Arama

Popüler aramalar

‘’10'dan istenenler!‘’

Önce Ersun Yanal’ın çok istekli olması, arkasından da Denizli’nin dört elle sarılması ister-istemez Yusuf tarzı futbolcuların hala niye revaçta olduğu sorusunu da beraberinde getiriyor. Öncelikle şunu söyleyelim, Yusuf’un kişiliği, oyuncu özellikleri apayrı bir konu. Mesele Yusuf değil. Bizim teknik direktörlerin niye Yusuf ve benzeri iş bitirici ‘artık oyun kurucu da diyemiyorum’ oyunculara günün futbolunun geldiği noktaya rağmen büyük bir hararetle gereksinim duymaları.
Konuyu direkt teknik direktör isteği ve iradesi olarak öne koymamdaki amaç, saygısızlık etmek değil. Yani onların sistem, yapılanma, teknik-taktik gibi meşakkat ve zaman isteyen unsurları ellerinin tersiyle ittikleri ve kolaycılıktan yana olduklarını ima etmiyorum. Amacım ne tür bir baskı altında oldukları ile kendilerine sunulan kadroların niteliklerinden dolayı içine girdikleri zorunluluklar.
Baskı tarafı, yönetim ve başkan baskısı. Özellikle de büyük takımlarımızda. Bir an önce sonuç alma, kısa yoldan başarıya ulaşma düşüncesi onlarınki. Hatta teknik direktörlere hiç sormadan çoğunlukla da görevlendirmeden önce de Alexler’i, Lincolnler’i, Delgadolar’ı önlerine atan da onlar. ‘Al sana bir yıldız 10 numara, etrafına takımı kur ve bana da hiç başarısızlık mazereti üretme...’ Bu zihniyet, birinci yamuğumuz... İkincisi ise futbolcu altyapısı. Temel eğitimden yoksun, yerli futbolcu nosyonu. Sadece top ayağındayken oynayan, topsuz oyunun hiç öğretilmediği futbolcu faktörü.
Pazar günü Manchester United-Chelsea maçını izlediyseniz, anlamışsınızdır. Kewell ve Baros niye erkenden Premier Lig’i terketmiş, Türkiye’ye gelmiş... 35’lik Giggs ise hala Manchester’ın formasını nasıl giyebiliyor... Çünkü yabancının da emek yönü az, işbitirici özelliği fazlası bizde makbul.
Futbolcusuna gerçek anlamda takım oyunu oynatamayan, başkanından da şampiyon olmalıyız emrini alan büyük takım teknik direktörlerimizin bu şartlarda işbitiricilerle iş kovalamaktan başka seçeneği kalmıyor. En verimli 10 numaraya sahip olan da, 10 numara teknik direktör olarak nam salıyor.

13 Ocak 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hesap kitap işi...‘’

Beşiktaş’ta göreve başladığından bu yana, ilk kez klasik 4’lü bir savunmayla yer alıyordu Siyah-Beyazlılar. Üstelik Denizli, her zamankinin aksine orta alanın defansif yönünü de ciddiye almıştı. İşin ucunda para olunca tabiki düzende ona göre değişiyor. Beşiktaş için artı 300 bin Dolar, bu kriz ortamında hiç de fena değil.
Uğur İnceman mutsuz görünümlü bir oyuncu. Sebebini bilmiyorum ama istek faktörü güçlü olsa, Beşiktaş orta alanında da değişik bir format düşünülebilir. Defansif orta saha, üretken sayılmazdı ama savunmasında da açık verdirmedi, Gökhan atılıncaya kadar. Aynı zamanda Tabata’ya etkili olma şansı tanımadı.
Gaziantep de Holosko’nun oynayacağı alanları kapatmıştı. Beşiktaş da sadece, Serdar Özkan’ın girişimiyle hücumlarına etkinlik kazandırabildi. Uzun zamandır Serdar Özkan’ı eleştiren birisi olarak, dünkü oyununu gördükten sonra umarım yeni bir başlangıç yapmıştır diyorum. Gökhan Zan’a gelince...
İki saçma hareket ve iki haklı kartın sonunda atıldı. Bir de haklıymış gibi ortalığı kasıp kavurdu. Aniden nasıl böyle bir el bombası haline gelip, bir anda takımı sabote eder duruma geçiyor, üstelik sağa sola da küfür yağdırarak gidiyor; anlamak mümkün değil.
Sonuçta Beşiktaş, amacına uygun oyun anlayışının sonunda, skoru da lehine çevirdi ve istediğini elde etti. Hakan Arıkan, İbrahim Toraman ve Serdar Özkan Beşiktaş’ın iyileriydi. İsmail de Gaziantepspor’da dikkat çekti. Transfer arayışları sürekli yoğun olan Beşiktaş’a duyrulur...

11 Ocak 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Reddi miras‘’

Denizli, Beşiktaş’ın Lucescu’dan sonra kurduğu en iyi savunmanın mirasını reddetti. Sezon sonundaki fatura, onun vebali...
İlk yarıda üç tane Hakan Arıkan’ın, iki tane de İbrahim Toraman’ın önlediği net gol pozisyonu var, bir de yenen gol. Oysa Beşiktaş savunmasının İbrahim Üzülmez dışında eksiği yok. Siyah-Beyazlılar sözüm ona, Süper Lig’in şampiyon adaylarından. Bir alt ligin 11. sıradaki ekibine kendi evinde, ticari amacı olmayan bir maçta 6-7 net pozisyon veriyor. Gayet tabi ki, bu salt bir defans sorunu değil. Kaynağı takım savunmasından verilen ödünler. Bir başka deyişle, Mustafa Denizli’nin bozduğu düzenin geldiği son nokta. Bunun uzantısında Zapotocny, belki de hayatında ilk kez Beşiktaş’ta orta sahada görev alıyor. Ama oynayacağı en son yer orası. Neyse ki ikinci yarı Mustafa Denizli de bunu görüyor.
Gaziantep Büyükşehir Belediyespor, klasmanı ne olursa olsun bir şehir takımını daha çok andırıyor. En azından bir düzenleri var ve oyunun bütününde topu sahada daha iyi dolaştıran ekip. Hatta boy ortalaması 1.70’i geçmeyen savunmalarıyla, Beşiktaş’a kafa topu da vermiyorlar. Ya da Beşiktaş, bu durumu hiç fark etmiyor.
Ekrem Dağ, ‘ikinci yarıda daha da iyi olacağım’ mesajları veriyor. Her zamanki ciddiyetiyle sahada var olanlar; İbrahim Toraman ile Nobre ve biraz da klası ile Tello. Maalesef şampiyon adayında bundan fazla da artı yok, ancak tribünler hariç. Onlarda en azından vicdanın sesi var.

07 Ocak 2009, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Psikoloji mi matematik mi?‘’

Teknik direktör Mustafa Denizli, yüksek umutlar içeren mesajlarına devam ediyor... Ve üstüne de ekliyor; “Amacım camiayı psikolojik olarak etkilemek değil...”
Mustafa Denizli, iyimserlik adına daha ne kadar mesaj verirse versin, camia etkilendi bir kere... Ve de olumsuz etkilendi... Yani ileriye dönük beklentileri, Denizli’nin işbaşı yaptığı döneme göre yarı yarıya azaldı...
Futbolun, her ne kadar basit bir oyun olduğu söylense de; şekli, ezberi bir anda değişecek yapıda değil... Futbolcu ve teknik adam kesimi, sürekli “önümüze bakacağız” mesajı verir, vermesine de, taraftar kesimi geride bırakılanın çerçevesinde bir hesap yapar...
İşte o matematik sınavında Denizli başarısız oldu...
Yarışma koşullarını önemsemedi...
Rakip faktörünü dikkate almadı...
Bu arada baştan söylediği, “Kaybedilecek puan da olacaktır” yükünün Beşiktaş’a ağır geleceğini tahmin edemedi...
Hatta oyun sistemini değiştirmesinin riskini de hiç umursamadı. Beşiktaş’ın tek eksiğinin futbolcusunun yüreğindeki inanç olarak belirledi. Futbolcu kesimi en başta benimsemediği tarzda oynatılırsa, sevimsizleşir... Eğer böyle oynadığında bir de üst üste kaybederse, Mustafa Denizli’nin tek güvendiği inanç faktörü de kolay yitirilir.
Bu kısa devre arası, Beşiktaş’ın kaybettiklerini bir anda tekrar yerine koyacak zaman aralığı değil... Farklı bir hamleye izin verecek konumu da yok... Transfer desen, çok zor... Olsa da, hayrından fazla zarar getirir... Kaldı ki, Mustafa Denizli’nin saha içi patronu Matias Delgado ve İbrahim Toraman sakatlığı, Edouard Cisse de, umursamazlığı yüzünden bir müddet takımdan ayrı kalacak.
Ama gördüğümüz kadarıyla Denizli için bunların hiç birisi sorun değil. Geldiğinden çok daha elverişsiz şartlarında, ligin ikinci bölümüne hazırlanıyor ve daha çok umut saçıyor.
Bu yöntemin bizce hiç bir anlamı da yok, faydası da... Olsa olsa, 3. sayfa müdavimi Beşiktaş, birkaç gün gazetelerin 1. sayfalarına taşınır, o kadar...

30 Aralık 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş haklı‘’

Beşiktaş haklı. 3 büyüklerden biri sayılıyor, ama diğer ikisi gibi korunmuyor. İstanbul dükalığında Fenerbahçe ve Galatasaray ile kıyaslandığında mağdur olan taraf. Yıllardır üç büyüklerin hakemler tarafından kayrıldığı söylenip, durulur. Beşiktaş’a aleyhte çalındığı söylenen düdüklerin belki çoğu doğru. Yani Kartal’ın mutlak adalette hakkım yeniyor demesi, yanlış... Ama Beşiktaş haklı. O aleyhte çalması gereken düdükler, Fenerbahçe ve Galatasaray’a ötmüyor. Hatta artık Sivas’a bile, üflenemiyor. Beşiktaş haklı, ama alacağı yok... Çünkü alacağını istediği düzende artık itibarı yok. Hakkı yeniyor deniyor, hakkı yenmiyor. Fenerbahçe ile Galatasaray kadar avantası verilmiyor.
Yıllar önce Fransızların efsane hakemi Michel Vaultro, Türkiye’ye davet edildiği seminerde bizim hakemlere aynen şunu söylemişti. Eğer her maça Galatasaray ile Fenerbahçe’nin şemsiyesi altında çıkarsanız, bir adım ileri gidemezsiniz. Türk hakemliğinin yaklaşık 15 yıldan bu yana Marmara sınırları içinde dolaştığına şaşmıyoruz... Ama bir noktada yanılıyoruz, biz hakemlerimizin idealinde kariyerlerini uluslararası platforma taşımak olduğunu sanıyoruz. Alakası yok. Burada müthiş bir düzen var. Lokal ama bizim hakemlere göre çok saygın. Yıllardır kurgusu baştan çizilen yarışmanın yüksek heyecana taşındığı bölümlerine atanmak, onlar için en kutsal görev. Zira belirlenenin, belirleyicisi olmak buradaki gibi hiç taçlandırılmıyor.

Benim olsun, çamurdan olsun!
Türk futbolcusunun kabiliyetinin, zihniyetinin, disiplininin hangi ölçekte olduğunu galiba bir tek Lucescu çözmüştü. Basit bir mantıktı onunkisi... Geldiğin takımda yapılmış iyi birşey varsa, onu bozma, üzerine ekle.
Mustafa Denizli ile Fatih Terim’in hâlâ bizim sınırlar içinde tartışılmasının nedeni, bu anlayışın tam tersi olsa gerek. “Yapılmış olan ne varsa temizle, yeniden kur, geçmişten hiç iz kalmasın ki, bütün imzalar sana ait olsun.” Kısaca yüksek ego... Beşiktaş’ın nihayet aklı başına gelmişti ki, üç yıldır yan yana oynayan Toraman ile Gökhan Zan’ın yerine Sivok ile Zapotoncy’i transfer etmişti. Kuşkusuz Denizli’nin Beşiktaş’ın teknik direktörlüğünün üzerine atlamasının nedenlerinden biri de, savunma birikimindeki zenginlikti. ‘Gerisi nasıl olsa sağlam, ben ofansa bir balans ayarı yaparım, malı götürürüm’ zannetti. Savunmanın sermayesinden yedi. Üstelik çok büyük bir hata yaparak bonkör tüccar misali Çekler’i çok erken kırdırdı. Sivok’tan sonra artık Zapotocny de iflah etmez.
Son olarak da şunu ekleyelim. Fenerbahçe ile Galatasaray derbilerini 11 kişi tamamlayamayan Beşiktaş’tan şampiyon adayı diye bahsediliyor. Oysa nasıl şampiyon olunamazın en gerçekçi parametrelerinden birisi bu. Durum, bununla da sınırlı değil aslında. Beşiktaş’ın ligde gördüğü ilk kırmızı kart Fenerbahçe maçında. Yani 13. haftaya kadar kırmızıyla tanışmamış bir takım, geri kalan 4 haftada 3 kere kızarıyor ve en eski oyuncusu 3 maç ceza alıyor. O zaman dışarıya yansımamış, içeride büyük bir sıkıntı var demektir. Takımını yalnız bırakanların ikisi kaptan, üçü yabancı... O zaman bu gerginliğin kaynağı, hem idari, hem mali...

23 Aralık 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Amatörlük kurbanı‘’

Rüştü’nün hediyesi bir yana, Beşiktaş’ın izah edilemez bir savunma dağınıklığı içinde olması Galatasaray’ın ilk yarıda işini kolaylaştıran etkendi. Gökhan, Nonda ile yakın başladı, sonra vazgeçti. Zapotocny, 20. dakikadan sonra öne çıkarak orta alan savunmasına ek kontenjan olarak atandı. Hele ki penaltı pozisyonunda Arda ile son eylemde eşleşenin Holosko olması, Kartal’ın savunmadaki rast geleliğinin en çarpıcı örnekleriydi. Skibbe aslında Beşiktaş’ın fazla işini zorlaştıracak düzende değildi. Özellikle de sağ kanadını çok boş bırakmıştı. Ama korktuğu başına gelmedi, zira o bölgeyi Beşiktaş Seric ile kullanmak durumundaydı. Onun da aylardır oynamamış olması, Siyah-Beyazlılar’ın o bölgeyi verimli kullanmasına engel oldu. Delgado gibi sarı kart gördüğü bile az rastlanır bir oyuncunun bu kadar isyankar davranışı, Cüneyt Çakır’ın takdir haklarındaki adaletini yeterince izah etti. Yine de Arjantinli’nin sorumsuzluğu affedilir cinsten değildi. Özellikle nadir olarak da çok da iyi oynarken. O dakikadan sonra Beşiktaş için de zaten maç bitti. Arda ve Lincoln, Tello ile atılana kadar Delgado oyunu yaratıcılık yönünde keyiflendiren isimlerdi. Ama görev sorumluluğu derseniz, işini en iyi yapan bizce Nonda oldu. Beşiktaş’ın yediği goller, gördüğü kartlar tam anlamıyla amatörlüğün kaba örnekleriydi. Ve maçı da kaybediş nedeni, Denizli’nin yabana atılmayacak payı ile beraber bu oldu.

22 Aralık 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nobre zoru sever‘’

Mustafa Denizli’nin geldiği ilk gün, şekillendirdiği savunma dizilişinden öte, farklı bir imzası yok henüz bu takımda... Beşiktaş’ın belki pozisyonu çok ama atak şekli yok. Çoğu bireysel girişimlerden elde edilen gol şansları da gelişi güzel. Sivok olmayınca zaman zaman ortaya çıkma görevi bu kez Toraman’ın. Ama markaj esnasında kanatta yakalandığında risk taşıdığı da açık. Holosko’nun ceza alanı içindeki ters koşuları, sonunda tek sayının çıkmasını sağlayan etken...
Serdar Özkan’ın durumu hala vahim. Ona mecbur kalmak bir teknik direktör için azap. Nobre dünyaları kaçırdı belki, ama tribünlerden en çok övgü alan o... Futbol mücadele ve özveri işi. Ekrem bir haftalık aradan sonra yeniden takımının en yararlı elemanlarının başında ama tüm bunların toplamında Beşiktaş dağınık, aceleci ve bilinçsiz. Ankaragücü de öyle. Yoğun hacimli mücadeleye rağmen, sahada bırakılan büyük boşluklar. Beşiktaş’ı da nispeten atak gösteren bu durum. Ancak iki takımın da top ayağında iken olumlu bir hareketinin arkası yok.
Kısaca son haftaların sıkıntılı iki takımının ruh hali, yeterince sahaya yansıdı dün gece. Hele Nobre’deki tutukluk, anlatılır gibi değildi. Beşiktaş tek farklı skorla hep tedirgin etti. Neyseki 3 puanı alan taraf oldu da, kabak Nobre’nin başına patlamadı.

14 Aralık 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu sezon da buraya kadar‘’

Beşiktaş gerçek anlamda bir takım değildi. Ancak Türkiye Ligi’nde iş çıkarabilecek bir kadroya sahipti. Ertuğrul Sağlam-Denizli değişiminde beklenen, bu kadrodan daha iyi bir iş çıkarabileceği beklentisiydi. Ama özellikle de son 4 hafta görüldü ki, Denizli’nin amacı bu değilmiş. Bu takımın mirasını yemekmiş. Evet Beşiktaş, Ertuğrul Sağlam’ın bile gerisine düştü. Bizce şampiyonluk yolunda da artık defteri dürüldü. Sadece bu maça bakıp Zapotocny’nin oyundan çıkarılmasına göre hüküm de verebiliriz, bu oyun yorumu için. Beşiktaş bu kez tüm hücum enstrumanlarını kullanıp sahaya galibiyet için çıkmıştı güya. Bobo tercihi sayesinde Denizli döneminin en kısır hücum verimsizliği baş köşeye oturdu. Denizli’ye sormak lazım, Holosko niye kenarda, daha iyisini bulduğuna inandığın için mi Bobo’yu oynattın. Gayet tabii ki bütün sorun bununla sınırlı değil. Zira Beşiktaş bir bütün olarak son maçta da görüldü ki, şampiyonluğa inanan bir takım değil. Delgado ile Serdar Özkan’ı seyredenler, Beşiktaş’ın şampiyonluk yolunda ne kadar yol katedebileceğini de anlar. Fazla bir değişiklik yok. Ertuğrul Sağlam da aynı beklentiler içindeydi, Denizli de döndü dolaştı, aynı isimler üzerinde medet umar oldu. Fark yaratacak kişi Ekrem örneğinde olduğu gibi, bu takıma dinamizm katacak 2-3 sıradan oyuncu bulmaktı. Zira Beşiktaş kendini çok klas zanneden oyunculardan kurulu, rüya alemindeki futbolcular takımı. Buna Tello da dahil. Birkaç çırpınan oyuncunun varlığı da ancak bu kadar idare edebilirdi. Nobre ve Üzülmez de savaşçı kimliklerini yitirip, sıradanlar safına karıştıktan sonra Beşiktaş, bir sıra takımı oldu çıktı adeta. Artık taraftar için yüksek umutların anlamı yok, bu sezon bizce bu maçla kapandı.

07 Aralık 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI