Arama

Popüler aramalar

‘’Dünya klubü olmak!‘’

Ünal Aysal; Galatasaray Başkanı... İş adamı, Unit Group Yönetim Kurulu Başkanı...
Aziz Yıldırım; Fenerbahçe Başkanı... İnşaat mühendisi, iş adamı...
Fikret Orman; Beşiktaş Başkanı... İnşaat mühendisi, iş adamı... Orsan Yedek Parça Sanayi ve Knorr-Orsan Ticari Araç Sistemleri Limited şirketlerinde yönetim kurulu üyesi.
İbrahim Hacıosmanoğlu; Trabzonspor Başkanı... İş adamı... Ticaret ve organizasyon işleriyle uğraşıyor.
Erkan Körüstan; Bursaspor Başkanı... İş adamı, Körüstan Anonim Şirketi’nin Yönetim Kurulu Başkanı.
İlhan Cavcav; Gençlerbirliği Başkanı... İş adamı... Un fabrikası, entegre sentetik çuval fabrikası var.
İbrahim Kızıl; Gaziantepspor Başkanı... İş adamı... Petrolcü. Başta Ortadoğu ve Amerika olmak üzere birçok ‘üs’se petrol dağıtıyor.
Zafer Yıldırım; Kasımpaşaspor Başkanı... İş adamı... Orjin Grup ve İstinye Park ortağı.
Hüseyin Eryüksel; Akhisar Belediyespor Başkanı... Müteahhit.
Mecnun Odyakmaz; Sivasspor Başkanı... İş adamı... Reklam ve iletişim sektöründe firmaları var. En faal olduğu sektör ise tekstil.
Recep Mamur; Kayserispor Başkanı... İş adamı... Femaş Emaye’nin sahibi, aynı zamanda Feras İç ve Dış Ticaret Anonim Şirketi’nin de Başkanı. Kendi markası olan Ferre, Gl General adı altında satış yapıyor.
Gültekin Gencer; Medical Park Antalyaspor Başkanı... İş adamı... Antalya Döşemealtı Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı. GENPA alışveriş merkezleri yönetim kurulu başkan yardımcısı.
Mesut Hoşcan; Eskişehirspor Başkanı... İş adamı... Hoşcan Lojistik Başkanı.
Metin Kalkavan; Çaykur Rizespor Başkanı... İş adamı... İstanbul Deniz Ticaret Odası Başkanı.
Mustafa Yolbulan; Kardemir Karabükspor Başkanı... Kardemir Anonim Şirketi yönetim Kurulu üyesi.
Ahmet Şan; Torku Konyaspor Başkanı... Kombassan Yönetimi Başkan Yardımcısı.
Selçuk Cengiz Öztürk; Sanica Boru Elazığspor Başkanı... İş adamı.
Ziya Eren; Kayseri Erciyesspor Başkanı... İş adamı... Metal Center Yönetim Kurulu Başkanı.

Süper Lig’de durum bu... Peki PTT Birinci Lig’de durum ne? Bakalım...

