‘’Aslan'a yazık oluyor!‘’
18 Ağustos 2010’da yazmıştık:
“Sezonun ilk maçında takımın 46. dakikada tel tel dökülmeye başlarsa.. Koskoca Galatasaray’ı geçen sezon küme düşmekten kurtulan Sivasspor karşısına santrforsuz çıkartırsan... İki santrforun Baros ve Batdal’ı oyuna alırken, Arda’yı kulübeye çekersen.. O zaman biz de sana şunu sorarız: Sen Galatasaray ile dalga mı geçiyorsun
Sayın Frank Rijkaard?”
O günden belli değil mi Rijkaard’ın Galatasaray için ne kadar mesai harcadığı, hayatının ne kadarlık bir alanında Galatasaray olduğu ve en önemlisi, Galatasaray’a ne verebileceği veya Galatasaray’dan ne götürebileceği...
20 Ekim 2010’da yazmıştık: Beşiktaş 13 puanla 7., Galatasaray ise 12 puanla 9. Aralarında sadece 1 puan var ama; Galatasaray yerlebir oldu, Beşiktaş’ta ise her şey sütliman... Çünkü Galatasaray’da umut yok, Beşiktaş’ta var. Çünkü Galatasaray’da işine saygı duymayan bir teknik adam ve o formanın ağırlığının farkında olmayan bazı futbolcular var; Beşiktaş’ta ise o forma için çılgına dönen Quaresma gibi yıldızlar var. Galatasaray Yönetimi büyük bir yol ayrımında... Ya bu sezonu silecek, yepyeni yüzlerle geleceğin şifrelerini çözecek... Ya da Rijkaard’ı gönderip, bu takımla yine şampiyonluk kovalamaya devam edecek... Önlerinde çok yakın bir örnek var aslında... Dün faturayı Fatih Terim’e kesmiştik, bugün Hiddink’le aynı serüveni yaşıyoruz. Çünkü patronlar değişti, ama o formanın içindekiler hiç değişmedi!
27 Ekim 2010’da şunları yazmışız:
“Zaman, temizlik zamanı şimdi. Başkan Polat, Florya’ya gitmeli ve Kadıköy’de ‘onurlu bir mücadele’ verdiklerini ifade eden futbolcularına sormalıdır. Geride kalan 8 haftada ‘onurlu bir mücadele’ vermemiş midir futbolcular? Rijkaard’lı o 8 haftada saçmasapan işler yapan futbolcular, 3 kez idmana çıktıkları Hagi yönetiminde nasıl bu kadar başarılı oldular? Kamera gördüğünde kayıt altına aldığı cümleleri tekrarlamaya başlayan Mustafa Yücedağ yalan mı söylüyor? Mustafa Yücedağ doğru söylüyorsa, ‘Galatasaray’a ihanet eden futbolcular kim?’ Bir beraberlikle af mı edilecek ‘ihanet’ içinde olduğu iddia edilenler? Zaman temizlik zamanıdır şimdiÖ Çünkü Galatasaray’ın büyüklüğü kazandığı birkaç puanla ilintili değildir. Galatasaray’ı Galatasaray yapan, değerleridir.. Ve o değerler, yani Galatasaray Cumhuriyeti Anayasası’nın o maddeleri, sonsuza kadar değişmeyecektir. Hem Polat, hem Hagi, hem Servet hem Ayhan hem de Hakan Balta, bu ilkeleri ezbere bilmelidir!
16 Kasım 2010’da FANATİK’in birinci sayfasında ‘Aslantepe’ye gidilir mi’ başlığı altında yazdık şu satırları da:
“Bu yönetim anlayışıyla... Bu futbol takımıyla... Bu puan cetveliyle... Gitmeyin Türk Telekom Arena’ya... İlgililerle görüşün, bu sezonu Sami Yen ya da İstanbul’un başka bir stadında tamamlayın. Sezon biter, önünüzü görürsünüz; sonra yepyeni bir yönetim, yepyeni bir takım ve yepyeni bir heyecanla geçersiniz yepyeni stadınıza... Hakikaten beyaz bir sayfa açarsınız o zaman. Hakikaten o stada zevkle gelir taraftarınız.. Ve ancak işte o zaman, efsane geri döner.. Ve belki yeniden Avrupa’da yepyeni kupalara uzanırsınız.”
Peki ne oldu? Rijkaard gitti. Hagi geldi. Takım aynen duruyor. Şaka değil, gariban Misimovic’e yol verdiler! Puan farkı giderek açılıyor. Adnan Polat halen başkan.. Adnan Sezgin halen futbolun patronu! Ve Aslantepe’ye gidiş hazırlıkları sürüyor..
Üzgünüz ama Galatasaray’a yazık oluyor...
‘’O locanın adı Alex olsun‘’
Brezilya-İstanbul hattında uzun bir maraton... Her gidişte ikna çabaları, her dönüşte soru işaretleri... Bir türlü bitmiyordu transfer...
Altaylı: ‘Alex malex gelmez’
14 Ocak 2004’te, koyu bir Galatasaray taraftarı olan, şu an Habertürk Genel Yayın Yönetmenliği’ni yapan Sayın Fatih Altaylı’nın yazısı özetliyor aslında o günleri:
“Gazetelerde Fenerbahçe’nin transfer haberlerini okudukça gülüyorum. Bir camianın taraftarları ile bu kadar mı dalga geçilir! Haftalardır bir Alex yaygarası. Geliyor, gelecek, eli kulağında. Taraftar da heyecanlanıyor, umutlanıyor. Sevgili Fenerbahçe taraftarları bu haberlere sakın kanmayın. Alex malex gelmiyor. Gelmez. Gelemez.
Alex dedikleri şu sıralarda Brezilya’nın en popüler adamlarından biri. Geçen yıl Real Madrid’in transfer listesinin en başındaydı. Canının çektiği futbolcuyu tereyağından kıl çeker gibi alan, Barcelona’nın elinden Beckham’ı kapan Real Madrid bu Alex’i alamadı. Şu anda da hem Real, hem de başka pek çok ‘bol paralı’ takım Alex’in peşinde. Ancak onlar da alamıyorlar.
Bu yüzden Alex’in Fenerbahçe’ye gelme olasılığı yok. Keşke gelse de seyretsek ama yok böyle bir olasılık...”
Parreira ikna etti
Fenerbahçe Yönetimi’nin ısrarları sürüyor; ancak Parma’da sıkıntılı günler geçiren Alex de Souza, “Kötü bir Avrupa macerasına daha tahammülüm yok” diyerek ayak diretiyordu. Sonunda; bir dönem Fenerbahçe Teknik Direktörlüğü de yapan Carlos Alberto Parreira devreye girdi ve Alex’i ikna etti.
..Ve 19 Haziran 2004’te İstanbul’a geldi, ‘Gelmez’ denilen Alex de Souza... Aylar süren çalışmalar zaferle noktalanmıştı. O günden bu güne 6 yıl; başka bir deyişle tam 2 bin 348 gün geçti. Çok gol attı Alex, çok gol attırdı. Saha içi performansı örnek gösterilecek cinstendi.
Ancak işin bir de diğer boyutu var tabii ki... Saha dışı yani... İstanbul’da paparizlere bir kez bile iş vermedi. Herhangi bir takım arkadaşıyla kavgasını kimse görmedi. Bırakın Brezilya’ya gidip maç kaçırmayı, ‘O’ idman bile kaçırmamak için elinden geleni yaptı.
Rakip takım futbolcularına da saygı gösterdi, kendi takım arkadaşlarına olduğu kadar... Saha içinde olduğu kadar saha dışında da örnekti.
İndirim bile istemedi
Eşi Danianne, çocukları, akrabaları ve arkadaşları için bir loca almak istedi. Fakat Başkan Aziz Yıldırım ile görüştüğünde, “Bütün localar dolu” yanıtını aldı. İşin kötü tarafı, sırada bekleyen bir çok kişi ve kuruluş vardı.
Bekledi Alex de Souza... Sıra, ‘O’na gelinceye kadar. 2 sene sonra sırası gelmişti. İndirim bile yaptırmadı Fenerbahçe Kaptanı... İş adamları ne kadar ödüyorsa, ‘O’ da o kadar ödedi. Yıllık 100 bin Euro civarı...
Türkiye’de locası olan ilk futbolcuydu artık ‘O’... Maçlarda ‘O’ sahada, ailesi locada; aile boyu Kadıköy’deydiler yani. Golünü atıyor, locasına koşuyor, ailesine selam yolluyordu. O locanın altında da bir de ‘Alex tribünü’ oluşuyordu zamanla... O günden beri o loca Alex’in.
Özel bir adam ‘O’
Profesyonel bir iş yapıyor, karşılığında parasını alıyor Alex... Fakat cebinden loca parasını veriyor, kulübüne futboluyla olduğu kadar, maddiyatıyla da destek veriyor. Özel bir durum bu; özel bir adam Alex... 3 bininci golünü atınca, ‘O’nu yazan çizen birden çoğaldı.
Fakat onu eleştirenleri, ‘Alex futbolcu değil’ başlığıyla tam 4 kez eleştiren bir yorumcu olarak, bu öneriyi yapmayı kendimize hak gördük.
Lefter ve Can Bartu gibi...
Sayın Aziz Yıldırım başta olmak üzere, Fenerbahçe Yönetim Kurulu’na naçizane bir önerimiz var: Alex bugün var, yarın yok. Sonuçta ‘O’ da bir gün Brezilya’ya dönecek elbette. Formasını, kramponunu müzeye koymanız elbette alkışa değer, fakat yetmez. Sizler; Dereağzı’na Lefter Küçükandonyadis, Samandıra’ya Can Bartu isimlerini veren, onları yaşarken onurlandıran yöneticilersiniz. Bence ‘O locanın’ adını da ‘Alex de Souza’ koyun...
Alex gittikten sonra ismi Şükrü Saracoğlu Stadı’nda hep varolsun. O locayı, Alex’ten sonra alanlar, kendilerini gerçek anlamda özel hissetsin. Hatta Alex ve ailesi ziyaret için geldiklerinde İstanbul’a, o locanın sahibi onları konuk etsin.
Bizce büyük futbolcu Alex ve büyük Fenerbahçe taraftarı Danianne için bu jest yapılır. Sizce?
‘’Alex futbolcu değil (son)‘’
29 Eylül 2009’da ‘Alex futbolcu değil’ başlığı altında yazmıştık şu satırları: “154 maçta 82 gol, 73 asist; Süper Lig karnesi bu... 23 maçta 9 gol, 5 asist; Türkiye Kupası karnesi bu... 2 maçta 2 gol, 1 asist; Resmi kupa karnesi bu... 48 maçta 12 gol, 16 asist; Avrupa karnesi bu... Toplamda 227 maç, 105 gol, 95 asist... Alex futbolcu olmak için daha ne yapmalı?
27 Ekim 2009’da ‘Alex futbolcu değil II’ başlığı altında yazmıştık şu satırları: 29 Eylül’den bu yana 29 gün geçti. Fenerbahçe bu süreçte 3 Süper Lig, 2 Avrupa Ligi maçı oynadı. Sheriff’i 1-0’la geçerken tek gol Alex’ten geldi. Gençlerbirliği’ni 3-0 yenerken, Alex 2 gol attı. 3-1’lik Galatasaray derbisinde 2 gol 1 asist yapan yine Alex’ti. Sezonun ilk yenilgisinin alındığı 2-1’lik Antep deplasmanında ise Alex yoktu.
8 Ağustos 2010 Pazar günü başlığımız ‘Alex futbolcu değil III’tü... Nedenini şöyle anlatmıştık: Şampiyonlar Ligi’ne veda edildiği gece, “Alex hakkında net düşünceniz nedir” sorusuna Aykut Kocaman’ın verdiği yanıt şuydu: “Fenerbahçe son 5 yılda 1 kez şampiyon oldu. Ben bunu çözmek istiyorum. Bazı şeyler değişecek...”
İsim vermese de Alex’i istemediğini beyan ediyordu Kocaman... Bu, kendi doğrusu olabilir ve saygı duyarız. Fakat doğru bulduğunu, doğru biçimde hayata geçirmeli... Şu ana kadar gördüğümüz o ki, yanlış yolda...
Sayın Kocaman; Fenerbahçe’de bir temizlik şart... Evet, ama kadronuzda Bilica ve Kazım gibi el bombaları, Önder gibi geldiği günden bu yana takımına katkıda bulunmayan bir oyuncu, Güiza gibi attığından 10 kat fazlasını kaçıran bir santrfor, Deivid gibi son 2 yılda ayağına doğru dürüst top sürmeyen bir futbolcu varken; temizliğin Alex’le başlaması anormal!
Bugün 24 Kasım 2010...
Alex önceki gece Bucaspor’a ilk golü attı; Fenerbahçe’nin 3000’inci golünü atan adam oldu.
Alex önceki gece Bucaspor’a ikinci golü attı; Süper Lig’de 100’ler Kulübü’ne girdi.
Alex önceki gece Bucaspor’a üçüncü golü attı; gol sayısını 9’a çıkartarak Süper Lig Gol Krallığı yarışmasında zirveye çıktı.
Bugün itibariyle...
Süper Lig’de 186 maç oynadı; 101 gol attı, 85 asist yaptı. Yani 186 maçta 186 golü ya attı ya attırdı.
Resmi kupada 2 maç oynadı; 2 gol attı, 1 asist yaptı. Yani 2 maçta 3 golü ya attı ya da attırdı.
Türkiye Kupası’nda 31 maç oynadı; 14 gol attı, 5 asist yaptı. Yani 31 maçta 19 golü ya attı ya da attırdı.
Avrupa Kupaları’nda 57 maç oynadı; 14 gol attı, 18 asist yaptı. Yani 57 maçta 32 golü ya attı ya da attırdı. (Hep diyorlar ya; Avrupa’da bir hiçmiş Alex!)
Toplamda (özel maçlar hariç) 276 maçta oynadı; 131 gol attı, 109 gol attırdı. Yani 276 maçta 240 golü ya attı ya da attırdı.
Bugün itibariyle...
‘Alex futbolcu değil’, ‘Fenerbahçe, Alex’ten kurtulmalı’ diyen yorumcular var hâlâ.
Tarih bir gün sizi de yazar!
‘’Trabzon Türkiye'dir‘’
Şimdi Galatasaraylı, Fenerbahçeli ya da Beşiktaşlı dostlar alınacak belki ama gerçek bu...
Şimdi ‘Lider’ diye yazmıyoruz bu satırları...
Şimdiye kadar yazdığımız yazılar da, aslına bakılırsa bir önceki cümlemizin kanıtı...
Panorama yazısı deyince, o hafta oynanan maçların yazılması anlaşılıyor hemen... Belki de öyle yapılması gerekiyor; fakat devir artık o devir değil ki... Cuma günü oynanan bir maçı, salı ya da çarşamba günü sizlere aktarmak ne kadar mantıklı! Çünkü artık onlarca televizyon var, çünkü artık her televizyonda saatlerce süren spor (pardon futbol) programları var. İşte bu nedenle biz, her hafta, aklımıza takılan bir konuyu alıyor, sizlerle paylaşıyoruz. Amacımız, görülmeyenleri göstermeye çalışmak, yazılmayanları yazmak... Böyle bir girişin (açıklamanın) ardından geçelim Trabzon ve Türkiye meselesine...
Trabzon, Türkiye’dir...
Çünkü Fenerbahçe, Galatasaray ve Beşiktaş, (hatta ekleyin onların üzerine İstanbul Büyükşehir Belediyespor ile Kasımpaşa’yı da) İstanbul’u temsil eden takımlar... Fakat Trabzonspor, aynı zamanda bir şehrin hikayesi... Trabzon’un simgesi, iftiharı, gözdesi... Bordo-Mavi bir forma rengi değil sadece; bir kentin simgesi... Gidin Trabzon’a, girin herhangi bir bakkala, berbere, ya da lokantaya... Karşınızda Atatürk, hemen solunda vergi levhası, sağında ise Trabzonspor posteri vardır. Bu üçlü değişmez asla.
Çünkü Trabzonspor’u Trabzonlular tutar... Elbette Fenerbahçe’nin de, Galatasaray’ın da, Beşiktaş’ın da Türkiye’nin hemen her yerinde taraftarları var; fakat Antep’teki Antepli tutuyor İstanbul’un devlerini... Yani adamın orijini Antepli, tuttuğu takım Fenerbahçe, Galatasaray ya da Beşiktaş... Fakat Trabzonspor farklı; Antep’teki Trabzonlular tutuyor Trabzonspor’u... Yani orijini de Trabzon, takımı da Trabzonspor adamın...
Çünkü dünyanın her yerinde bir Karadenizli, Karadenizli’nin olduğu her yerde bir Trabzonlu, Trabzonlu’nun olduğu her yerde mutlaka Trabzonspor forması vardır. Bayrağıdır o forma her Trabzonlu’nun...
Çünkü takımı üç sene şampiyon olmazsa; Fenerbahçeliler, Galatasaraylılar, Beşiktaşlılar açar isyan bayrağını... Fakat 26 sezon şampiyon olamasa bile Trabzonspor; İstanbul’dan Avni Aker’e gitmeye devam eder Trabzonlular... Ya da İstanbullular’ın bile gitmeyi zul gördüğü
Olimpiyat Stadı’nı doldurur, Trabzon’dan gelen Trabzonsporlular...
‘’Lugano antisosyal!‘’
Cezasını Bursa’da tamamlamış, Eskişehir maçıyla sahalara geri dönmüş. Sadece 45 dakika dayanabildi, futbol oynanmadığı devre arasında atıldı. Biz böyle olacağını biliyorduk, 30 Ekim 2009’da uyarmıştık!
1- ‘Bilinçdışı cezalandırma eylemi’ bütün futbolcularda var. Bir teknik adamın egosunun, kendi egosunun üzerine çıkmasına futbolcu tahammül etmez. Rijkaard’ın egosu, futbolcunun egosunun üzerine çıktığı anda, değişir her şey. Futbolcu 4-5 maç oynar, sonra motive olamaz.
2- Menacer Ceylan Çalışkan geldi, bir oyuncuyla ilgilenmemi istedi. Sürekli sakatlanıyordu. Bir ilaç verdim(!), Ceylan 5 kez teşekkür etti. Çünkü uzun süre sakatlanmadı. Sakatlığı, adalesinden çok ruhundaydı. Ancak tedaviyi yarıda kesti. Yine sıkıntı yaşayacaktır.
3- Bir futbolcum var, ‘sosyalfobik’. Antrenmanda şahane, ama seyircinin önünde titriyor. Büyük oranda tedavi ettik ve şimdi performansı harika.
4- Beşiktaş’ta iki oyuncu var. Hemen gönderirim. Çünkü her boş anında saçıyla uğraşıyorlar. Saçına odaklanırsan, futbola odaklanamazsın. Bakın İngiltere’ye. Hepsinin saçı kısa. Çünkü saçına harcayacak enerjisi olmadığını öğrenmiş adam.
5- Biz Lugano gibilere ‘kontrollü antisosyal’ diyoruz. Antisosyal yapıyı, saha içinde enerjisini sonuna kadar kullanarak boşaltıyor. Tıpkı Doktor Jekyll ile Mr. Hyde gibi... Gündüz doktor, gece katil! Lugano da öyle işte. Çıkıyor sahaya, içindeki bütün dürtüleri boşaltıyor. Ancak şu da bir gerçek ki bilinçdışı kendini cezalandırma eğilimi çok fazla. Yönetim büyük hata yaptı. Lugano’yu geri getirerek; “Sen bizi cezalandır” dedi. Yine hatalar yapacak, yine Fenerbahçe’yi cezalandıracak.
6- Rijkaard, Denizli ve Daum’dan ikisi, gelecek yıl olmayacak. Çünkü biz sürekliliği hâlâ sportif başarıda arıyoruz. Süreklilik ne biliyor musun? Bir futbolcuyu 12 yaşında alacaksın, psikodinamik eğitimini vereceksin. Ona önce takım olmayı öğreteceksin. Bunu yaparsan; yaptığı hatanın, aslında kendini ve arkadaşlarını cezalandırmak olduğunu öğrenir. Pazartesi otobüse binerken, salı altına Lamborghini çekmez. Önce “Opel’e bineyim” der.
7- Arda böyle giderse ‘bilinçdışı kendini cezalandırma dürtüsü’ çok fazla olacak. Birkaç ay önce Türkiye’ye gelmiş bir Brezilyalı’nın üzerine parmağını sallayıp gidiyor. O adamın söylediklerini anlamayacağını biliyor oysa ki. Neden bunu yapıyor? Çünkü hazır değil maça. Fiziksel olarak hazır olmanın bu durumda pek önemi kalmıyor. Arda son dönemde bilinçdışı kendini cezalandırıyor.
***
Bu satırlar, Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Klinik Şefi Profesör Doktor Ahmet Ertan Tezcan’a ait. Bu röportajı, 30 Ekim 2009’da yaptık; yani tam 375 gün önce... Yani 1 yıl, 10 gün önce...
O günden bu yana ne olmuş?
1- Rijkaard’ın egosu başına işler açtı, gönderildi.
2- Gökhan Zan yine sakatlandı!
3- İbrahim Akın uçuyor, Belediye coşuyor.
4- Serdar Özkan ve Uğur İnceman gönderildi!
5- Diego Lugano kırmızı kart görmeye devam ediyor.
6- Mustafa Denizli ve Daum sezon başı, Rijkaard 3 hafta önce gitti.
7- Arda Turan’ın başına gelmeyen kalmadı.
SON SÖZ: Milyon Euro’luk yıldızları takımlarına getiren kulüplerimiz, halen 20-25 bin Euro’luk bir bütçe ayırıp psikolojik destek birimlerini kurmadı!
‘’Üç büyük masal!‘’
Haluk Ulusoy... Yıllarca Futbol Federasyonu Başkanlığı yaptı, Galatasaraylı olduğu aşikâr!
Levent Kızıl... Bursaspor eski başkanı ve şu an Futbol Federasyonu Milli Takımlar Sorumlusu...
Affan Keçeci... Beşiktaş Başkanlığı’na talip oldu, Yıldırım Demirören’e karşı kaybetti, sonrasında Futbol Federasyonu Genel Sekreterliği yaptı.
İlhan Cavcav... Gençlerbirliği Başkanı, efsane futbol adamı... Galatasaray Kongre Üyesi’ydi, son tercihini Gençlerbirliği’nden yana kullandı...
Cemal Aydın... Ankaragücü eski başkanı, yıllarca yaptı bu görevi ve sonrasında bıraktı... Fenerbahçeli olduğunu bilmeyen yok.
Bahattin Karapınar... Konyaspor Başkanı... Son maçta “Fenerbahçeli başkan istemiyoruz” diyerek yuhalandı.
Ali İpek... Denizlispor eski başkanı... Aynı zamanda Fenerbahçe Kongre Üyesi...
Mecnun Odyakmaz... Sivasspor Başkanı... Fenerbahçeliliği tartışılmaz...
Sadri Şener... Trabzonspor Başkanı... Tıpkı Onursal Başkan Mehmet Ali Yılmaz gibi, o da fahri Fenerbahçe Kongre Üyesi...
Göksel Gümüşdağ... Büyükşehir Belediyespor Başkanı... Galatasaray’ı ne kadar kalpten sevdiğini bilmeyen yoktur. Hatta Galatasaray Genel Kurulu Üyesi olduğu da doğrudur!
Recep Mamur... Kayserispor Başkanı.... Aynı zamanda Galatasaray Genel Kurul Üyesi’ydi, İlhan Cavcav gibi o da son tercihini Kayserispor’dan yana kullandı...
İbrahim Melih Gökçek... Ankaragücü Onursal Başkanı... Kendini bildi bileli Fenerbahçeli olduğunu kendisi söyledi...
Ahmet Gökçek... Ankaragücü Başkanı... İbrahim Melih Gökçek’in oğlu!
***
Geçelim hocalara...
Bülent Uygun... Eskişehirspor’un başında, Fenerbahçeli eski futbolcu...
Ertuğrul Sağlam... Bursaspor’da tarih yazıyor, Beşiktaşlı eski futbolcu...
Rıza Çalımbay... Sivasspor’da, Beşiktaş’ın efsane kaptanı...
Ümit Özat... Ankaragücü’nde, Fenerbahçe eski kaptanı...
Ziya Doğan... Konyaspor’da, Beşiktaş’ın unutulmaz golcüsü...
Samet Aybaba... Bucaspor’da, Beşiktaş’ın efsanelerinden...
Tolunay Kafkas... Antep’te, Trabzonspor ve Galatasaray’ın unutulmazlarından...
Şota... Kayserispor’da, Trabzon’da halen bir efsane...
***
Geçelim siyasete...
Abdullah Gül... Cumhurbaşkanı... Beşiktaşlı...
Recep Tayyip Erdoğan... Başbakan... Fenerbahçeli...
Işık Koşaner... Genelkurmay Başkanı... Galatasaraylı...
***
Bu liste uzar gider... Unuttuklarımız kızmasınlar lütfen! Mesele zaten şu:
***
Üç Büyükler devri bitiyormuş...
Güldürmeyin beni..
‘’Semih neden 1. adam değil!‘’
Süper Lig’in son şampiyonu, statüyü karıştırmış gibi başladı maça... Geçen sezon Kadıköy’de yendikleri, Türkiye Kupası Çeyrek Finali’nde son dakika golüyle elendikleri Fenerbahçe ile oynamıyorlardı sanki! Şampiyonlar Ligi maçlarından biri gibi stresli çıktılar sahaya, fakat futbolları da tıpkı orada oynadıkları kadar kısırdı. Volkan Şen’in aklı büyük ihtimalle Amerika’da kalmıştı. Bir tek İvan Ergiç vardı vasatın üstünde oynayan...
Sahanın diğer tarafında da durum pek farklı değildi. Lugano, Dia, Niang gibi yıldızlarının yokluğunda ‘kulübe senatörleri’ ile sahadaydı Fenerbahçe... Bilica, Cristian ve Semih Şentürk... Bilica ve Cristian’a bu maçta diyecek çok bir şey yok; çünkü kapasiteleri de belli, yapabilecekleri de... Ancak Semih için ayrı bir parantez açmak şart! Semih dün geceki maçı bir kez daha izlemeli ve artık ‘ben neden nöbetçi golcüyüm’ yakarmalarından vazgeçmeli. Çünkü Semih Şentürk, sen Fenerbahçe’nin birinci santrforu olamazsın, kulübede oturup sonradan oyuna girmek ve hatta çoğu zaman maçı çevirmek senin işin!
Zirvenin kalbinin attığı maçtan saatler önce Aykut Kocaman’a da Ertuğrul Sağlam’a da sorsalar, her ikisi de birer puanı alıp evine giderdi ve maç da her ikisinin kalbine göre bitti.
Futbolu kısır 90 dakikanın en dikkat çekici isimleri, Fenerbahçe’de Volkan Demirel, Yobo ve Emre Belözoğlu; Bursaspor’da ise İvan Ergiç, İvan Ergiç ve yine İvan Ergiç’ti.
Son sözümüz Bursaspor taraftarına: Sercan Yıldırım’ı ıslıklamaya devam edin, bir daha zor bulursunuz!
‘’Derbi ihaneti!‘’
Bir derbi oynandı ve geçti... Fenerbahçe kanadında büyük bir hayal kırıklığı, Galatasaray cephesinde ise şenlik var. 0-0 bitti oysa ki derbi! Yani kazananı yok aslında.
Peki maç sonrası Galatasaray taraftarını Florya’ya döken nedir?
“Takımlarının oynadığı kişilikli futbol...”
Büyük takımların büyük taraftarları bunu ister. Kazanmak ya da kaybetmek ‘birincil derecede’ önemli değildir aslında onlar için... Önemli olan, tutkuyla bağlı oldukları o renkleri sırtına geçiren sahadaki adamların, ‘adam gibi’ mücadele etmesidir. Hani amiyane bir tabir vardır ya: “Böyle oynayın, kaybedin!”
Budur işte tek gerçek...
Kadıköy’de Galatasaray formalı adamlar, giydikleri formanın ağırlığını kalplerinde hissederek oynadılar ve aleyhlerinde yapılan onca ‘saldırıya’ karşı dimdik ayakta durdular.
Fenerbahçeli adamlar ise vurdumduymaz tavırları ile taraftarlarına saçbaş yoldurdular ve Galatasaray’a galibiyetten çok daha önemli bir sonuç aldırdılar.
Derbinin bize göre özeti buydu. Ancak gelmek istediğimiz nokta başka... Sezon başından beri bu satırlarda genelde Galatasaray’ı yazdık ve yazmaya da devam edeceğiz gibi görünüyor. Çünkü 10 yıl sonra Kadıköy’de alınan bir puanla gelen bayram, birkaç gün sonra yerini yeniden hüzne bırakabilir.
Geçen hafta ne yazmıştık:
“Başkan Adnan Polat büyük bir yol ayrımında... Ya bu sezonu siler, Rijkaard’la bitirmez temizliği ve tertemiz yapar ‘saray’ın içini... Ya da halının altına iter tozları ve bir gün yine acı gerçekle yüzleşir. Örnek; Milli Takım...”
Zaman, temizlik zamanıdır şimdi.
Başkan Adnan Polat, Florya’ya gitmeli ve Kadıköy’de ‘onurlu bir mücadele’ verdiklerini ifade eden futbolcularına, geride kalan 8 haftanın hesabını sormalıdır.
O 8 haftada ‘onurlu bir mücadele’ vermemiş midir Galatasaraylı futbolcular?
Rijkaard’lı o 8 haftada saçmasapan işler yapan futbolcular, 3 kez idmana çıktıkları Hagi yönetiminde nasıl bu kadar başarılı oldular?
Kamera gördüğünde kayıt altına aldığı cümleleri tekrarlamaya başlayan Mustafa Yücedağ yalan mı söylüyor?
Mustafa Yücedağ doğru söylüyorsa, ‘Galatasaray’a ihanet eden futbolcular kim?’
Bir Fenerbahçe beraberliğiyle af mı edilecek ‘ihanet’ içinde olduğu iddia edilenler?
Zaman, temizlik zamanıdır şimdi...
Çünkü Galatasaray’ın büyüklüğü kazandığı birkaç puan, birkaç derbiyle ilintili değildir. Galatasaray’ı Galatasaray yapan, değerleridir.. Ve o değerler, yani Galatasaray Cumhuriyeti Anayasası’nın o maddeleri, sonsuza kadar değişmeyecektir. Hem Adnan Polat, hem Gheorghe Hagi, hem Servet hem Ayhan hem de Hakan Balta, bu ilkeleri ezbere bilmelidir!