Arama

Popüler aramalar

‘’Satıldık ey halkım!‘’

Açın televizyonları bakın; büyük yorumculara(!) göre bu ülkede satılmamış adam yok! O halde bırakın Ankaragücü Asbaşkanı da konuşsun. Çünkü böyle başa böyle...

Leo Franco, Murat Şahin ve İvesa’yı satın almış Fenerbahçe... Tıpkı daha önce Mondragon’u, Hasagiç’i satın aldığı gibi!
Bobo bilerek atmamış penaltıyı! Çünkü arkadaşı Alex’miş!
Keita bile bile atmamış Bursaspor kalesine golü! Hatta sonlara doğru demiş ki kendi kendine; “Galatasaray şampiyon olmuyorsa, Fenerbahçe de olmasın!” Vurmuş kafayı kendi kalesine, ama talihsizlik bu ya, gol olmamış!
Aziz Yıldırım, Bizans oyunları yapıyormuş, bütün hakemleri bağlıyormuş! Ankaragücü maçına da istediği şekilde ‘çapsız bir hakem’ ayarlayacakmış!
Trabzonspor, kendisinden başka bir Anadolu takımı şampiyon olmasın diye, son maçta Fenerbahçe’yi zorlamayacakmış!
Abdullah Avcı, bir gün Galatasaray’a gitmeyi arzuladığı için, bütün büyükleri dize getiren Belediye, Galatasaray’a hep kaybediyormuş!
Şenol Güneş bir ‘efsane’ değilmiş. Çünkü bir tane bile Avrupa takımıyla oynamadan Dünya Üçüncüsü yapmış Türkiye’yi. Bu normalmiş!
Mourinho hoca değilmiş, Fatih Terim de öyle!
Alex futbolcu değilmiş.
Kayserisporlu Shawky, Bursaspor’a vermiş maçı! Ömer Şişmanoğlu da bilerek oynamamış.
Hüseyin Göçek, Beşiktaş’ı doğramak için atanmış!
Bünyamin Gezer; Fenerbahçe’nin kadrolu hakemiymiş!
Çarşı küfüre karşıymış!
Aziz Yıldırım’la kanka olan Levent Kızıl, Bursaspor’a çalışıyormuş!
***
Yukarıdaki iddialar bana ait değil. Hepsi, büyük televizyonlarda program yapan büyük yorumcuların(!) sözleri.
Şimdi Ankaragücü Asbaşkanı Ayhan Atalay’ı konuşuyor aynı büyük yorumcular(!)... Nereden çıkmış bu adam, kim susturacakmış!
Kusura bakmayın, böyle başa...

04 Mayıs 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aslan yattı mı!‘’

Maçı en çok isteyen adam, az kalsın 89’da kendi kalesine atıyordu. Allah korudu! Yoksa o andan itibaren Türkiye’yi o aptal soru esir alacaktı: “Galatasaray, Bursaspor’a yattı mı?”

Maçı çok istedi Keita... Geldiği günden beri hiç bu kadar mücadele ettiğine şahit olmamıştım. 90 dakika çalışan, Neill atıldıktan 1 dakika sonra Zapo’yu kızartan ve iki kaleciden sonra sahanın en başarılı ismi olan bu adam, 89’da az kalsın kendi kalesine gol atıyordu. Allah korudu! Yoksa pazar gecesi 20.45’ten itibaren Türkiye’de her kahvede, her meyhanede, okulda, parkta ve hastanede maalesef o aptal soru sorulmaya devam edecekti: “Galatasaray, Bursaspor’a yattı mı?”

Ayıp, yazık, günah...
Galatasaray Kulübü’nden bahsediyorsunuz beyefendiler; 105 yıllık onurlu bir geçmişten... Bu kadar küçük hesaplarla uğraşmayın artık, çünkü bu camialar sizin aklınızın alamayacağı kadar büyük. Kafanızı daha fazla karıştırmadan bitirelim bu konuyu kısaca:
Susun artık!
***
Denizlispor’u en sonunda küme düşürdü bu zihniyet! Kaç yıldır direkten dönüyorlardı, bu kez tutunamadılar. Şimdi göreceğiz, kimler gidecek kulüpten, kimler kalacak? Ve yıllar önce, “Fenerbahçe maçından sonra dönen dolapları açıklayacağım. Konuşursam yer yerinden oynar. Ortalıkta dolaşan çantaların haddi hesabı yok” diyen Başkan Ali İpek bakalım ne zaman konuşacak?

Ya şimdi ya da hiç bir zaman Başkan!
***
Es geçmek olmaz. Son sözümüz Çarşı’ya: Yetimlerin gülmesi için çalıştınız, nükleler santrallere karşı çıktınız, Çernobil’den dem vurup ‘Karadenizliler ölmesin’ diye haykırdınız, ihtiyarları unutmadınız, her sosyal projede yer aldınız. Biz sizi böyle bildik. Böyle bildiğimiz için de cumartesi sendeledik!

Yakıştı mı?

27 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Arda'yı gönderin‘’

Kolay değil Türkiye’de Arda Turan olmak. Gençsin, paran pulun var, Galatasaray’da kaptansın ve Türk Futbolu’nun geleceği olarak akıllara kazınmışsın. Her maçta sen varsın, her açılışa seni götürüyorlar ve her gittiğin yerde kameralar, mikrofonlar...

4 yıl öncesinde aylık 400 Lira kazanıyorsun. Şimdi 1 yılda hesabına yatan para 2 milyon Euro... Kolay değil...

4 yıl önce PAF takımında oynadığın Galatasaray adlı devin şu an sahadaki kaptanısın. Kolay değil...

2004-2005 sezonunda Süper Lig’de sadece 1 maç... 2005-2006’da Manisaspor’da 15 maç... 2006-07’de 26, 2007-08’de 30, 2008-09’da 29 maç Galatasaray’da... Ve sonrasında Galatasaray’da kaptan... Kolay değil...

Bu sezon Galatasaray’da 18, milli takımda 3 maç... 16 Temmuz’dan bu yana tam 21 resmi maç... Herkes rotasyona girerken o hep sahada...

Herkes evinde uyurken o hep açılışta... Kolay değil... Şaşkına döndü...

Bir futbol maçına ‘Polat Alemdar’ gibi takım elbiseyle giderken, resmi bir açılışta olabildiğince spor bir kıyafetle görüntülendi. Gecesi gündüzüne karışmıştı, şaşırmıştı çünkü...

Kaptan yaptılar, onurlandırdılar. Buna kabul, ama farkında olmadan üzerindeki yükü katladılar. Şimdi nereye gitse, Galatasaray Kaptanı gibi davranmak zorunda; yani durgun, yani olgun, hep ağırbaşlı ve kocaman adam gibi yani... Fakat unuttular, o henüz 22 yaşında... Bir yatın güvertesinde kız arkadaşıyla hiç çekinmeden öpüşebileceği, izin gününde bir gece kulübünde sabaha kadar çılgınca eğlenebileceği yaş bu oysa ki... Çünkü Arda bir daha asla 22 yaşında olmayacak.

Arda sadece Galatasaraylılar için değil Türkiye için bir değer... Artık her yaptığı, hepimizi ilgilendiriyor yani.. Ve onun adına maalesef ki şu andan itibaren buradan geriye dönüş yok. İşte bu nedenle bir şey yapmalı...

Görev öncelikle Başkan Adnan Polat, sonrasında Teknik Direktör Rijkaard ve elbette son olarak da Arda’nın kendisinde...

Bakın; Wolfsburg Yönetimi, hayatında bazı zorluklar yaşayan ve Beşiktaş maçında gördüğü kırmızı kart nedeniyle ciddi bir bunalıma giren Grafite’ye 1 hafta izin vermiş. Demişler ki; “Git, kafanı dağıt, dinlen ve gel...” Bu arada Hertha Berlin ile 0-0 berabere kaldılar. 2 puanı kaybettiler, ama belki de sadece 2 puan karşılığında Grafite’yi yeniden kazanacaklar. Siz de gönderin Arda’yı, gitsin kimsenin bilmediği bir yere. 22 yaşında olmanın keyfine varsın, dönsün. Belki 2 puan kaybedersiniz, belki daha fazlasını, ama Arda’yı yeniden kazanmaya değmez mi sizce? Çünkü büyük bir değer kayıp gidiyor elimizden ve farkına bile varamıyoruz.

Sayın Adnan Polat göreve; çünkü Necip Fazıl’ın dediği gibi: “Ya çaresizsiniz ya da çareSİZsiniz...”

NOT: Bu yazı, tam 186 gün önce, yani 28 Ekim 2009’da Fanatik’te manşetten yayınlanmıştır. Yorum sizin...

23 Nisan 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’By by blc!‘’

* Bye Bye Bilica
Son günlerin modası ya, o yüzden kısa mesaj çekiyoruz... Tomas’ı formasını yere attığı, Kazım’ı alemlere daldığı için gönderen Sayın Aziz Yıldırım; doğruda istikrar adına, Bilica’yı da yolla!

Fenerbahçe, Beşiktaş, Galatasaray ve Trabzonspor’a büyük denmesinin sebebi, sadece müzesine götürdükleri şampiyonluk kupaları değildir. Öyle olsaydı eğer; 25 yıldır ligde zirveyi göremeyen Trabzonspor da, 26 yıldır Türkiye Kupası’nı kazanamayan Fenerbahçe de büyüklüklerinden kaybederdi. 13 sezon (14 yıl) üst üste şampiyonluk göremeyen Galatasaray da düşerdi bu klasmandan. 14 sezon 15 yıl şampiyonluk hasreti çeken Beşiktaş da...

Kazın ayağı öyle değil ama... Bu kulüpleri büyük yapan başka değerler var.
Neler mi?
***
Taraftarları var mesela...
Kadıköy’de kaybeden takımlarını Ümraniye’de şampiyon gibi karşılayan Beşiktaş taraftarları gibi...

14 yıl şampiyonluk görmemesine karşın, gözleri halen Sarı-Kırmızı’dan başka renk görmeyen Galatasaray taraftarları gibi...

“Bize her yer Trabzon” diyen ve Türkiye’nin her il, ilçe ve hatta köyünde, hayatında hiç Trabzon’a gitmemiş ama

o takımı tutan Trabzonspor taraftarları gibi...
Denizli’de son dakikada kaybedilen şampiyonluğun yarattığı travmaya aldırmayıp, 1 gün sonra Fenerium’a tarihi ciroyu yaptıran Fenerbahçe taraftarı gibi...
***
Yazılı olmayan kuralları var mesela...
Bu camiaların sporcuları bu kurallara uymak zorunda...
Pascal Nouma’yı neden gönderdi Beşiktaş?
Cassio Lincoln’ü neden yolladı Galatasaray?
Gökdeniz neden artık Trabzon’da değil?
Ve neden kovdu Tomas’ı Fenerbahçe?
Kazım Kazım neden Toulouse’da?
Hepsinin ortak yanıtı şu: Yakışmayanı yaptılar.
O halde söylenecek tek söz var: Güle güle Fabio Bilica!

20 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kamplaşma‘’

Sorun ‘kamp’ mı ‘kamplaşma’ mı Galatasaray’da? ‘Rijkaard devrimi’ni bir kalemde silip atanlar suçsuz mu? Nonda’yı Arda mı yolladı? Kongreyi Jo mu yaptı?

“Rijkaard’ı getirmemiz bile devrimdir” demişti Adnan Polat... Evet, devrimdi, ama Galatasaray Yönetimi devrimin yanında yürümedi, karşısında dikildi. Çünkü bir devrimse bu, devrimin ana öğesi Rijkaard’dı ve doğal olarak kuralları o belirleyecekti.

11 Nisan 2010’da ‘Rijkaard devrimi’ne ilk veto geldi. Diyarbakır maçı öncesi, Galatasaray zorla kampa sokuldu. Rijkaard ‘gerek yok’ diyordu, yönetim ‘sen bilmezsin, gerek var’ demeye getirdi. Oysa ki Galatasaray, Rijkaard döneminde Sami Yen’de 26 maç oynamış; 20 galibiyet, 4 beraberlik, 2 mağlubiyet almış. 68 gol atmış, 20 gol yemiş. Sadece Fenerbahçe ve Atletico Madrid’e yenilmiş. O Fenerbahçe ligde şampiyonluğun en büyük favorilerinden, o Atletico ise Avrupa Kupası’nın yarı finalistlerinden hâlâ... Aynı Galatasaray, aynı dönemde deplasmanda 24 maç oynamış; 10 galibiyet, 7 beraberlik, 7 yenilgi almış.

Kampa girmedikleri Sami Yen’deki maçlarda darmadağın etmişler rakiplerini... Mecburen otel odasına hapsoldukları deplasmanlarda ise perişan olmuşlar. Gerçek bu! Peki sorun ne? Sorun ‘kamp’ mı, ‘kamplaşma’ mı? Veya...

Sivas dönüşü, Fenerbahçe derbisi sonrası ‘alem’ yaptığı mahalli gazetelerde bile yazılan Jo’nun birkaç koltuk arkasına ‘amigolar’ı oturtanlar suçsuz mu?
İlk yarıda 25 maçta 16 gol atıp 1 asist yapan Nonda’yı gönderip, yerine Santos (14 maç, gol yok, 3 asist) ve Jo’yu (12 maç, 3 gol, 2 asist) getirenler suçsuz mu?

Gencecik bir yıldızın omzuna ‘kaptanlık’ denilen o ağır yükü yükleyenlerin, onu ‘Metin Oktay’a benzetip ‘Messi’ ile kıyaslarken, hayatını alt üst edenlerin suçu yok mu?
Nonda’yı Arda mı yolladı? Kongreyi Jo mu yaptı? Rijkaard’ın kurallarını Santos mu yıktı?
Suçlu kim!

NOT: Bilmek isterseniz; El Clasico öncesi ne Real Madrid ne de Barcelona kampa girdi.

14 Nisan 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kayıp ilanı!‘’

Merkez Hakem Komitesi Başkanı Oğuz Sarvan kaybolmuştur. Kendisini görenlerin acilen Futbol Federasyonu’na bilgi vermesini rica ederiz!

Rıza Çalımbay, “Selçuk Dereli’nin yönettiği bir maçta Eskişehirspor’un maç kazanma şansı sıfır” dedi. Sadri Şener, “Mustafa Kamil Abitoğlu’nu maçlarımızda görmek istemiyoruz” dedi. Aziz Yıldırım, “Oğuz Sarvan nerede? Neden konuşmuyor?”; Adnan Polat, “Susuyorsak efendiliğimizden” dedi. Ertuğrul Sağlam hemen her maç beğenmediği hakem kararları sonrası gösterdiği tepkilerle ekranlarda. Tolunay Kafkas, biraz daha sıcak temas kuruyor! Çetin Sümer, “Oğuz Sarvan denen yaratığa Diyarbakır’ın hakkını yedirtmem” dedi.

Emin olun, Beşiktaş da şikayetçi olmuştur hakemlerden, Denizlispor da; Yılmaz Vural da isyan bayrağı açmıştır Merkez Hakem Kurulu’na, Mesut Bakkal da.
***
Bir gün Fırat Aydınus vuruluyor, diğer gün Cüneyt Çakır... Bir gün Yunus Yıldırım yerin dibine sokuluyor, diğer gün Abdullah Yılmaz. Mesele ‘Onlar da insan’ saflığında çözülecek kadar basit değil. Çünkü 400 milyon Dolar’lık son ihalenin ardından, gönül işleri bitmiştir futbol dünyasında! Sportif yönü kadar ekonomik yönü de vardır futbolun. İşte bu nedenle profesyonel olmak şart. Kurumsal olmak şart. Karşılıklı oturmak, tartışmak, sorunları konuşarak aşmak şart.
***
Aziz Yıldırım, “Telefonlarımıza çıkmıyor” diyor. Çetin Sümer, “Mesaj attım, Diyarbakırspor Başkanı olduğumu yazdım, dönmedi” diyor. Oğuz Sarvan ise bilmediği numaraları açmadığını söylüyor.
Karşılıklı oturmak için iki taraf şart! Tartışmak için, konuşmak için muhatap şart! Bir taraf hep var, diğeri hep yok. Bu şartlarda çözüme varılmaz. Artık görev Mahmut Özgener’in, çünkü bu saatten sonra Oğuz Sarvan’la olmaz.

06 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Derbinin adamları‘’

Selçuk attı, Fenerbahçe kazandı... Arda atabilir, Galatasaray da kazanabilirdi... Bırakın siz bunları şimdi ve şu soruya yanıt verin: Dursun ve Erdal’ı tanıyor musunuz?

Selçuk attı, Fenerbahçe kazandı. Daha önce onlarca kez olduğu gibi. Arda Turan atabilir, Galatasaray da kazanabilirdi, daha önce onlarca kez olduğu gibi. Ben sizlere iki isimden bahsedeceğim şimdi ve eminim ki onları tanımıyorsunuz. Oysa ki Ali Sami Yen’de tarihi bu adamlar yazdı, hem de altın harflerle, bir daha silinmemek üzere...

Dursun Çetin ve Erdal Kurt’u bilir misiniz? Onlar, Arda’dan da, Alex’ten de önemli bir iş yaptılar. Onlar, sahaya çıkan Fenerbahçe futbol takımının 12 ve 13. adamlarıydı. Görevleri ise “Sayın Özhan Canaydın’ı saygıyla anıyoruz” yazılı pankartın yere düşmesini engellemekti... Futbolcular bıraktığında pankartı onlar taşıdılar.

Kişisel hırsların, öfkenin, kavganın kol gezdiği, insan onurunun ayaklar altına alındığı şu günlerde, en büyük rakiplerinin başkanının onuruna saygı gösterdiler.

Fenerbahçe kazandı; Galatasaray da kazanabilirdi. Daha önce onlarca kez olduğu gibi. Hepimiz için normal değil mi bu? Normal olmayan Dursun ile Erdal’ın yaptığı...

Maçtan önce Daum ile Alex’ten sonra konuşan ve “Arkadaşlar, bu pankartı yere bırakmak yok” diyen adam kim peki? Volkan... Hani o maçın sonunda poposuyla top tutan! Volkan kendisi karar verecek, hangisi olacağına... Ve şunu bilecek, rakibine saygı duymazsan, saygı göremezsin.

Ne Volkan’ın poposu, ne de Alex’in ensenine su şişesi (plastiktir) isabet ettiren gerizekalı keyfimi kaçırabilir bugün. Çünkü ben Dursun ve Erdal’ın yazdığı tarihi okumaya devam edeceğim. Öyle ya, ne demiş şair; “Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey...”

30 Mart 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sarı-Kırmızı bir hayat‘’

İlk tanıştığımız günü dün gibi hatırlıyorum. Haldun Üstünel ile birlikte gelmişti gazetemize. Necil Ülgen isim isim tanıtıyordu bizi, Özhan Başkan da isim isim soruyordu: “Hangi takımı tutuyor?”

Bakışları delip geçiyordu gözlerinizin içini, içimden “İşimiz var” diyordum! Öyle de olmuştu.

Bu tanışma faslından sonra düzenli toplantılarımız gerçekleşmeye başladı! Yanında Haldun Üstünel, kolunun altında ‘kara kaplı defteri’yle geliyordu ortalama 2 ayda bir.

‘Beyaz not kağıdı’yla işaretlediği sayfalarda sorun yoktu! Çünkü onlar ‘küçük şikayetler’di. Ardından gelen ‘sarı not kağıdı’yla işaretli sayfalarda şikayetin dozu büyüyordu. ‘Kırmızı not kağıdı’yla işaretli sayfalara geldiğinde ise gözlüklerinin üzerinden bakarak, “Necilciğim, bu haberlerin yapılma nedenini öğrenebilir miyim” diye soruyor, Necil abi de bizden açıklama istiyordu. Açıklıyorduk, ama tatmin olmuyordu! Zaten olmayacağını biliyorduk, fakat buna karşın ona hiç kızmıyorduk. Samimiydi çünkü, kırıcı değildi, otoriter olduğu kadar nazikti.

Doktor yasaklamıştı sigarayı, ama yasaklar onun için de bozulmak içindi! Beyaz sayfalarda az sigara içerdi, sarıda çok, kırmızıda söndürmezdi. Kent’i bittiğinde, masadaki diğer sigaralardan birine uzanırdı ve “Aramızda kalsın, evden bir paket alıp çıkıyorum, o kadar içtiğimi zannediyor bizimkiler” derdi.

Attığı her adımda Galatasaray vardı, içtiği her sigarada, ağzına götürdüğü her lokmada. En çok üzüldüğü konu, liseli-lisesiz tartışmalarıydı. Liseli-lisesiz laflarını duyduğu anda irkiliyordu ve kurduğu her cümlede özenle ilk kelimeyi hep aynı seçiyordu: “Galatasaray...”

Yaklaşık 1 ay önce Bursa’da oğlu Murat ile oturma fırsatı bulduk. “Onu siz de benim kadar tanıyorsunuz! Çünkü sonuçta Galatasaray ile ilgili haberleri siz yapıyorsunuz” demişti Murat Canaydın. Bir insanın bu denli bir tutkusu nasıl olabilir, diye düşünmüştüm o an. Olamaz, diye de noktayı koymuştum! Ama oluyormuş işte.

Ne liseliyim ne alaylı ne de Galatasaraylı. Ancak bir şeyler yazmalıydım arkasından. İyi adam, güzel adam demeyeceğim. Dünyadaki bütün zıt kutupların biraraya gelebildiği Mudanya’daki o cenaze töreni, aslında her şeyin özetiydi.

Benim derdim başka! Yeter ki vaktimiz gelip de gittiğimizde yanına, ‘kırmızı not kağıtları’yla karşılamasın bizi Özhan Başkan!

25 Mart 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI