‘’Sonuçta kovulacak ben değilim ya!‘’
Ancak atakları olgunlaştıracak bir forvet arkasının olmaması nedeniyle ‘bilinçli’ tek bir pozisyon bulamadı.Galatasaray’ın şiddetle hücumları organize edecek bir forvet arkası ve savunma yönü gelişmiş tecrübeli bir ön liberoya (hatta mümkünse iki de kanat oyuncusuna) ihtiyacı olduğunu defalarca dile getirdim. Ve var olan mali tablo içinde iki elzemden, ‘mevcut kadronun yapısı ve büyüklüğü gereği’ önceliğin forvet arkasına verilmesi gerektiğinin de altını çizdim.Savunma güvenliğini ve ön liberonun modern futboldaki önemini bir kenara atan aymazlık olarak algılanmasın sözlerim. Futbolun seyir zevkinin hücum organizasyonları ile bireysel yeteneklerde vücut bulduğuna inandığım ve Galatasaray’ın kazanma yolunda en güçlü silahının forveti olduğunu savunduğum içindir bu tercihim.Kaldı ki, kene gibi yapışıp rakibi rahatsız edecek, oyun kurmasını engelleyecek, savunmasına toparlanma süresi kazandıracak, kaptığı topları olumlu değerlendirecek tipte oyuncu hiç de az değil bu takımda. Ama gerekirse riske girerek, en önemlisi de saplantılardan kurtularak doğru tercihlerin yapılması gerekiyor; Okan gibi mesela, Arda da düşünülebilir. (Nasıl da işkembeyi kübradan sallıyorum ama, iki kötü sonuçtan sonra kovulacak ben değilim çünkü!)Oysa forvet arkasının ayrıcalıklı özelliklerle donanmış olması şart. Çünkü rakibi bozmak, oyalamak gibi rutin değil işleri. Tam aksine, var olanın üstüne yaratıcılıkla yeni bir şeyler eklemek zorundalar, üstelik bir önceki edinimlere sürekli bir şeyler katarak. Hagi gibi dünyada 40 yılda bir çıkan, bize ise 100 yılda bir nasip olan sihirbaz değil sözünü ettiğim. Aradığım, topla barışık yumuşak bir bilek, seçenekli ve hızlı düşünebilecek bir beyin. Mevcut kadroya baktığınızda böyle biri görünmüyor, hepsi topla kavga ediyor adeta ve pas tercihleri de çoğunlukla hatalı. Onca birlikte çalışmaya karşın topla buluştuklarında ne yapmak istediklerini kendileri bile bilmiyor ki (Iliç’le Ayhan) takım arkadaşları tahmin edebilsin!Tabii tüm bu ‘hay-huy’da forvet hattının hareketsizliği ve düşünce eksikliği de önemli etken. Ümit Karan’ın dönüşüyle Hakan ve Necati’den birinin kenara alınacağı aşikar. Hatta daha da ileri giderek söyleyebilirim ki, Hasan Kabze’nin katılımıyla ikisine birden kulübe yolu gözükürse şaşırmam.Forvet arkasındaki beynin, gümbür gümbür gelen gençler arasından çıkması da olanaklar dahilinde... Ancak kıdemlilerin, ‘beyin apoletini’ bıyığı yeni terleyenlerden birinin takmasına izin vereceğini sanmıyorum! Carrusca’yı hele bir seyredelim, belki sürpriz o olur, ne dersiniz?Karamsar bir izlenime neden olmak istemem sezon başlarken, ama forvet arkası sorunu çözülmezse rakip onsekize yapılan doldur-boşaltlar, kazanılan küçük maçlar, hayal kırıklığı ile biten ‘şampiyonluk kadar değerli’ 90 dakikalara hazırlıklıyım. Allah, hiç olmazsa ‘Avrupa Fatihi’ namı uğruna Galatasaray’ı yeni bir Tromsö faciasından korusun dileğiyle!
‘’Carrusca Alex'i döver‘’
Bana ait değil bu sözler, o günlerde Fenerbahçe’nin eski futbolcularından Antiç’in ağzından basına yansımıştı, doğru ya da yanlış, günahı yazanın, haberi süsleyenin ve kullandıranın boynuna!Ve bir yıl sonra bugün...Aynı parasız Galatasaray, bu kez Arjantinli solak Carrusca’yı getirdi, genç yetenek olarak! Ama Türkiye’ye ayak basmadan Alex’ten bile iyi bir futbolcu olduğu, nefis frikikler kullandığı yazıldı; yine, yeni, yeniden! Hatta bazıları ‘yeni Hagi’ olarak nitelendirdi kendisini...Iliç hakkında henüz bir maçını bile izleme şansı bulmadan yazılanlarla, bugün Carrusca için söylenenler arasındaki benzerlik çok şaşırtıcı değil mi?Peki geçen sezon izlediğiniz Iliç’le, transfer olduğu gün hakkında yazılanlar arasında en küçük bir benzerlik gören oldu mu? Attığı gollerle şampiyonluğa katkı yaptığı bir gerçek. Ama bir yıl boyunca diğer sözde meziyetlerine tanık olan var mı içinizde?Kaldı ki, İngiltere, Almanya, İtalya, İspanya gibi her an el altında olan ligler ve oyuncular değil bu sözü edilen Arjantinler ve Carrusca’lar. Bilgiye ulaşmanın yollarını bilmek gazeteciliğin temel özelliklerindendir, eyvallah... Ama tersten bir örnek verecek olursak, farzedin ki Hakan Şükür bir Arjantin takımına transfer oldu. Buenos Aires’in Sesi gazetesinden bir muhabir de, ulaşa ulaşa nefreti Hakan’ı vatan hainliği ile suçlayacak düzeyde olan Kazım Kanat’a ulaşabildi. Vah Hakan’ım vah! Vah onu transfer eden takımın yöneticilerine ve taraftarlarına, ki hem de ne vah!Carrusca hakkında yazılanlar da, daha ilk birkaç sınavdan sonra hem futbolcunun, hem de beğenip de getirenlerin kellesini götürür cinsten... Yapmayın, etmeyin, bonservis bedeli alt tarafı yaklaşık 1,5 milyon Euro olan bir adamı Hagi’ymiş gibi lanse etmeyin daha şimdiden... Bekleyip görelim önce. Dileğimiz tabii ki yansıtılan bilgilerin doğru çıkması yönünde. Ama gelen bilgilerin doğruluğunu ancak zaman gösterecek. Bir de şu teşbih ile kıyaslamayı ayırt edelim artık. ‘Frikikleri güdümlü füze gibi’ dersiniz ya da ‘şutları bomba gibi...’ Veya ‘tazı gibi koşar, ama ikili mücadelelerde tavşan gibi ürkektir.’ Bu ve benzeri teşbihler tabii ki yazının süsüdür, anlayabilirim. Ama ‘yeni bir Hagi’ ya da ‘Alex’ten bile iyidir’ gibisinden kıyaslamalar yapılırsa, o zaman işin rengi değişir. Ve iki hafta sonra yedirirler adama bu sözleri, benden söylemesi!
‘’Olur mu böyle, olur mu...‘’
Alkolün tetiklemesiyle cinnet geçirdiği apaçık ortada olan bu grup elemanlarının eğitim ve gelir düzeyi hakkında bilgi olmamasına karşın, ‘yaşamları boyunca binlerce YTL’yi bir araya getirerek asla kongre üyesi sıfatını taşıyamayacak eğitimsiz ve ümitsiz’ insanlar oldukları kanaatindeyim. Çünkü bugün kongre üyesi olabilecek ekonomik gelire sahip eğitimli insanların kaybedecekleri çok şeyleri olduğunu, kendilerini bekleyen güzel geleceklerini eşkıyalıkla riske atamayacaklarını düşünüyorum. Ve yine biliyorum ki, ‘psikolojik sorunları olanları hariç’ sözünü ettiğim bu tiplerin futbol teröristlikleri, rakip takım taraftarı arkadaşlarını kızdırma amaçlı söyleyebilecekleri ‘iyi akşamlar, kovalasın seni tavşanlar’ komikliğinden öte gidemez!Köprüde bayrak kesenler ile tesis basanların, eğitimsiz olmalarına ilaveten hayattan hiç bir beklentilerinin bulunmadığı, yitirecek bir şeyleri olmadığı ortada. Bu insanları, ‘Komşusundan rica edip alacağı bir kök çiçeği balkonunda yetiştirmeyi’; ‘tanesi 2, üçü 5 YTL’ye satılan her türden eski kitap alıp okumayı’; kısaca kendinii ‘geliştirmeyi bir yana bırakın, hiç olmazsa oyalamayı’ düşünecek düzeye bile getirmemekte ısrar eden yöneticileredir sözüm: Rakibinin şampiyonluğunu kutlamayan, tam aksi bir de başarısının şaibeli olduğunu ima eden Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin Başkanı Aziz Yıldırım’ı değil, en başta siz Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenleri sorumlu tutuyorum tüm olaylardan.Yıllardır dinliyoruz ‘iş, aş, barınma’ teranelerini. Düzeltin şu gelir dağılımını öncelikli olarak, tanıyın şu gençlere fırsat eşitliğini... Geleceğe dönük ümit verin, ama gözle görülür atılacak adımlarla... Süslü sözlerle değil... Ve tabii ki bu işin olmazsa olmazı eğitim... Önce meclis koltuklarında sizleri görelim iyi birer örnek olarak şöyle eğitimli eğitimli; kavgasız, küfürsüz, şikesiz, teşviksiz! Ve umutlanalım bu ülkenin yarınları adına, en azından çocuklarımız, o da olmadı torunlarımız adına... O zaman bakın olaylar nasıl her geçen gün biraz daha azalmaya yüz tutacak ve kardeş kardeşi artık vurmayacak!Şu şike ve temiz futbol konusu da tam bir kepazelik bence; Önce herkes kendine karşı dürüst olmalı. Birincisi, şikenin ortadan kalkmasını kimse istemiyor. Sadece kendi çıkarlarına dönük, ‘çaktırmadan’ daha iyi sonuç getirecek şekilde yapılmasını bekliyor bu işlerin, o kadar. İkincisi ise, yaşamın hangi bir alanında, hatırsız ve şikesiz bir şey yapılıyor mu güzel yurdumuzda? Hemşerilik, aşiretçilik, particilik, okulculuk, kardeşlik, çetecilik, ekipçilik... Ve saire...Bizde bu işin kılıfları say say bitmiyor zira!
‘’MHP'liler bile kabul etti!‘’
Polat, taraftarlar açısından ‘şahinliği’ itibarıyla ‘şu an için’ bulunmaz Hint kumaşı durumunda... Kaldı ki, şansın da yardımıyla ilk adımında başarıya ulaşması ve Galatasaray’ın mucizevi şampiyonluğunda ‘psikolojik’ yönden büyük pay sahibi olması nedeniyle taraftarların gönlünde taht kurduğu tartışılmaz gerçek. Ancak ‘şahinler’in görevi, Makyavelist düşünceyi başarıyla uygulamakla sınırlıdır ve ‘her anlamda’ hedefleri sınırlandırılmıştır! ‘Ağızlarına bir parmak bal çalınarak’ ihtiyaç duyuldukları her fırsatta kullanılsalar da, temsil mekanizmalarının etkili konumlarında yerleri yoktur, en azından en tepede... İşte bu nedenle Polat, daha ilerisini hedefleyen ve ‘hakeden’, bu yönde de son genel kurul öncesi ‘etkili kişilerden sözler almış’ biri olarak artık çok daha ‘mantıklı’ adımlar atmalıdır.Futboldaki sportif başarıları ve geçmişi dışında her anlamda dibe vurmuş Galatasaray’da camia, seçim yatırımı vaatlerinde bulunanlara değil, artık gerçekleri dile getirenlere ihtiyaç duyuyor; etkili, cesur, kalıcı çözümler üretebilecek’ isimler özleniyor. Polat, ‘öndeki isim olarak’ her fırsatta kulübün ‘bilinen’ mali portresini gözler önüne seriyor. Ama pek çok Galatasaraylı da, geleceğin başkanı olarak gördüğü Polat’tan artık çözüm üretmesini istiyor. Herkes biliyor 20 milyon Euro maliyetli bir Gravesen’in, bir Maniche’nin, bir Ze Roberto’nun ‘varolan şartlarda’ alınamayacağını. İşe, bu gerçeği dürüstçe ‘bir daha seçilememe kaygısı taşımadan’ dile getirmekle başladı Polat, hem de transfer döneminde... Futbolcu alınamıyorsa, bu açık açık söylenir olur biter, karşılığında ödenecek bir bedel varsa da Galatasaray aşkı için seve seve ödenir, bu kadar basit. Sonuçta geçen sezon bu kadro şampiyon oldu, hem de hiç hesapta yoktu. Bu kez de olmayıversin. Her sezon Galatasaray olsun da, diğerleri ölsün mü?Şimdi Polat’tan diğer cesur adımları da bekliyoruz; Riva, Seyrantepe, Florya, Büyükçekmece, kombine ve resmi ürün satışları ile ileri düzeyde sponsorluklar gibi...Öncelikle son yıllarda ekonomik yönden yaşanan utanç tablosu ortadan kalkmalı. Ki, ancak o zaman toplam 20 milyon Euro maliyetli Gravesen değil, üstüne Maniche ve Ze Roberto da alınır, bu unutulmamalı. Kaldı ki, MHP’liler de şu gerçeği artık kabul etti; ‘ekonomik özgürlük olmadan, hiç bir özgürlük olmaz!’ Yoksa bazı Galatasaraylılar bunu hala göremiyor mu?
‘’Okan'ın dönüşüne heteroseksüel bakış‘’
Şu günlerde oldukça yüksek çıkan seslerin aksine, ben yönetimi ‘bazı maksatlı’ tepkilere karşın bu cesur adımı atmalarından ötürü kutluyorum. Bir yandan profesyonellik, diğer yandan da futbolun ticaretleşmesinin sakız edildiği günümüzde iyinin ve kötünün ötesinde düşünülerek yapılmış bu transfere yönelik yapılan eleştirileri, ‘ileri sürülen gerekçeleri samimi ve gerçekçi bulmadığımdan’ yapıcı değil, yıkıcı olarak değerlendiriyorum. Ve adım gibi eminim ki, amaçları başka, ama bizim de o yollarda bezimiz yok.Tolga Seyhan’ın alınması da, ‘Bu takımın ön liberoya ve klasik bir 10 numaraya ihtiyacı var’ diyerek karşı çıkılabilir. Ancak daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi, ezeli rakip Fenerbahçe’nin 100. yılında verilecek mücadele, geçmiş sezonlara oranla çok daha sert olacaktır. Ve üç kulvarda birden yarışılacağı dikkate alındığında, geniş ve birbirine yakın kalitedeki isimlerin kadroda bulunması, doğru bir stratejidir.* * *Saatler perşembe gece yarısına yaklaşmış, Lig TV’de geçen sezonun çok tartışılan Beşiktaş-Galatasaray maçı var. Zap yaparken takıldım, dakikaya baktım 91 nokta bilmem kaç. Yani Galatasaray’ın galibiyet golünün eli kulağında. Bunu ve akabinde kaleci Oscar Cordoba’ya gösterilen tepkileri bir kez daha izlemek istedim. Ve 93 nokta bilmem kaçta Hasan Kabze ile gelen golün ardından Tümer Metin’in soyunduğu başrole yeniden tanık oldum. O anda ‘şampiyonluk yarışında çekişen hangi takımlardı ve bu skor kimin işine geliyordu’ diye düşündüm, sonra da Tümer’in bugün transfer olduğu takımı... Yaşam böylesine tesadüflerle doludur işte... Sonuçta ‘merak edenler, önemseyenler için belirtiyorum’ ve bir heteroseksüel olarak diyorum ki; ‘hangi iş kolunda olursa olsun’ hiç bir profesyonel birilerine yaranmak adına kontrolsüz davranışlarda ve açıklamalarda bulunmamalı. Ayrıca kapıyı da sertçe çarpmadan çıkmakta yarar var, öyle ya da böyle bir gün geri dönmek zorunda kalabilir insan, öyle değil mi!
‘’Yaşamaktır aslolan gerisi yalan dolan‘’
Simgesi Taksim gibi görünüyor ama, orası da sadece bir kulübü temsille yetinmeyecek kadar kozmopolit yapıya sahip. ‘Hakaret olarak algılamış bazı Galatasaraylı dostlar, Fenerbahçeli ve Beşiktaşlılar’dan geri olduklarını söylediğimi sanmışlar! Bir internet sitesinin forumu mu, morumu mu her neyse, orada tartışılmış ve bana epeyce giydirilmiş. Boşa değilmiş kulak çınlamalarım meğer! Haberini Moda’dan komşum avukat Hikmet’ten aldım. Ayaküstü sohbet sırasında ‘Abi’ dedi, ‘Forumda bizimkilere karşı seni ben korudum.’ ‘Sağol Hikmet’ dedim ama üzüldüm de... Ben ne diyorum, bazıları ne anlıyor, o bakımdan. Düşünün, bir de ara sıra Todori’ye gidip Fenerbahçeli dostlarla nefis akşam yemeklerinde buluşmalarım duyulursa neler olur! Bu arada Fenerbahçe Yönetimi’nin de kulağına gitmez umarım bunlar, Todori’ye girişim yasaklanır maazallah!***Galatasaraylılar’la sohbetlerimizde yeri geldikçe hep söylerim, ‘Gün oldu Bağdat Caddesi’nde, gün oldu Kazan’da bira-patates kızartması ziyafeti sonrası Beşiktaş-Ortaköy arasında turlayıp şampiyonluk kutlamalarına eşlik ettim Beşiktaşlı, Fenerbahçeli dostlarımın... Garip karşılanırdı bu davranışım, hala da öyle ya... Bunun neresi garip, bana da bu garip geliyor açıkçası. Eşim Fenerbahçeli yahu en başta. İlişkim olan insanların büyük bir bölümü de Galatasaraylı değil ayrıca, ama öyle başka değerleri var ki, uğruna ölünesi türden. Üstelik işin ucunda ucuzundan eğlence var, hiç kaçırır mıyım bir Tekirdağlı olarak!***Evden ender çıktığım gecelerden biriydi. Dostlar Kadıköy’deki Denizatı mekanına davet etmiş, icabet göstermemek olmaz. Kalktık gittik. Saatler ilerledikçe coştuk doğal olarak. O anda mekanın müdürü Orhan kardeş, “Abi yazılarını dikkatle okuyorum. Ama biz Galatasaraylılar sana ‘ikinci Hıncal Uluç’ diyoruz biliyor musun” sözleriyle limon sıkıverdi koyvermişliğimize. ‘Estağfurullah, Hıncal Uluç olmak o kadar basit mi’ diyecektim ki, bunu bir hakaret olarak söylediğini cümlenin başındaki ‘ama’ dank edince farkettim! Ve o saatten sonra, ‘pek çok konuda’ eleştirdiğim Hıncal Uluç’un meslekteki hakkını teslim etmek bana düştü.’ Oysa Hıncal usta sık sık kendini anlatır sütunlarında, gözlerinden kaçmış olması mümkün değil. Galiba şöhretle inandırıcılık aynı paralelde yürümüyor, ne dersiniz!
‘’Gravesen mi, 10 numara mı?‘’
Gerets’in takviye istediği bölge de ön libero olduğuna göre, o zaman sorun kalmıyor ve tartışılması gereken konu farklı bir alana kayıyor: Galatasaray futbol anlayışını mı değiştirecek?Bu taraftan bakınca, Sarı-Kırmızılılar’ın geçen sezonki kadro yapısından kaynaklanan oyun anlayışı, şampiyon ekibin mutlaka iyi bir 10 numaraya ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Sürekli yazılıp çizilen, her gün ‘10’larca kez ‘10’un üzerine başlıklar atılıp yorumlar yapılan 10 numaranın bir yana itilip bugün ille de ön libero arayışlarının ön plana çıkartılması, bu nedenle benim kafamı karıştırıyor. ‘Lüp’ şampiyonluğun şokuyla geçici bir körlükse eğer bu durum, ‘geçen sezonki oyun anlayışına devam edilecekse’ iyi bir 10 numara alınmadığı takdirde ikinci bir şokla çabuk açılacaktır gözler! Ama ortaya çıkacak görüntünün Galatasaray hesabına hoş olmayacağı bugünden söylenebilir.Görevlerini ‘rakibi bozmak, çok koşmak, top kapmak, savunmayı ikinci bölgede oluşturarak birinci bölgede görev yapanların yükünü azaltmak’ şeklinde basitçe tarif edebileceğimiz ön liberoların ve savunma güvenliğinin günümüz futbolundaki önemini küçümsediğim anlamı çıkarılmamalı sözlerimden. Sadece, Sarı-Kırmızılı ekibin mevcut kadro yapısından kaynaklanan hücum ağırlıklı oyun anlayışı ve varolan parasal tablo, öncelikli olarak bir 10 numara alınmasını işaret ediyor, altını ısrarla çizmek istediğim nokta bu... İşlerin iyi gitmediği dakikalarda inisiyatif alacak, dağılan takımı toparlayacak, duran toplardan giden maçı çevirebilecek bir 10 numara yani...Eğer Thomas Gravesen ya da benzer özelliklerde başka biriyse alınacak olan, oyun felsefesi ‘nasılsa yediğimizden fazlasını atarız’dan, ‘önce yemeyelim, bu güçlü forvetle nasıl olsa atarız’a kayacak ki, Avrupa’da başarıyı hedefleyen Cim Bom açısından belki de daha hayırlı olacaktır bir anlamda... Ama sırf künyesinde ‘ön libero’ yazıyor diye Saidou gibi biri gelecekse, işte o zaman her şey başlamadan biter.Bugün için ya Gravesen veya benzeri bir güçlü transferle daha güvenli bir savunma anlayışı, ya da geçen yılki var olan sisteme klasik özellikli bir 10 numara takviyesi gözüküyor ufukta. Keşke mali portre bu kadar berbat olmasa da, iki ön libero birden alınabilse 10 numaraya ilaveten... Hatta iki de açık... Gerçek ihtiyaç listesi bu... Ama hayali bile olanaklı görünmüyor Galatasaray adına!
‘’Cim Bom'un Kadıköy'ü yok ki!‘’
O kafeler, o sokaklar imrenilesi biçimde Sarı-Lacivert çiçek bahçesine bürünür. Maç 90 dakikada biter, ama çoluk çocuk yaşanan bu şenlik havası tüm gün sürer. Gösteriş, her şeyden önce gelir. Bu tablonun oluşumunda tabii ki Kadıköy ve özellikle de minibüs caddesinin güney bölümünün ‘her anlamda’ İstanbul’un gerçeklerinden uzak yapısının ciddi etkisi vardır. Aynı kültürün İstanbul’un dört bir yanından gelenlerin doldurduğu Saracoğlu tribünlerine uğramaması da bunu kanıtlıyor zaten!***Beşiktaşlılık, gerektiğinde kuru gürültüye pabuç bırakmaz, ama ağırlıkla mütevazılığı temsil eder, hayatın her alanını kapsayan bir duruş söz konusudur. Patlamaların da, sevginin de uç noktalarda yaşandığı bir alemdir orası. Alen “Bizim siyasetle ilgimiz yok” dese de, Çarşı ‘nükleer’e olduğu kadar, faşizme de karşıdır! Sosyal ve siyasal yelpazedeki yeri aşağı yukarı bellidir! O nedenledir ki, ‘işçi sınıfının en önemli, belki de tek deşarj silahı olan küfrün İnönü Stadı’ndan silinmesini, ülkedeki gelir ve fırsat eşitsizliği son bulmadıkça beklemiyorum açıkçası. Fenerbahçe’nin ‘Cadde’si gibi Beşiktaş Köyiçi de kulübün temsil önderliğini üstlenir şov yönünden, bu soyutlanmış yapılarından ötürü... Dikkat edin, benzer yönleri çoktur iki bölgenin... Aynı gün içinde hem Kadıköy-Beşiktaş, hem de Kadıköy-Eminönü vapurlarında seyahat ederseniz, ne demek istediğim daha net anlaşılacaktır!***Oysa Galatasaray’ın bir Kadıköy’ü ya da Beşiktaş’ı yok. Sloganı olan yüzü batıya dönük, yenilikçi kimliğini Lise temsil eder. Çiçek Pasajı seçimden seçime simgesidir Lise’nin, ama Beyoğlu sadece bir kulüple yetinecek kadar içine kapanık, Florya da temsil yönünden bir o kadar yeterli değildir. Kapı önlerine ev haliyle aniden çıkmalarla Galatasaray adına ciddi kalabalıklar oluşturamazsın yani. Sarı-Kırmızılı renklere gönül verenler için gösterişli kalabalıklar öylesine kolay oluşmaz diğer bir ifadeyle. Bunca sosyal ve ekonomik sorunla uğraşan insanlara, gecenin bir vakti “Evinden çık, cebinden paralar harcayarak saatlerce aktarmalar yaparak, üstelik can güvenliğini de hiçe sayarak İstiklal’e çık, takımının başarısını öyle bir kutla ki alem şov görsün” demek, günümüz Türkiye’sinin gerçekleri ile ne kadar örtüşür ki! Oysa kameraların girmediği yerlerde kutlamaların öyle hası olur ki! Bu nedenledir ki, ikinci bir 2000 gereklidir yeniden sokaklara taşmak için! Bunu, “Biz şampiyonluğu bile kutlamasını beceremiyoruz” siteminde bulunan Galatasaraylılar için dile getirme gereğini duydum.