Arama

Popüler aramalar

‘’Keramet sahipleri‘’

Konyaspor’un nasıl bir savunma anlayışı içinde olacağı sır değil. Zeminin durumu apacık ortada. O zaman Mustafa Denizli’nin ofansif anlamda tercih ettiği dörtlüden verim alma düşüncesi hangi futbol aklının ürünü. Yusuf-Tello-Bobo vasat bir agresif direnişte bile ilk elden pes edecek oyuncu tipleri... Biraz Holosko için doğru tercih desek, onun da formsuzluğu hatta 4 gün önceki kupa maçında yaşadığı bilek sakatlığı dünkü Konya zeminine ilk onbirde çıkmaya engel teşkil etmeliydi. Denizli maçın dörtte üçünde takımının hücumda bir türlü var olamayışını tribündekiler gibi izlemekle yetindi. Holosko sakatlandıktan sonra Serdar Özkan’ın oyuna dahil oluşu da aynı dezavantajlar ışığında doğru değildi.
8.5 milyon Euro’luk Ernst’ten süper hamal yaratmaya dönük bir anlayış, yanına yaver olarak atanmış Sivok, arkada vasat görev bilincinde bir defans önde ise umurlarında hiçbir sorumluluk olmayan bedavacılar tayfası... Artık Mustafa Denizli’nin devraldığı takıma birşeyler katmasından vazgeçtildi. Alıp götürdükleri kaygı ile izleniyor.
İster beğenin, ister beğenmeyin bu takımın olmazsa olmazı, belki de en öndeki gerçeği Nobre’nin varlığıdır. Denizli dış baskılarla dolduruşa gelip, formayı Nobre’den almakla bindiği dalı kesmiştir. Yusuf çilingir ustası olarak transfer edilmişti. Oysa, o takıma girdikten sonra Beşiktaş’ın ofansı adeta kilitlendi.. Zor bela kazanılan Denizli, Antalya maçlarının ardından Beşiktaş 3. maçını da rakip kaleye tek organize atak gerçekleştiremeden tamamlamış oldu.

09 Şubat 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir doğru çıkar mı...‘’

Fabian Ernst hazır gelmiş belli... Ama ne yazık ki, hazır olmayan bir takıma gelmiş. Daha sahaya çıkmadan maliyeti hakkında destanlar yazıldı. O da değeri sonradan anlaşılacaklar sınıfına şimdiden katıldı. Serdar Kurtuluş, Gökhan Zan, Zapotocny, Ernst, Holosko, Bobo hatta Erkan Zengin’i öne alarak baktığınızda, Beşiktaş klasik bir Bundesliga ekibi görüntüsünde. Bu karakterdeki görüntüyü belki Serdar Özkan bozuyor ama o da, attığı golle ara sıra ortaya çıkan tipik ‘Türk’ü oynuyor. Erkan Zengin kendini göstermeyi çok fazla istiyor, ama takımının yerleşimi henüz buna izin vermiyor. Biraz da fiziki konumu. Holosko eski etkinliğine ulaşmak için çabalarken, daha çok bocalıyor. İbrahim Üzülmez attığı golün dışında, aut çizgisine inen 5-6 deparıyla ‘Ben hala dimdik ayaktayım’ diye mesajını sağlam yolluyor. Bobo müthiş istekli. Zapotocny ile savunma daha huzurlu ve Beşiktaş, Antalya dizisini bitirdikten sonra, sanki kendine biraz daha fazla güveniyor. Serdar Özkan’ın yerine Tello, Holosko’nun yerine Yusuf oyuna girdikten sonraki bölümü de izliyoruz. Arkasından da sesli ve yazılı olarak nacizane şöyle düşünüyoruz; acaba dörtlü savunmanın önüne Sivok-Cisse-Ernst’ten oluşan bir üçlü orta alan şekillendirilebir, önlerinde de Yusuf veya Delgado forvet arkası olarak yer alır. Hücumu da Nobre-Holosko-Bobo üçlüsünden ikisi devralırsa, zirve yolunda yürüdüğünü söyleyen Beşiktaş, ideal düzenini yakalayabilir mi...

05 Şubat 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Herkes işini yapsa...‘’

Bobo 4 gün önce 2 gol attıktan sonra, kulübede başladığı için kendisini kahrediyor. Hem de Holosko yedek kulübesinde kaldığı halde... Nobre ise oyundan alındığında perişan oluyor, yerine vatandaşı girdiği halde... Bobo’yla başlamamak Denizli’nin iradesi. Ancak Bobo’nun oyuna dahil oluşunda müdahil olan tribünler.
Taraftar ilk tezahüratında Bobo’yu isterken, olası hedefi Nobre olmayabilir. Çünkü Tello golü atmadan hemen önce, yani daha 30. dakikada Bobo sesleri ayyukta idi. Kenara alınabilecek oyuncu fazlalığı da vardı. Ama ilerleyen dakikalarda tek farklı skorun tatmin etmeyen sıkıntısı Bobo davetini tekrarlatınca, (Holosko da oyuna dahil olmuştu) Nobre’nin yerine istenen adam olduğu perçinleşti. Nobre o yüzden ağlamaklıydı. Şu ana kadar gelinen noktada, bu takımın en özverili en çok emek harcayanı, hatta en golcü kimliğiyle ilk önce de o tribünler tarafından kanıksanmıştı. Aynı kitlenin bir anda kendisini kolayca harcayabileceğini düşündü belki de... Ya da Beşiktaş taraftarı bir kesimce yorumlanan imza için baskı protestosunu devreye sokmuştu. Ama Nobre öyle de olsa, farklı algıladı. Üstelik kolunda da kaptanlık pazubandı vardı.
İster bilinçli, ister doğaçlama olsun taraftar iradesinin gerek yönetim lehine bir baskı olması, gerekse de teknik heyetin de üstüne çıkabilecek irade kullanması doğru değil. Çünkü şu haliyle Beşiktaş, yönetmesi gerekenlerin seyrettiği, desteklemesi gerekenlerin yönettiği bir imajla şampiyonluğa yürüdüğünü söylüyor.

03 Şubat 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kıt kanaat‘’

Ligin ikinci yarısıyla beraber, Beşiktaş’taki değişim artık iyiden iyiye kendini belli etti. Krizden olsa gerek, hesap kitap yapan bir takım haline geldi. Artık ne sonsuz özgürlükte oynayan ofansif aktörleri var, ne de rakiplere tanınan aşırı pozisyon. Orta halli, kendini bilen, ekonomik tedbirleri önde bir takım. Bu hesap daha ne kadar çarşıya uyar bilinmez, ama gidişatın değiştiği de kesin. Bir de madalyonun diğer yüzü var. Lig ve kupa maçlarına göre kadronun bölüşülmesi, formdaki oyuncu ile formsuzun seçiminde teknik direktörün çelişmesinin, Siyah-Beyazlılar’ın saha içi aklından da alıp götürdükleri var. Tello’nun mükemmel golü dışında, Beşiktaş’ın futbol adına konuşulacak pek aksiyonu yok. Bir önceki kupa maçının en kötülerinden Serdar Özkan sahada, Holosko ile Bobo kulübede. Neyse ki Denizli, Serdar Özkan’a bir devre dayanabiliyor ama taraftar Holosko ile yetinmiyor, Bobo’yu da istiyor. Denizli’nin onbiri bu kez de tribün müdahalesiyle, bir kez daha değişiyor.
İkinci yarıda da ofansif düzen ağırlık kazanmasına karşın, sakinlik yok. Belki de zirve yarışından geri düşme korkusu Siyah-Beyazlılar’daki stres yumağını çözmüyor. Karşı kale girişimleri daha yoğun ama aynı anda Gökhan Zan ve Toraman’a da daha kritik ve zor pozisyonlar rastlıyor. Neyse ki ikisinin uyumu ve zindeliği iyi de, Beşiktaş tek tük sayılabileceklerin dışında pozisyon yaşamıyor. Denizli’nin tüm çabalarına rağmen, Yusuf hala rakibin can alıcı noktalarında işlem yapmaya dahil edilemiyor. Enteresandır, belki de ilk kez Beşiktaş formasıyla kendi oyununu bir savunma fonksiyonerliği de eklemeye çalışıyor. Sonuçta tek golle de gelse, ikinci üç puan Denizli’yi hesaplarında şu an için yanıltmıyor.

02 Şubat 2009, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Böyle devam!‘’

Kupa maçlarını defansif bir anlaşıyla yorumlayan Beşiktaş’ı, Antalya’da da bu ezberini sürdürürken gözledik. Beşiktaş için hepsinden hayırlısı, Mustafa Denizli’nin savunmada tekrar 4’lüye dönmesidir. Dün akşam bu düzende İbrahim Toraman ve Gökhan Zan, hiç de yabana atılmayacak bir forvet gücü ile mücadele etmelerine rağmen, hayli uyumlu ve konsantre bir görüntü çizdi.
90 dakika rakibe pozisyon tanınmamasında savunma kadar, önündeki üçlünün de payı vardı. Sivok, Cisse’nin görevinde, Cisse biraz daha önde, aralarına Uğur’u da alarak orta alanda savunma ve hücum işlemini eşit anlamda vasatın üstüne taşıdılar.
Ekrem bölgesi değişene kadar, takımın en iyi oyuncusundan biriydi. Ama önündeki Serdar Özkan için aynı şeyleri söylemek zor. Beşiktaş’ı farka götürecek, skorun önüne de Serdar Özkan geçti. Bu genç arkadaşa son bir hatırlatma yapmak isterim. Bu denli güçsüzlükle, şampiyonluğa oynayan bir takımın hala ilk onbirinde forma bulabiliyorsa, Mustafa Denizli’nin engin hoşgörüsüne şükret. Diğer yanda Bobo’nun zindeliği ve istekli oluşu sevindirici. Beşiktaş’ın önündeki yoğun trafikte forvet zenginliğine artı kazanç sağlayacaktır. Delgado ve Yusuf’un olmadığı bir Beşiktaş onbirinde daha organize hücum gelişimlerine imza atılması, dikkatlerden kaçmasın. En azından şu da örnek olsun... Sonradan giren ‘teknik’ imajı güçlü isimlerden Tello’nun, bireyseliği o ana kadar doğru düzgün işleyen bir oyun ortamında nasıl sırıtmıştır.
Mustafa Denizli, Antalya maçının kasetini bizce bir daha izlemeli. Bu Ekrem’i arkaya hapsetmek, insanın bindiği dalı kesmesi gibi. Sol önde Ekrem, sağ önde Erkan (sürpriz olmayacak) birlikte forma bulurlarsa, Beşiktaş’ın saha içi düzeni için farklı bir format da ortaya çıkabilir.
Hakemlere paragraf açarken, genelde olumsuzluklara yer veriyoruz. Deniz Çoban’ı, ucuz faule rest çeken anlayışı nedeniyle, alkışlıyorum. Çalmadığı düdüklerle son derece anlamlı mesajlar verdi. Üstelik söz konusu tüm pozisyonlara çok yakındı ve son derece kendinden emindi.

29 Ocak 2009, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sayısal mı piyango mu‘’

Fenerbahçe karşısında Trabzonspor’u izledikten sonra artık hiç kuşkum kalmadı. Ersun Yanal, farkında olmadan hatrı sayılır bir kaza atlatmış.
Kurduğun takım daha yarım sezonu henüz geride bırakmışken, 4-3-3 gibi Türkiye için riskli bir düzende ülkenin orta alanı en güçlü ekibi Fenerbahçe’yi bu bölgede pasifize ediyor, bununla da yetinmeyip 6-7 tane net pozisyon üretecek performansa ulaşıyorsa, adama bulmuş da bunuyor derler... Ne olacaktı Yusuf’u alsaydı Yanal... Muhtemelen üçlü orta alanının önüne yerleştirip, forvetten bir oyuncu eksiltecek düzenini değiştirecekti. Fenerbahçe karşısında Gökhan’ı 3-4, Umut’a da 2-3 kez çizgi savunmayı deldiren paslar geldi Trabzon orta alanından. Ne yani, Yusuf’lu bir orta alan hem aynı tempoyu sürdürebilecek, hem de Yusuf onun üzerine aynı türden 5 öldürücü pas daha servisi mi verecekti forvetine? Colman ve Selçuk olmadığında bu oyuncuların eksiğini hissettirmeyecek bir transfer şampiyonluğa giden Trabzon’un gerçek ihtiyacı olabilir. Ancak bu oyuncu Yusuf değil. Hele ki, bu düzende tempo ve mücadele açısından keyif veren bir Trabzon’a...
Beşiktaş’ta durum farklı. Olmayan düzene Yusuf eklenince başka bir bilinmeyen oluşmuş durumda. Zira Beşiktaş, Trabzon gibi değil. Krizde siftahsızlıktan ve borçtan dara düşünce umudunu şans oyunlarına bağlayan esnaf misali Kartal. Yusuf’un transferi de ya bir altılı, ya da süper loto kuponu niteliğinde.
Ya çıkarsa...
Umut, umuttur ama zor... Yusuf’un ne yaşlılığı, ne de iki ay oynamaması. Öncelikli sorun bu değil. Hatta Delgado gibi sürekli takımı bir kişi eksik gösteren bir oyuncunun yerine kadroya dahil oluşu, zaaf açısından risk olarak da sıfır. Ama yine de olmaz. Holosko, Nobre ve Tello’lu bir takımda olmaz. Çünkü Yusuf’un stili farklı. O kısa metrajlı bir driplingçi. Etki alanı ceza yayına yakın bölgeler. İki çalım, bir araya bırakma türünden. Nobre ve Holosko, çok özellikli olmalarına rağmen splinter değil. Gelelim Tello’ya... Şilili, Holosko ile Nobre’yi oynatan adam. Gerek kenar ortalarla Nobre’yi, gerek uzun diyagonellerle Holosko’yu aktif alana sokan oyuncu. Döndük Yusuf’la olan orta alandaki birlikteliğine. Bu bölgedeki işbirliğinde ikilinin aynı dili konuşma şansı yok. Hele bir de Denizli, Cisse’yi düşünmezse, Denizlispor maçında olduğu gibi bu takım sahada bağırış-çağırış içinde kalır.

27 Ocak 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tamamen duygusal‘’

Cisse istediği kadar, isteksiz ya da formsuz olsun, kadroda varolduğu sürece oynamalı. Çünkü o bir merkez oyuncu. Oynamadığında, Beşiktaş’taki oyunun bir çıkış noktası yok. Mustafa Denizli’nin ikinci yarıya başlarken bunu fark etmesi çok önemli değil. Cisse’sizliği denemesi bile vahim hata. İkinci yanlış da Ekrem Dağ. Beşiktaş’ı geçmiş 10 maçlık periyotta, hücumda ileri taşıyan oyuncuların başında geliyordu. Denizli, çok alternatifi varmış gibi, Ekrem’i savunmanın sağına itmişti. Sadece Yusuf’un işbitiriciliğine endeksli ve ofansif anlayışta düşündüğü bu düzende de Beşiktaş, neredeyse pozisyona giremeden maç bitirdi. Onun ötesinde takım organizasyonu adına, müthiş bir görev karmaşası vardı. Kupa maçlarında Serdar Özkan’da bir kıpırdanma görmüştük. Yanlış yansımaymış. Holosko da karmaşık düzenden nasibini alanların başında geldi. Sadece Nobre, her zamanki çalışkanlığı ve özverisiyle Beşiktaş’ın mücadele anlamında, yegane ismi oldu.
İkinci yarı değişikliklerinde de Cisse’nin takımı nispeten toparlayışının dışında, olumlu seyreden bir şey olmadı. Tello’nun sola geçişi, Uğur’un orta alana takviyesi hücum anlamında Siyah-Beyazlılar’a herhangi bir artı kazandırmadı. Zapotocny atılınca, tribünlerle beraber Beşiktaş da gerginleşti. Kazandığı tek sayıyı korumaya soyundu.
Mustafa Denizli, yine futbolun realitelerinden uzaklarda bir anlayıştaydı. Beşiktaş, oyunun hiçbir bölümünde organizasyon, takım savunması, hücumda çoğalma anlamında güven vermedi. Kazandı ama, o sayı bile kendine ait değildi.
Selçuk Dereli, kırmızı kart hariç işgüzarlıktaki bütün ihtişamı ile gecenin en başarılı ismiydi belki de.

25 Ocak 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Eğitim şart!‘’

Batuhan fal atmıyor, gerçeği söylüyor. “Beşiktaş şampiyon olamaz” tespiti, bir sürü yazar çizer ya da futbolun içindeki-dışındaki insanların yorum alanına girer. Ama bu öngörü, altyapısından yetiştirdiği bir oyuncunun ahkam kesme kapsamına düşerse, farklı algılanır.
Daha 20’sine girmemiş, tüm hakları kulübünde saklı bir genç Batuhan. Lafının nereye gideceğini belki hesapladı, belki çok kızgındı ya da dolduruşa geldi. Her şartta kendi çıkarları adına akıllılık etmediği kesin. Ancak onu bu lafı ettirmeye cüret ettiren nedenler çok daha önemli. Farkında olmadan Beşiktaş’taki bir acı gerçeğin altı çizilmiş: Aile bağları... Demek ki Beşiktaş sıcak bir yuva değil. Mutsuz fertleri çok. Aidiyet bitmiş, başıboşluk almış yürümüş. Eğer bunun aksi olsa, olaylar şöyle gelişirdi... Batuhan yaşını ve deneyimini gözönüne alarak forma bulmakta zorlandığı için kiralık gitmeyi kendi ister, gerekli gelişimini tamamlayıp, kendisini kulübüne tam anlamıyla kabul ettirecek düzeye bir an önce ulaşma düşüncesini açıklama olarak öne koyardı. Biz de bu şekilde öncelikli hedefinin Beşiktaş’ta kalıcı bir değer olacağını düşünürdük.
Batuhan, teknik direktörüne kızıp hiç de kısa olmayan boyunu aşan laflar etti. Amacı ve haklılığı ne olursa olsun, bu onun yetiştiği camiada gördüğü eğitimi belgeler. Beşiktaş şampiyon olamayacaksa, Batuhan söylediği için değil, neyin nasıl öğretildiği ve yönetildiği bu şekil yüzünden olamayacaktır.
Çok bilinmeyenli takım
Görevi devraldığından bu yana Denizli’nin hatalarından çok öngörülerinin tartışma konusu olması gerek. Orta alanının çok top kaybeden handikapı olduğunu kabul eden bir teknik direktör savunmasının üçlüye çevirmemeliydi. Yine kanatlarının yetersiz olduğunu bile bile, dönüştürdüğü savunma modeli ile hücumda aktif bir düzen benimsememeliydi.
Ligin ikinci yarısındaki Beşiktaş, hele ki Yusuf’a bel bağlayan konumu ile geride bıraktığımız düzeninde ısrarcı olursa, Kartal’ı da daha büyük hayalkırıklıkları bekliyor olacaktır. Tello’yu serbest oynatma ısrarı, aynı anda Serdar Özkan ile Ekrem’in sürekli kanat ve bölge değiştirerek görev yapmaları Beşiktaş’ın takım oyununa istikrar kazandıramaz. Serdar Özkan’ın form tutması sevindirici olsa da, devamlılığı meçhul. İyi tarafından düşünürsek de, Serdar Özkan, Tello ve Yusuf’lu bir orta alanın rakip ancak 10 kişi kaldığında işi yarayacağını söyleyebiliriz. Bu bölgenin birikim kazanması ve oyuncu özelliklerinde de bireysel becerinin önde oluşu Denizli’yi yine savunmadan ödün vermeye zorlayacak gibi... Kısaca Beşiktaş, ikinci yarıya da birkaç bilinmeyenli denklem olarak başlayacak.

20 Ocak 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI