‘’Çift ön libero sorunları çözer!‘’
Gerets, Zico ve Tigana gönderilmeli! Bu ülke, tek övünç kaynağı olarak eğitilmiş bir insan olmasını gündeme taşıyan Lucescu’yu da anlamadı. Galatasaray, Real Madrid ile oynayacağı Şampiyonlar Ligi maçı öncesi Federasyon’a başvurup, Beşiktaş lig maçının ertelenmesini talep etmiş, ancak Beşiktaş ile Fener’in baskısıyla girişim olumsuz sonuçlanmıştı. Rumen hoca, tepki olarak “Köpekler istedi diye atlar ölmez” sözünü etmiş, ikinci bir Nesin vakasına neden olmuştu! ‘İt ürür kervan yürür’, ‘İti an çomağı hazırla’ sözlerini dilinden düşürmeyen milletimiz, buna da alınganlık gösterdi. Bu ve benzeri bizbize rekabetteki yöntemlerimiz sonucu bugün futbolumuz, Şampiyonlar Ligi’ne hem de ön eleme oynamak şartıyla sadece bir takımla katılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldı, yok zararı! Aynı Lucescu, Beşiktaş’ı çalıştırırken de “Türk futbolu kaos içinde. Çavuşesku döneminin Romanya’sı gibi. Meclisin duruma el koyması lazım” demiş, yine anlaşılamamıştı. Ancak ne hikmetse, bir sonuç çıkmasa da Lucescu’nun gidişinden sonra meclis olaya el koyma gereği hissetti. Pek çok anlı şanlı kulübümüz, bugün o ‘Roman!’ın özlemi ile yanıp tutuşuyor, yok zararı!Zaten Ersun Yanal da bu işi bilmiyor!Şimdi de Gerets bir şeyler söylüyor. Aslında hepimizin bir şekilde dile getirdiği şeyler bunlar. Ama tehlikeli yanı, içinde ‘köpek’ kelimesinin geçmesi. “Bir antrenörün hayatı bazen bir köpeğin hayatından bile zor geçiyor” diyen Belçikalı da mesaj verme niyetinde. Tek farkla, o Lucescu ve Nesin’in aksine kendini örnekleyerek yapıyor bunu. Bakalım bu kez doğru anlayabilecek miyiz? Ancak bir teknik adam çıkıp da “Bize köpek dedi” diye Gerets’i mahkemeye verirse ya da “Ben o yüzde içinde değilim” derse de şaşırmam!
‘’Buraya kadarmış!‘’
Sarı-Kırmızılılar’ın kusursuz alan daraltması ve ilk toplara müdahaledeki yüksek başarı yüzdesi, rakibin süratli ve kalıplı forvetine nefes aldırmazken, arka arkaya yaptığı gol girişimlerinin sonuç getirmesi an meselesiydi. Sondan bir önceki hamlelerin net pozisyon doğuramamasının en büyük nedeni sert rüzgârdı.İliç’le gelen golün ardından tempoyu düşüren Cim Bom, bireysel hatalar dışında rakibine ümitlenecek pozisyon vermedi. Bunda Aydın, Arda ve İliç’in savunmaya verdiği desteğin de büyük katkısı vardı. İlk yarıda Mondragon’un yaptığı büyük hata, az daha bir çuval inciri berbat edecekti. İyi ki yardımcı hakem hizada değildi de, Kolombiyalı’nın topa müdahalesini ceza alanı içinde olarak değerlendirdi!İkinci yarıya hem skor, hem de rüzgâr avantajıyla başlayan Galatasaray için işler daha kolay olacaktı, ikiyi bulup rahatlayacaktı, beklentiler bu yöndeydi. Ancak takımın en güvenilir isimlerinden Mondragon için hatalar gecesi olduğunu kimse tahmin edemedi. Moraller bozuldu, tribünler sustu. Gerets, son bir hamle olarak Aydın-Cihan değişikliği yaparak, Sabri’yi sağ açığa sürdü ve yüksek toplar için de Hakan Şükür ile Necati’yi aldı. Tüm hatlarla yüklenme planı başlamadan suya düştü. Kötü bir korner atışıyla gelişen kontratakta, savunmada Ayhan ve Sabri ile yakalanma sonucu ikinciyi yedi Galatasaray. Sabri, orta sahada rakibini kart görme uğruna durdurmalıydı, yapmadı. Bundan sonrası ‘ah’lar ‘vah’lar, protestolar arasında geçti. Gerçekçi olmak gerekirse, Şampiyonlar Ligi rüyası bitti.
‘’Mastürbasyon futbola ters!‘’
Her biri farklı karakterler içeren 90 dakikalık süreçlerde, gerek rakibin ‘o günkü performansı ve düşünce biçimi’ dikkate alınarak, gerekse skor avantajı/dezavantajı gözetilerek ‘süratle’ değişik stratejiler üretemez ve uygulamaya geçemezseniz, ağırlıklı olarak hüsrana uğrarsınız. Böyle bir durumda forvetinizin gol vuruşundaki beceri yüzdesi ile rakibin değişen strateji karşısında takınacağı tavır/refleks skorun belirleyicisi olacaktır.Duygu mantığı sollamamalıGalatasaray, Ankaragücü karşısında da 90 dakikayı aynı formatta oynama zayıflığını/amatörlüğünü sergiledi. Oyun golsüz sürerken de ‘hızlı hücum’ ile ‘telaşlı hücumu’ karıştırıp ‘maaile saldırıp geri dönmediler’, skor avantajını elde ettikten sonra da... Daha ilk dakikadan itibaren Sami Yen’i çıkışın başlangıcı gördüğünü açıkça haykıran, geriye düştüğü zaman dahi hayallerinin peşinde ‘inançla/ısrarla’ koşan bir rakip karşısında duyguları dizginleyip aklı devreye sokmamak aymazlıktır ve ne büyüklükle ne de profesyonellikle bağdaşır.Sanal bir dünyada yaşamakSavunma yapmaktan gocunan futbolcuların ‘zevk alarak oynamak’ ile ‘mastürbasyon’ yapmak arasındaki farkı öğrenmesi gerekir öncelikle... Bu ülkenin nitelikli nice emekçisinin bir ömür boyu kazanamayacağı paralara daha iki yıllık ilk profesyonellik imzalarında ulaşanlar, aynı profesyonelliği ‘savunma dahil’ her 90 dakikada sahaya yansıtmalıdır. Çünkü savunma, günümüz futbolunun olmazsa olmazlarındandır.Türkiye Kupası fırsattırDiğer taraftan farklı karakterlerdeki güçlü isimlerden oluşan vurucu timinizi yeterli donanımdan yoksun/ne yaptığını bilmez bir şekilde cepheye sürerseniz, savaşı kazanmanız Allah’a kalır. Aylardır ‘10 numara’ diye yırtınıp duruyorum. Gerektiğinde skor avantajını korumaya dönük savunma stratejilerini devreye sokacak, zamanı geldiğinde hücum borusunu çalacak birinden söz ediyorum. Takımı atağa kalkarken kritik toplar kaptıran, yani sürekli ‘yanlış sıçra’ komutu veren Ayhan, ‘ben bu özelliklere sahip değilim’ diyor sürekli, keçiboynuzu tadındaki Iliç de... Türkiye Kupası maçları 10 numara özellikli oyuncu arayışları için iyi bir test alanı olarak değerlendirilmeli, Arda, Oğuz Sabankay ve Carrusca sınanmalıdır. Varolan şartlarda ve kısa vadede gözüken çıkış yolu budur.
‘’68/78 devrimcileri ve Özal veletleri!‘’
Boşalttığı alanların Haymana Ovası gibi ıssız kalması neden? Hava hakimiyeti desen, en alası onda, savunmaya yardımı keza öyle. Asist yapmayı seviyor. Fizik olarak kendine çok iyi bakıyor ve her zaman yeterli. Tüm bunlara karşın, ilerlemeye yüz tutmuş yaşını gündeme getirmeye çalışanlar çıkabilir. Bu kişiler 40 ve üzeri yaşlardaysa onlara ‘Santillana’ ismini söylemem yeterli olacaktır. Yaşı küçük olup da Santillana’yı seyretme şansını bulamayanlara da özetle anlatayım. Dünyanın en büyük golcülerindendi. Yaşı ilerleyince ilk onbirdeki yerini kaybedip, kulübeye geçti. Ve hiç gocunmadan, son 10-15 dakikalarda oyuna girerek, attığı gollerle Real Madrid’i pek çok kez galibiyete taşıdı. 90 dakikalık yıldızdı, 10 dakikalık yıldız olmaya gönül indirince de kazandı ve kazandırdı.” (Ayhan Yılmaz: 21.06.2003 Radikal) * * * “Futbol değerlerinin çok uzağında kalan’ birtakım gerekçelerle hınç dolu duygularını bir türlü dizginleyemeyen ve 32 yaşındaki milli futbolcu Hakan Şükür’ün üzerine ‘yaşlı ve heyecanını yitirmiş’ silahını çevirenler, 33’lük Pierre van Hooijdonk’u nasıl ‘cuk’ transfer olarak lanse edebiliyor ve bunu nasıl gönül rahatlığıyla geleceğe bir miras olarak taşıyabiliyor...” (Ayhan Yılmaz: 19.7.2003 Radikal) * * *İlk örnek, Hakan’ın bugün bile sahada gol atma dışında neler yaptığını açıklamaya yetiyor. Böyle bir futbol değerini en baştan beri yok etmeye çalışanların aksine, ‘zamanı geldiğinde’ nasıl kullanılması gerektiği yönünde de naçizane bir önerimiz olmuş, bundan 3 yıl önce hem de! İkinci yazı ise, yaşı bahane eden ‘yabancı hayranlarının’ ilkesizliğini bir başına sergilemeye yetiyor! * * *İçimi asıl acıtan, bugün bu ilkesizliğin altına imza atanların, işi ‘kelle avcılığına’ vardıranların, dünün ‘68 devrimcisi’ ya da ‘78 devrimci-sosyalisti’ olarak meydanlarda boy gösterenler olması! Yoksa mutluluğu ‘kusana kadar para kazanmak’ sanan, bencil içimizdeki ‘Özal veletleri’den (Mina Urgan’ın benzetmesidir), bunun yolunun duygusal zekadan geçtiğini anlamalarını beklemiyorum. Çünkü ilkeli olmak, gerektiği kadar para kazanmak, kendini iyi eğitmek, çevresine yararlı biçimde huzurlu yaşam sürmek, paylaşmak, halkının sorunlarını dert edinmek ve onları asla aldatmamak gibi kavramlara öyle uzaklar ki...
‘’Empati, rotasyon ve Hakan Şükür‘’
Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz. Futbolu, takım arkadaşlarıyla ilişkileri, hayata bakışı vs hemen her konuda ortalığa saçılan spekülasyonları ‘mutlak doğru’ kabul ederek eleştirilerinizi bu mimval üzerine de kurabilirsiniz. Ancak hiç dikkatinizi çekti mi, asıl işi teknik adamlık olan futbol adamlarının tek birinin bile ağzından bugüne kadar Hakan’ın futbolculuğu konusunda olumsuz söz çıkmadı. Fatih Terim’inden Mustafa Denizli’sine; Rıdvan Dilmen’inden Güvenç Kurtar’ına kadar... Hatta çoğu, ‘yatalak olmadığı sürece tahtaya önce onun ismini yazar, ardından diğer 10 ismi düşünürüm’ sözleriyle, işi teşbih yoluyla daha da öteye götürdü, hem de kariyerlerini ortaya koyarak. Demek ki, bir oyuncudan teknik adamın beklentileriyle, futbol yorumcularınınki çok farklı!Rakip stoperlere hiç sordunuz mu?Hakan’a ‘her koşulda’ karşı olanlar, kendilerini savunabilecek argümanlar üretebilirler, ama bunlar ‘futbolun gerçekleriyle ne kadar örtüşüyor’, sorun bu... Aslında ‘teknik adamlar neden Hakan’dan vazgeçemiyor’ sorusuna ‘saplantılarından sıyrılıp’ bir kez olsun empati yoluyla yanıt arasalar, olayın boyutunun ‘kulisçilik’, ‘tarikat’, ‘Galatasaraylılık’, ‘gençlerin önünü açmalı’ gibi kavramlardan daha basit olduğunu görecekler! Diyelim ki teknik adamların bir başına bu yaklaşımı onları tatmin etmiyor. Peki hiç Hakan’a karşı forma giyen stoperlerle konuşmak akıllarına gelmiyor mu? Gerçekten bu adam ‘bitmiş-tükenmiş’, ‘golcülüğü sınırlı’ biri mi, yoksa oynamadığı zaman rakibe derin bir ‘oh’ çektiren santrfor mu? Sorun yahu, bu kadar zor mu? Bizim mahalleye ne de çok benziyorYolu üç-beş günlüğüne gazetenin mutfağından geçmiş ya da o günlerinin üzerine sünger çekeli epey bir zaman olmuş bazı kişilerin, ‘habercilik nasıl yapılır’, ‘böyle de başlık mı atılır’ gibisinden ahkam kesmelerine benziyor biraz, Hakan’a bu yönde yaklaşımlar. Futbol yorumculuğu, maalesef ‘yapabilenler yapar, yapamayanlar eleştirir’ sığlığına saplanmış durumda. Olayın bir de rotasyon yönü var. Hakan rakibin özelliklerine göre yedek de soyundurulacak, tribüne de çıkartılacaktır. Arkadan gelen nice isim var, ama ‘hala’ geliyorlar! O nedenle, bırakın da bu kararı elini taşın altına koyanlar versin. ‘Mükemmelliyetçi’ maskeleri çıkarıp, biraz ‘gerçek kendiniz’ olun. Ve ‘yaşamın her alanında’ arkanızdan gelenlere yol verin ki, aynısını başkasından bekleyin! İlkeli davranın yani!
‘’Arda bu yükün altında ezilir!‘’
Onun şu günlerde en çok gereksinimi olan şey Orhan Ak ağabeyinin hediye ettiği Bvlgari saat ya da Louis Vitton çantadan önce, sağlam bir psikolojik destek. Ama öyle yönetici, futbolcu ağabeylerinin ‘sanal yaşamlarından’ verecekleri tavsiyeler değil, sözünü ettiğim profesyonel bir destek. İşi hiç kolay değil çünkü Arda’nın. Hagi’den, Prekazi’den geçtim, Maradona ve Ronaldinho ile kıyaslanmaya başladı şimdiden. Oysa henüz dün bir, bugün iki. Bu konuda herkese görev düşüyor. Üstelik Sergen örneği önümüzde dururken... Bugün gibi hatırlıyorum, Beşiktaş A Takımı’nın maçlarından 3 saat önce, genç takımda yer alan kiraz sapı gibi fiziğe sahip bir çocuğu izlemek için İnönü’ye koşardık. Daha o zamanlar yıldız adayıydı Sergen. Hem onun, hem bizlerin yılları geçti ‘yıldız olacağı günü’ bekleyerek. Sonuçta yazık etti önce kendine, sonra bizlere! Umarım Arda’nın sonu Sergen’e benzemez.Fatih Terim’in bu yönünü seviyorumPsikoloji demişken, Fatih Terim’in bu yöndeki zekasına hayran olduğumu belirtmek isterim. Herkesin yerden yere vurduğu bir dönemde, her zaman elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan Hakan Şükür’ü Milli Takım’a çağırdı. Çünkü hoca biliyor ki, ondan iyisi yok. Ve şunun da farkında, hemen her maçtaki sayısız denemelerinde top birkaç santim yandan gitseydi, o şimdi yine omuzlarda olacaktı. Macaristan’da her şeyin hem Hakan’ın, hem Terim’in, hem de Milli Takım’ın gönlüne göre olmasını diliyorum, futbolun adaleti adına.Rakamlarla oynaşmak güzel oluyorAvrupa’nın hatırı sayılı liglerine ‘yüzde olarak’ bakıldığında, zirve mücadelesi verenlerin puan kayıplarının da bizimkine yakın olduğu gözüküyor. Almanya’da 6. hafta sonunda ilk 6’da 8 kayıp puanlılar sıralanırken, 7. haftası tamamlanan Ada’da 5-8, 5. hafta sonunda İtalya’da 3-7 arasında kayıplar söz konusu. 5. haftasını deviren İspanya’da sayı, 2-5 ile en düşük düzeyde. Fransa ise bizim kopyamız! Lyon, Vestelvari performansla 8. hafta sonunda 2 kayıpla, 3 puan önde tepede. Ardından da 9, 10 ve 11 puan kayıplı takımlar sıralanıyor. Böylesine yüksek puan kayıplarına karşın Fransa ve Türkiye dışında yarışlarda kopma söz konusu değil. Almanya’da 1. ile 6. arasında 1, İngiltere ve İspanya’da 3, İtalya’da ise sadece 4 puan fark var. Fransa ile bizde ise 9! Bu verilerin şifresini çözemedim ben. Belki de şifre falan yoktur.
‘’Sergen'i açıp Arda'yı okumak!‘’
60’tan sonra ayağında tek top tutamadı. Hücuma katkısı sıfırdı. Savunma görevini de aksattı. Ve Konya’nın 2. golü öncesi fahiş bir pozisyon hatası yaptı. El Saka’yı karşılayan Orhan’ın kademesine gireceği yerde, taç çizgisini korumaya aldı! Doğrusunu yapıp Orhan ile kalesi arasına girseydi, El Saka o köşeden çıkamazdı. Taraftarın, takımının tek yükselen değerine toz kondurmaması doğal. Ancak yorumcuların, hemen her kelimesini kendisine ayırdıkları günün adamının yaptığı böylesine fahiş hatayı ‘es’ geçmesi, ‘körlük’ ya da ‘eyyamcılık’tır.İşte Gerets’le beraber diğer suçlularPeki Gerets, 60’tan sonra Arda’yı neden değiştirmedi? Yanıtı, Beşiktaş maçının 83. dakikasında saklı. ‘Sakat olduğu halde’ tabelaya ‘66’ yazıldığında tribünlerden kopan ıslık ve ‘yuh’ selini, medyada yapılan hakaretleri, yöneticisinin ‘aba altından sopa’ göstermesini’ unutabilir miydi? Aynı şey, ‘inandığı’ İnamoto yerine ‘yönetimin ısrar ettiği’ Okan ile Carrussa’yı oyuna almasında da başrolü oynamadı mı? Buna karşın ‘kazanan takım bozulmaz’ diyerek, Liverpool’da harikalar yaratan ikinci yarıdaki 11’le başlamadı mı? Orta sahaya taze kuvvet almadı mı? Yüklenen rakibin savunma zaafından yararlanmak ve hızlı hücumlarla karşılık vermek amacıyla Kabze silahını kullanmadı mı? Somut bir yanlışını koyun ortaya da öğrenelim! O zaman eleştiri okları niçin hep Gerets’e, hem de ‘insafsızca!’ Kendileri, Hakan Şükür ile birlikte olmuş armut oluyor galiba! Ama bez serin ki, en azından Hakan fazla zedelenmesin düşürdüğünüzde... Daha ne kadar zedeleyeceksiniz, o da ayrı ya, neyse! Çünkü yarın ona yine siz sarılacaksınız yorumlarınızda bir sığınak olarak! Ayrıca bilinçli politikayla yıpratılan isimlere ‘bir tekme de ben vurayım’ mantığı, hiç de onurlu bir yöneticilik ve futbol yorumculuğu tarzı değil.Hasan Şaş’ın pozisyonu net penaltıydı35’te Hasan Şaş, Yasin’in omuz değil kalça darbesiyle indirildi, pozisyon net penaltıydı. Kendi çıkarlarına değmeyen konularda kılı kırk yaran ‘tarafsız!’ yorumcuların, ‘aynı hassasiyeti’ Trabzon maçında biri ceza alanı, diğeri yayı içinde iki kez yaka-paça indirilen Hakan Şükür ya da Hasan Şaş’ın emeğine göstermemesini ‘hakkaniyet ölçülerinde’ anlayabilmek de çok zor.
‘’Önce kendi evimizin önü‘’
Aynı ürüne iki kez para ödenmezYa o her gün ekranda ya da yazılı medyada görünme hastalığına ne demeli! Bir yazar hem gazetede, hem de televizyonda yorum yapabilir. Ama, aynı kelimelerle, hatta aynı teşbihlerle değil. Hele bunların birini paralı kanalda yaparsanız, işin rengi tamamen değişir. Abone olup paralı kanalda o yazarın düşüncelerini satın alan insanlar, ertesi günü yine para verdikleri gazetede de aynı yazarın, aynı konu hakkında benzer görüşleriyle karşılaşmamalı. Müşteriye, sadece ambalajı değiştirilmiş aynı ürüne ikinci kez para ödetmemeli. O yazarlar aynı düşünceyi iki kez paraya çevirip haksız kazanç sağlamamalı. Kendinize değer veriyorsanız, o zaman ücret aldığınız her programda/köşede farklı düşüncelerle ortaya çıkmalısınız. Ve bir atımlık barutu olan ‘safdillere’ de sözüm olacak, maç sonu uzatılan mikrofona görüş bildirirken, ekmek yediğiniz müesseseye ihanet ediyorsunuz, bunu bilin. Çünkü bu düzenden, müşteriye daha erken ulaşan televizyon kanalları haksız kâr sağlarken, gazeteniz ise bunun bedelini tiraj kaybederek ödüyor.Rıdvan Dilmen nerede yazıyor?İşte size bir ‘ibretlik’ olay daha... 13 Ağustos’ta Vatan’da Rıdvan Dilmen’in yorumu vardı. Tepki olarak 14’ünde Milliyet’te, “Sadece sözleşmem olan Milliyet ve NTV’de çalışmaktayım” yazısı Dilmen imzasıyla verildi. Ertesi günü Vatan’dan, “Milliyet’teki bu yazıyı Rıdvan yazmadı. Bize kendisi söyledi. Kaldı ki, alıntı dünyanın her yerinde vardır” açıklaması geldi. Ve 23 Eylül... Tüm bu restleşmeler yaşanmamış gibi Dilmen’in yazısı, yine adı geçen iki gazetede birden yer aldı. Birinde ‘tenkit’, diğerinde ‘görüş’ olarak! Ya Milliyet’in Müdürü Cem Şengül ‘bir nedenden ötürü’ ‘mevsimlik yazar’a muhtaç. Ya Dilmen ikili oynuyor. Ya Vatan Müdürü İbrahim Seten kendini Abdurrahman Çelebi sanıyor!Bu ve daha çok sayıda verilebilecek örnekler, spor basının inandırıcılığını da her geçen gün biraz daha eritiyor, ‘farklıyım’ diye ortaya çıkanları da... Yarın şikeyi, bahis skandalını, hakemi kandıran futbolcuları, küfürü eleştirdiğinizde, ‘önce sen kendini düzelt’ derse birileri, ne cevap vereceksiniz?