Arama

Popüler aramalar

‘’Ohh, ne güzel yorumculuk be!‘’

Çünkü Sarı-Kırmızılılar bu yarıda da topla buluşan her Sivaslı’ya anında bastı. Bazen bir, kritik bölgede 2-3 kişiyle hem de... Hiçbir rakip topu düzeltecek, hatta kafasını kaldıracak zaman bulamadı. Böyle olunca da ya top kaybı yapıldı veya kontrolsüz vuruşlarla akın şansı rakibe teslim edildi. Konuk takım 2. yarıda sadece son dakikada bir kez pozisyon bulurken, Galatasaray İliç, Arda ve Ümit’le ‘risksiz hamleler sonucu’ üç kez daha 4. gol şansını yakaladı. Sarı-Kırmızılılar’ın bu yarıda yapmadığı tek şey, sakatlıktan ve kart görmekten mümkün olduğunca uzak durmak ve skor yeterliliği nedeniyle 4.’ye ulaşmak amacıyla ekstra hareketlerde bulunmamaktı, o kadar... Futbolun bütünlüğü adına bu düşünceyi ‘oyunu rölantiye almak’ diye nitelendirmek, benim kitabımda yazmıyor.Kafayı attıktan sonra yazmak kolayArda’nın, Bordeaux maçında rakibine kafa atmasını pek çok kişi farklı değerlendirdi. Olay olup bittikten sonra konuşmak kolay. Bu hareketin doğruluğunu savunmak için insanın ruh hastası olması gerekir. Tartışılması gereken konu, hareketin kaynağı. 5 Ekim 2006 tarihli ‘Arda bu yükün altında ezilir’ başlıklı yazımda “Prekazi ve Hagi’den sonra böyle yetenekli bir isme büyük özlem duyan herkes Arda’ya öyle bir sarıldı, öyle bir misyon yüklendi ki, bu gencecik çocuk bu yükün altında ezilebilir. Bazıları Ronaldinho ve Maradona ile kıyaslamaya başladı bile. Oysa henüz dün bir, bugün iki. Onun en çok ihtiyacı olduğu şey, psikolojik bir destek. Ama öyle yöneticilerin, futbolcu ağabeylerinin sanal yaşamlarından verecekleri tavsiyeler değil sözünü ettiğim, “profesyonel bir destek” görüşünü dile getirmiştim. Formasını şortunun içine sokmasıyla aşılacak basitlikte bir sorun değil yani varolan!Hıncal Uluç’un kulakları çınlasın!Bir de şu maç sonrası yayınlanan istatistiklerden söz etmek istiyorum. Bu veriler doğrultusunda yorumlar yapılıyor çoğu zaman! Sadece son Galatasaray-Sivas maçından sonra 5 gazetede çıkanları bilginize sunuyorum. Ya bu iş Hıncal Uluç’un sürekli dile getirdiği gibi daha ciddi olarak yapılmalı ya da yorumlar bu verileri aşan bir emek sonrası yapılandırılmalı! Dikkat edin, ‘sana göre, bana göre’ kalemler değil bunlar. Herkese göre olması gereken somut hareketler, gözle görülür, elle tutulur türden yani!Gazeteler Şut Korner Faul OfsaytFanatik 16/12 7/4 26/16 0/4Milliyet 16/12 7/4 26/16 0/4Vatan 16/12 7/4 26/16 0/4Sabah 15/11 6/4 29/18 0/5Hürriyet 11/16 6/10 16/16 2/3

27 Kasım 2006, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Boş koltukların sesini dinleyin!‘’

İşler iyi gitmediği anlarda, aynı 90 dakika içinde Hasan Şaş’la Arda’nın dönerli bindirmeleri; İliç’in bazen forvet arkası, bazen ikinci forvet gömleğini giymesi, aksayan sağbek bölgesine Song’un kaydırılıp, Tolga’nın stoper olarak oyuna alınması, çift ön liberodan tek ön liberoya ya da tek ön liberodan çift ön liberoya geçiş yapılabilmesi gibi...***Rakibin iki uzun stoperi varsa, sıfıra inip bel hizasında ortalarla Ümit Karan’ı buluşturmaya çalışabilirsin... Ceza alanı önünde verkaçlarla pozisyon arayabilir, uzaktan şut denemeleri yapabilirsin. Olmuyorsa, iki kule ile savaşması için Hakan Şükür’ü oyuna sürer, alan boşaltmasından, indirdiği toplardan, oluşan karambollerden yararlanabilirsin. Rakip savunma kendi yarı sahasına yerleşmişse, arkasına atılacak uzun toplarla Hasan Kabze silahını kullanabilir; ceza alanına gömülmüşse Hakan Şükür’ü tek geçebilirsin. Arda ve Hasan Şaş gibi topla oynamayı seven/becerebilen isimleri kaleye yaklaştırıp penaltı kovalayabileceğin gibi, asistlerinden yararlanmak amacıyla göbeğe de kaydırabilirsin zaman zaman! Güçlü olsanız da, skoru korumaya yönelik hamleler de yapabilirsiniz pekala. Rakibin o 90 dakika içindeki güçlü yanlarını etkisiz hale getirmek için orta sahayı güçlendirir, savunmanızı duran toplarda dahi ileriye çıkartmaz, bununla da yetinmeyip önüne ikili-üçlü ön savunma bloğu oluşturabilirsiniz. Teknik adam ve futbolcular olarak bunların tümünü yapabilirsiniz. Ama her hamle, sonucu lehine çevirmese bile oyunun gidişatı bakımından bunu hissettirebilmelidir herkese. O zaman bir anlam taşır bunlar.***Ve hem adı, hem de hedefi büyük olan kulübün yöneticisi de, sıfır pozisyonla galip bitirilen Antalyaspor maçından sonra çıkıp ‘Kötü oynarken de kazanmak önemli’ abukluğunudillendirmemelidir. Çünkü durum çok ciddidir. Bu takım, Avrupa Fatihi adını da, varlığını da göze hoş gelen, hücum ağırlıklı futboluna borçludur. Bu nedenle Galatasaray’ın, ‘futbol adına her türlü güzellikten uzak, yıldızlarının kenarda oturtulduğu’ böylesine rezil 90 dakikalar yaşatmaya hakkı yoktur. Ali Sami Yen’deki ‘boş koltuklardan’ yükselen sese, yöneticisinden teknik adamına; oynamayanından oynayanına kadar tüm futbolcuların kulak verme zamanı gelmiştir! Dolu koltuklar sesini yükseltmeden!

20 Kasım 2006, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’‘Gün doğdu hep uyandık...'‘’

Türkiye’nin en anlamlı, sevdalı taraftarını, İnönü Stadı’nın tribünlerini dolduranlar oluşturmuştur diye düşünmüşümdür daima.Açtıkları pankartların, haykırdıkları tezahüratların, hep anlamlı bir yanı olmuştur çünkü. Hoşgörü üst düzeydedir, mütevazılık da... Duyarlılıkları ve aşkları mükemmele yakındır. Karşılıksızdır sevdaları, yine de bazen beklerler ki, sevgilileri değer bilsin! Biraz samimi, küçücük bir tebessüm yaratsın dudaklarda, onlara yeter. Ama sevgililerinden bunu bile göremedikleri zaman öyle tepki gösteriyorlar ki, Beşiktaş adına intiharla eşdeğer türden!Yine Sartre, “İntihar kaçış değil, reddediştir” der. Beşiktaşlılar da, kendileri dışındaki futbolun diğer aktörlerinin umursamaz tavırlarını kabul edemez ve bu yaklaşımı temelden reddederler bazen. Böylesine büyük sevmenin, böylesine de büyük aldatılmışlık hissine kapılma karşılığı olur sonuçta.***‘Gün oldu, hep uyandıkstatlara dayandık;Beşiktaş’ın uğruna dabayraklara dolandık’ diye bağırmaya başladıklarında ‘eyvah’ demek gerekir hep. Bu bir işarettir çünkü. İntihar öncesinde açığa çıkan öncü nitelikli bir haykırıştır, öyleyse eylem de yakındır! Çünkü 1980’lerden önce, hemen her gün Gündoğdu Marşı eşliğinde yürüyüşlere bizzat tanık oldum. Büyüsünü bilirim yakından!‘Gün doğdu hep uyandık Siperlere dayandık; Bağımsızlık uğruna da Al kanlara boyandık...’ diye başlanırdı ilkin... Kalabalıkları derinden etkileyen, başkaldırıya bir davetti bu. Ve ardından olaylar çıkardı, hem de aynı gösteriye katılan ama ‘farklı’ olanlar arasında! İnönü’deki sevdalılar gibi, sadece sevdalara zarar verilirdi! ***Beşiktaş tezahüratı ile devrimci marş arasındaki bu benzerliğe dikkat çekmek istedim! Hani Beşiktaş’ın geleneksel bir duruşu olduğundan söz ederim ya bazen... Sevdası büyük olan... Emeğin yanında yer alan... Haksızlığa, ihanete, gözünü karartıp isyan bayrağını açan... O bakımdan!Bir de tabii uyarı bakımından... Hariçten gazel okumak gibi algılanabilir bu sözlerim. Ama unutulmamalı ki, ‘sırf bu duruşu’ nedeniyle pek çok başka takımtaraftarının bir yanı da hep Beşiktaşlı’dır, en azından belli bir yaş grubunun... O nedenle Beşiktaş taraftarı, bu önemli ayrıntıyı bir an olsun bile unutmamalı, bazı değerler adına parçalanmamalı ve ‘pırlanta gibi kültürünü erozyona uğratan’ davranışlardan özenle uzak durmalıdır! Yenilgiler galibiyete, kaçan şampiyonluklar kazanılana dönüşür elbet, ama ya yitirilen Beşiktaşlılık değerleri ve kardeşler arasında ekilen nifak tohumları geri gelir mi sanıyorsunuz!

18 Kasım 2006, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çıkarın maskeleri!‘’

Televizyon başındakiler iyi dileklerini mırıldanır. Organizatörler, para musluklarını açar. Sonuçta çok özel bir durumdur söz konusu olan... Coşkudur, keyiftir, patlamadır, doruk noktasıdır. Herkese nasip olmaz; kırmak da, tanık olmak da...***Tabii bu bir kültür sorunudur da... Spora bakışı belirleyen, yaşamı olduğu gibi... Kıskanmamaktır, paçadan aşağıya çekmemektir, komplekslerden arınmaktır! Alt kültürlerin önemi yoktur, eksiklerin de; rekortmen doping yapmamışsa, insanlık suçu işlememişse tabii! Her kesimden sportmence bir tavır gerektirir. Tabii bunlar eğitimle elde edilir, zor yanı da budur zaten! Düzenin ‘ayrıcalıklar sağladığı’ bir okuldan mezun olmak, bir çeteye girmek ya da sağcılık/solculuk/müritlik, bir yerde yazıyor/konuşuyor olmak tek başına yetmez eğitimli sayılmak için! ***Ve sözünü ettiğim işte böyle bir olaya tanıklık etme şansı bugün ayağımıza kadar gelmiş durumda. Üstelik futbol adına çok az güzel şeyin yaşandığı söylenen bir sezonda. Sarı-Kırmızılı forma altında Süper Lig’de 216. golüne imza atan Hakan Şükür, rakip ağları 1 kez daha jhavalandırırsa Metin Oktay’ın rekorunu egale edecek. Bir gol sonrası ise Galatasaray tarihinde, bir alanda daha en üst basamağa rakipsiz çıkacak. Bu, olayın sadece Sarı-Kırmızı boyutu. Bir de Türkiye yanı var. Süper Lig’de oynadığı süre içinde 237 kez rakip kalecileri avladı Hakan. 3 gol daha atarsa, bu alanda 240 golü bulunan Tanju Çolak’a yetişecek. 4 gol atarsa, onu da sollayacak ve Türkiye’de kırılmamış rekor bırakmayacak. ***Peki biz ne yapıyoruz? Hakan’ı, bastonla yürüse bile sahaya iteceğimiz yerde, sağlamken mezara sokmak için uğraşıyoruz. Ne uğruna? Futbolun gerçekleri mi? ‘Aşmışlık’ maskesi altında yatan bir takım düşmanlığı/tapınması mı? Futbolculuk yaşamının son demlerini yaşadığını bilmek için zeka pırıltısının gerekmediği gün gibi ortada olan bir futbolcunun ardından, “Öyle büyük yazarım ki, onu ben bitirdim” deme akbabalığı mı? Ve işin traji-komik yanı, aynı kişilerin bir yabancının kırdığı rekoru anlatırken adeta orgazma ulaşmaları! Hadi Hakan’ın Metin Oktay’ın rekorunu kırması sadece Galatasaray’ı ilgilendirir diyelim. Türkiye Ligi’nin rekorunu kırmak da ilgisini çekmez, heyecanlandırmaz mı bu insanları? Ve bunlar nasıl spor aşığı?

17 Kasım 2006, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gazetecinin duracağı yer‘’

Yönetim ya da muhalefetle vıcık vıcık ilişkilere girmekten sakınmak, bunun ilk adımı olmalıdır. Ne yazık ki, içimizdeki bazıları birincil aidiyeti olarak gördükleri kulübün etkili isimleriyle ‘kanka’ gözükmeyi halt zannediyor. Ancak bu kişilerin ‘beslenme adı altında’, ‘içeriden bilgiler alıyorum’ övünmeleri külliyen aldatmaca ve yanılgıdır. Çünkü iktidar mücadelesi veren biri dışarıya bilgi aktarırken, sadece çıkarını düşünür, karşısındakini kullanır. Araştırmacı gazetecilikle, yönlendirilme/kullanma/çıkar sağlama apayrı şeylerdir! Bu tür kaynaklı bilgilerin ışığında yapılan ‘yorumlar’ın gerçeklerden uzak olması da işte bu nedenledir. Onun için bir düşünce ağızdan çıkmadan önce mutlaka sıkı bir akıl süzgecinden geçirilmelidir, tabii varsa, varsa da kullanılmak istenirse! * * *Özhan Canaydın’a karşı, ‘oy hakkı olmayan’ Galatasaraylılar’ın ‘çoğunlukla’ tavır aldığı ortada!Ama o ‘görüntüde’ Canaydın’ı sevmeyenler, yönetimsel açıdan neden karşı olduklarını ‘kabul edebilir gerekçelerle’ açıklayamıyor, ‘karşıtını’ ortaya koyamıyor. Kulübün, son 6-7 yıldır ve en az o kadar daha süreceği kesin olan, parasal açıdan sıkıntılı dönemden geçtiği gerçeği tüm çıplaklığı ile gözüküyor. Ancak bunun tüm acısını, bir başına Canaydın’dan çıkartmaya çalışmak insafsızlık oluyor? Tabii başkanın da hataları olmuştur, olacaktır da... Ama tıpkı eski yöneticiler ve bundan sonra seçilecekler kadar, bu unutulmamalıdır.* * *3-4 ay içerisinde Seyrantepe’deki stadın temeli atılacak. Riva Projesi’nin hayata geçirilmesi an meselesi. Florya’nın günümüz ekonomik değerlerince ele alınması gündemde. Borçlar, en azından yükseliş trendinden uzaklaşmaya başladı. İşte tam da böyle bir ‘güneşli’ döneme girilirken, ‘sahada göze hoş gelen, mücadeleci bir görüntü çizen’ futbol takımının puan cetvelindeki yerini bahane ederek başlatılan yıpratma politikasının altında yatan tek neden, kulübün bazı etkin isimlerinin ‘malı götürme’ kolaycılığı/uyanıklığıdır. Bu amaç doğrultusunda da düğmeye basılmıştır. Peki, içimizdeki bazılarının bu iktidar mücadelesine alet olması neden? Bir gazeteci olarak işte bunu anlamakta güçlük çekiyorum ben! Herhalde aklımın almadığı başka dolaplar dönüyor. Çünkü bir başına “Ben eleştiri görevimi yapıyorum” demek, bu tavırlarını açıklamaya yetmiyor! Ve böylesine bir kritik dönemde bu oyunu boşa çıkartmak, her zamanki gibi yine ‘sesini duyurabilen’ tribündeki taraftara düşüyor. Umutların yeniden yeşermesinin yolu, ‘bugün için’ yönetime, teknik kadroya ve takıma ‘tam destek’ vermekten geçiyor.

12 Kasım 2006, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Uysa da yazdım uymasa da...‘’

Öncelikle gündüz maçı olması bir handikap, çünkü büyüklerin tümü, naklen yayın politikaları nedeniyle yarasa haline getirildi! Üstelik yağışın ağırlaştıracağı, hatta bataklık haline getireceği bir zemin söz konusu Rize’de. Yani topu yerden oynamanın zorluğu ortada. Öyleyse, çarpışmaların daha çok havada gerçekleşmesini beklemek ve hazırlıkları buna göre yapmak hayalcilik olmaz.Şükür’süz başlamak intihardırTam da Hakan Şükür’lük bir 90 dakika gibi gözüküyor. Bu durumda onu destekleyecek etkili orta yapabilen iki kanat oyuncusu; Hasan Şaş ve Ayhan Akman biçilmiş kaftan olur. Top Galatasaray’dayken emniyet sübabı olarak göbekte İnamoto tek kalır, forvet arkasında hücumlara Arda-Iliç ikilisi destek olur, kanatlardan Hasan ve Ayhan’a ilaveten... Hamle sırası rakibe geçtiğinde ise Ayhan göbeği kapatmak için Inamoto’nun yanına yaklaşıp çift ön liberoya dönülür, Arda ve Hasan da kanatlara binecek savunma yükünü hafifletmek amacıyla elinden gelen çabayı gösterir. Hücumda 4-3-2-1 görüntüsü altında 5’li bir saldırı timi, savunurken ise Iliç’in de topla kalesi arasına geçip, Hakan Şükür’ün tek forvet bırakıldığı 4-4-1-1... Iliç verimsiz kalırsa ya da tükendiğinde, hazır kıta olarak Necati sürülebilir sahaya, aynı durum Hakan Şükür için de söz konusu olabilir. Hiç fena görünmüyor, kulağa hoş geliyor doğrusu. Tabii tümü kağıt üzerinde!Sabri’nin yerine neden Song olmasın?Sabri’nin yokluğunda sağ bekte Cihan oynayacak gibi görünüyor. Gerets, Song’u bu kanada çekip, göbeği Tomas-Tolga ile oluşturur mu, cesaret ve özgür irade gerektiren bir hamle, o nedenle zor gibi! Ama dedik ya, zeminin ağırlığı gereği yüksek topların belirleyeceği bir 90 dakika söz konusu olan, buna göre düşünmek gerekir. Song-Tomas-Tolga-Orhan Ak, hepsi de hava topu hakimiyeti olan savunmacılar. Böylesine olumsuz şartlarda iyi bir hamle olarak düşünülebilir. Bu arada her Türk takımının zaafı olan savunmanın arkasına atılan toplara bu maçta daha da dikkat etmesi gerekir Galatasaray’ın. Rize’nin en etkili ismi kuşkusuz Altan. Topla buluştuğunda direkt rakibin üzerine giden ve savunmaların dengesini bozan Altan’ın, olumsuz saha şartları nedeniyle bu özelliğini etkili kullanabilmesi olanaklı görünmüyor. Yine de topla rahat buluşmasını ve yüzünü kaleye dönmesini önlemekte yarar var. Atacağı uzun kontra toplara da dikkat. Tabii bunlar da kağıt üzerinde!

05 Kasım 2006, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Patlayan forvet üstü az kuru!‘’

Sistemi, stadı, taraftarının davranış biçimi, futbolcuların fizik kondisyonu, bireysel ve takım savunma anlayışı, birlikte hareket etme otomatiği, kulübün mali portresi, dolayısıyla sezon öncesi transfer yapabilme sıradanlığı (!), doğru hedef belirleme vs, vs... Herkes elini vicdanına koysun ve iki takımı bu kıstaslarla değerlendirsin. Sizce, kuralar çekildiği sırada ‘PSV, Galatasaray’dan iyi bir ekip değil’ görüşünü savunanların, 2 maçın ardından hâlâ bunda ısrar etmesinin altında ‘Çapanoğlu’ aramam, paranoyak olduğumu mu gösterir?Zihin açıcı bir kaç soruGalatasaray’ın, kadro yapısı nedeniyle hücum ağırlıklı oynaması gerektiğinin altını defalarca çizdim. Savunma yapmayı ‘zül’ gören bir felsefenin ürünü bireylerden oluşan takımdan sistemli hareket etmesi beklenemez çünkü. Bu da o kadar kolay öğrenilen bir şey değil ayrıca. Ama bir takım, hiç olmazsa sahip olduğu en güçlü yanını kullanarak rakibini tuzağa düşürme akıllılığını gösterebilir. Ne demek istediğimi, Farfan örneğini verip ‘patlayan forvet’ sakızını çiğneyenlerin de zihnini açacak sorularla anlatayım;Soru 1: Yaklaşık 20 yıl önce Beşiktaş’a kiralık gelen Les Ferdinand patlayan bir forvet tipi değil miydi?Soru 2: 80’lerdeki futbol anlayışı ve forvet tercihi ile bugünkü arasında ne gibi benzerlik/farklılık kurulabilir? Soru 3: Bu örnek ışığında, ‘patlayan forvet günümüz futbolunun gereğidir’ denebilir mi? ‘Yoksa bu tür forvetlere her zaman ihtiyaç duyulur, ama çok özel oldukları için ender rastlanır?’ mı demek doğrudur?Soru 4: Ümit ve Necati patlayan forvet midir ki, Hakan Şükür kenarda oturtulur? Yoksa Hakan da özel bir forvet tipi midir, onun gibisi de her takımda bulunmaz, tıpkı Ferdinand gibi!Ağzına sağlık Sayın Başkan!Gelelim Başkan Canaydın’ın “10 numara eksiğimiz var, ama dünyada bu tür oyuncular az ve pahalı” itirafına... Aylardır “Bırakın ön liberoyu da, 10 numara özellikli birini bulun” diye yırtınan ve bunun gerekçelerini sıralayan biri olarak mutluyum. Türkiye’nin en büyük kulübünü yöneten Canaydın’ın ve takımın patronu Gerets’in doğru saptamalar yapmasını görmek beni rahatlattı! Tahmin ettiğim gibi, tek neden parasızlıkmış! Bu günler nasılsa geçecek ve iyi bir 10 numara yeniden Sarı-Kırmızılı renklere katılacaktır. Ama o günler gelene kadar Arda, Oğuz, hatta Carrusca’ya sarılmakta yarar var.Sözün özü; son şampiyonlukla yeniden yapılanma yolunda hatırı sayılır kredi kazanan Galatasaray, çizdiği yanlış yol haritasının bedelini ödemektetir bugün. Geçiş dönemleri her zaman sancılıdır ve öyle de olacaktır. Bu sezon bu tren kaçırılmıştır, ancak bir ‘rönesans’ yaşanmadan aydınlık günler hayaldir!

03 Kasım 2006, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Top muzip bir günündeydi!‘’

16 ve 25. dakikalarda ‘solak’ Carrusca’nın sağına yanak uzatan top, 40. dakikada ‘sağlak’ Iliç’in soluna düştü tüm tahammül sınırlarını zorlarcasına! Dalgacı, hiç bir kalecinin kurtaramayacağı Ümit’in 20. dakikadaki vuruşunda üst direğe yönelerek tribünlerde adrenalin patlamasına neden olurken, 69’da oyuna henüz girmiş olan ve depar atarak ceza alanına zor yetişen Hakan Şükür’ün kafasını okşadı, ‘Sen eleştiri adı altında yapılan temelsiz saçmalamalara kulak asma, herkes daha bir kaç yıl seninle bir arada yaşamayı hazmedecek Kral’ dercesine! Orhan Veli’nin ‘Ne halt edeceğimi bilmem’ diyen Dalgacı Mahmut’tuydu top, aslında bal gibi ne halt edeceğini biliyordu! Uzatmaların son saniyesinde Okan’ın vuruşunda bunu gösterdi de... Sezonun en güzel futbolunu oynayan Galatasaray’a hakkını teslim etti, aksi eşek şakası olurdu!Bu maçın şifresini doğru okumak gerekir1- Yönetim, Sami Yen gerçeğini yeniden masaya yatırmalı, ne pahasına olursa olsun takımı vetaraftarlarını bu futbol mabedinden mahrum bırakmamalı.2- Çift ön libero-tek forvet tercihi, Gençlerbirliği gibi ligin en dirençli ve hücuma çok çabuk kalkabilen bir rakip karşısında doğruydu. Ancak bu tercih Allah kelamı değil. Her maçın zorluk derecesi, rakibe ve amaca göre farklı olacaktır. Gerektiğine tek ön libero-çift santrfor da oynayacaktır bu takım.3- Hakan Şükür de bazen Santillana gibi son bölümde oyuna girecek, çoğu maçta ilk 11’de soyunacaktır. Carrusca’da ısrar sürmeli, ama daha zamana ihtiyacı olduğu da bir gerçek.4- Kadronun kaliteli ve çok yönlü oyunculardan oluştuğu belgelendi. Carrusca ve Arda’nın yer değiştirmeleri, ilk 11 için oyuncu tercihlerinin her maçta farklılık gösterebilme lüksü, aynı 90 dakika içinde oyun planı ve sistem değişikliği yapabilmek ayrıcalığı Galatasaray için ne kadar avantaj ise, rakip için o oranda ‘çok bilinmeyenli’ denklem anlamını taşır.5- En önemli olumlu gelişme savunma kurgusundaydı. Futbolcular, hamle şansı rakibe geçtiğinde süratle-takım halinde topla kale arasına girdi. Ayhan ile İnamoto, orta sahada inanılmaz baskı uyguladı. Tomas ile Song, ilk toplara etkili müdahale ederek rakibin süratli ve güçlü isimlerinin yüzlerini kaleye dönmelerini engelledi. Kanatlar da yardıma gelince, Gençlerbirliği gibi üst düzey bir takımının bulduğu şans sayısı, son saniyedeki panik pozisyonu dahil 1,5’ta kaldı!

30 Ekim 2006, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI