Arama

Popüler aramalar

‘’Galatasaray forması!‘’

Tarih 18 Ağustos 2010... Henüz ligin ilk haftası oynanmış. Başlığımız ‘Hayır Rijkaard’ ve bakın neler yazmışız:

“Evlenirsin, istediğini çağırırsın törene, istediğini çağırmazsın; bu bizi hiç ilgilendirmez.
İstersen ‘alemci Jo’yu aldırırsın Galatasaray’a, istersen ‘golün tanımını unutan forvet Dos Santos’u; hadi bu da ilgilendirmesin bizi!

Süper Lig’deki 17 takım sezona hazırlanırken, sımsıcak güneşin altında yanmaya devam edersin, ‘onun da kendine göre bir programı var demek ki’ diye düşünür, eleştirmeden bekleriz.

Fakaaat...

Sezonun ilk maçında takımın 46. dakikada tel tel dökülmeye başlarsa..

Koskoca Galatasaray’ı geçen sezon küme düşmekten kurtulan Sivasspor karşısına santrforsuz çıkartırsan...

İki santrforun Baros ve Batdal’ı oyuna alırken, elindeki en yaratıcı oyuncu Arda Turan’ı kulübeye çekersen..

O zaman biz de sana şunu sorarız: Sen Galatasaray ile dalga mı geçiyorsun Sayın Frank Rijkaard?”

O günden belli değil mi Rijkaard’ın Galatasaray için ne kadar mesai harcadığı, hayatının ne kadarlık bir alanında Galatasaray olduğu ve en önemlisi, Galatasaray’a ne verebileceği veya Galatasaray’dan ne götürebileceği...

Ve tarih 19 Ekim 2010... Rijkaard yolcu diyorlar şimdi... Biraz geç değil mi!

Tarih 22 Eylül 2010... Başlığımız ‘Süperler ve reziller’... Bakın neler yazmışız...

“Öve öve bitiremediğimiz Beşiktaş, 5 haftanın sonunda 5 puan kaybetmiş ve 3. sıraya yerleşmiş...

Yerden yere vurduğumuz Galatasaray, 9 puan toplamış ve 7. sırada...

Şampiyonluk umutlarının şimdiden bittiği ilan edilen Fenerbahçe ise 7 puanla 9. sırada...
Fenerbahçe derbide, bulduğu pozisyonların yarısını gol yapabilseydi; o zaman üç İstanbul devi 9’ar puanda olacak ve sıralamayı averaj belirleyecekti! Şaka gibi, değil mi?

Ne Fenerbahçe ya da Galatasaray’ı savunmak ne de Beşiktaş’ı başarısız göstermek amacımız... Hatta sezon başından beri tek bir iddiamız var: Bu sezon, şampiyonluğa en yakın takım Beşiktaş... Fakat yukarıdaki bilgiler de cebimizde durmalı. Çünkü ne Beşiktaş yazıldığı-çizildiği kadar başarılı, ne de Fenerbahçe ile Galatasaray yerden yere vurulmayı hak edecek kadar kötü bir durumda...”

Ve tarih 20 Ekim 2010...

Fenerbahçe 16 puanla 4. sırada... Beşiktaş 13 puanla 7. sırada... Galatasaray ise 12 puanla 12. sırada...

Aralarında sadece 1 puan var ama; Galatasaray yerlebir oldu, ortalık karıştı... Beşiktaş’ta ise herşey sütliman...

Çünkü Galatasaray’da umut yok, Beşiktaş’ta var. Çünkü Galatasaray’da işine saygı duymayan bir teknik adam ve o formanın ağırlığının farkında olmayan bazı futbolcular var; Beşiktaş’ta ise işigücü Beşiktaş olan bir teknik adam ve o forma için çılgına dönen Quaresma gibi yıldızlar var.

Galatasaray Yönetimi büyük bir yol ayrımında... Ya bu sezonu silecek, yepyeni yüzlerle geleceğin şifrelerini çözecek... Ya da Rijkaard’ı gönderip, bu takımla yine şampiyonluk kovalamaya devam edecek...

Önlerinde çok yakın bir örnek var aslında... Dün faturayı Fatih Terim’e kesmiştik, bugün Guus Hiddink’le aynı serüveni adım adım yaşıyoruz. Çünkü patronlar değişti, ama o formanın içindekiler hiç değişmedi!

20 Ekim 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Pascal Quaresma!‘’

Perşembe günkü Rapid Wien maçının 26. dakikası, aslında pazar günü Avni Aker Stadı’nda oynanacak Trabzonspor-Beşiktaş karşılaşması hakkında bir ön bilgi vermişti bize... Quaresma’nın sakatlanarak çıkmasının ardından Siyah-Beyazlılar yaklaşık 25 dakika kendine gelememiş, tartıya konduğunda yarısı kadar etmeyecek Rapid’e karşı ‘Quaresmasız’ neler yapılması gerektiğinin kararını uzun süre verememişti. Bu durum, bir takım için belki de en büyük tehlike... Yani ‘bir adama’ bağlı kalmak, ‘bir adama’ bağlı oynamak... (Şimdi ‘Fenerbahçe’deki Alex problemi de aynı değil mi’ diyenler ve yazdığımız Alex yazılarına gönderme yapanlar olacaktır. Fakat iki olay arasında dağlar kadar fark var. Bu ayrı bir yazı konusu...)

Üstelik Quaresma’nın Beşiktaş’a verdiği en büyük değer, bana göre futbol yetenekleri de değil. Quaresma, ruhundaki ‘anarşizmi’ ‘isyanı’ ‘yenilgiyi kabullenmeme dürtüsü’nü ve ‘kaybetmemek için ne gerekiyorsa yapmalısın’ mantalitesini katarak büyüyordu Beşiktaş’ta... Herkes durduğunda o çılgınca koşular yapıyor, onun koştuğunu gören takım arkadaşları da kendini koşmak zorunda hissediyordu. Hırsı, futboluyla o kadar orantılı ilerliyordu ki, yeşil zemine konan bir ‘martı’yı ikinci hamleye gerek kalmadan kelepçeliyor ve saha dışındaki ‘martıdan korkan görevli’ye teslim ederken, hem Schuster’e hem takım arkadaşlarına hem de İnönü’deki taraftarlara aynı mesajı veriyordu: “Kazanmak için vakit kaybetme...”

‘Quaresmasız’ Beşiktaş’ın Trabzon’da kazanmasının mümkün olmadığını, maçtan bir gün önce gazetedeki arkadaşlarımla paylaşmıştım. Çünkü Quaresma bu takım için sadece ‘bir büyük futbolcu’ değil, aksine, bu kulübün en büyük taraftar grubunun armasına dahi kazınan ‘o isyankâr ruh’un temsilcisidir.

Tıpkı Pascal Nouma gibi... Bir gün, “Herkes gol atıyor, sen de gol attın, fakat seni neden bu kadar çok seviyorlar” diye sormuşlardı Pascal’a...

“Çünkü” demiş, elini sol göğsünün üzerine götürüp aynen şu cevabı vermişti: “Benim kalbim var, benim yüreğim var...”

Pascal Nouma ile Ricardo Quaresma’nın Beşiktaş’a getirdiği, verdiği ve bundan sonra vereceği şeyler aslında üç aşağı beş yukarı aynı...

Şundan emin olabilirsiniz ki; bundan 10 yıl sonra da Quaresma bu ülkeye gelecek, İnönü’de maç izleyecek ve şu an tıpkı Pascal’a duyulan sevgi gibi, bu takımın artık ‘unutulmaz isimleri’ arasına girecek. Çünkü birinin adı Quaresma diğerinin ise Pascal ve aslına bakarsanız aralarındaki tek fark da belki de sadece bu!

05 Ekim 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sonu belli bir filmi izlemek gibi‘’

Tanju Kayhan, Veli Kavlak ve Yasin Pehlivan... Onlar, Avusturya Milli Takımı’nın yıldızları... Dün Rapid Wien formasıyla, Beşiktaş’a karşı oynadılar. Hakan Arıkan, İbrahim Üzülmez ve İbrahim Toraman... Onlar da Beşiktaş’ın sahadaki üç Türk futbolcusuydu.

Bir Avrupa Ligi maçında, bir Türk bir de Avusturya takımı karşı karşıya gelirken, sahada toplam 6 Türk vardı! (Unuttuğumuzu düşünmeyin; ama Türkiye Milli Takımı’nda oynasa da Aurelio özünde bir Brezilyalı!)

..Ve 45 artı 2’de ne oldu biliyor musunuz? Sahadaki 6 Türk’ten ikisi; İbrahim Toraman ile Yasin Pehlivan kavga etti, Toraman kart gördü!

***

Sonnleiter, dün gecenin tartışmasız en şanslı ismiydi! Çünkü Quaresma 27. dakikada sakatlanıp çıkmasa, muhtemelen formasını sahanın ortasına bırakacak ve ‘Futbol benim işim değil’ diyerek çekip gidecekti stattan. Çünkü Q7, bu kadarcık sürede belini kırdı, başını döndürdü, tansiyonunu düşürdü adamın... Quaresma çıktı, Sonnleiter’in futbol kariyeri kurtuldu!

***

Rapid Wien, Avusturya sınırları içinde önemli bir takım olabilir. Fakat karşısında Beşiktaş gibi, Porto gibi bir rakip olduğunda yapabilecekleri sınırlı. Çünkü arada gerçek anlamda bir kalite farkı var. İstedikleri kadar değil, Beşiktaş izin verdiği süreler içinde oyunda kaldılar. Bobo ve Holosko ile gelen goller bir kenara, direkten dönen 2 top ve kalecilere teslim edilen yüzde 100’lük 3 pozisyon değerlendirilebilse, şu an ‘Türk takımlarının Avrupa Kupaları’ndaki en farklı galibiyetleri’nin istatistiklerini koyacaktık sayfalara. Bunun karşılığında Rapid Wien adına ise Veli Kavlak ile gelen 1 gol ve Hakan Arıkan’ın kurtardığı 1 pozisyon var.

***

Futbol hakikaten garip bir oyun! Bir Türk’ün attığı gole üzülüyor Türkiye’deki milyonlar, bir Brezilyalı ve bir Slovak’ın attığı gollerle ise coşuyor.

***

Grubun ilk ikisi, kuralar çekildiği gün belliydi zaten. Sonunu bildiğiniz filmi yeni baştan izlemek gibi bir şeydi CSKA Sofya ve Rapid Wien maçları...
21 Ekim’deki ise başka...

Kim assolist, İnönü’deki final gecesinde ortaya çıkacak!

01 Ekim 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kafayı kullan!‘’

6 maçta 17 gol atan bir takım, normal şartlarda bir ligde lider olmalı öyle değil mi?

Ama değil...

İkinci mi? Değil. Üçüncü mü? Değil... Kaçıncı biliyor musunuz? Altıncı...

Fenerbahçe’yi puan sıralamasında altıncı sıraya yerleştiren ise hücumcuları değil, savunmacıları!

Oysa ki;

Volkan Demirel, Türkiye Milli Takımı’nın 1. kalecisi...


Gökhan Gönül, Türkiye Milli Takımı’nın değişmez sağ beki...

Diego Lugano, Uruguay Milli Takımı’nın kaptanı...

Andre Santos, Brezilya Milli Takımı’nın sol beki...

Hepsi de üst düzey futbolcular, buna kim itiraz edebilir ki?

Geçelim onların önüne...

Emre Belözoğlu, Türkiye Milli Takımı’nın değişmez ön liberosu ve aynı zamanda kaptanı...

*****

Peki; Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Trabzonspor gibi hedefi hep şampiyonluk olan takımlarda, tamamen savunmaya yönelik oynaması gereken futbolcu sayısı kaç olmalı? 1 kaleci, 1 sağ bek, 1 sol bek, 2 stoper ve 1 ön libero... Yani 11 adamdan 6’sı tamamen işin savunma yönünü yapacak, geri kalanlar savunmaya destek verirken, işi bitiren adamlar olacak.

Yukarıda Fenerbahçe’de tamamen savunma görevini üstlenen isimleri yazdık tek tek... Bir kişi hariç... Galiba bütün sorun da orada...

Yani tekmeye kafa uzatmakla olmuyor savunma!

*****

6 maçta 10 gol yemiş bir takım, normal şartlarda küme düşme hattında olmalı, öyle değil mi?

Ama değil...

Onyedinci mi? Değil. Onaltıncı mı? Değil... Kaçıncı biliyor musunuz? Altıncı...

Evet, bu takım da Fenerbahçe!

18. sıradaki Kasımpaşa (14), 16. Sivasspor (14) ve 14. Manisaspor’un (12) ardından Süper Lig’de en çok gol yiyen takım Fenerbahçe...

Sayın Aykut Kocaman’ın kafa yorması gereken asıl konu bizce işte bu istatistikler olmalı... Çünkü mesele gol atmak değil! Mesele; geride kalan 5 haftada 2 gol atan Kasımpaşa’dan 25 dakikada 2 gol yemek; üstüne üstlük en az 6-7 net gol pozisyonu vermek... Çünkü bu şartlarda ligde henüz galibiyeti olmayan Kasımpaşa’yı 6 golle geçebilirsiniz, ama aynı hataları yaptığınızda Trabzonspor’u da Kayserispor’u da Beşiktaş’ı da yenemezsiniz!

*****

Galatasaray’ın Sabri’si sakat, Hakan Balta’sı sakat, bir de Ali Turan gibi sezona kâbus gibi başlayan bir yeni savunmacıları var.

Beşiktaş’ın Sivok’u sakat, Ekrem’i sakat, bir de Hakan Arıkan gibi sezona kâbus gibi başlayan kalecileri var.

Tüm bu gerçekleri alt alta yazsak bile... İbrahim Üzülmez’in sağ bek oynadığı Beşiktaş 5 gol yemiş, Serkan Kurtuluş’un sol bek oynadığı Galatasaray ise 6.. Ve işte sırf bu yüzden ikisi de Fenerbahçe’nin önünde...

Aslında en önemli veri zirvede... Geçen sezon şampiyon olan Bursaspor, 6 haftanın geride kaldığı bu sezon da lider. Hem de hükmen galip sayılacakları Gaziantepspor maçı hakkında net bir karar çıkmamış olmasına rağmen. Peki neden liderler? 8 gol atmışlar, 1 gol yemişler... İşte bütün mesele...

29 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Süperler ve reziller‘’

Süperler ve reziller

Ne Beşiktaş yazıldığı-çizildiği kadar başarılı, ne de Fenerbahçe ile Galatasaray yerden yere vurulmayı hak edecek kadar kötü bir durumda... Çünkü en ‘süper’ ile en ‘rezil’ arasındaki puan farkı sadece 3 ve üstelik oynadıkları rakipler de ortada.

Öve öve bitiremediğimiz Beşiktaş, 5 haftanın sonunda 5 puan kaybetmiş ve 3. sıraya yerleşmiş...

Yerden yere vurduğumuz Galatasaray, 9 puan toplamış ve 7. sırada...

Şampiyonluk umutlarının şimdiden bittiği ilan edilen Fenerbahçe ise 7 puanla 9. sırada...
Fenerbahçe pazar gecesi oynanan derbide, bulduğu pozisyonların yarısını gol yapabilseydi; o zaman üç İstanbul devi 9’ar puanda olacak ve sıralamayı averaj belirleyecekti!
Şaka gibi, değil mi?

***

10...
9...
7...

Üç takımı değerlendirirken aralarında sıradağlar oluşturmaya bayılıyoruz. Fakat ‘süper’ dediğimiz ile ‘rezil’ ilan ettiğimiz arasındaki puan farkı sadece 3... Bir galibiyet yani...

İşin bir de ‘rakipler’ kısmı var tabii ki... En iyisi, en çok puan kaybedenden başlayalım, Fenerbahçe’den yani... 5 haftalık periyotta; Kadıköy’de (seyircisiz maçlarda) Antalyaspor ve Manisaspor’u yenmişler, Trabzon ve Kayseri deplasmanlarında kaybetmişler, Saracoğlu’nda Beşiktaş ile berabere kalmışlar. 5 maçın 3’ündeki rakipleri puan cetvelinde şu an 2, 3 ve 4. sıraları işgal ediyor... Diğerleri ise 8 ve 16. sıralarda...

Geçelim Galatasaray’a... Önce deplasmanda Sivasspor’a, sonra Mecidiyeköy’de Bursaspor’a kaybetmişler. Ardından Eskişehir ve Buca deplasmanları ile Ali Sami Yen’de Antep engelini aşmışlar. 5 maçta oynadıkları rakiplerinin puantajdaki sıralamaları şöyle: 1, 11, 14, 15 ve 17...
Ve sıra Beşiktaş’ta... Deplasmanda Buca galibiyeti ile başladıkları sezonun ikinci haftasında İnönü’de Belediye’ye mağlup oldular. Ardından Karabük (d) ve Ankaragücü’nü 4’ledikten sonra Kadıköy’den 1 puanla ayrıldılar. Rakipleri ligde şöyle sıralanıyor: 5, 6, 9, 10 ve 11...
Buradan yola çıkarsak..
Fenerbahçe 2 zorlu deplasmana gitmiş ve 1 derbi oynamış...

Galatasaray, ilk 10 içinden sadece Bursa ile karşılaşmış ve kaybetmiş.
Beşiktaş, bir derbi oynamış, diğer rakipleri orta sıralar için mücadele edecek rakipler...

***
Ne Fenerbahçe ya da Galatasaray’ı savunmak ne de Beşiktaş’ı başarısız göstermek amacımız... Hatta sezon başından beri tek bir iddiamız var: Bu sezon, şampiyonluğa en yakın takım Beşiktaş... Fakat yukarıdaki bilgiler de cebimizin bir kenarında durmalı. Çünkü ne Beşiktaş yazıldığı-çizildiği kadar başarılı, ne de Fenerbahçe ile Galatasaray yerden yere vurulmayı hak edecek kadar kötü bir durumda...

***
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, büyük hüsranla biten geçen sezonun ardından, “Galatasaray ve Beşiktaş’a 10’ar puan fark yaptık, ama Bursaspor’u hesaba katmadık” demişti...
Geçtiğimiz günlerde de Galatasaray Başkanı Adnan Polat, “Yarış Fenerbahçe ile bizim aramızda geçer” dedi.

İki başkana küçük bir hatırlatmamız olacak: Puan cetveline iyi bakın Sayın Aziz Yıldırım ve Sayın Adnan Polat... Çünkü sizler birbirinizle uğraşırken, yukarıdakiler aldı başını gidiyor!
Yani yine hesaplar şaşıyor!

22 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Alex çıktı!‘’

İlk yarı 6-0 biterdi. Bu sonuç çıksa ne Beşiktaşlılar, ne de Fenerbahçeliler itiraz ederdi! Ancak olmadı... Çünkü, Fenerbahçe forvetleri ayaklarına gelen fırsatları değerlendiremedi. Bu süreçte; Gutili, Quaresmalı Beşiktaş’tan hücum aksiyonları bekleyen Siyah-Beyazlı taraftarlar yanıldı.

Derbinin ilk yarısında Beşiktaş diye bir takım yoktu. Bizler basın tribününde Beşiktaş geri gelir diye düşünürken, Schuster’den müthiş bir taktik değişiklik gördük. İbrahim Üzülmez artık sağ bekti! Ancak maçın gelişimi hepimize gösterdi ki, futbolcu, futbolcudur. Mevkiisi ne olursa olsun oynayabilir. Schuster, İbrahim Üzülmez’i sağ beke alırken, Aykut Kocaman böyle maçların olmazsa olmazı (sarı kart bile görmemişken) Emre’yi çıkarttı. Emre’nin Fernerbahçe takımına kattığı agresiflik, Özer’in girmesiyle birlikte (Dia, Niang sahadayken) Fenerbahçe’yi pamuk gibi bir takım haline getirdi. Sayın Aykut Kocaman, 1-0 önde olmasına ve rakibi Beşiktaş, kaleci Volkan’ı bir kez bile yere yatırmamasına karşın 77. dakikada Alex’i de kenara aldı. Karşılaşma, skoru korumak isteyenin değil, maçı almak isteyenin tarafına döndü. 82’de Volkan’ın yaptığı penaltı aslında Aykut Kocaman’ın skoru korumak adına yaptığı hamlelerin bir yansımasıydı.

Dün gece Kadıköy’de skorbordda 7-1 Fenerbahçe galibiyeti yazsa, Schuster bile itiraz etmezdi. Ancak Aykut Kocaman galibiyeti istemedi!

20 Eylül 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sayın Kocaman‘’

Yaptığınız her koşuda, attığınız her adımda, rakip ağlara gönderdiğiniz her topta aynı imza vardı: Oğuz Çetin... Muhteşem kariyerinizi ‘İmparator’la birlikte yazmışsınız; şimdi bir diğer ‘İmparator’u silmeye çalışmanız neden?

Futbol o zamanlar şifreli değildi... Bizler de orta yaşlı değildik! Arkadaşlarla herhangi bir kafetaryada buluşur, maçları izlerdik. Öztürk Pekin, Ercan Taner, Levent Özçelik bağıra bağıra anlatırdı TRT’de... “Oğuz’dan müthiş bir ara pası, Aykut’tan harika bir vuruş.. Ve goooooollll...”
Top Müjdat, İsmail, Kemalettin gibi o dönem daha geride oynayan futbolcular arasında dolaşır; sonrasında ve illa ki Oğuz’a gelir; ‘İmparator’ hiç kimsenin atamayacağı yere gönderir; ve Aykut belki de hiç kimsenin atamayacağı o yerden golü atardı.

Küçüktük, büyüdük... Ama yıllar boyunca hiç değişmedi Pekin’in, Özçelik’in, Taner’in ağzından çıkan final cümleleri...

Aklımızda böyle kalmış işte: Bir elmanın yarısı Oğuz ise diğer yarısı Aykut’tu... Tıpkı bir elmanın yarısı Alex ise diğer yarısı Semih olduğu gibi!
Peki değişen ne? Elmalar mı hormonlu artık, yoksa futbolcular mı uzaylı?

“Futbol değişti” diyor herkes... Evet, futbol değişti, hayatımız ne kadar değiştiyse o kadar değişti işte!

Biz küçükken ‘siyah beyaz’dı televizyonlar, şimdi renkli! Fakat hâlâ Dallas oynuyor kanallarda, öyle değil mi! Futbol da böyle; çünkü öznesi aynı: Futbolcu... Yine 1 kaleci 10 futbolcu oynuyor bir takımda... Yine top kaleye girince gol oluyor ve iyi futbolcuları olanlar iyi futbol oynuyor...
Fizik değil ki bu, kimya, biyoloji değil ki! Gelişse de değişse de bir oyun...

Peki neden Sayın Aykut Kocaman? Kazıya kazıya yazdığınız o muhteşem kariyerinizde, Oğuz Çetin’e büyük bir paragraf açmak zorunda olan siz; şimdi neden Oğuz’un günümüze uygulanmış sürümünü, Alex de Souza’yı ‘yok’ sayıyorsunuz? “Performans” diyorsunuz ‘neden’ diye sorulduğunda; futbolun bu kadar içinden gelen biri olarak siz de gayet iyi bilirsiniz ki; bazı futbolcular ‘özel’dir. Onlara ‘özel’ davranmak gerekir.

*****
Alex ile oynadığınız dakikalarla; Alex ile oynamadığınız dakikaları karşılaştırın, farkı göreceksiniz. Ya da sadece son Kayseri maçının kasetini izleyin bir kez daha; ilk yarıda ortalıkta gözükmeyen Santana’nın ikinci yarıda neden yıldızlaştığını araştırın! İlk yarıda ve ikinci yarıda kaç atak yediğinize bakın! Ve bu takımın savunma sorununun temel kaynağı Alex mi, yoksa Kayseri’ye götürülmeyen stoperler ile takıma tek katkısı, kadroyu ‘11’e tamamlamak olan Baroni mi olduğunu düşünün!
*****
Alex ile kafayı bozduğumuzu düşünenler elbette vardır. Fakat bir futbolsever olarak istediğim tek şey, iyi futbolcuları, yaratıcı oyuncuları, futbola zevk veren adamları sahada görmek!

Galiba Fenerbahçe taraftarları da böyle düşünüyor. Çünkü Saracoğlu’na gelen taraftarların yarısından çoğunun sırtında ‘o isim’ yazıyor!

15 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İstanbul için kahır vakti!‘’

Bakın ligin ilk dördüne: Trabzonspor, Bursaspor, Kayserispor, Sivasspor... İstanbul’un devleri nerede? Fenerbahçe 5., Beşiktaş 10., Galatasaray 17... Makas daralıyor, hükümdarlık bitiyor.

Niang’lı, Stoch’lu Fenerbahçe beşinci...
Quaresma’lı, Guti’li Beşiktaş onuncu...
Pino’lu, Cana’lı, Arda’lı, Kewell’lı Galatasaray ise onyedinci...
İkinci haftanın sonunda puan kaybetmeyen 3 takım var: Trabzonspor, Bursaspor, Kayserispor... Onların peşinden gelen takım ise Sivasspor...
İlk 4, Anadolu’ya teslim; İstanbul ise perişan yani!
İlk üçteki takımların ortak bir özelliği var: Hepsi de oturmuş kadrolarının üzerine nokta transferler yaptılar. Kadrolarında birbirlerini iyi tanıyan oyuncular yer aldığı için de (hani o yalan var ya-uyum süreci falan) hiç sorun yaşamadan yeni sezona daldılar.
İstanbul’un devleri ise ‘yap-boz’a devam ediyor... Galatasaray ve Beşiktaş neredeyse her sezona farklı iskeletlerle giriyor. Fenerbahçe, diğer iki ezeli rakibine oranla saha içi istikrarını sağlamış gibi gözükse de, onlarda da ‘kulübedeki patron’ krizi sürüp gidiyor.
Bu sezon başının bizlere gösterdiği tek bir gerçek var: İstanbul ile Anadolu arasındaki makas daralıyor...

***

Mailler de geliyor, arkadaşlar da sitem ediyor: Her yazımda Galatasaray hakkında kötü şeyler yazıyormuşum. Arkadaşlarıma söylediğim gibi, mail atan dostlara da soruyorum: “Galatasaray’da şu an iyi olan ne var?”
Rijkaard mı? Neeskens mi? Adnan Polat mı, Sezgin mi?
Geçen sezon ‘tu kaka’ ilan edilen Servet, banko oynuyor şimdi! Peki ne değişti?
Ali Turan, Kayserispor ile dostluğun bitmesine değmiş mi?
Pino... Sakat!
Cana... Yedek!
Serdar Özkan... Sakat!
Mehmet Batdal... Sakat!
Yine Ayhan, yine Sarp, yine Barış oynuyor. Bu arada Keita da gitti, Nonda da!
Yönetim, Adnan Sezgin’e sahip çıkıyor. Bu onların doğrusu. Fakat yukarıdaki satırlarda okuduğunuz gibi; transferde Galatasaray’a bu politikayı uygulatanlardan biri de mutlaka gitmeli, öyle değil mi?

***

Beşiktaş’ta Schuster hâlâ ‘deneme-yanılma’ metodu uyguluyor. Fakat dua etsin ki; Abdullah Avcı ofsayt çalıştırmamış takımına! Yoksa İnönü’deki fark, bırakın ikiyi, bir elin parmaklarını bile geçerdi.
Naçizane bizim Beşiktaş konusunda belirlediğimiz birkaç doğrumuz var:
Sivok sakat, Toraman hazır değil ise Zapotocny’nin yeri tribün değil sahadır.
Bu takımın 1. santrforu Bobo’dur. Sakat ya da cezalı olmaması halinde mutlaka oynatılmalıdır.
Bobo yoksa, yerinde oynayacak isim Nobre’dir.
Holosko santrfor değildir!

***

Son sözlerimiz Aykut Kocaman’a! Alex ve Stoch’u PAOK rövanşı nedeniyle dinlendirmiş. Peki, ilk PAOK maçında Stoch neredeydi?

25 Ağustos 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI