üzerine vuruyor. Kritik puanlarda ise bu servisler rakibi yandan kort dışına atıyor.
WTA oyuncularının tüm vuruşları göz önüne alınca ortalama %8 basit hata yaptıkları bilinen bir gerçek. Gerek Kvitova ve gerek Osaka hemcinslerine nazaran çok daha az basit hata yapanlardan. %8’in altında kalıyorlar. Bu aralar sağ olsunlar benim yazılarımda hataları düzelten birkaç okurum var. Onun için ekleyeyim…Bu istatistik her iki raketin son maçları için kesin geçerli değil. Bu maçlardaki basit-hataları %30’larda. Halbuki önceki 5 maçtaki basit-hata ortalaması %7.9.
Naomi Osaka ise 21 yaşında. Son yıllarda Ostapenko ve Bouchard gibi birdenbire parlayıp ardından partiler ve takılar içinde yok olma yoluna girenlere nazaran çok daha ayakları yere basan ve antrenmanda bile çıtasını sürekli yükselten yapıda biri. (Bu çıtayı yükseltme deyimine de bayılıyorum! Biliyorsunuz bizim Federasyon Başkanına göre çıtayı 2018’de öyle yükselttik ki Davis Kupası'nda küme düştük!). Naomi rakibine nazaran epey daha zorlu maçlarla finale geldi. Altı maçın üçü son sete uzadı.
Osaka ise Sabalenka, Giorgi ve Serena Williams ile birlikte en süratli servise sahip 4 kadından biridir. Bu servis ortalama 170 km sürattedir. Ama onun esas sorunu ikinci servisini bir türlü adam edemeyişidir. Bu servis 110 km’ye kadar düşmektedir. Dolayısıyla rakipleri genellikle onun bu servisine yüklenerek puan kazanmaktadırlar.
İşte yukarıda yansıttıklarım bu iki tenisçi arasındaki Avustralya Açık finalinin gidişatına etki edecek başlıca faktörlerdendir. Geçirdiği hayati saldırıdan sonra kullandığı sol elinin onca ameliyattan sonra hiçbir zaman tam çalışmayacağını bilincinde yine de buralara gelebilen bu cesur kadın yüreğimin favorisi. Ama sahada daha dengeli ve daha komple bir tenisçi olarak gözüken Osaka ise mantıksal favorim. Hadi buradan buyurun! İyi izlenceler.