‘’Kötü mü yanlış mı?‘’
Futbol oynamadan kazanması, Beşiktaş’ın şampiyonluk vaat eden bir aday olarak yansımasını engellemiyor. Bu ilk bakışta doğal... Ne de olsa ‘kötü oynarken kazanan, iyi oynadığında nasıl olsa kazanır’ denklemine dayandırıldığında geçerliliği olan bir teori...
Yalnız Beşiktaş’ın meselesi salt ‘kötü oyun’ diyerek geçiştirilecek bir mesele mi, onu kurcalamalıyız... Zira kötü oyunun da türleri vardır. Yani futbolun doğruları sahaya aksettiği halde, göze hoş gelmeyen tarzı da oldukça yaygındır. Siyah-Beyazlılar’la ilgili sorgulanması gereken de futbolun doğrularına ne denli saygılı olduğudur.
Bu denli özverili mücadele, 90 dakika sürekli kazanmayı isteyen bir motivasyon hali, emeğin tam karşılığını oyunla skor olarak alamıyorsa, saha içindeki iş bölümüne de bir göz atmak gerekir. Beşiktaş üç haftadır savunmasıyla direnen, nihayet son hafta savunmasıyla da kazanan bir takım portresi çizdi. Formda ve uyumlu defans hattını kenara koyduğumuzda geriye kalan takım, emek olarak iki kişinin sırtından geçinme pozisyonunda;
Ernst ve Nobre...
Teknik direktör Mustafa Denizli, Cisse’yi de 11’den çekince, Beşiktaş’ta emekçi-alemci arası sınıf farkı biraz daha keskinleşti ki, bu şampiyonluk hesapları yapan bir ekibin ilerleyen haftalarda kazaya uğrama olasılıklarının artmasından başka bir işe yaramaz.
Takım savunmasına fazla katkısı olmasa da Tello’nun araştırmacılığı, sahiplenme duygusu ve teknik olarak da öldürücü servisleri, bu takımda ayrıcalıklı oynayacak sayısını sadece ‘bir’ olarak gösteriyor. En geçersiz senaryo ise Ernst’ün ‘Issız Adam’ rolüne soyundurulması...
‘’Şili anahtarı‘’
Yine dün gece Denizli’nin, hücuma dönük kağıt üstü düşünceleri ne yazık ki hayata geçemedi. Kaç maçtır aynı durum söz konusu. Her maç için farklı tercihlendirilen orta alan, Beşiktaş’ı hücumda amaçladığı düzende tutamıyor. Dün gece de, kısır maçı Tello çözdü. Aslında iki kalecinin de yaptığı 3 hata, skoru belirleyen unsurdu. Hasagiç sakatlanmasaydı, belki Beşiktaş daha çok sinirlenecek, Ekrem’in yediği golleri de muhtemelen yemeyecekti.
Delgado, Tello ile yan yana geldiği zaman, iki işi bir oyuncu yaptığında, Beşiktaş’ın yaratıcılığı düşünüldüğünün aksine fakirleşiyor. Üstelik dün dikkat çekici diğer olay, Ernst’in kötü oluşuydu. Cisse-Ernst ikilisinin bozulması, hem Alman oyuncunun performansını düşürdü, hem de Erman ve Efe gibi motorik özelliği güçlü olan oyunculardan kurulu Belediye orta sahasını üstün gösterdi. Buna karşılık, Beşiktaş yine Tello’nun yüksek kesmeleriyle gol peşindeydi ama Abdullah Avcı’nın uzun boylu savunması bu kez tedbirini almıştı. Hiç ters pozisyonda yakalanmadı Belediye defansı.
Beşiktaş kenarları uzun süre kullanmadığı bölümde gol pozisyonu da üretemedi. Ne zaman ki, bitime yakın bölümde İbrahim Toraman sağdan, İbrahim Üzülmez soldan gelmeye başladı; bunların sonucunda kurulan baskı, Beşiktaş’ın sayısal üstünlüğe ulaşmasında pay sahibi oldu.
Beşiktaş kalesi fazla tehlike yaşamasa da, Siyah-Beyazlı defans oyuncularının tümünün sahanın en iyileri olmaları da dikkat çekiciydi. Özellikle Toraman ve Gökhan’ı da bir adım öne alabiliriz. Beşiktaş zor da olsa bir galibiyet aldı, yine üretmeden kazandı. Tello’nun üstlendiği çilingirlik, bu maça da damgasını vurdu.
Hakem, Beşiktaş’ın nizami bir golünü iptal etti, ofsayt olanını ise geçerli saydı. Bir anlamda hatalarıyla ödeştirmiş oldu.
‘’Aldanmaya müsait‘’
Çok parlak bir skorla kaliteli bir rakibi yenmiş olsa da aldanmamalı Beşiktaş... Daha doğrusu kendisini zamansız havaya sokmamalı. Son oynadığı maçta dahi bir 90 dakikanın iki yarısı birbirinden anormal derecede farklılık arzediyorsa takım oyunu açısından henüz hallettikleri birşeyin olmadığını bilmeliler. Eğer Fenerbahçe ve Galatasaray, hatta son hafta Trabzon da hesapsız puan kayıpları yaşamasaydı (ki hesapta olanları Mustafa Denizli çok önceden not etmişti) Beşiktaş’ın bugün olduğu içi fıkır fıkır kaynayabilecekmiydi, bunu düşünmek lazım.
Siyah-Beyazlı ekipte öncelikli sıkıntı ofansa dönük kurgunun hala netlik kazanamaması. Yani şu oyuncular ile şu düzen kalıcı olsun diyemiyorsunuz. O yüzden bazen oyunun karşılığı skor gelmiyor, Trabzon maçı örneği gibi. Bazen de skorun karşılığı oyun 90 dakikayı yansıtmıyor. Son hafta gözlemlendiği gibi...
Çok değişkenlik Denizli’nin ya hala tatmin olamadığının ya da mecbur olduğunun göstergesi. Beşiktaş’ın ofansa dönük çoğunluğu istikrarsız. Ya Denizli zorladığı halde olmuyor ya da bu durumu kabullenmiş nöbet dağıtıyor. Kaldı ki, her deneyişte o veya bu şekilde farklı veriler çıkıyor ortaya. Yaratıcı oyuncu çokluğunda Beşiktaş pozisyon sıkıntısı çekiyor. Tello oyuncu kurucu pozisyonunda tek başına kalırsa daha verimli oynuyor. Çift forvet düzeninin yararları oldu. En azından Beşiktaş serbest atışlarda daha aktif hale geldi. Ama organize hücum adına bir açılım kazandı mı diye sorarsanız, öyle birşey yok. Delgado ve Yusufsuz bir 11’in net bir skor yakalayabileceğini görmek Beşiktaş adına olumlu. Savunma kenarlarının hücuma katılımında rakip savunmaların daha kolay çözülebileceğini farketmek de...
Ama sonuçta baktığımızda hala arayış içinde olan bir ekip Beşiktaş. Şampiyonluk için heveslenmesi için henüz erken. Tünelin ucu ne zaman görünür, sorusunu ise bir okurumun bana aktardığı tespitle cevaplayayım. Özer Yaldızipek diyorki, “Ne zaman İbrahim Toraman’ın Gaziantep’e atılan 3. golde üstlendiği yapımcılığı Serdar Özkan ve Holosko üstlenirse, Kartal da ışığı o zaman görür.” Doğru söze ne denir..
‘’Siyah-Beyaz‘’
Dün gece ilk yarıdaki Beşiktaş, Trabzon maçının 90. dakikasında takılı kalmış bir Beşiktaş’tı. Bezgin, yorgun ve de umutsuz... İkinci yarıda sahaya çıkan takımdaki farklılık ise büyük olasılıkla “Denizli fırçasının” eseriydi. Takımını uyandırdı. İyi güzel de, Denizli’yi kim uyandıracak? Büyük bir beklentiyi temsil eden Yusuf, üç maçta kötü oynayınca kulübeye gidebiliyor da haftalardır yürümükten aciz Serdar Özkan hala Denizli’nin nasıl bankosu olabiliyor.
Nobre hem kilidi açan hem de perdeyi kapatan isimdi, ancak Siyah-Beyazlılar’ın çift santrforla oynama doğrusunun payı da vardı işin içinde. Bobo da en az iki kişiyi meşgul ediyordu, oynadığı sürece. Tello geçen haftanın rövanşını aldı bir anlamda. Trabzon maçında bir türlü hedefe vardıramadığı servislerini bu kez telafi etti. Kornerden Nobre’ye attırdığı ve kendi ayağından kazandırdığı şık golle galibiyetin mimarı oldu.
Ernst’in ne denli yararlı bir transfer olduğu bu maçta daha iyi hissedildi. Özellikle de ikinci yarıda müthiş çalışkanlığı, boşalan her alana kademe yapması Beşiktaş savunmasını da en çok rahatlatan faktördü. İbrahim Toraman’ı da son golün yapımındaki beceresi nedeniyle kutlamak gerek. Gaziantep, Beşiktaş’ı ancak çok kötü oynadığı ve savunmasının kademe yanlışlarına düştüğü ilk yarıda çözebilirdi. Eline fırsat da geçti, fakat bu şansını kullanamadı. Sivok’un Beto’yu kolundan çektiği pozisyon tartışılacak cinstendi. Ama aynı Beto’nun boş kaleye kaçırdığı gol tartışılmayacak bir harcama idi takımı adına.
Ev sahibinden de yine İsmail, hücumda ve savunmadaki başarılı performansıyla dikkat çekti.
Her şeye karşın Beşiktaş yola devam ediyor. Eğer Denizli önündeki haftalarda doğruları daha fazla yan yana getirirse bu üç puan morali Beşiktaş’ın zirve yolculuğunu da uzatır.
‘’Ayıp olacaktı!‘’
Bir hafta önce Konya’da ilk 11’e konması ne denli tutarsızsa, Trabzonspor’a karşı başlamaması da aynı ölçüde yanlıştı Bobo’nun. Konya’da ikinci yarı, Trabzonspor’a karşı da ilk 11’e tercihlendirilmiş olsaydı, Beşiktaş’ın puan cetvelindeki yeri de biraz daha farklı olabilirdi.
İlginç bir maç seyrettik futbol adına. Bir tarafta 90 dakika rakibini neredeyse kendi alanına hiç sokmayan bir takım, ama buna rağmen karamboller dışında pozisyon bulamıyor. Diğer yanda haddinden fazla geriye yaslandığı halde, gol dışında savunması çözülmüyor. Bu durumda Trabzonspor defansının insanüstü bir mücadele sergilediği sanılabilir. Oysa hiç de öyle değil. Beşiktaş’a tempo yaptıran faktör savunma tandanslıydı. Trabzonspor’un her çıkışında zamanlaması çok yerinde müdahaleler geldi. Cisse, Ernst, İbrahim Toraman, İbrahim Üzülmez, hatta Sivok bu ilk müdahale işini son derece iyi becerdi. Bununla da yetinmeyip, öne çıkıp üçüncü bölgeye kadar servis de yapabildi. İşte sorun da, tam burada başladı. Hızlı hamle sahibi Beşiktaş, Yusuf ve Serdar Özkan’la yaratıcılıktan çabukluğu başaramadılar. Serdar Özkan çizgiye inecek, Yusuf da ince çalımlarıyla defansın içine sızmalar yapacaktı. Özkan görevini çok sık ofsayta düşmekten dolayı aksattı. Yusuf da teşebbüs kimliğini elinin tersiyle itti. Birçok kesimce Tello’nun performansının başarılı bulunması da ilginç. 20 ortanın gol dahil ancak 5’i isabetli. Çünkü Nobre tekti ve Tello yerli, yersiz çok başıboş orta yaptı. Bu ortaların büyük çoğunluğunu da Trabzon savunması topladı. Üstelik Trabzon’un attığı golde çok kritik yerde, topu kaptıran ve böylelikle asıl fahiş hatayı yapan da Tello’ydu.
Bobo, Trabzon savunma dizilişinin aralarındaki mesafe darlığını sağa sola çekerek açabilir, böylelikle Tello’nun yapacağı ortalarda Nobre daha demarke ve hedefte yakalanabilirdi.
Denizli bunu düşünemedi. Ayrıca kapalı savunmaları, bireysel girişimlerle ustalara açtırma düşüncesinin de geri teptiğini bu maç gösterdi. İşte Yusuf, işte onun için düşünülen anlamda işlem yapması gereken yegane bir oyun... Ama ortada Yusuf’a maledilecek tek eylem yok... Buna karşılık İbrahim Üzülmez’in ilk yarıda bütün savunmayı tek başına ekarte edip, kalecinin burnunun dibine kadar geldiği ve son anda takıldığı bir pozisyon var. İyi ki takıldı, golü yapamadı veya yaptıramadı. Mükemmel oyununa bir de bunu ekleseydi, ofanstan sorumlu arkadaşlarına dönüp, “Siz ne yaparsınız” deme hakkı doğacaktı ki, bu da çok ayıp kaçacaktı!
‘’Emek çok kazanç yok‘’
90 dakika boyunca oyunu rakip alanda tutmayı başardığı halde, bir takım organize ataktan ve yeterli pozisyondan uzak yaşıyorsa, bir sorun var demektir. Alıştığımız ve alışmadığımız iki Beşiktaş vardı dün geceki maçta. Alışmadığımız tarafı; hırsı, presi, mücadele gücü ve oyunu rakip alanda tutmayı başarmasıydı. Alıştığımız tarafı ise; bu kez yukarıda saydığımız olumlu özelliklerine rağmen üretimdeki yetersizliğiydi.
İlk yarıdaki 11’de Serdar-Tello ve Yusuf’tan oluşan orta alanın ofansif kümesi son derece yetersiz kaldı. Serdar Özkan sadece düştüğü ofsaytlarla takımına sayısal anlamda artılar getirirken, Yusuf etliye sütlüye dokunmamakta belki de en ısrarcı olduğu oyununu oynadı. Mustafa Denizli’yi belki bu iki oyuncusu fazla yanıltmadı ama Beşiktaş’a çok maçta servisleri ve golleriyle kilit açma konusunda yararları olan Tello, hocasını hayal kırıklığına uğrattı. Oysa maç boyu üçlü seyreden Trabzon orta alanına karşı sayısal üstünlük kurulmuşken çok daha önceden forvete bir takviye daha gerekiyordu. Bobo ile Delgado oyunun seyrini biraz daha değiştirdi ama yine de bitirici noktalarda forvet yetersizliği öne çıktı. Sivok-Ernst-İbrahim Toraman, özellikle de İbrahim Üzülmez diğer arkadaşlarının bir adım önünde seyrettiler.
Ersun Yanal ise takımını gereğinden fazla kendi alanında tuttu. Bu kadar geriye yaslanmışken, bunun karşılığı kontraataklar olmalıydı. Hiçbirisi gerçekleşmedi. Colman topsuz alan futbolunu iyi bilen özellikleriyle takımının iyisiydi. Sonuçta puanlar paylaşıldı ama Trabzonspor geceyi avantajlı kapattı.
‘’Delgado varsa tek forvet...‘’
1- Beşiktaş, Trabzonspor karşılaşmasında nasıl oynamalı?
Mustafa Denizli eğer Fenerbahçe-Trabzonspor maçının kasetlerini yeterince izlemişse, rakibi hakkında elde edebileceği tüm verileri de kaydetmiştir. Bu geceki oyunun stratejisini Denizli’nin orta sahayı şekillendireceği belirleyecektir. Yusuf veya Delgado’dan birisi ilk 11’de oynayacaksa tek forvet düzeni Beşiktaş’ın takım yapısı gözönüne alındığında daha yerinde bir karar olur. Bunun dışında Cisse-Sivok-Ernst’ten oluşacak üçlü bir orta alan da denenebilir. Tello,Bobo, Serdar Özkan, Delgado ve Yusuf’un içinde bulunduğu kümeden ne kadar az tercihlendirme yapılırsa, Beşiktaş’ın lehine gelişenler de bizce o denli fazla olur.
2- Trabzonspor karşısında alınacak olası bir yenilgi, Kartal’ı nasıl etkiler?
Beşiktaş’ın kaybetmesi, aynı anda zirve yarışındaki rakibinin kazanması anlamı taşıyacağından tabii ki Kartal’ı çok olumsuz etkiler. 9 puana çıkacak bir fark, her ne kadar 14 haftası olan bir periyot için matematiksel olarak ‘kapanılabilir’ ihtimali taşısa da mağlubiyet halinde Beşiktaş’ın kimyası bozulur. Kovalama hırsı düşer. Üstelik birden fazla zirve adayı olduğundan, şampiyon alternatifleri içinde listenin sonuna eklenir.
3- Delgado’nun dönüşü, Beşiktaş’ı olumlu yönde etkiler mi?
Delgado iki aydır ayağını topa değmiş değil. Şimdi böylesine önemli bir maç öncesinde koz olarak sunulmaya çalışılması, futbolun doğrularına aykırı. Yusuf’un iki ay süren sakatlık sonrasında devre arası çalışmalarına katılmasına rağmen oynatıldığında hazırlanamadığını görmüştük. Aynı durum Delgado için de geçerli. Bu oyuncuların doğmatik olarak fiziksel özelliklerinin yetersizliği en büyük handikapları... O yüzden beklentiler abartılmamalı, aksine riski düşünülmeli...
4- Skor kötü giderse, İnönü’nün atmosferi Beşiktaş için tersine dönebilir mi?
Beşiktaş taraftarının takımının yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen gösterdiği tahammül takdire şayandır... Bunu geçmiş yıllardaki başarısızlıklarla da birleştirirseniz, ne denli bir sabır sahibi olduklarını da anlarsınız. Ama Trabzonspor maçı bizce artık yolun sonu... Kartal’ın olası bir kaybı sonrasında önce Mustafa Denizli, arkasından da yönetimin hedef tahtası haline gelmesi kaçınılmaz olur.
‘’Yarabbi şükür!‘’
Muhtemelen Fabian Ernst iki hafta sonra tamamen sıradan bir oyuncu statüsüne bürünecek ve 8.5 milyonluk rumuzuyla anılması daha da yaygınlaşacak.
Dünyada benzeri kalmamış bir futbol mantığı, bizde ısrarla geçerli kılınmaya zorlanıyor. Bu demodeliğin merkezi İstanbul... Temsilcileri üç büyükler. Alet olanlar da kimisi hevesli, kimisi zoraki teknik direktörler. Bu takımlarımız içi geçmiş yıldızlarla doldurulup, tribüne şirin gözükmek adına da 10 numaralar üzerine kuruluyor. Arkalarına sözüm ona bir orta saha kurgusu, ama göstermelik... Aslında köle muamelesine tabi tutulan bir eskort grubu desek, daha yerinde olur. Çünkü onların asli görevi top rakipteyken aniden boşalan arazinin bekçiliğini yapmak.
Galatasaray ve Fenerbahçe bu yamuk uygulamada biraz daha az sırıtıyor. Fark eleman kalitesinde. Bir de, ne de olsa teknik direktörler yabancı... Bu oyun mantığının geri tepeceği noktaları daha fazla gözetiyorlar.
Beşiktaş’ta ise durum daha vahim. Birincisi eleman kalitesi o denli güçlü değil, daha da önemlisi teknik direktörü bu düzenin heveslisi.
Devre arası transferlerinden sonra belki de eşine ender rastlanabilecek bir buluşmayı gerçekleştirdi Denizli, Beşiktaş’ta... Adaleleri artık beyninin isteklerinin ancak yarısına cevap verebilen bize özgü bir futbol fenomeni Yusuf’u kurtarıcı olarak seçti. Arkasından da 8.5 milyon Euro’ya Bundesliga’dan ona bir koruma tahsis etti. İşin çarpık tarafı şu; Ernst’in birlikte oynadığı Yusuf, Alman futbolcunun eski takımında yardımcı antrenörlük yapacak kondisyonda bile değil... O yüzden bu planlamanın üstünde, daha büyük alaturkalık olacağını sanmıyoruz. 2-3 hafta sonra Delgado sahalara döner, Cisse de inadına küçük bir kıpırdama yaparsa, esas ortamı o zaman seyredeceğiz.
Ama farketmez... Yine eğrisinin, doğrusuna denk düşeceği zamanlar yaşayabilir, bir öncesini de kolay unuturuz. Çünkü biz, daha çok yiyenlerin yaşadığı bir futbol ülkesindeyiz...
Burada gol atılmaz, yenir.
Faul yoktur, hakeme yedirilir.
10 numaralar tıka basa doyurulur.
Transferde kaymak önce menacerlere tattırılır.
Hakemlere hemen hemen her maç öncesi, bir veya iki kaşık eyyam yutturulur.
Bu oyunun sevdalısı milyonlara da, dişinin kovuğundan artanla yetindiği için ‘Yarabbi şükür’ dedirttirilir.