Arama

Popüler aramalar

‘’Galatasaray'ın bir farkı da...‘’

Yeşilköy Köyiçi’ndeki Ogün Restoran’da sırtını Rum Ortodoks Kilisesi’nin bahçe duvarına verip, sohbet eşliğinde iki kadeh rakı yudumlamak gibisi yoktu birlikte. “Abi araba gönderiyoruz aldırmak için” dediğimizde, “Ben otobüse atlayıp gelirim” yanıtını alırdık çoğu kez. Buluştuğumuzda sitem ederdik, “Ya abi, hırlısı var, hırsızı var. Holiganın biri saldırır, niye inat ediyorsun otobüsle gelmeye” derdik, ama o “Nuh” der, “peygamber” demezdi. Allah uzun ömür versin, sağlıkla...Şimdilerde tüm değerler gibi başarı-başarısızlık ölçütleri de değişti. Özellikle de Seba’ya reva görülenleri yaşadıktan sonra... Akaretler’deki 56’da top oynardık, Şeref Stadı’nda sıçan sayar, çamur banyosu yapardık görev aşkıyla! Sayesinde Beşiktaş nerelere geldi, hatırlatmak istedim sadece...Sözü getireceğim nokta başkaydı, pusula şaştı! Seba döneminde de ‘tek adamlık’ vardı aslında Beşiktaş’ta, Bilgili ve Demirören başkanlıklarındaki gibi. Tıpkı Ali Şen ve bugünkü Aziz Yıldırım dönemleri gibi. Gruplar yok edildi, “iyi mi yapıldı” diye sık sık sorar hale geldim kendime Fenerbahçe’nin bugünkü yönetsel yapısını görünce. Genel kuruldan ismi çıkan, bir anlamda kulübün tapusunu da kazanıyor oldu sanki oralarda, şehrin anahtarını almak gibi bir şey. Yönetimlerin ya yandaşları oluyor ya da düşmanları. Daha da ötesi hatta, yok edilmesi gerekenler. Bakınız Sadettin Saran.Ya Galatasaray öyle mi... Ya da öyle miydi? Rakip oldu her zaman, ittifaklar gibi... Canaydın, Yalman, Cansun, Süren, Şardan bir çırpıda sayılabilecek yakın dönemin ‘düşman kardeşleri!’ Liseliler, liseli olmayanlar, paralılar, vizyon sahipleri, iş bilenler, hava atanlar, götürmeye çalışanlar gibi... Ama dikkat ettiniz mi, kimse ‘diktatör’ ilan edebilecek kadar güçlü hissedemedi kendini bu kulüpte... Güçlü olmadı mı kimse, oldu pekala. Ama hissedemedi, hissettirmedi de... Kimse kimseyi öğütemedi. Öğütmeyi düşünemedi belki de... Karşı çıktı, eleştirdi, ayağını kaydırmak istedi ama, yok etmeyi düşünemedi. Ben bu durumu, Lise’den kaynaklanan demokratik ortamın kitlelere yayılması olarak değerlendiriyorum; doğru ya da yanlış... Kulübün kökeni lise var ya bu lise, törpülüyor aşırılıkları sanki, kendi içlerinde despot ilişkiler olsa da... Ve galiba, sadece bu eğitilmiş olma düşüncesi bile, sırf bu nedenle bazılarına Galatasaray’a sevdalanması için yetiyor gibi... Ama Ali Sami Yen’den yayılan koro halinde küfürlerle, bazı yöneticilerin rakibi aşağılayıcı-kışkırtıcı söz ve davranışları, aynı zamanda ne kadar da tezat oluşturuyor değil mi bu saptamaya çalıştığım çıkış noktasına...

07 Haziran 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Git Ümit Karan sen de git!‘’

Bugün olmasa bile, kötü oynayacağı bir maçtan sonra mutlaka birilerince yüzüne vurulacak.Bizde herkes, her şeyi çabucak unutuveriyor nedense... Ama bazı sorular sormadan, saptamalar yapmadan bir karar vermek yanlış olur. Biz sıralayalım, siz sonuç çıkartın.Tümer değil miydi resital verdiği bir milli maç dönüşü çıktığı lig sınavında vasat oynadığı için Beşiktaş taraftarının protesto ettiği... Tümer değil miydi hiç bir engeli olmadığı haftalarda yedek soyundurulan, olsa da olur, olmasa da misali... Tümer değil miydi sorun yaratan, içine kapanık ve suratsız olan...Peki, Ümit Karan değil miydi Galatasaray’dan anlamsızca Ankaraspor’a kiralanan, formda olduğu halde sonradan oyuna sokulduğu maçlarda yine de çıkıp golünü atarak takımını galibiyete ulaştıran, ama hemen ertesi hafta yine yedek soyundurulan?Bu gibi durumlarda futbolcudan profesyonel olması istenecek, iş paraya geldiğinde, ‘at bakalım boş mukaveleye imzanı’ denecek. Aylarca para alamayacak futbolcu, ‘gık’ını çıkartmadan çıkıp topunu oynayacak, sonuçta içi bomboş bir ‘helal olsun’ denecek. Kaybedilen maçtan sonra taraftarın önüne kurbanlık koyun gibi atıldığında sesini çıkartma topçu... Şike yaptığını söylüyorlar “teneke burada kuyruğun nerede” topçu... Gözünün üstünde kaşın var, ‘al sana ceza’ topçu... Bıçak kemiğe dayanıp da hakkını aradığında ise ‘geçimsiz’ topçu!Bir de şu açıdan bakın ve kendinizi onların yerine koyun... Tümer’in önünde şunun şurasında kalmış bir kaç yılı... Beşiktaş’a bakıyorsun, tüm transferlere, alınacağı söylenen isimlere karşın hala ‘toplama takım’ görüntüsünde... Sancılar bu sezon da çekilecek gibi gözüküyor. ‘Galatasaray’ deseniz, mali portresi soyut resim gibi, anlamak için uzman olmanız bile yetmez.Ya gittiği takım hangisi? Oturmuş ve yıldızlar topluluğu kadrosu olan, iyi günde kötü günde taraftar desteği arkasında, 100. yılı nedeniyle hedefleri büyük Fenerbahçe. Soruyorum size, son demlerini stres dolu bir ortamda kim geçirmek ister? Üstelik Tümer değeri geç anlaşılmış bir yıldız. Hiç olmazsa sonu iyi bitsin, iz bıraksın istiyor. Kötülük bunun neresinde... Ümit Karan’ın durumu da Tümer’i andırıyor, aynı şekilde hissetmesi ve düşünmesi çok normal. En önemli konu, ikisinin de görevini başarıyla tamamlamanın huzuru içinde olması. Ne mutlu onlara... İçimden ‘Git Ümit’ demek geliyor; “Son yılını her zamanki gibi onurunla oynayıp istiyorsan sen de git hayallerinin götürdüğü yere... Hem de arkana bakmadan... Bunlara herkes alışacak. Bu futbol dünyasının Donkişotlar’a da ihtiyacı var.”

03 Haziran 2006, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Devrim'e var mısınız?‘’

Bu yöntemle, milli maçlar da hesaba katılırsa 4 cephede mücadele verecek Sarı-Kırmızılılar’da kısa vadede ‘omurga’yı oluşturan isimler dinlendirilirken, asıl önemlisi de altyapıdan gelen gençler kendilerini kanıtlama ve tecrübe edinme yolunda yeterli süre alacaktır. Rotasyon sistemi ile özellikle uzun vadede ‘omurga’ya alternatif isimler üretilecek ve bu Galatasaray ruhuna uygun edinimler 10 yılı aşkın bir dönem için hizmet verecektir.Örneğin önem derecesi dikkate alınarak Şampiyonlar Ligi’nde Tomas-Song ikilisi sahaya sürülebilir, ligde Tomas veya Song’a ‘kısa vadede’ dönüşümlü olarak Emre ya da Yalçın, uzun vadede ise Uğur Demirok gibi 17’lik isimler eşlik edebilir. Türkiye Kupası’nın ilk turlarında bu sistemin en uç noktada hayata geçirilmesi düşünülebilir ve geçen sezon ‘bunlar da nereden çıktı’ diyerek garipsediğimiz gençler, bir kaç ağabey desteğinde başrole soyundurulabilir. Bu uygulama, orta saha ve forvet hattında da ısrarla uygulanmalıdır. Geçiş dönemlerinin zorluğu gözönüne alınırsa, işe tüm bir takım yerine, mevkii bazında uygulamayla başlanması akılcı olacaktır. Böylece geçiş döneminde olası sendelemeler en aza indirilecektir.Galatasaray gibi emekle-bilgiyle işlenmiş onlarca genç fidanın fışkırdığı altyapıya sahip bir kulüp için bundan daha iyi izlenebilecek yol olamaz. Altyapıya günlük bakış atmak yerine, ‘taşıma suyla değirmen dönmez, döndürülmeye kalkılırsa da bugünkü borç tablosu ile karşı karşıya kalınır’ düşüncesinden hareketle kalıcı bir sistem gözüyle bakılırsa, gelecek bugünden inşa edilmeye başlanır. Yarın kulübün içinde bulunduğu borç batağından kurtulması durumunda da, bu sistem ısrarla, taviz vermeden uygulanmalıdır. Buna ‘küçülerek büyümek’ diyebiliriz.‘Büyük kulüpler daima flaş transferler yapmalıdır’ görüşü, bunun öncüsü Fenerbahçe için bile yakın gelecekte anlamını yitirecektir. Çünkü kulüplerin mali yapıları üç aşağı-beş yukarı benzerlik taşımaktadır. Yani hepsinin ayranı ekşidir anlayacağınız. Galatasaray duvara çarpmıştır. Bundan ders almayanların sonu da benzer olacaktır.Bu arada Sarı-Kırmızılı taraftarlar ‘Rakiplerimiz transfer üstüne transfer yapıyor, yapamayan da en azından ortaya öyle isimler atıyor ki... Bizde ise tık yok’ diye hayıflanmasın... Çünkü onlar, Galatasaray’ın bugün sahip olduğu tipteki futbolcu bulabilmek için çırpınıyor. Ama nerede böylesine forma aşkı olan isimler, ara ki bulasın!Cim Bom’un, daha önce de belirttiğim gibi varolan kadrosuna orta saha ve sol kanatta ‘etkili duran top kullanabilme’ özelliğine sahip iki takviye yapması yeterli olacaktır, tabii Türkiye için... Avrupa Fatihi için Edirne ötesinde ise uzun sayılabilecek bir suskunluk döneminin ardından ön elemeyi geçerek Şampiyonlar Ligi’ne katılmak ilk hedef olmalıdır. Gruptan çıkmak ise, bu yılki şampiyonluk gibi büyük ikramiye olur!

31 Mayıs 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hakan'sız günler yaklaşırken‘’

Sarı-Kırmızılılar, onsuz çıktığı maçlarda, özellikle kapalı savunmalar karşısında daima çok zorlandı. Hele skor geciktikçe başlayan doldur-boşaltlarda gözler hep Hakan’ı aradı. Yıllardır yapılan en büyük yanlış, Kral’ı sadece gol vuruşlarıyla ve hava üstünlüğü ile değerlendirmek oldu. Oysa yalancı koşularla açtığı koridorlardan arkadaşlarının attığı golleri toplamaya kalksak çuvallara sığmaz. Rakip savunma oyuncularını sırtına alıp, ön direğe taşıdığı pozisyonlarda, arka direkte bomboş durumda kafa golü atan nice 1.5 metrelik isim sayılabilir geçmişten bugüne; Suat gibi, Okan gibi... Ama başrolde olduğu tüm bu durumlarda, istatistiklerde ne gol, ne de asist onun hanesine yazıldı. Büyük emeğinin geçtiği bu goller de kariyerine eklenirse, varın gerisini siz düşünün. Bu durumda bile, ‘gol’ kelimesinin geçtiği her değerlendirmede ilk sırada yer alan ya da önümüzdeki sezon yeni rekorlar kırması beklenen Kral, o zaman dünyanın zirvesine otururdu kuşkusuz.Sadece bu kadarla mı sınırlı yaptıkları... Takımının baskıyı yediği dönemlerde ileride top tutarak arkadaşlarının bir nebze olsun nefes almasını sağlaması, rakibinin rahat oyun kurmasını engellemek için karşı sahada basmasına ne demeli... Ve son sezonda zirve yapan ‘saygı gören ağabeylik görevi’ de cabası... Bu da gösteriyor ki, yıllar onun dinamizminden bir şeyler götürürken, pek çok şey de kazandırmış; hem de çalışarak veya parayla satın alınamayacak değerler.Bir zamanlar ‘sisteme uymuyor’ söylemiyle milli takımdan da uzak bırakıldı. Ama eksikliği hep hissedildi. “Ersen Martin” dendi, olmadı... “Gökhan Ünal” dendi, hala deneniyor ama umut az. “Umut” demişken, Ankaragücü’nün genç golcüsü Umut Bulut üzerinde duruldu, o da nafile... Bütün sistemler de, rakamlar gibi ‘ille de Hakan Şükür’ diye haykırdı.Peki, bugüne kadar ne yaptıysa yerine bir türlü alternatif üretemeyen futbolumuz Hakan’sızlığa hazır mı? Önce bu soruyu cesurca ve dürüstçe yanıtlamamız gerekiyor, ardından da hakkını teslim etmemiz... Çünkü artık futbolculuk kariyerine nokta koyması an meselesi. Hiç olmazsa kalan sayılı günlerinde ‘komplekslerden sıyrılarak’ kendisine hakettiği değeri, Türk futboluna da son şanslarını tanımalıyız.Ben de biliyorum, artık eski Hakan değil ve 90 dakikayı aynı tempoda götüremez. Ama yaşı benim gibi 40’ı aşmış olanlara Real Madridli ‘Santillana’ örneğini anımsatmak isterim. Kapalı savunmalar karşısında takımı ne zaman zorlansa, o son bölümde oyuna girer ve görevini başarıyla yapardı. İşin içine ‘panik havası’ girdiğinde ortada ne sistem kalır, ne de sağduyu; hele maçın bitimine de dakikalar kalmışsa... İşte o zaman sahne, Santillana ve Hakan Şükür’e kalmıştır, kalacaktır da... Gerets ve Terim’in dikkatine!

29 Mayıs 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Terim ve Gerets‘’

Tabii ki ‘Devamlı paslarla topun daha çok kendi ayağında tutulması, savunmaya rakip 18’de başlanması ve bunun da birincil amaçta gol yememek için değil, topu kaparak gol atmak adına yapılması’ olarak basitçe ifade edilebilecek bu sistemin başarıyla uygulanmasının yanında, iyi bir kuşak yakalanması, başarıya aç bir kadro, hırslı-hedefli bir teknik adam, büyük düşünen yönetim ve tüm Türkiye’nin arkadan itmesinin de katkısı vardı bunda.Bugün, birinci Terim dönemine ait bazı benzerlikler gözlemliyorum. Arkadan gelen gençlerin yetenekleri ve gözlerinin yüksekte olması. Hakan ve Hasan Şaş’ın hem saha içindeki ustalıklarının, hem de takım üstündeki ‘ağabeylik’ rollerinin saygı görecek olgunluğa erişmesi. Tecrübeliler için UEFA Kupası’nın gerilerde kalması, en azından güzel ve iz bırakacak veda adına onların da yeni başarılara acıkması. Yeniden ‘ait olduğu’ Devler Ligi’ne katılabilme şansı nedeniyle taraftardaki diriliş belirtileri! Ve tüm Türkiye’nin, Sarı-Kırmızılı takıma, sokaklara döktüğü günlerdeki gibi yeniden sempati ile bakmaya başlaması, bugünkü kaynağı farklı da olsa!Bunlara ilaveten, bir artı değer de oluştu; Türkiye’deki rakiplerinin bugün kadro açısından çok güçlü duruma gelmesi ve bunun da, Avrupa’da verilecek sınavlarda Cim Bom’u ‘daha hazırlıklı ve dirençli’ hareket etmeye zorlayacak olması.O günden bugüne gelindiğinde görünen tek eksi, kulübün içinde bulunduğu borç batağı... Çözümü ancak uzun vadede olanaklı görünen bu durum, kadronun yeterince güçlendirilmesine engel olacaktır. Ancak camianın yönetime duyduğu güvensizlik, Adnan Polat’ın ‘şahin’ duruşuyla ‘şimdilik’ dondurulmuş gözüküyor, bu da bir artı puan...En önemli belirsizlik ise Terim-Gerets farkında... Tabii ki iki teknik adamı kıyaslamak mümkün değil, buna önce Terim’in apoletleri izin vermez. Bu sorunun aşılmasının tek yolu, Gerets’e ‘Terim’in felsefesinin aynı zamanda Galatasaray takımının felsefesi’ olduğunu anlatmaktır. Bu konuda da top ‘Şahin’de gibi görünüyor. Belki Avrupa’da yeni bir kupa ‘varolan şartlarda’ hayal gibi görünüyor olabilir, ama yeni bir başlangıç için hiç de değil... Önce, ikinci bir Tromsö amatörlüğü yaşanmadan Şampiyonlar Ligi’ne katılma hakkını kazanmak gerekiyor, sonrasında gönül en azından bir bir çeyrek final istiyor.

24 Mayıs 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şu son noktayı koyalım artık!‘’

Gelelim Canaydın ve yönetimlerinin yıllardır yaptığı yanlışa! Efendim, ezeli rekabetlerde herkes kendi üstün olduğu tarafı ön plana çıkartarak taraftarlarına moral aşılamaya, karşısındakileri de bunalıma sokmaya çalışır, bu normaldir. Farkındasınızdır; son yıllarda Fenerbahçe’nin en çok övündüğü konu, “taraftar sayısı ve popülarite olarak da Galatasaray’ın gerisine düştükleri kamuoyu araştırmalarıyla belgelendikten sonra” statları ve yaptıkları ‘sözde flaş’ transferleri.Parayla yapamayacağın nedir, dünya kulüpleriyle yarışıp derece kazanmak. Hem de en birincisinden... Öyle gümüş, bronz değil, som altından madalya ya da madalyaları boynuna takmak...Stadı dökülen, borç batağındaki Galatasaray, niçin ‘hala ve tek’ tüm prestijli uluslararası organizasyonlara davet ediliyor düşündünüz mü? İşte bu nedenle. Cim Bom’un aslanlar gibi iki altın madalyası var, Türkiyeli diğer takımlardan farklı olarak. Süper Lig’i kazanırsın gümüş alırsın, Türkiye Kupası’nı kaldırırsın bronzu hakedersin... Altın madalya için Avrupa’da şampiyon olman gerekir, uluslararası arenada geçerli kıstas budur. Bunu da başaran tek Türkiyeli; Galatasaray’dır. Olimpiyatlarda bile, sadece 1 altın madalya alanın, 30 gümüş, 20 bronz sahibinin üzerine yerleştirilmesinin gerekçesi budur. Hıncal hocanın dediği gibi, gerçek bu, gerisi laf-ı güzaf.***Peki bunda Canaydın’ın yanlışı nerede diyen çıkabilir. Sen elinde böyle bir mal varken, diğerlerinden farkın da ortadayken hem de, hala rakiplerinin seni çekmeye çalıştığı zifiri karanlığa gidiyorsan ve “sen şu kadar şampiyon oldun, ben bu kadar”, “ben seni 5-0 yendim, sen beni 1-0”, “Benim betonum daha çok ve sert, seninki 7 şiddetine dayanmaz” gibisinden abukluklarla uğraşıyorsan, değerini küçültüyorsun demektir. Bunu da Galatasaray’a yapmaya kimsenin hakkı yok. Galatasaray Storelar’da piyasaya sürülen tüm ürünlerde, “tabii ki 3 yıldızın da olacak ama” ön plana “Türkiye’nin tek Süper Kupa ve UEFA Kupası şampiyonu” ibaresini bulunduracaksın her zaman... Galatasaray adının geçtiği her yerde ve zeminde de... “Bir gün herkes Fenerbahçeli olacak” diyorlarsa “olmayacak duaya amin diyerek”, “Fenerbahçeliler dahil tüm Türkiye’yi sokağa döken tek kulüp” diye önlerine bu tabloyu sereceksin, başka söze gerek bırakmadan:TAKIM Altın Gümüş BronzGS 2 16 14FB 0 16 4BJK 0 10 6Neymiş efendim, gerisi laf-ı güzaf...

22 Mayıs 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Savaşı Erzik bitirir‘’

Çünkü başarılı bir yöneticinin, her geçen gün kendisine, kulübüne, sevdiklerine ve Türk futboluna böylesine zarar verir hale gelmesine gönlüm razı olmuyordu. Ve Aziz Başkan’ı bu duruma getirenler, zaman zaman isimleri değişse de danışman kisvesi altındaki yetersiz, küçük hesaplar peşinde koşan çıkarcılardır. Onlar, şu anda nemalanacakları yeni isimlerin ortaya çıkmasını pusuda bekliyorlar. Kimi kalemiyle, kimi zamanında Sarı-Lacivert forma altında topa vurmuşluğuyla, kimi ise ‘camianın nabzını iyi tutarım, şu kadar oyum’ var edasıyla!Bu kez 2001’deki gibi bir bahane üretip geri dönüşü yok gibi görünüyor Aziz Başkan’ın. Dönerse de tamamen biter zaten. Başkan’ın bir süre boşluğa düşeceği belli. Çünkü 8 yıl 3 aydır bütün mesaisini verdiği Fenerbahçe’si, artık yaşamında olmayacak eskisi gibi... İlk başlarda, “Yeni yönetime, yeni başkana her türlü yardımı yaparım, gerekirse transferlerde bile başrol oynarım” diyor ama, bakalım gelecek olanlar bunu isteyecek mi? Ya da niye paylaşsın ki koskoca Fenerbahçe Cumhuriyeti’nin liderlik pozisyonunu bir başkasıyla... Kaldı ki, kendisi paylaştı mı? Ancak yeni seçilecek isim Şenes Erzik gibi hazımlı, kariyerli, futbol ve yöneticilik bilgisi tartışılmaz biri olursa, o zaman işin rengi değişir. Ama Erzik’ten de kimse seçime girip yarışmasını beklemesin. Tek aday, tek liste şart.Şenes beyin şu şartlar altında alternatifi yok gibi gözüküyor. Ama pastayı yedirirler mi, o şüpheli işte! Ancak Erzik’in gerek bilgi ve görgüsünün Fenerbahçe’ye sağlayacağı avantajlar, gerekse kulüplerüstü duruşuyla varolan kavga ortamına uzatacağı zeytin dalı, ‘Türk futbolunun kaostan kurtuluşu’ açısından çok önemli. Kaldı ki, kavganın diğer tarafında yer alanların Erzik gibi bir kişiliğe yaklaşımı da çok daha kolay ve sıcak olacaktır. Ama bundan sonra her şeyi, yine Aziz Başkan’ın tavrı belirleyecek. Perde arkasında kalıp, öne bir piyon sürerse, ayrılma kararının hiç bir anlamı ve yararı olmaz. Ama birleştirici bir ismi işaret ederse, ‘bizim işaret ettiğimiz gibi’ gönüllerin başkanı olarak hep anılır.***Geçenlerde Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın Fanatik’i ziyareti sırasında, “Yazılarını sürekli, dikkatle takip ediyorum” dedi nezaket gereği... Ve şaka yollu da ekledi; “Ama benden hiç söz etmiyorsun.” Galatasaraylı duruşunuzdan bir sapma gördüğümde seve seve sayın başkan, lafı mı olur! Bu arada bir işveren olarak işçiniz olan futbolcularınız tarafından bile yaptıklarınızın hakkı teslim ediliyorsa, bu görüş doğrultusunda ‘şampiyonluk size hediye ediliyorsa’ bunun üzerine söz söylemeye gerek var mı? Kaldı ki siz de çok iyi bilirsiniz, ‘Ne anlatırsanız anlatın, anlattıklarınız karşınızdakinin anladığı kadardır’ sözü iletişimde geçerli en temel kuraldır. Sorun bende ya da sizde değil sayın Başkan!

20 Mayıs 2006, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gerçek şampiyon nasıl olunur?‘’

Öncelikle ‘spor yazarı’ maskesiyle aramıza sızıp amigoluk yapanların, hiç olmazsa bundan sonra saha içinden tribüne çıkmasını diliyorum. Haddim olmasa da, kalemini bir kulübün, grubun veya başkanın hizmetine sunanlara, geride bırakacakları bir soyadları olduğunu ve çocuklarının ömürleri boyunca o soyadını taşıyacağını hatırlatmak istiyorum.***Galatasaray taraftarı bu sezon sınıfta kalmıştır. Futbolcuların sezon boyu binbir zorlukla verdikleri alkışlanası mücadeleyi görmezden geldiler, tribünleri son bir kaç hafta dışında boş bıraktılar. Umarım o oyuncuların Denizli’deki sonucu saha içinde beklerken ortaya çıkan görüntülerini izlerken, küfrettikleri günleri de bir an olsun düşünmüşlerdir. Taraftarlık iyi gün dostluğu değil, tam tersi her zaman yanyana yürümektir, futbolcusuyla, yönetimiyle birlikte hareket etmektir. Sarı-Kırmızılılar, ürün satışlarından kombineye, tribün doluluğundan destek biçimine kadar her konuda nal toplamıştır.***Yönetim, bu sürpriz şampiyonluğun rehavetine kapılmamalı, kulübü bir an önce borç batağından çıkarmanın yollarını bulmalı, stadını yapmalı, en önemlisi de, ‘Galatasaraylılık duruşunu’ yeniden hayata geçirmelidir. Ali Sami Yen’de küfür ve her türlü şiddetin kökünü kazımak için eğitimden, güvenlik önlemlerine kadar her türlü girişimi hassasiyetle yerine getirmeli, buna önce verilen demeçlerin içeriğinden başlanmalıdır. Madem Türkiye’nin Batı’ya dönük yüzüdür Galatasaray, çıkışı bir eğitim kurumudur her fırsatta gururla söylenen, öyleyse buna uygun davranılması zorunluluktur. Sağduyulu Galatasaraylılar’ın tümü, ortadaki bu tablodan fazlasıyla rahatsızdır.***Kurucusu Ali Sami Yen’in, ‘Maksadımız ...’ diye başlayıp, ‘... Türk olmayan takımları yenmektir’ diye noktalanan sözünün işaret ettiği gibi, yurtiçindeki derecelerin araç, Avrupa’da başarıların ise amaç olduğu unutulmamalıdır. Camianın ‘ezeli rakiplerine terbiye sınırları aşılmadan’ bazı göndermelerde bulunması hoşgörülebilir, ancak kutlama yaparken ‘bir karşı tarafın’ olduğu asla gözardı edilmemelidir. Benim Galatasaraylılık’tan anladığım işte bu incelik, bu tevazu, bu zarafettir, sadece Sarı-Kırmızı renklere duyulan aşk ve geçici sportif başarılarla bir anlık tatmin değil.***Fenerbahçe Yönetimi’nin, ısrarla yaptığı hatalar sonucunda milyonlarca taraftarına ve şanlı tarihine yaşattıkları ibret olmalı. Galatasaray Yönetimi’ne sesleniyorum; siz siz olun, bir takımdan futbolcu alırken küçük hesaplar peşinde koşmayın. Bir başka kulüpten alacağınız oyuncu için bonservis bedeli ödemek zorunda olmasanız bile, bir genç oyuncunuzu karşılık beklemeden kiralık olarak verin. Böylece hem o kulüp eksiklerini bir nebze olsun gidermiş olur, hem de gelecek vaat eden oyuncunuz maç tecrübesi kazanır. Siz siz olun, mutluluğunuzu başka takımların mutsuzluğundan, zenginliğinizi başka takımların fakirliğinden sağlamaya kalkmayın, bu çark birlikte dönüyor, unutmayın. Siz siz olun, ne kadar başarılı olsanız olun, kibirli olmayın. Siz siz olun, genç kuşaklara doğru örnek olun. Hiçbir zaman kaybetmezsiniz, aksine daha da büyürsünüz.

17 Mayıs 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI