Arama

Popüler aramalar

‘’Arda Turan‘’

Beşiktaş editörüydüm o zamanlar Fanatik’te... Muhabir arkadaşım Orhan Yıldırım’dan müthiş bir haber gelmişti. Beşiktaş altyapısından A Takım’a yükselen bir oyuncudan bahsediyordu, “Bu çocuk büyük yıldız olacak” diyordu. Haber ise şuydu: Bu çocuk, Bağcılar’daki baba evinden Fulya’daki Kartal Yuvası’na otobüsle gidip geliyordu... Çünkü henüz yolun başındaydı ve tırnaklarıyla kazıya kazıya geldiği bu noktadan çok daha ilerisini hedefliyordu. Bu yüzden yılmıyordu.

Oğuz Çetinler’in Aykut Kocamanlar’ın Hakan Şükürler’in ve daha nicelerinin üzerinden hayli zaman geçmişti. Taşı toprağı futbolcu üreten Sakarya’nın verimli toprakları, sanki çorak bir araziye dönmüştü. “Hayır” dedi, gencecik bir adam... Galatasaray, Beşiktaş ve Fenerbahçe kapıştı onun için, sonunda son dakika operasyonuyla Fenerbahçe’yi tercih etti. Yazar ağabeyim Oğuz Dizer, “Türkiye’ye sığmaz bu çocuk” demişti.

Her Karadenizli’nin bir kahramanı vardır ya... Karadenizli olmasam da benim kahramanım Hami Mandıralı’ydı. Kısa süreli Trabzonspor editörlüğüm dönemimde hem onunla hem de Osman Özköylü ile çok samimi olmuştum. Fakat Hami’ye hayranlığım dostluğundan değil, duruşundandı. Şutları bile adamlığı gibiydi sanki; mesafe ne kadar uzak olursa olsun, rüzgar nereden eserse essin, yani şartlar nasıl olursa olsun, o hedefi bulurdu eğmeden bükmeden, ip gibi uzayıp giden şutlarıyla... Hami’yle birlikte yıldızı parlayan bir genç daha vardı. Değişik bir karakterdi, agresif bir adam; ama tartışmasız müthiş bir golcüydü.

Florya’da büyüdü, Galatasaray’da tam 12 sene profesyonel top koşturdu. Aslan Yuvası’nda huzuru bulmuştu, Ada’da cenneti gördü! Yaşı 29’du. Herkes artık jübilesini beklerken, o transfer yaptı. Hem de öyle sıradan bir takıma değil, dönemin efsanelerinden birine...

İlk kahramanımız... San Sebastian’da adına marşlar yazılan, İspanya Birinci Ligi’nde (La Liga) Gol Krallığı’nda yarışan, Türkiye Milli Takımı’nda harika işler çıkartan, Toshack’ın “Onu satan şampiyonluğu satar” dediği adam; Nihat Kahveci... Yeniden döndüğü yuvasında parçapinçik edildi, futbola 32 yaşında veda etti.

İkinci kahramanımız... Fenerbahçe’de adı efsaneler arasına yazılacak, Şampiyonlar Ligi’nde yarı final kapısından dönen o müthiş takımda Roberto Carlos’un kaptanlığını yapacakken, İngiltere’nin sıra takımlarından birine giden Tuncay Şanlı...
2007’den bugüne aradığını bulamadı.

Üçüncü kahramanımız... Kuzey’in Oğlu; Fatih Tekke... Trabzon’da kalsa belki de yaptıklarının 10 katına imza atacaktı. O veya kulübü ‘ayrılığı’ seçti, bir büyük efsane yarıda kaldı.

Dördüncü kahramanımız... Tugay Kerimoğlu... Tam 39 yaşında, Blackburn formasıyla futbola veda eden, adına yapılan jübilede tribünlerde binlerce İngiliz’in yüzlerine maskesini taktığı, ekran başında bizlerin bile göğsünü kabartan Tugay...

Sevgili Arda Turan... Hiç
tanışmadık, hiç konuşmadık. Fakat sen, duruşunla, tavrınla her evin içindeki küçük, sevimli, haşarı erkek kardeş gibisin. İşte bu nedenle; bir çok kahramandan bahsetsek bile bu yazı aslında tamamen senin için yazıldı...
İşte olaylar, işte kahramanlar ve işte hepsi birbirinden bağımsız yazılmış hayat öyküleri...
Sana ‘içinden birini seç, al’ demeyeceğim, ama şunu söyleyeceğim; “Kendi hayat öykünü kendin yaz ve kendi kahramanını kendin yarat...”
“En çok pişman olduğum şey; pişman olacağım diye yapamadıklarım ve dokunamadıklarımdır” der William Shakespeare...
Her şeyi yap, ama pişman olacağın şeyi asla yapma...
Sevgilerimle...

28 Ağustos 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Her yer futbol...‘’

Tribünlerde siyasete izin verilmeyecekmiş...
Aslına bakarsanız, fena bir fikir ya da karşı çıkılması şart bir duruş değil...
Ancak samimi olursanız..

Ben de her şeyin olması gerektiği yerde yapılması taraftarıyım...

Mesela; Türkiye Büyük Milllet Meclisi’nde ülkenin sorunları konuşulsun, tartışılsın ve çözüm bulunsun. Olması gereken bu değil mi? Peki ne yapıyor bizim muhterem milletvekillerimiz, yumruk yumruğa kavga ediyor. Rahmetli Kemal Sunal filmlerinde ‘eşşoğlueşek’ repliğine ‘bip’ koyduran RTÜK, neredeyse her oturumda vekillerin birbirlerinin annelerinin hâl hatrını sormasını sadece izliyor. Zaten diğer kanallara uyguladığı kuralları aynen uygulasa, Meclis TV ömür boyu kapatılmaz mı!

Mesela; işadamları sadece işiyle uğraşsın... Müteahhit inşaat yapsın, doktor hastasına baksın, armatör gemilerini yüzdürsün, enerjiyle uğraşan enerji gazla uğraşan gaz konusunda yöneticilik yapsın... Bizde nasıl oluyor peki? Müteahhiti de, uncusu da, doktoru da kulüp yönetiyor... İş hayatlarında 10 kuruşun hesabını yapan bu çok başarılı iş adamlarının yönettiği kulüplerimiz borç batağında yüzüyor.
Daha da kötüsü, Beşiktaş’ın 1 yıl Avrupa’dan men edilmesine neden olan Yıldırım Demirören Türk Futbolu’nu yönetiyor. Kendisinden öncekiler de çok farklı değildi, zaten; hastaneci, iş adamı, tekstilci, otobüsçü...

Mesela; asker sadece askerlik yapsın... Bendeniz; İlker Başbuğ gibi ülkesinin refahını kendi refahının önüne koymuş çok değerli Silahlı Kuvvetler mensuplarının, bir teröristin ifadesine dayanılarak ‘terörist’ ilan edilmesine karşı çıkanlardanım. Fakat diyeceğim şu; Bu ülke yıllardır terör belasıyla uğraşıyor. Onbinlerce şehidimiz var, yüz binlerce gazimiz... Hayatında oyuncak silahı bile eline almamış, ‘dikşın dikşın’ diye ağzıyla arkadaşını vurmamış adamı alıp askere, gönderirsen terör bölgesine bu olur işte... Teröristle mücadele edeceksen, profesyonel ordunu kuracaksın. Adam savaşmayı bilecek ve en azından ne uğruna yere düşeceğini idrak edecek. Bizde nasıl peki? Hani Cem Yılmaz’ın müthiş esprisi vardır ya; Askerde sorarlar, ne işle uğraşıyorsun diye... Çocuk cevap verir; atom mühendisiyim... Tamam diyorlar. Veriyorlar eline kumandayı, ‘Sen Er ve Erbaş gazinosunda televizyon sorumlususun...’

İngilizce bilmeyen Dış İşleri Bakanımız oldu bizim...
Radyasyon da nedir ki deyip televizyon ekranlarında çay yudumlayan bakanımız vardı...
Darbe yaptığı için seve seve (!) seçilen Cumhurbaşkanımız oldu... Emekli olunca ressamlığa başladı muhterem! Onun resimlerine servet ödeyen yalakalarımız vardı.
Hızlı trenin başına otobüscü getirildi, Tarih Kurumu’nun başına Atatürk düşmanı...
Kemal Sunal espri yapardı, gülerdik; ama atasözlerini gerçekten de potpuri yapan vekilimiz var.
İktidar partisinin başında da, muhalefet partilerinin başında da siyaset bilimciler mi var?
Gazeteci var, futbolcu var, iş adamı var. Aşiret reisleri var; olsun tamam ama... Meclis’te siyaset mezunu kaç tane vekil var?
Doktor diploması olan, ama bir dakika bile doktorluk yapmayıp spor yorumcusu olan var.
Kabzımalımız var, büyü de yapıyor ruh da çağırıyor, görevi futbol yorumcusu...
Bir kez bile düdük çalmamış bir ağabeyimizi, Merkez Hakem Kurulu’nun başına getirdiler.
Eski televizyoncuyu Spor Bakanı yaptılar.

Tribünde siyasete izin verilmeyecekmiş...
Kabul...
5-6 ay sonra başlayacak mitingler... Bütün siyasilerimiz gezecek yurdu dört koldan... Ne takacaklar boyunlarına; kimisi Kastamonusporlu olacak, kimisi Giresunsporlu... Bilecikspor atkısı bile takan olacak. Bir Bilecikli olarak ben bile tam kestiremiyorum ama, o siyasiler hangi ligde ise başarı dileyecek memleketimin takımına...

Siyasetçiler futbolun içine bu kadar girmişken, tribünler siyasetten uzak dursun istiyorlar.
Mümkün mü?
Değil...
Üstelik o tribünleri dolduranların yüzde 90’ı her seçimde sandığa giderek vatandaşlık görevlerini yerine getiren insanlar...

Herkesin yapmaması gereken her şeyi yaptığı güzel ülkemde, tribünler de siyaset yapar!

2013-2014 sezonu hayırlı olsun!!!

21 Ağustos 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kod adı: 6+0+4‘’

Yeni sezon ‘yabancı krizi’yle başladı. 17 kulüp, 6+2+2’nin devamını istedi, 1’i karşı çıktı. Sonuçta, bir yıl önce Federasyon ile 18 başkanın onayı ve imzasıyla alınan kararda ‘devam’ edildi: 6 yabancı saha içinde, 4 yabancı tribünde... Saha içinde 6 varsa, kulübede 0 yabancı...

O imzayı atanlar isyan edemez!

Öncelikle şunu söylemeliyim: Şu an 6+0+4’e karşı çıkan kulüplerin feveranlarını samimi bulmuyorum. Çünkü bir yıl önce 6+0+4 için imza atanlar da; aynı Ünal Aysal, aynı İlhan Cavcav ya da çoğu aynı olan diğer kulüp başkanlarıydı. Sonrasında şunu eklemeliyim: 6+0+4 kararını ‘saçma’ buluyorum. Takıldığım 6’nın 0’ın yeri değil, 4’ün yeri... Bu uygulama, yerli oyuncuların önünü açmak içinse, ‘toplam 6 yabancı’ de, olsun bitsin... Şimdi, yabancılara tribünde oturtmak için para ödetiyorsun. Neresinden bakarsan bak, skandal...

Gökhan ve Egemen de olsa...

Peki; 17 kulüp bu kararı değiştirmek isterken; Fenerbahçe neden direndi? Bu sorunun yanıtı basit... Seçilen son milli takım kadrosu da gösterdi ki; yerli yapılanması en yerli yerinde takım Fenerbahçe... 22 kişilik Milli Takım kadrosunda 7 Fenerbahçeli var; 3’te 1’i yani... Üstelik, en az 6’sı ilk onbire aday... Kalede Volkan, stoperde Bekir (Semih ve Ömer’in durumları nedeniyle), ortada Emre, Topal, Alper, solda Hasan Ali... Kulübe için tek aday, Caner.. Ve dikkatinizi çekerim; Gökhan Gönül ve Egemen sakatlıkları nedeniyle kadroda yok. Topuz, Serdar, Selçuk Şahin gibi eski Milliler halen Fenerbahçe’de... Recep Niyaz, Salih Uçan, Berkay gibi geleceğin adayları da...

Beşiktaş’tan nokta atışı...

Siz, Fenerbahçe Teknik Direktörü olsanız; Kalede Volkan (Mert, Serkan), sağ bekte Gökhan (Topuz), stoperde Egemen (Bekir), sol bekte Hasan Ali, ön liberoda Topal’ı (Alper) oynatmaz mısınız? Yanıtınız ‘evet’ ise kalan 6 ismi de yabancı yazabilirsiniz. Savunma bloğunu yerlilerden kuran Fenerbahçe, elbette yabancı kontenjanı konusunda diretir. Son milli takımda dikkat çeken bir diğer konu da Beşiktaş... Geçtiğimiz dönemlerde milli takıma sadece 1 yerli verebilen Beşiktaş’ta sayı 3’e çıktı. Olcay’ın ardından Serdar Kurtuluş ve Tolga Zengin de Ay-Yıldızlı ekipte... Hilbert’in yerine Serdar, McGregor’un yerine Tolga... Kesinlikle ‘nokta atışı’...

Sabri mi Hakan Balta mı?

Peki ya Galatasaray?

Kalede Muslera, sağ bekte Eboue, stoperde Chedjou, sol bekte Riera... Önlerine Melo’yu koyduğunuz an, karşınıza korkunç bir soru çıkıyor: Drogba mı, Sneijder mi? Elbette ikisi de oynayacak, fakat bu durumda kim tribüne yollanacak? Sabri sahaya Eboue tribüne mi? Ya da Riera’nın yerine Hakan mı? Erman ve Umut’u aldılar, hücuma... Terim’i rahatlatacak yerli transferleri değil bunlar?

Ersun Yanal henüz maç başlamadan Fatih Terim karşısında 1-0 önde sanki... 6+0+4’ü böyle kodlamak
daha doğru gibi...

08 Ağustos 2013, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’3 Temmuz'un mağlubu aslında Galatasaray‘’

Trabzonsporlular, davanın başından bu yana bir taraf... Çünkü ortada bir ‘hak yenme’ var ise; o yenilen hak tamamıyla Trabzonspor’un... Bu nedenle Trabzonspor’un isyanı haklıdır ve anlaşılır...

* * *

Tamam ama... Galatasaray neden isyanda?

* * *

3 Temmuz 2011’den beri; sezonu Fenerbahçe şampiyon tamamlasa bile Şampiyonlar Ligi’ne onlar gitmiyor mu zaten? 3 Temmuz 2011’den beri; ezeli rakipleri mahkeme mahkeme dolaşırken, Avrupa’daki prestijini geri alanlar onlar değil mi? Süper Lig’in yarısından çoğunu zan altında bırakan bu operasyondan, üzerine bir damla dahi çamur sıçramadan kurtulan kim? Çemişgezekspor mu?

* * *

Sadece “Adalet istiyorlar” ifadesiyle açıklanabilir mi bu isyan? Ya da “Trabzonspor’un hakkını savunuyorlar” denebilir mi?

* * *

Fenerbahçe ile Trabzonspor arasında bir cephe kurulmuştu zaten... Kıran kırana bir cephe bu, ölümcül... Sınırlar öyle çizilmişti ki; aradaki Çin Seddi gibi bir duvar değil, resmen uçurum... İki camia bir daha yanyana gelebilir mi? Bence zor... Hâl böyleyken... Galatasaray yangına körükle gitmemeliydi... Arena’da açılan ‘şampiyonluk’ pankartları; ateşe benzin dökmekle eş değerdi.

* * *

Lutfi Arıboğan, İlhan Helvacı ve Ebru Köksal gibi o dönemin sembolü olmuş; Fenerbahçeliler’in tu-kaka ilan ettiği isimleri; süreç devam ederken camiaları içinde kilit noktalara yerleştirmeleri, nasıl açıklanabilir ki? Ya, “İşlerinde çok iyi profesyonellerdi” diyecekler... Ya da “Körün gözüne parmak soktunuz” diyenlere saygı gösterecekler...

* * *

3 Temmuz 2011’den beri bu ülkede en ağır bedeli Fenerbahçe ödedi... Ödemeye de devam ediyor hatta... Trabzonspor da hatırı sayılır şeyler kaybetti... Yönetenler, o günden beri camiayı ‘kupaya’ kitledi; fakat bu arada saha içi unutulup gitti! Beşiktaş, Eskişehirspor, Sivasspor vesaire vesaire... İbrahim Akın, Koray Çelikay, Mehmet Yıldız vesaire vesaire... Aziz Yıldırım, Mecnun Odyakmaz, Bülent Uygun
vesaire vesaire... İnsanlar hapis yattı, camiaların tarihlerine asla silinmeyecek lekeler sürüldü. Herkes ağır bedeller ödedi bu süreçte...

* * *

Görüntüde kazanan Galatasaray, ama bence asıl kaybeden de onlar oldu. Çünkü Türk Futbolu’nun ‘Büyük Abisi’ olma fırsatını kaçırdılar. Hem cephede savaşmaktan kaçındılar hem de cepheye cephane taşımaktan geri durmadılar. Bir daha böyle bir şans gelir mi?

Zor...

Nereden nereye?

Şu anki ‘nefret iklimi’ni görünce üzülüyor insan...

Çünkü geçmişte böyle değildi bu işler...

Ülke sınırları içinde yine yerdik birbirimizi ama iş Edirne’den ötesine geçince ‘tek yumruk’ olurduk.

Aklıma ilk gelen şu meşhur Neuchatel davası...

Hatırlarsınız... UEFA, Galatasaray’ın muhteşem zaferini, masa başında elinden almaya kalkmıştı. Tüm ülke seferber olmuştuk.

Galatasaray Başkanı Ali Tanrıyar önderliğinde Sarı-Kırmızılı camia günlerce kulis yaptı.

Ülkenin önde gelen tüm spor adamları çalıştı, çabaladı.

Dünyanın ‘İmparator’ diye andığı Alman efsanesinden ‘Bizim Beckenbauer’ diye bahseden Fenerbahçe Başkanı Ali Şen de boş durmadı elbette...

Kimi tanıyorsa aradı, tanımadıklarıyla datanıdıkları aracılığıyla kontak kurdu.

Ve sonra ne oldu?

Kazandık...

Dize getirdik UEFA’yı...

El birliğiyle yoluna devam ettirdik Galatasaray’ı...

* * *

Nereden nereye... O günlerden bugünlere geldik dostlar...

Artık hoş sohbetlerin yankılandığı o dost masalarında, şimdi sadece ‘nefret’ ve ‘intikam’ duygularının insanın burnunu yakan kokusu var.

Önder Özen'e göre Terim işi bilmiyor

“Teknik heyet, yeni sezonda Sezer Öztürk ve İbrahim Toraman’ı kadroda düşünmüyor. Bu iki ismin de kalitesi yeterli değil” dedi Önder Özen...

Beşiktaş Futbol Direktörü’dür kendisi... Kavga ettikleri için kadro dışı bırakılan İbrahim Toraman ve Sezer Öztürk için söyledi bu sözleri, hem de basın mensuplarının gözünün içine baka baka!

* * *

Önder Özen haksızsa sorun yok! Sonuçta sadece kendi kariyerine bir eksi yazılır, olur biter! Ama ya haklıysa!

O zaman...

* * *

Şenol Güneş, Ünal Karaman, Ersun Yanal, Fatih Terim ve Guus Hiddink anlamıyorlar demek ki futboldan ve futbolcu kalitesinden...

Anlasalar, İbrahim Toraman’ı Milli Takım’a alırlar mıydı? Giray Bulak, Yılmaz Vural, Levent Eriş, Rıza Çalımbay, Bülent Uygun, Aykut Kocaman ve Samet Aybaba... Ve hatta Slaven Bilic!

Onlar da bilmiyorlar bu işi! Bilseler, Sezer Öztürk’e Manisaspor, Eskişehirspor, Fenerbahçe ve Beşiktaş formaları giydirirler miydi?

Üstüne üstlük Bank Asya 1. Lig’de ‘Yılın Futbolcusu’ seçtiler bir de Sezer Öztürk’ü! Kim o kendini bilmezler, bilmiyorum!

Ama Önder Özen’e göre o kendini bilmezler de zerre kadar anlamıyor futboldan...

Dünya Kupası

Cezayir var, biz yokuz... Kosta Rika harikalar yaratıyor, biz yokuz...

Kolombiya onbirini sayıyoruz ezbere, Neymar’a hasta oluyoruz çoluk çocuk, ABD’ye üzülüyoruz elendi diye! Düşünün ruh halimizi...

* * *

Riva’yı, Hasan Doğan tesislerini açtık, hayırlı uğurlu olsun...

On numara tesis, muhteşem mimari, süper sahalar...

Artık küçük bir şey istemek hakkımız herhalde! Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası falan fark etmez; arada sırada bir yerlere gidelim yeter!

05 Temmuz 2013, Cuma 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Düz mantık‘’

Televizyon ekranlarında ruh çağıranlar, kurşun döktürenler var. ‘Özel Yetkili Mahkeme’yi ve Yargıtay’ı hiçe sayıp ‘hüküm’ verenler var. Adının altına ‘yorumcu’ yazılıp forma giyerek ekrana çıkanlar var. Futbolun kaç kişiyle oynandığını bilmeyen, ama ‘her şeyi bilen adam’ oldukları için Ergenekon’dan Balyoz’dan ‘Futbol Programları’na transfer olanlar var. ‘Ebenin a..’ diyenler var!
********
Kabul... Onlar var, ama bir de bunlar var!
********
Kadıköy’deki soyunma odasının duvarına orta parmak çizen antrenör var. “Fenerbahçe ile düşmanlığımız ilelebet sürmeli” diyen başkan var. “Biz o şahsı kaale almıyoruz” diyen kulüp var. “Biz de o şahsı kaale almıyoruz” diyen öbür kulüp var. “Devlet onlara çok yardım etti” diyen başkan var. “Açıklasın, biz de açıklarız” diyen öbür başkan var. Üzerine ‘Fair Play’ ve ‘Saygı’ yazılan formalı çocuklardan sahaya 17 tane çıkartan, bir kulübü dışarı atan yönetim var. “Galatasaray ile aramız düzelmemeli” diyen başkan var.
********
Giydiği forma farklı olduğu için öldürülen 19 yaşında bir çocuğumuz var. Giydiği forma farklı olduğu için katil olan 20 yaşında bir başka çocuk daha var. Ölen çocuğun ardından ‘O da şunu yapmış’ diyen kazmalar var!
Öldüren çocuğu ‘masum’ göstermeye çalışan dangalaklar var!
********
Statta karşı takımın siyahi oyuncusuna ‘muz’ gösteren ‘sindirim sistemi bozuk!’ taraftar var. O ‘muz’a gönderme yapan, ama geçmişte açtığı ‘kara köle’ pankartını unutan öbür taraftar var. Gittiği her statta, rakip takım taraftarını çıldırtan, provoke eden, rakibinin eli değmeden sahaya sedye isteyen sahtekâr futbolcu var.
Gittiği her statta el-kol-parmak işareti yapan, orasına burasına buz koyduğunu ileri sürüp edep yerlerini gösteren futbolcu var.
********
Yarın Fenerbahçe ile Trabzonspor arasında Türkiye Kupası Finali var. Bu finalle hiç bir alâkası olmayan bir diğer kulübün açtığı, iki camiayı birbirine düşürmeye aday pankart var! Kaçarak ayrıldığı kulübün gönlünü okşamak için, işte bu final öncesi, ortamı geren yıldız var. “Seyircisiz oynansın” diyen otorite var.
********
Şampiyonluk kupasını takdim edemeyen Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı var. Şampiyonluk kupasını verecekken ıslıklanan Federasyon yöneticisi var. “Zaten o kupayı o başkandan almak istemezdik” diyen yönetici var.
********
Geçtiğimiz günlerde bir televizyon kanalında tribün liderlerini çıkartmışlar, soruyorlar: “Sizce stattaki terörün nedenleri neler?”

Kendilerine ‘amigo’ denmesine bozulan, ‘tribün lideri’ sıfatıyla camialarda farklı bir misyonun parçası olmaya çalışan bu şahsı muhteremler ise (birbirleriyle paslaşmışlar belli ki!), “En büyük suçlu medya” dediler.
********
O programı izlerken aklıma şu fıkra geldi. Adı; Düz mantık!
********
Temel bir yarışmaya katılır ve kazanır. Kendisine ödül olarak bir kitap verilir, kitabın adı ‘Düz Mantık’tır. Temel hediyeyi alırken sorar: “Bu kitapta ne yazıyor?” “Okuyunca öğrenirsin” der yetkili... Temel, “Ben onunla uğraşamam, sen bir anlat hele” der. Yetkili anlatmaya, Temel yanıt vermeye başlar...

- Temel senin evinde akvaryum var mı?
- Evet, var...
- O zaman içinde su da vardır?
- Evet, var...
- İçinde su varsa balık da vardır?
- Evet, var...
- Balık varsa, hayvanları seviyorsun sen!
- Evet...
- Hayvanları seviyorsan insanları da seversin herhalde?
- Evet...
- O zaman senin sevgilin de vardır?
- Evet, var...
- Yaşın geçmiş, evlisindir sen hem de?
- Evet...
- Eeee, karın olduğuna göre de homoseksüel değilsin sen?
- Evet...
- Bak gördün mü? Akvaryumdan nereye geldik!

Temel çok etkilenir! Kitabı alır koltuğunun altına, eve giderken Dursun’u görür. Dursun sorar: “Temel o nedir?”
Temel: “Düz mantık kitabı...”
Dursun: “Nasıl bir şey, anlat bakalım?”
Temel: “Tamam... Senin evde akvaryum var mı?”
Dursun: “Yok!”
Temel: “O zaman sen ib..sin!”
********
Bu fıkradan yola çıkar, ‘Düz Mantık’ kurarsak... Evet, şiddetin tek nedeni vardır: Basın!

21 Mayıs 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Biz yas tutarız‘’

20 yaşındaki bir çocuk, 19 yaşındaki bir başka çocuğu bıçaklayarak öldürüyor.
Birisinin üzerinde Fenerbahçe, diğerinin üzerinde Galatasaray forması var.
Altı üstü bir top, 22 futbolcunun oynadığı bir oyun futbol...
Sonunda verdikleri bir teneke parçası... Üstelik her sene...
*********
Biri öldü, henüz hayatının baharında...
Damatlığını giyemeden kefenini giydirdik gencecik bedenine ve emanet ettik toprağa...
Diğeri öldürdü, henüz hayatının baharında...
Gökyüzünü göreceği günler artık sayılı, hayata parmaklıkların arkasından bakacak.
*********
Ne için!
Fenerbahçe için mi?
Galatasaray için mi?
*********
Değer mi?
Fenerbahçe kaç hayat eder?
Peki ya Galatasaray?
*********
100 yıl daha kaybetmese Kadıköy’de Fenerbahçe, Galatasaray’a karşı... Burak Yıldırım geri döner mi?
100 kez daha üst üste şampiyon olsa Galatasaray...
Yusuf Ortak yıllar sonra dışarı çıksa vicdanen özgür kalabilir mi?
*********
Bir hayat kaç kupa eder?
Kaç galibiyet, kaç forma, kaç Fenerbahçe ya da kaç Galatasaray?
*********
Kaç Burak ölecek daha...
Kaç Yusuf katil olacak?
Kaç...

15 Mayıs 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Comandatore 2‘’

4 Eylül 1953’te doğdu... Ceyhanspor’la başladığı futbolculuk kariyerinde ilk şampiyonluğunu Adanademirspor’la yaşadı. Adanademirspor’u Süper Lig’e çıkarttıktan iki sezon sonra Galatasaray’a transfer oldu. Sarı-Kırmızılı formayı sırtına ilk geçirdiğinde, takvim yaprakları 3 Ağustos 1974’ü gösteriyordu. Fenerbahçe ile başladı Galatasaray serüvenine, 12 Haziran 1985’te yine bir Fenerbahçe derbisiyle bitirdi.

11 sezon giydi Sarı-Kırmızılı formayı... Kaptanlık pazubandını koluna taktı, onurla taşıdı. Dile kolay; 454 maçta forma giydi. Tam 40 bin 550 dakika sahada kaldı. Stoper oynuyordu, ama 28 de gol attı. Galatasaray formasıyla 3 Türkiye Kupası, 1 Cumhurbaşkanlığı Kupası, 3 Başbakanlık Kupası havaya kaldırdı.

Saha içindeki müthiş kariyerine saha dışında da devam etti. Ankaragücü ile başladı işe, 21 yaş Milli Takımı ile devam etti. Sonra A Milli Takım ve Galatasaray...

3 Ağustos 1974’te futbolcu olarak geldiği Florya’ya, 10 Ağustos 1996’da patron olarak döndü. (Bugünkü muhteşem Florya Tesisleri var ya... Hepsini, Faruk Süren döneminde
‘O’ yaptırdı.)
96-97...97-98... 98-99... 1999-2000...
Onun yönetiminde, 4 sezonda 4 kez şampiyon oldu Galatasaray...

Sıra, Galatasaray’ı yurt dışında temsil etmeye gelmişti. Önce Fiorentina’ya gitti; siz de hatırlarsınız belki, çünkü biz bizzat yaşadık. Fiorentina’nın maçları olduğu günlerde evimize gitmez, gazetede özel Fiorentina sayfaları yapardık. Floransa kesmedi, hedefler büyüktü çünkü, büyüdü... Milano’ya gitti; ilk onbirini ezbere saydığımız, İtalya sosyetesinin takımı olan Milan’ın başına geçti. Çizme’de 36 maçta 18 galibiyet, 12 beraberlik aldı. Yenilgi sayısı, sadece 6’ydı.
Bu arada Galatasaray’da işler yolunda gitmiyordu. ‘Gel’ dediler, soru sormadan yanıt almadan geldi. Tek şart sunmadan...

İşler çok yolunda gitmedi bu serüvende, “Galatasaray’ın başarısı için görevi bırakmalıyım” dedi, gitti. Yine soru sormadan, yanıt almadan, tek şart sunmadan...

Vaziyet kötüydü yine, Galatasaray’ı ayağa kaldırmak gerekiyordu. ‘Gel’ dediler yine; Geldi... Saracoğlu’na şampiyonluk kupasını kaldırdı Galatasaray takımı, tarih yazdı. Onunla, onun yönettiği takımla...

Aşağıdaki liste, bir ülkenin başarıları değil! Sadece O’nun...

1993; U-21 Milli Takım ile Akdeniz Oyunları Şampiyonluğu... 1996; A Milli Takım ile ilk kez Avrupa Şampiyonası Finalleri’ne katılma hakkı kazandı... 1996; Galatasaray ile Cumhurbaşkanlığı Kupası Şampiyonluğu... 1996-97; Galatasaray ile Süper Lig Şampiyonluğu... 1997; Galatasaray ile TSYD Kupası Şampiyonluğu... 1997; Galatasaray ile Cumhurbaşkanlığı Kupası Şampiyonluğu... 1997-98; Galatasaray ile Süper Lig Şampiyonluğu... 1998; Galatasaray ile TSYD Kupası Şampiyonluğu... 1998-99; Galatasaray ile Türkiye Kupası Şampiyonluğu... 1998-99; Galatasaray ile Süper Lig Şampiyonluğu... 1999; Galatasaray ile TSYD Kupası Şampiyonluğu... 1999-2000; Galatasaray ile Türkiye Kupası Şampiyonluğu... 1999-2000; Galatasaray ile Süper Lig Şampiyonluğu... 2000-2001; Fiorentina ile İtalya Kupası Finali (final maçından önce istifa etti)... 2008; A Milli Takım ile Avrupa Şampiyonası Yarı Finali... 2008; A Milli Takım ile Avrupa Şampiyonası’nın En İyi Teknik Direktörü seçildi... 2008; İtalya Cumhurbaşkanı’ndan Commendatore Nişanı aldı... 2011-2012; Galatasaray ile Süper Lig Şampiyonluğu... 2012; Galatasaray ile Süper Kupa Şampiyonluğu...

Pardon... Unutmuşum! Galatasaray, 1999-2000 sezonunda da UEFA Kupası Şampiyonluğu’na ulaşmıştı, onunla...

23 Ocak 2013 günü okudunuz yukarıdaki satırları... Peki o günden bu yana neler oldu?

Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’nde yarı finale yükseldi, Real Madrid ile eşleşti. İspanya’daki maçı 3-0 kaybettiler. Rövanşta ise 3-2’lik skorla ezdiler, ama elendiler.

Süper Lig’e gelince... Ezeli rakibinin 10 puan önünde, sezonun bitmesine 2 hafta kala şampiyonluğu garantiledi Galatasaray... 108. yılında 19. şampiyonluğu... Onlarca teknik direktör geldi geçti tarih boyunca, ama 19 şampiyonluğun 6’sı Fatih Terim’e ait... Basit bir matematik hesabıyla 3’te 1’i yani...

‘Galatasaray efsanelerini anıyor’ diye bir etkinliği var yönetimin... Arena’daki her maçta bir ‘efsane’ye ödül veriyorlar.

Küçük bir öneri...
Daha önce verildi mi-verilmedi mi bilmiyorum ama... (Verilmişse de ikincisini verirsiniz olur biter!) Şampiyonluk kupasının alınacağı Trabzonspor maçında o ‘efsane’ için tek bir adayım var: Fatih Terim...
Ne dersiniz?

07 Mayıs 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Jop üstü biber gazı‘’

Günün sorusu: “Stada nasıl gidilir?”
Gülmeyin, önemli...
Madde madde yazıyorum, not alın, tek tek uygulayın, eve sağlıklı dönün...

1- Sabah kalkılır, el yüz yıkanır! (Maçla ilgisi yok, ama normali bu...)
2- Tuttuğunuz takımın marşları eşliğinde kahvaltı edin. (Marş, sizi maça hazırlar.)
3- Kıyafet odasına gidin, öncelikle ‘çelik yelek’ giyin. (Sonra açıklayacağım.)
4- Yaz aylarında üstünüze takımınızın kısa kollu forması, altınıza kot pantolon giyin. Kış aylarında bu kombinde formanın kollarını uzatın, svetşört (sivitşört diye okunur) ve mont ile destekleyin.
5- Sonrasında gaz maskesi takın. (Yarım yüzü de var, tam yüzü de... Savaşta ‘yarım yüz’ yeterli olabilir, ama siz maça gittiğiniz için ‘tam yüz’ takın.. Çünkü malum, biber gazı organiktir, ama gözleri bitirir.)
6- Evden çıkarken anahtarı almayı unutmayın, sonrasında ayakkabılarınızı giyin.
7- Trene, metrobüse, metroya ya da otobüse binin, stada gidin.
8- Maça girin, maçı izleyin, joplanın, biber gazını ciğerinize çekin, eve dönün...

3 ve 5. maddeler en önemlileri...
Bu nedenle biraz daha detaya girmekte fayda var...

Önce 3. madde...
Çelik yeleği nerden bulacaksınız?
Basit...
İnternete ‘çelik yelek’ yazın, hemen cevabı buluyorsunuz. Fakat biraz masraflı... Madem ki futbolseversiniz, o halde katlanacak ve yaklaşık bin 500 TL’yi gözden çıkartacaksınız. Ancak bu konuda da size bazı yardımlarda bulunuyor siteler, peşin fiyatına taksit yapıyorlar mesela...
Çelik yeleği neden giymeliyim?
Çünkü...
Siz yapmazsınız ama olur ya; provakasyon yapılır gaza gelebilirsiniz ve hocanızı protesto etmek, yönetimi istifaya davet etmek gibi ‘terörist eylemler’ içine girebilirsiniz. Bu durumda ‘şerefli’ insanlarla birlikte maç izleyen, ‘şerefli’ insanlarla aynı tribünde oturan, sizlerin cebindeki çakmağı, demir paraları alan polislerin aramadığı, arasalar bile kapalıyken 20 açıkken 50 santimlik uzunluğu olan copları bulamadığı ‘şerefli’ insanlar yanınıza gelir, o coplarla size dokunarak ‘yapmayın canım’ diyebilir. Müdahale çok nazik yapıldığı için bu çok ‘şerefli’ insanların sadece ifadeleri alınır ve serbest bırakılır. Zaten sizin ağzınızdan burnunuzdan gelen kanlar da aslında kan değildir, kırmızı boyadır. Şükredin ki, güvenlik güçlerini aldatmaktan ceza yemediniz.

Sonra 5. madde...
Gaz maskesini nerden bulacaksınız?
Basit...
İnternete ‘gaz maskesi’ yazın, hemen cevabı buluyorsunuz. Gaz maskeleri sizi ‘endüstriyel maddeler, buharlar ve parçacıklı tehlikelere karşı’ korur. Üstelik fiyatı da gayet uygun... ‘Yarım yüz’ler 44.90’dan, ‘tam yüz’ler 289 TL’den başlayan fiyatlarla... Karaborsaları da çıkmış, fakat önermem!
Gaz maskesini neden takmalıyım?
Çünkü...
Madem ki maça gidiyorsunuz, illa ki biber gazı yiyeceksiniz. Siz hiç bir kavgaya karışmayabilir ve hatta olaylardan metrelerce uzakta olabilirsiniz. Fakat gişelere yüklenen taraftarların birbirini ezme ihtimali belirebilir, güvenlik güçleri bu korkunç ihtimali ortadan kaldırmak için kalabalığın üzerine biber gazı sıkabilir. Ya da evinize gitmek üzere geldiğiniz tren istasyonuna ‘hücre evi’ muamelesi yapılabilir, gaz bombası yanınızda patlayabilir.

Çelik yeleği şiddetle(!) öneririm. Çünkü ‘teleskobik çelik yaylı jop’un özellikleri korkunç... Kapalı uzunluğu 20, açık uzunluğu 50 cm’dir. Tamamıyla çelik malzemeden imal edilmiştir. Tutacak kısmı kaymayı engellemek ve tutuş kolaylığı sağlamak için lastik kaplamadır. Mıknatıslı düzenek sayesinde aşağı doğru tuttuğunuzda kendiliğinden açılmaz. Açılması için aşağı doru sallamanız gerekir. Jop oldukça sağlamdır ve paslanmaya karşı dayanıklıdır.

Gaz maskesi taksanız da olur, takmasanız da! Çünkü İdris Naim Şahin’den sonra İçişleri Bakanı olan Muammer Güler de açıkladı: “Biber gazları ve tozlarının insan sağlığı üzerindeki etkilerinin hiçbiri kalıcı değildir. Kullanılan göz yaşartıcı gaz mühimmatlarının içeriğinde OC (Oleoresin of Capsicum) ve CS (O-Chlorobenzalmalononitrile) bulunmakta olup, bu gazların kullanımından dolayı herhangi bir şekilde insan sağlığına kalıcı zarar verildiğine ilişkin resmi bir rapor bulunmamaktadır...”
Yani maskeyi takmayın, keyfinize bakın, kafa yapın!

İyi seyirler...

30 Nisan 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI