‘’Fener'i durdurmak‘’
Yani adamın bırakın durdurmayı, bir maçta yenmek amacıyla kurması gereken kadro için telaffuz ettiği rakam, Galatasaray’ın 170 milyon dolarlık toplam borcunun 2 katı! Avrupa’da şampiyon olacaksan, rakiplerinden biri de Chelsea’dir. Bir dip not olarak koyalım ki, tatlı rüya görenler ‘atarım, keserim’i bırakıp gerçekle uyansınlar!“Orası İngiltere, burası Türkiye” diyorsanız, o zaman evimize dönelim ve ‘son dönemde pek çok anlamda rakiplerini sollamış, dünya kulübü olma yolundaki Fenerbahçe’miz nasıl durdurulur’ ona bakalım. Bunu da Gerets’in, “Takımın genelinde bir güçlendirme ihtiyacı duyuyoruz” açıklamasından çıkışla yapmaya çalışalım. Çünkü Türkiye’nin Chelsea’si de bugün için bir anlamda Fenerbahçe, Avrupa’daki başarılarıyla olmasa da antipatikliği bakımından çok benzeşiyorlar!Galatasaray olarak, somut anlamda ezeli rakibinden avantajlı olduğun yanlar nedir, yarışırken önce bunu iyi belirlemek, sürekli gündeme getirmek gerekir. Birincisi, UEFA ve Süper Kupa’yı kazanmış olması (Çünkü rakibinin yumuşak karnı tam da burası. Avrupa’da başarıyı herşeyden çok istemelerinin altında yatan tek neden duydukları bu eziklik hissidir. Benzerini başaramadıkları sürece de devam edecektir.) İkincisi, “Dünyanın ücra köşelerinden bir yabancıya “Fenerbahçe” diye sormuşlar, “O da kim, Galatasaray’da mı oynuyor” yanıtını vermiş” gibisinden esprilerin çıkış noktası olan, yani Sarı-Kırmızılılar’ın en bunalımlı dönemini yaşıyor olmasına karşın hala dünyada bir marka olmayı sürdürmesi. Bu da o ulaşabilmeleri şimdilik olanaklı görünmeyen kupalara duydukları özlem kadar kahredici bir durum onlar adına. Ve üçüncüsü de alt yapıdan genç yeteneklerin fışkıran bir dönem yakalanması, 1. Fatih Terim döneminde olduğu gibi... İlk ikisi psikolojik, sonuncusu ise saha için mücadelede büyük avantaj sağlayacak önemli faktörlerdir.Gelelim transfer gereksinimlerine; Tüm çağdaş sistemlerde kanatlar çok büyük önem taşımakta. Başarıya aç, kazanma arzusu yüksek, fizik bakımdan güçlü, taktiksel yönden maç içinde geçişler yapabilecek zekaya sahip isimler başarının temel taşlarını oluşturuyor. Bu özelliklere uyan elde yeterince yerli malzeme olduğuna inanıyorum, işlenmesi kaydıyla... Demek ki bakışlar, daha özel nitelikteki futbolculara çevrilmeli. İlk olarak, Hagi’den sonra şiddetle hissedilen ve giderilemeyen klasik bir 10 numara... İkincisi, gerektiğinde bu 10 numaranın ‘duran toplar bakımından’ alternatifi olabilecek iki kanat oyuncusu... Fenerbahçe, saha içinde ancak böyle bir kadroyla durdurulabilir. Saha dışına ise karışmam, beni aşar!
‘’Saha içinde yargısız infaz‘’
Beni derinden yaralayan yaklaşım ise, yıllardır yangına körükle gitmeyi ‘görev’ edinen içimizdeki ya da dışımızdaki kişilerin idam sehpasına çıkartıp, yağlı ilmiği de boynuna geçirdikleri Cordoba’nın altındaki tabureyi tekmeleyenlerin bizzat ‘yoldaşları’ olmasıydı. İşte bu asla kabul edilemez bir davranış biçimidir. Daha dün Fenerbahçe karşısında kupayı birlikte kazanan sanki onlar değildi, tıpkı 100. yılda şampiyonluğa ulaştıkları gibi... Üstelik geçmişte bu yoldaşlarının başına da aynı linç olayları defalarca gelmemiş miydi? Nasıl bu çirkin oyunun birer figüranı olduklarını göremiyorlardı? Sergen ve Tümer’in üzerine saldırdığı anda Cordoba’nın gözlerinde beliren acı dolu ifade, bu sorulara yanıt arar gibiydi...***Derbiden önce hemen her gün demeç üstüne demeç veren, iki kulübün ‘sözde şike girişimini’ önlemek için karşı atağa kalkarak ‘namus-namussuzluk’ meselesini beyinlere, yüreklere şırınga eden Fenerbahçe Yönetimi’nden son 3 gündür ‘çıt’ çıkmaması, bunların apaçık bir oyun olduğunun ve başarıya ulaştığının kanıtı değil de nedir? Hem de toplumu germe, birbirine düşman etme pahasına...***Yıllardan bu yana ‘Zalad’la yatıp kalkan ve onun üzerinden ‘mesleki kariyer’ yapan meslektaşlarımıza ‘doktora’ yapma olanağını da sundu bu sonuç... Artık Zalad konservesini ısıtıp ısıtıp kamuoyuna sunmakla yetinmeyecekler, turfanda bir ‘hayali Cordoba ihaneti’ var masanın üstünde... Orasından burasında didikle dur, elin gavuru nasılsa bugün burada yarın yok.***Komplo teorisi üretmek istedikten sonra, hiç kimseye engel olamazsınız. 93 dakika boyunca Cordoba yerine herhangi bir futbolcuyu mercek altına alsanız, -bu isim golü atan Tümer bile olsa- mutlaka çok bariz hatalarına rastlarsınız. Örneğin Tümer, neden direkten dönen pozisyonda şut tercihini yaptı da, bomboş arkadaşlarına topu çıkartmadı. Başta Sergen ve Tümer olmak üzere bütün Beşiktaş takımı, Galatasaray umutsuz bir durumdayken neden beraberliğe yatmaya çalışıp dakikalarca top çevirdi de, rakip kaleye gol için gitmedi? İkinci gol öncesi Hakan Şükür bomboş kafaya yükselirken, neden hiç bir savunmacı yanında bile değildi, böyle bir adam ve alan paylaşımı olur mu? El insaf!
‘’İlk kupa ötekilerin!‘’
Sonra bu içerik ‘iyi oyunu ortaya koyacak ruh hali ve sporcuya yakışan davranış’ şeklinde geliştirildi. Bir adım sonrasında ‘iyi oyunu oluşturabilmek için, oyuna (herhangi bir şekilde) katılan her kişi ya da kurumun mutlak şekilde yerine getirmek zorunda olduğu davranış biçimlerinin tümü’nü kapsamaya başladı. Hatta daha da gelişerek, bugün sadece spor sahalarını değil, günlük yaşamın her alanında ‘tam dürüstlüğü’ ifade eder hale geldi.Olayın salt sportif yönüne gelirsek; 1974 yılında Uluslararası Fair Play Komisyonu tarafından hazırlanan ‘Fair Play Deklarasyonu’nda özetle, “Kendisine ve dolayısıyla diğerlerine (rakibine, takım arkadaşlarına, hakemlere, izleyicilere ve kamuoyuna) saygıya dayanan bir hayat görüşüdür. Bu görüş her ne pahasına olursa olsun kazanmayı, başarılı olmayı reddetmektedir” yazar ve sadece sporcuları değil, izleyicileri, yöneticileri, hakemleri, basın mensuplarını, kısaca herkesi bu sorumluluğu paylaşmaya çağırır.Sporun özü yarışmaktır, ama eşit şartlarda ve namuslu bir şekilde olursa değerlidir, anlamlıdır. Rakibinin takılıp düşmesi, sakatlanması, haksız yere geri düşmesi gibi durumlarda ona bir şans daha vermektir yani... Hakemi aldatarak penaltı kazanmak, rakibini haksız yere sayısal olarak eksilterek avantaj sağlamak, elle gol atmak, rakip futbolculara gözdağı vererek performanslarını düşürüp kazanmak ise Makyavelist bir yaklaşımdır. İtalyan düşünürü Machievelli’nin ‘Makyavelizm’ olarak isimlendirilen, özetle ‘amacın aracı meşrulaştıran, her türlü ahlak ilkesini hiçe sayan görüşü’ ile Fair Play düşüncesi taban tabana zıt düşmektedir. Bizce spor alanlarına haklı ve dürüstçe olmak kaydıyla ‘zafer kazanılmalıdır’ görüşü egemen olmalıdır.‘Biri siyasi, diğeri sportif bir kavram, birbirini karşılaştırmamak gerekir’ görüşünü savunanlar olabilir. Biri devletin geleceğini güvence altına almak istemekte, diğeri ise ‘sadece bir oyunu temsil eder’ iddiasında bulunanlar da çıkacaktır. Ancak Fair Play’in günümüzde taşıdığı anlam, sadece spor sahalarını değil, günlük yaşamın her alanında ‘tam dürüstlüğü’ ifade ediyor artık. İşte bunu bir ‘spor felsefesi’ olarak kabul ettiğimiz zaman, dürüst yarışmanın kazanmaktan daha önemli, daha onurlu, daha değerli olduğunu da anlayacağız ve de alkışlarımızı sadece kağıt üzerinde kazanana değil, Fair Play ruhu ile yarışarak kaybedene de pay edeceğiz.‘Edeceğiz de, Fenerbahçe gibi seremoniye bile çıkmazsa ne yapacağız’ derseniz, işte ona yapacak bir şey yok. Bu davranışı gösterenler için birincilik dışında hiç şeyin anlamı yok olduğu anlaşılıyor. Demek ki sözümüz onları kapsamıyor, daha doğrusu onlar kapsama alanı dışında kalıyor. Zaten sorun da bu değil mi; Fenerbahçe ve ötekiler!
‘’Sarı-Kırmızısı fazla kaçtı biraz‘’
En başta, sezon boyunca bir çok sorunla uğraşıp hala rakibi ile puan puana yarışı sürdüren futbolcuların emeklerine ihanettir aksini düşünmek... Futbolda hiçbir maçın oynanmadan kazanılamayacağı gerçeği ile ters düşer sonra... Fenerbahçe’nin önümüzdeki hafta seyircisinden yoksun olarak ağırlayacağı Erciyesspor’un, özellikle sezonun ilk yarısında ulaştığı performansı ve sahaya yansıttığı pozitif futbolu görmezden gelmektir aynı zamanda... Fikstüre ve puan durumuna baktığınızda, güçlü bir kadro yapısına sahip Denizlispor’un Süper Lig’de tutunabilmek için son hafta konuk edeceği Fenerbahçe’yi mutlaka yenmesi gerektiğini ıskalamaktır. Sarı-Kırmızılı taraftarların, geç de olsa takımına sahip çıkmak için tribünlere koşma hevesini kırmaktır. En önemlisi de insanın doğasına aykırıdır.***Üstelik yarıştığın rakip bir eli yağda, bir eli balda ‘güllük gülistanlık’ geçirirken koca bir sezonu, sen yokluklar için çırpınıp, tırnaklarınla gelmişsen buraya kadar... Rakibinin teknik adamı, Anelka-Mehmet Yozgatlı, Anelka-Nobre, Servet-Önder tercihlerine sahipken, her maçta oynattıkları yıldızların haricinde; senin Gerets’in doğru ya da yanlışlarını Ergün-Ferhat, Cihan-Uğur Uçar, Volkan-Saidou ikilileri arasında yapmak zorunda bırakılmışsa çaresizce... Rakibinin yabancıları Anelka, Alex, Luciano, Aurelio, Appiah, Nobre iken; seninkiler Mondragon, Song, Tomas hariç 17’lik gençlerin yedeği kalabiliyorsa sık sık... Ve de üstelik, kazanmak için her yolun mübah sayıldığı yarışta, rakibini sadece kendi taraftarları, seni ise kalan 17 takıma gönül vermiş herkes saygı duyarak destekliyorsa, hakkını teslim ediyorsa mütevazılığının; Umut et ey Galatasaraylı... Hem akıl bunu gerektiriyor, hem vicdanlar...***Ve işte bunun içindir ki, hemen bugünden itibaren bayraklarla donatın dört bir yanı inadına! Çünkü naftalin kokusu değil bu sezondan geriye kalması gereken o renklere... Aksine herkes sormalı yarın, “Rakamlar Sarı-Lacivert’i gösterirken, tüm Türkiye neden Sarı-Kırmızı renklere bürünmüştü 2006’nın Mayısı’nda” diye... Çünkü yarın rakamlar ne söylerse söylesin, istatistikler ne depolarsa depolasın tozlu raflarına... Başkaları ‘züğürt tesellisi’ olarak adlandırsa da, basbas bağırıyor kör olmayan gözler, sağır olmayan kulaklar, mühür vurulmamış dudaklar, pas tutmamış vicdanlar...
‘’Gün bugündür‘’
Patenti Bilgin Gökberk’e mi ait bilmiyorum, ama ben onun ağzından işittim ve çok da hoşuma gitti; “Takımda 18 yaşına yeni girmiş Uğur Uçar diye bir çocuk forma giyiyor, bir bakıyorsunuz kendisine “ağabey” diye hitap eden bir başka Uğur, K.Uğur olarak oyuna giriyor.” Bugüne kadar bu boyutta hiç rastlanmayan alışık olmadığımız çok güzel bir gelişme değil mi? 17-18 yaşında pırıl pırıl yetenekler sahne alıyor ve küçük yaşlardan itibaren öğrenmeye başladıkları futbolun temelilkelerini, belki de farkında bile olmayan ağabeyleriyle paylaşıyorlar. Üstelik çalışarak okuyan üniversite öğrencisi gibiler... Hem öğrenmeye devam ediyorlar, hem de aktif görev yaparak parakazanıyorlar. Ferhat’ı, Uğurlar’ı, Aydın’ı, Vestel Manisa’da kiralık oynayan Arda’sı, Zafer’i, Cafercan’ı, Mülayim’i, Mehmet Güven’i, hepsi birer pırlanta...Şimdi tam da zamanı işte... Kulüp borç batağına saplanmış, yönetim kurtulmak için çareler üretmeye çabalıyor, bir yandan da transfer dönemi kapıya dayanmış. Al sana transfer, hem de birbirindenyetenekli, gelecek vaat eden, sempatik, forma aşkıyla yanan ve kendini kanıtlamak için varını-yoğunu sahaya koyabilen 10 tane aslan parçası... Arkası da mutlaka gelecektir. Ortadaki bu tablo, yerli transfere hiç gerek olmadığını gösteriyor. Yabancı alınacaksa da, ‘biri mutlaka klasik anlamda 10 numara tabir edilen olmak üzere’ 2-3’ü geçmemeli, adam gibi seçersen, çoğu kenarda oturan 6’nın yerini fazlasıyla tutar. Üstelik böylesine borç batağında da, daha çok açılmamış olunur. Ama bu düşüncenin yaşama geçirilmesinde en önemli rol taraftara düşecektir. Bir kaç takviyeli, yüzde yüz Aslanlarla kazanılan her derece büyük bir başarı sayılmaz mı sevgili Galatasaraylılar? Bundan daha mutlu olmaz, gurur duymaz mısınız? O halde destek olun yönetime, teknik kadroya ve bu genç insanlara, yol verin onlara. Ama koca bir sezon takımını yalnız bıraktıktan sonra, bugün gelebilecek olası bir şampiyonluktan nemalanmak için tribünlere koşmak gibi bir destek değil sözünü ettiğim!***Adnan Polat ismi kulislerde dolaşmaya başladığı zaman açık söylemek gerekirse heyecanlanmış, gelecek için umutlanmıştım... Ama benim umduğum Adnan Polat, Fenerbahçe derbisinden sonra ‘ezeli rakibine sert çıkıp zarar verme’ çabası içindeki ‘polemik nedeni olan’, “ortalığın iyice karışmasına çanak tutan’ Adnan Polat değil... Çok iş yapan, fazla konuşmayan... Konuşması gerektiğinde de, haksızların kaçacak delik arayacağı bir Adnan Polat...***Bugünkü Ankaraspor sınavına gelince... Zor bir 90 dakika olacak. 4-0’ın moral bozukluğunu üzerinden atmak öyle kolay bir iş değil. Üstelik Hasan Şaş gibi takımın hücum etkinliğine damga vuran, yenilgiyi hazmetmeyen yapısıyla arkadaşlarını ateşleyen bir yıldızından yoksun. En önemlisi de, sezon başlarken “bu Ankaraspor üst sıralara oynar” deniyordu. Onlar da son haftalarda Giray Bulak’la iyi bir çıkış içindeler. Felaket tellallığı yapmak istemem ama, erken gol stresine girip telaş başlarsa ve savunma güvenliği gözardı edilirse; işte o zaman yandı gülüm keten helva...
‘’Ezeli rezaletten taşanlar‘’
Hemen her büyük maçta, her statta olduğu gibi, yine insanlık onurunu yerle bir eden davranışlar aleni yapılırken, bazıları ise ortaya koyduğu İnce İnce Yasemince’nin yeni bölümleriyle reyting peşinde koştu. Malum pankartı düşünenin de, hazırlayanın da, açanın da, varsa buna gözyumanların da insanlığından şüphe duyarım. Aynen ‘İTaat et’ pankartında olduğu gibi... Bir garip hayvanı, sırf ondan daha akıllı ve güçlü yaratıldığı için kirli emelleri için kullananların vicdanından, sırf taraftarı olduğu için tüm bu olayları ‘bir kulp takıp’ hala haklı göstermeye çalışanların dürüstlüğünden de şüphe duyarım. Bu ister kulüp yöneticisi olsun, ister futbol yorumcusu...Keza, şampiyonluk yarışını en az Saracoğlu’ndaki mücadele kadar büyük ölçüde etkileyecek Trabzon’daki 90 dakika öncesi, daha derbideki rezaletlerin dumanı bile tüterken, sırf Fenerbahçe puan kaybetsin diye sözüm ona üstü kapalı ‘intikam çığırtkanlığı’ yapanların vicdansızlığına da şaşarım ben. Neymiş, Fenerbahçe 1-0 geriden gelip 2-1 kazandığı maçtan sonra şampiyonluğu Şenol Güneş yönetimindeki Trabzonspor’un elinden almış, Bordo-Mavili ekip o günden sonra kendine gelememiş, bu maçı unutamamışlar, hep intikam için bugünü beklemişler. Hatırlatma başka, kanla beslenmek apayrı bir şey... Bazıları gözgöre göre insanları savaşa hazırlıyor yine. Bir rezaletin izlerini silemeden, bir başka rezalete çanak tutmaya çalışanların ‘vicdanı’ olduğuna inanmak öyle zor ki... Konforlu localarında oturan ya da maçları dev ekran karşısında viski kadehleriyle ‘güven içinde’ izleyenlerin bu tavrı resmen vahşete açık davettir. Şükür ki, farklı kulüp taraftarları olan tanıdığım pek çok kişinin bunlarla benzer yönleri çok az... Ortak yanları var tabii... Hepsi iki ayak üzerinde durabiliyor, beyni olduğuna inanıyor, ‘insanız’ diye ortalıkta dolaşıyor.Aziz Yıldırım’ın Anelka’nın attığı 4. golden sonraki jest ve mimiklerini de hiç ‘şık’ bulmadığımı belirtmeden geçemeyeceğim. Bir büyük kulüp başkanı, yanında misafir başka bir büyük kulübün başkanı otururken böylesine bir sevinç gösterisinde bulunmamalı. Maçın zorluğunu biliyorum, stresi anlayabiliyorum; maç berabere gitse ve son dakikalarda gelen bir gol olsa ‘bir anlık patlama’ deyip hakveririm de... Ancak skor 3-0, rakibin 10 kişi, maç bitti-bitecek, 4. golde sen ayağa fırlayıp şov yapıyorsun. Hem de yanıbaşında, takımı yerlebir olmuş misafir kulübün başkanı otururken... Hem de bu ismin 6-0’lık maçta Fenerbahçe’nin attığı her golü alkışlayan, bu nedenle kendi camiasında ‘istenmeyen adam’ ilan edilen Özhan Canaydın olduğunu düşünmeden... Ancak bizden olmayanlarla birlikte bu yaşamı paylaştığımızı aklımızdan çıkarmamayı becerdiğimizde, aşırılıkları da törpüleyebiliriz.Bir de Tuncay olayı var... Nedir o çizmeye çalıştığı amigo-futbolcu tiplemesi öyle... Birileri anlatmıyor mu ona Fenerbahçeliliğin ne anlama geldiğini... Yazık ediyor hem bugününe, hem yarınına... Ve ihanet ediyor Lefter’lerin, Can’ların, Fikret’lerin, Ziya’ların, Rıdvan’ların, Aykut’ların ve nicelerinin 100 yıldan bu yana yazdığı ‘şanlı Fenerbahçe tarihine.’ Ya Fenerium’dan taraftar forması alıp tribüne çık Tuncay, ya maç formanı sırtına geçir sahada işini yap.
‘’Şaş ve Yozgatlı‘’
Alex’in kısa mesafedeki driplinkleri, adam eksiltmeleri, rakip savunmanın müdahalesine olanak tanımayan kontra pasları ve artık kanıksanan duran top organizasyonları, Sarı-Lacivertliler’in hücumdaki klasik artıları. Ancak, bunların ötesinde bir Mehmet Yozgatlı faktörü var ki, bu asla gözardı edilmemeli. Kanatlardan yaptığı bindirmeleri, hareketin devamında bel hizasındaki sert etkili ortaları, savunmanın dengesini bozan içeri dalışları ve mesafe tanımaksızın sürpriz-isabetli-sert şutlarıyla, gününde olduğu zaman başlı başına bir tehlike... Daum onunla başlamazsa büyük hata yapar. Yine de, ilerleyen bölümde oyuna girerse o andan itibaren derbinin kaderini belirleyen isim olur. Konuk ekibin, özellikle Yozgatlı’nın kanadını takviye etmesi kaçınılmaz bir gerekliliktir.Alex’in çok özel bir futbolcu olduğu ortada... Bu nedenle top rakibe geçtiğinde Alex’e mutlaka bir kişinin yakın oynaması gerekir. Tabii bu ismin kim olacağı da önemli. Çünkü Sambacı ile başa çıkmak, ancak Ergün Penbe gibi dengeli, yerinde ve kartsız faul yapabilen, tecrübeli ve sinirleri alınmış bir futbolcuyla başarıya ulaşabilir. Aksi takdirde Sarı-Kırmızılılar, Alex’i durdurayım derken sahada eksilebilir.Galatasaray, tüm duran toplarda rakibinin atışı kullanmasını geciktirmeyi bir taktik olarak kullanmalıdır. Ki, Hakan Şükür ve Necati gibi hava topu üstünlüğü olan futbolcular her atışta savunmaya yardıma gelebilsin. Bu durumda da tehlike bölgesinden uzaklaştırılan topların akıbeti önem taşıyacaktır. İşte burada kilit isim Hasan Şaş’tır. Etkili olduğu kanatlara doğru vurulacak topların bir kaçı ile mutlaka buluşacaktır Hasan. Gerekirse çok iyi top sakladığı için arkadaşlarının gelmesini bekleyecek, gerekirse tersten hızla atağa kalkan arkadaşına kontra toplar atabilecek ve belki de en iyi yapabildiği şey olan driplingleriyle ya rakibinin kart görmesine neden olacak ya da pozisyona girebilecektir.Nobre’nin fırsatçılığı, Tuncay’ın kendini unutturduğu pozisyonlar, Aurelio ve Appiah’ın oyuna etkili katılımları, Anelka’nın deparları, Galatasaray’ın savunma olarak geriye yaslanmaması, dengeli bir alan paylaşımı ve hatasız kademe uygulaması ile zorlanmadan bertaraf edilebilir.Galatasaray’ın hücum etkinliğine gelince... Şükür’ün hava üstünlüğünü, Fener’in yan top ustası savunmacıları arasında ceza alanı içinde fazlaca kullanabileceğini sanmıyorum. Ancak ceza yayı önünde pivot santrfor rolünü üstlenerek, Iliç ve Necati’ye etkili pozisyonlar hazırlayabilir. Kuşkusuz, yalancı koşularla rakip savunmanın dengesini bozarak, sürpriz isimlerin doğacak boş alanlarda cirit atmasını da sağlayabilir. Ancak Galatasaray, skoru lehine çevirebilme anlamında en etkili girişimlerini hızlı hücumlarla deneyecektir.
‘’Farklı şeyler söylemek lazım‘’
Bu rekabetten ötürü iki tarafa da şampiyon olmak bir başına yetmez. Rakibini o sezon yenmiş olmak, hatta her anlamda rezil duruma itmek de yaşamsal önem taşır. Tabii bu saf bir taraftarlık hissi ve refleksi olduğu kadar bir gelenektir de... Yöneticilik ise zamanı geldiğinde hisleri akılla dizginleyebilmek, sağduyulu olabilmektir. Ama verilen demeçlere bakıldığında görülen o ki, ülkemizde bugün hala düzeyli-ciddi spor yöneticisi sorunu had safhada... En azından eline-diline-beline hakim olamadıkları ya da ucuz kahramanlık için olmadıkları ortadadır.***Olayın salt sportif yönüne gelirsek;Fenerbahçe, olası galibiyet halinde ikili averaj nedeniyle liderliği ele geçirecek. Yarışın sonucunu kalan son 3 hafta belirleyecek. Puan eşitliğinde ipi Kanaryalar göğüsleyecek.Beraberlik durumunda Galatasaray 3 puanlık avantajını sürdürecek, ancak bu Sarı-Kırmızılılar’a kalan maçlarda sadece bir beraberlik opsiyonu sağlayacak.Konuk takımın 1-0’lık üstünlüğü, varolan genel averaj tablosu nedeniyle Cim Bom’a 1 yenilgi artı 1 beraberlik, 2-1, 3-2 ile 2 ve daha farklı galibiyetler ise kalan 3 haftada 2 yenilgi opsiyonu tanıyacak.***Görünen tablo, Galatasaray’ın Saracoğlu’na mutlak galibiyet için çıkması gerektiğini gösteriyor. Çünkü gelecek 3 puan, bir anlamda ‘şampiyonluk turu’ demektir. Aksi tüm sonuçlar ise, kabus dolu 3 haftaya davetiye çıkartır. Çünkü, 30 haftadan bu yana her türlü sıkıntı ile başetmeye çalışan ve bunu başaran Sarı-Kırmızılılar’ın 3 hafta daha kabus görmeye dayanabileceğini sanmıyorum. Matematiksel olarak her sonuç yarışın bitmediğine işaret edecek olsa da, psikolojik yönden bir atımlık barutu kaldığına inandığım Cim Bom, sezona son noktayı cumartesi akşamı Saracoğlu’nda koyacaktır. Belki şampiyon olarak, belki de ikinci...