Nedim Türkmen; Orduspor Başkanı... İş adamı... Yeminli Mali Müşavir.
Sadık Dik; Ankaraspor Başkanı... Sanayici.
Tuna Aktürk; Balıkesir Başkanı... İnşaat mühendisi, müteahhit...
Çağatay Kalkancı; İstanbul Belediye Başkanı... Endüstri Mühendisi...
Ali Kahramanlı; Mersin İdmanyurdu Başkanı... İş adamı... Kahramanlı Sigorta’nın Yönetim Kurulu Başkanı.
Emre Hasgör; Manisaspor Başkanı... İş adamı, sanayici, tekstilci...
Emin Kar; Samsunspor Başkanı... ESKİ FUTBOLCU.
Fethi Şimşek; Şanlıurfaspor Başkanı... İş adamı... Eğitimci, Doğa Kolejleri’nin sahibi.
Bayram Akgül; Adanaspor Başkanı... İş adamı... Nakliye firması sahibi, Adana İş Adamları Derneği Başkanı.
Şaban Bülbül; 1461 Trabzon Başkanı... Makine Mühendisi... Trabzon Mühendisler Odası Başkanı.
Mehmet İnceayan; Boluspor Başkanı... Turizmci, toptancı, siyasetçi...
Hüsnü Kaya; Bucaspor Başkanı... İş adamı... İzmir’in tanınan sanayicilerinden biri.
Fatih Diniz; Karşıyaka Başkanı... Özel sektörden emekli.
Mustafa Tuncel; Adana Demirspor Başkanı... İş adamı... Siyasetçi, sanayici.
Ünsal Göksen; Gaziantep Belediye Başkanı... İş adamı...
Mehmet Özsoy; Denizlispor Başkanı... İş adamı, siyasetçi... Daha önce de Denizlispor’da başkanlık yapmıştı.
Osman Turan; Tavşanlı Linyitspor Başkanı... Özel sektörde yönetici... Garp Linyitleri İşletmesi’nde uzun süre müdürlük yaptı. Şimdi de uzman danışman.
Ferudun Kolat; Kahramanmaraş Başkanı... İş adamı...
İsmail Öztürk; Fethiyespor eski Başkanı... İstifa etti, ama o da iş adamıydı.

Türk Futbolu’na yön veren 37 takımın başındaki isimlere bir bakın... Allah’tan içlerinde Emin Kar var, yeşil sahalardan koltuğa terfi eden... Başkanlar iş adamları, yöneticileri de... CEO’ları iş adamları, danışmanları da...
Sonra “Fenerbahçe’yi Dünya’nın ilk 5 takımı arasına sokacağız” diyen Mehmet Ali Aydınlar’ın listesini hatırlayın! TÜSİAD gibiydi hani! Hadi ‘paranın ne önemi var’ diyelim, aradaki maddi uçurumu göz ardı edelim!!! Ve şimdi Dünya’nın ilk 5 takımına bakalım.

Bayern Münih: Onursal Başkanları Franz Beckenbauer, Başkanları Uli Hoeness, CEO’ları Karl Heinz Rummenige... Hepsi de Alman futbolunun efsaneleri...
Manchester United: Glazer ailesinin yönetiminde... Fakat tesislerde uçan sinek bile Alex Ferguson’dan izin alır! Sir’in yerine gelen David Moyes, sahanın tek patronu... Dışarıda Ferguson’a destek veren, kulübe danışmanlık yapan kişi; İngiliz efsane Bobby Charlton...
Real Madrid: Başkanları Florentino Perez... Futbolculuk kariyeri yok, fakat zaten saha içiyle hiç ilgilenmiyor. Çünkü takımı Carlo Ancelotti’ye teslim etmiş; Kurumsal İlişkiler Direktörü koltuğunda eski futbolcu Emilio Butragueno var. Daha önce Sportif Direktörlük yapan Fransız efsane Zinedine Zidane da, Ancelotti’nin yardımcısı.
Barcelona: Onların başkanları da futboldan gelmeyen Sandro Rosell... Fakat futbolla ilgili en önemli sözleri de zaten o değil, Sportif Direktör Andoni Zubizarreta veriyor. O kim mi? Barça’nın ‘1 numaralı’ efsanesi...
Arsenal: Hissedar sahiplerinin takımı olan Arsenal’in Başkanlığı’nı Sir unvanlı Chips Keswick yapıyor. Ancak takımla ilgili tüm kararları, 18 yıldır Arsene Wenger veriyor.

Anlatabildim mi?!

06 Kasım 2013, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol sahada güzel, borsada değil‘’

Siz bu satırları okurken tarih yaprakları 30 Ekim’i gösteriyor olacak. Fakat ben bu satırları karalarken, 29 Ekim... O nedenle öncelikle Cumhuriyet Bayramınızı kutlar, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, bizim bugünleri görebilmemiz için canını feda eden tüm arkadaşlarını saygıyla, rahmetle anarım. Nice 90 yıllara...
Geçelim yazımıza... Atılan tekmeleri, verilmeyen golleri, kahramanları ya da alkışlananları yazıyoruz zaten her hafta. Bugün bayram ya... Eğlenceli bir şeyler karalayalım isterseniz. Umarım, eğlenirsiniz.

Slaven Bilic: Dünyayı tek başıma kurtaramayacağımı gayet iyi biliyorum. Ancak haksızlığa karşı hep ön saflarda olacağım. (Adam olmak böyle bir şey işte)
Aatıf Chahechouhe: Soyadımı doğru yazabilmek için yıllarca uğraştım. Ne anlama geldiğini hâlâ bilmiyorum. (Adının anlamı ne!)
Metin Kurt: Futbol arsada güzeldir, borsada değil. (Güzel adam...)
Tolga Zengin: Olimpiyat Stadı’nın güzel olan tek şeyi ismi; ‘Atatürk’ (Güzel adam 2)

Manuel Fernandes: Portekiz ve İspanyollar’ın pasla, Türkler’in ise kalbiyle oynadığı oyunun adıdır futbol. (Doğru söz!)
Cristiano Ronaldo: Messi zeki, İbrahimoviç güçlü, Beckham yakışıklı diye seviliyor. Ben sevilmiyorum, çünkü bunların hepsi bende var. (Haklı)
Lionel Messi: Ronaldo mu yoksa sen mi diye soranlara, Ronaldinho’nun halâ hayatta olduğunu söyleyip konuyu kapatıyorum. (Maradona öldü mü!)
Pep Guardiola: En büyük amacım Messi’yi dünyanın en iyi futbolcusu yapmaktı, ama o beni dünyanın en iyi hocası yaptı. (Nöbet Ribery’de)
Shevchenko: Sokaklarda çocukların, kırmızı-siyah Milan formamı giydiği günleri çok özlüyorum. (Kendi düşen ağlamaz)
Ünal Aysal: Alex Ferguson’un sözleşmesi nasıl bilmiyorum, ama öğrenirsem eğer Fatih Terim ile öyle bir sözleşme yapacağım. (Tek maddelik: Gönder gitsin!)

Gökhan Keskin: 17’sinde ‘At yarışı oynuyor, göz kulak ol’ diye getirdiler Sergen’i bize. Bir hafta sonra Metin, Sergen ve ben kupon yapıyorduk.(Giriş!)
Muhabir: 18 yaş altı iddaa oynayan gençlere ne söylemek istersin? Sergen Yalçın: Bundesliga’ya oynamasınlar, çok sürpriz oluyor. (Gelişme!)
Sergen Yalçın: Avrupa’ya gitmek öyle kolay değil. Bayern Münich beni alacaktı, adamlar bir araştırmışlar, almaktan vazgeçtiler. (Sonuç!)

İbrahimoviç: Ronaldo şanslı adam. Her seferinde en önden bilet bularak, Messi’nin ödülü alışını izliyor. (Ağır olmuş)
Mario Balotelli: Ben onun attığı golü antrenmanda canım sıkıldıkça atıyorum. (Al sana cevap İbra)
İbrahimoviç: Balotelli Madrid’e mi? Hayır... Bence Barcelona’ya daha çok uyar; vasat takım, vasat oyuncu. (Al sana cevap Mario)

Mancini: Ronaldo’yu durdurmak için polis çağırmamız gerek. (Yetmez...)
Muhabir: Messi’yi nasıl durdurmayı düşünüyorsunuz? Luis Oltra: Pep’ten Messi’yi oynatmamasını rica edeceğiz. (Mantıklı)
Stoichkov: Beni durdurmak için tabancaya ihtiyaç duyarlardı. Messi’yi durdurmak için makineli tüfeğe ihtiyaç var. (Daha mantıklı)

Metin Kurt: Futbol oynayacaksam halka yakın olurum. Bu yüzden sol kanattayım. (Adam...)
Muhabir: Takım yorgun muydu? Mourinho: Yorgun mu? Günde 15 saat çalışıp ayda birkaç yüz Euro’yla evine dönen baba yorgun olur, biz değil. (Adam 2)
Pavel Nedved: Bir takım küme düşerse futbolcular gider, adamlar kalır. (Adam 3)
Scolari: Bir kupa kazanmak istiyorsanız Pele ne diyorsa tersini yapmalısınız. (Doğru...)
Ümit Özat: Sparta Prag’ı Sparta’da yeneceğiz! (Prag’da da kutlama yaparız!)
Samet Aybaba: Olcay’ı Messi’ye neden tercih ederim? Çünkü her şeyden önce Kayserili. Messi’nin nereli olduğunu bilmiyoruz. (Uzaylı hocam!)

Muhabir: Barça’da oynamak ister misin? Balotelli: Hayır, ben kızlarla futbol oynamam. (Arıza)
Cantona: Ben bir takıma karşı oynamam. Ben, yenilgiye karşı oynarım. (Fenomen...)
Totti: Bir gecede 6 kızla dışarı çıktım. Hepsini birbirleriyle aldattım, ama Roma’yı asla aldatmadım. (Yakışır)
Ron Atkinson: Hayatım boyunca hakemler hakkında yorum yapmadım ve bu alışkanlığımı bugün maçımızı yöneten şerefsiz için bozmayacağım. (Bozma)

Maradona: Boca-River derbisi El Clasico’dan farklıdır. Göğsüm yanıyor gibi hissederim. Julia Roberts’la yatmak gibi bir şey. (Vay)
Wanyama: Barcelona’ya gol atmanın verdiği his inanılmazdı. Seksten bile daha iyiydi. (Vay vay)
Balotelli: Futbol mu daha güzel kızlar mı diye sorsalar hiç düşünmeden futbol derim, ama biraz düşünürsem eğer kızlar derim. (Vay vay vay)
Muhabir: Hiç, bir golü kız arkadaşına hediye ettiğin oldu mu? Sergen Yalçın: Aynı golü iki kıza hediye ettiğim bile oldu. (Nokta)

Cyruff: Doktorlar sigarayı bırakmazsam artık futbol oynamayacağımı söylediler. Ben de futbolu bıraktım. (Yanlış tercih)
George Best: 1969’da içkiyi ve kadınları bıraktım. Hayatımda geçirdiğim en berbat 20 dakikaydı. (Doğru tespit)

..Ve final...
Metin Oktay: Galatasaray’da kaptanlık yaptığım zamanlarda yazı-tura yapılacağı vakit hep tura derdim. Varsın Atam’ın silüeti yere değmesin.
(Saygılarımla...)

30 Ekim 2013, Çarşamba 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’Burak ve Caner‘’

Zokora’yı Riera’yı Meireles’i ‘hoş görüp’ Caner’i parça pinçik etmek doğru mu? Burak’ı ıslıkla, Ebuoe’yi ilahlaştır; Caner’i infaz et, Zokora’yı kutsa... Bu adil mi!

Antalyaspor, Akhisar Belediye’yi 1-0 yendi...
Gol, Brezilyalı Vederson’dan!
Gaziantepspor, Torku Konyaspor ile 3-3 berabere kaldı...
Goller; Cenk Tosun, Traore (2), Gekas, Recep ve Hasan’dan...
Fenerbahçe, Kayseri Erciyesspor’u 2-1 yendi.
Goller; Azofeifa, Sow ve Emenike’den...
Trabzonspor, Sivas ile golsüz berabere kaldı.
Eskişehirspor, Elazığspor’u 2-0’la geçti.
Goller; Ndiaye ve Jorquera’dan.
Kasımpaşa, Gençlerbirliği’ni 3-1 yendi.
Goller; Ahmet, Viudez, Scarione, Babel’den...
Galatasaray, Karabükspor’u 2-1’le geçti.
Goller; Sneijder (2) ve Akpala’dan...
Beşiktaş, Rizespor ile golsüz berabere kaldı.
Bursaspor, Kayserispor’u 2-0 yendi.
Goller; Batalla ve Enes’ten...

21 gol atılmış bu hafta...
16’sı yabancılardan... 5 yerlinin attıklarına bakın, puan getiren gol yok.

8 hafta geride kalmış bu sezon ligde...
Toplam 384 futbolcu oynamış, 148’i yabancı...
Yerlilerin sayısını hesaplarsak, 236...
Yerli diyoruz ama, birçoğu gurbetçi... Futbol ve hatta hayat eğitimini Avrupa’da alıp; mesleğini icra etmek için Türkiye’ye gelmişler. Bir de devşirmeler var, fakat bu iki anektodu devre dışı bırakıp tespit yapalım.
57 yabancı 109 gol atmış 8 haftada...
43 yerli ise 64 gol...

Hâl böyleyken...
Yerli golcüler bir elin parmaklarını geçmezken...
Burak Yılmaz’ı neden ıslıklar ki Galatasaray taraftarı...

2012-2013 sezonunda Galatasaray’ın yaptığı 47 resmi maçın 39’unda forma giydiği için mi? Aynı sezonda Galatasaray’ın attığı toplam 88 golün 32’sine imzasını attığı için mi? Galatasaray, ezeli rakibi Fenerbahçe’yi geçerek şampiyon olurken; Burak Yılmaz da Gol Kralı olduğu için mi? 32 golün yanına 5 de asist eklediği için mi?

Bu sezon topu topu 11 gol atmış 8 maçta Galatasaray... ( 1’i hükmen)
2 gol yine Burak Yılmaz’dan gelmiş... 4 de asist yapmış Burak... Yani 11 golün 6’sında onun adı var! Bunun için mi ıslıklıyor Burak’ı Galatasaraylılar?

Yorum değil bu yazılanlar, gerçekler...
O halde bırakın ıslıklamayı da, alkışlayın..
Ve hatta pamuklara sararak koruyun Burak Yılmaz’ı...

Eboue’yi alkışlayan... Sneijder’i ilahlaştıran... Chedjou’yu, Ambarat’ı bağrına basan Galatasaray taraftarı, Burak Yılmaz’ı ıslıklarla uğurluyor her maçta...
Aslında sadece Galatasaray taraftarına özel bir durum değil bu...
Beşiktaş’ın çocuğu Nihat Kahveci’ye futbolu bıraktıran yine Beşiktaşlılar değil miydi?
Selçuk İnan’ı Avni Aker’de hatırı sayılı, küfürlü-kafirli tezahüratlarla karşılayanlar Trabzonsporlular değil miydi?
Selçuk Şahin’i, Semih Şentürk’ü ıslıklamaktan bıkmayan usanmayanlar Fenerbahçe taraftarı değil mi?

Meselenin özü bu zaten...
‘BİZİM ÇOCUK...’
Öbür mahallenin çocuğu hep caziptir bizim için... Bu yüzden geldiği günden bu yana ilk kez bir maçı çeviren Sneijder’i yere göğe sığdıramazken; Sneijder’e o golü bom boş kaleye attıran Burak Yılmaz’ı ıslıklarız biz...

Tıpkı Caner Erkin’i parça pinçik ettiğimiz gibi... Yaptığı doğru mu? Değil elbette.. Ve hatta kanımca hakem kırmızıyı vermemiş olsa bile, PFDK cezasını kesmeli...
Hem de öyle 1-2 maçlık olmamalı bu ceza... İbret olsun diye şaşalı bir ceza vereceksin!
“Hakemin görüş alanındaydı” falan bahanelerine girmeden...
Caner’e ibretlik cezayı keserken, orta hakem ve 4. hakemi de es geçmeyeceksin. Bu dakikadan sonra hangi futbolcuyu oyundan atarlarsa atsınlar, haksız olurlar bence!

Amma...

‘Bizim çocuk’ Caner’e bu cezayı keserken; ‘öbür mahallenin çocuğu’nu da kayırmayacaksın.
Mesela, Zokora’nın attığı o tekmeyi cezasız bırakmayacaksın...
Mesela, Salih Dursun’un maçlarını izleyip gerekeni yapacaksın...
Mesela, Meireles’in Engin Baytar’ın hakemlere yaptığı o hareketleri hatırlayacaksın...
Mesela, Riera’nın rakibinin sırtına bastığı o anı geri saracaksın...
Mesela, Veli Kavlak’ın bazen acımasızlaşan o faullerini gözardı etmeyeceksin...
Mesela, mesela...

Sözün özü basit aslında...
Sadece ve sadece...
ADİL OLACAKSIN!

23 Ekim 2013, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çilek zamanı‘’

“Galatasaray, Türkiye’dir” edebiyatı yapmayacağım...
Çünkü Fenerbahçe de Türkiye’dir aynı oranda, Beşiktaş da, Trabzonspor’da.. Ve hatta kendini bu ülkeye ait gören her kulüp, andımızdan rahatsız olmayan her birey de...
HHH
Fakat dün Türkiye Milli Takımı için ne söylemişsem, bugün Galatasaray Futbol Takımı için aynı şeyi söyleyeceğim...
HHH
Andorra ve Romanya maçlarımız vardı...
Abdullah Avcı beklenen, fakat zamanlaması düşündüren bir operasyonla gönderilmiş, yerine bu ülkede milli takımı en çok hak eden isim, Fatih Terim getirilmişti...
Beklendiği gibi gelişti her şey...
Andorra’yı da yendik, Romanya’yı da...
Zaten aksi, futbolun gerçeğine aykırıydı.
Fakat Avcı döneminde aksi olmuştu; Andorra’yı yine yenmiş, Romanya’ya kaybetmiştik. O günlerde “Bu takımdan hiçbir şey olmaz diyenler; bugünlerde “Bu takım Brezilya’ya gidecek” mavraları okuyor.
Gözden kaçırdıkları nokta ise acıtıcı...
************
Bu ülkenin milli takımı, toplasan 30 kişilik bir futbolcu rotasyonu içinde kuruluyor.
Yani Abdullah Avcı da aynı isimleri alıyor milli takıma, Fatih Terim de...
Biraz daha ileri gidelim...
Bu ülkenin milli takımının ilk onbirinde (hastalık, sakatlık ya da cezalı yoksa) en fazla iki adam değişiyor. Yani sahaya çıkan onbirlerin en az 9’u (ki bu yüzde 90’a yakın bir oran) aynı isimlerden oluşuyor...
************
Yaşanan tek köklü değişim, teknik ekip... (Ki burada da kim gelirse gelsin, hep orada olan, orada kalan isimler var!)
Bir ülkenin milli takımı, sadece patronu değiştiği için bu kadar değişebilir mi?
Değişir ve değişti işte...
Romanya’ya, Macaristan’a kaybettiğimiz gün sahada ruh gibi dolaşanlar; Romanya’dan rövanşı aldığımız gün saldıracak başka bir takım daha arıyordu sanki sahada...
************
Siz isterseniz motivasyon deyin, isterseniz teknik heyet mucizesi...
Benim fikrim şudur: Bu takım hoca seçiyor, bu takım ‘canım-cicim’le değil, bu takım ‘koçum-aslanım’la oynuyor...
Bu takıma sevgi değil, biraz korku biraz sertlik iyi geliyor!
************
Peki, Galatasaray bu yazının neresinde?
Yazının bundan önceki bölümlerinde yer alan milli takım ifadeleri yerine Galatasaray’ı koyun, işte orada...
Dört gün önce Real Madrid’den 6 gol yiyip, dört gün sonra ligin o ana kadar ki tartışmasız lideri Beşiktaş’ı Olimpiyat’ta yenen takım da bu...
Dört gün önce Torino’da Juventus’a beraberliği çok görüp, dört gün sonra Drogba parasına kurulan Akhisar’dan fark yemekten kurtulan takım da bu...
************
Torino’da “Öteki olsa farklı kaybederdik” yorumunu yapabilecek kadar kendinden geçenler;
Akhisar’da ne dediler acaba?
************
Çanlar, gerçekten de Galatasaray için çalıyor...
Çünkü;
Bu takımın dengesi yok...
Bu takım maç seçiyor...
Bu takımın yıldızları, rakiplerin haritadaki yerine göre hareket ediyor...
Bu takımın sadece hocası gitmedi! Bu takımın 3 yıllık alışkanlıkları gitti. Bir karı-koca birbirini yıllar sonra tanıyor; Mancini ne zaman tanıyacak bu takımı?
Mancini’ye -30 derecelik Sivas’tan dönüşte, +15 derecelik Antalya’yı kim izah edecek?
Dünyada savunma denilince akla gelen ilk ülke İtalya’dır. Bir İtalyan’a, üstelik gittiği takımlarda ‘İtalyan tipi savunma’ yaptırdığı bilinen bir İtalyan’a “Bu takım senin, uçur bizi” diyemezsiniz.
Çünkü sağ bekte (yerden kalkmayan bir savunmacı nasıl olabiliyor, aklım almıyor) Eboue, sol bekte Hakan Balta ile mi yapacak savunmayı...
Dany, Gökhan Zan, Semih ve Chedjou ile Şampiyonlar Ligi’nde yarı finale gidilir mi?
************
Başkan ‘çilek’ mi diyecek yine Ocak’ta?
Mancini, 4 savunmacı isterse ne olacak?
************
Çilek zamanı geçti Sayın Ünal Aysal...
Kış geldi...
Ve bu kış sizin yönettiğiniz Galatasaray için çok sert geçecek!

08 Ekim 2013, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Birbirlerinden asla ayrılamazlar!‘’

Mustafa Kemal Atatürk-Türkiye...

Adolf Hitler-Faşizm...
Karl Marx-Komünizm...
Amerika-Kapitalizm...
Fidel Castro-Küba...

Alparslan Türkeş-Milliyetçilik...
Necmettin Erbakan-Ilımlı İslam...
Bülent Ecevit-Altıok...
Süleyman Demirel-Şapka...
Devlet Bahçeli-Püskevit...

Kenan Evren-Darbe...
Recep Tayyip Erdoğan-AK Parti...

Sami Kohen-Milliyet...
Yılmaz Özdil-Hürriyet...

Özhan Canaydın-Galatasaray...
Süleyman Seba-Beşiktaş...
Mehmet Ali Yılmaz-Trabzonspor...
İlhan Cavcav-Türk Futbolu...

Collina-Düdük...
Maradona-Şov...
Messi-Barcelona...
Mourinho-Real Madrid...
Alex Ferguson-Manchester United...

Zeki Alasya-Metin Akpınar...
Cüneyt Arkın-Komiser Murat...
Kemal Sunal-Kahkaha...
Nuri Alço-İlaçlı gazoz...

Lorel-Hardy...
Edi-Büdü...
Tom-Jerry...
Red Kit-Rin Tin Tin...

Uche-Högh...
Metin-Ali-Feyyaz...
Şansal-Erman...
Çarşı-Kapalı...

Kırmızı-Beyaz...
Sarı-Lacivert...
Siyah-Beyaz...
Sarı-Kırmızı...
Bordo-Mavi...

Kuru-Pilav...
Rakı-Balık...
Çiğ köfte-Ayran...
Karpuz-Beyaz Peynir...
Simit-Çay...

Brad Pitt-Angelina Jolie...
Oya-Bora...

Müslüm Gürses-Arabesk...
Zeki Müren-Sanat Müziği...
Neşet Ertaş-Türkü...
Alex de Souza-Fenerbahçe...
Galatasaray-Fatih Terim...
Aziz Yıldırım-Fenerbahçe...
Fenerbahçe-Galatasaray...
Bunlar büyüklüğümde öğrendiklerim...
Bir de küçüklüğümden hatırladıklarım var...

Türküm, doğruyum, çalışkanım.
İlkem; küçüklerimi korumak,
büyüklerimi saymak,
yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm; yükselmek, ileri gitmektir.
Ey büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe,
hiç durmadan yürüyeceğime and içerim.
Varlığım, Türk varlığına armağan olsun.
Ne mutlu Türküm diyene!

Kim ne derse desin...
Kim ne yaparsa yapsın...
Şartlar ne olursa olsun...
Dünya değişse...
Düzen değişse...
Başkanlar değişse...
Patronlar değişse...
Bile...
Yukarıda yazılı
olanlardan biri yoksa,
diğeri hep ‘BİR EKSİK’ kalacaktır...

02 Ekim 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Benim hâlâ umudum var‘’

Çocuktum, 1980 darbesi yaşandı... Öncesi ve sonrası da var elbette... Bu ülkeye öğretmen olarak yıllarca hizmet eden ve şu an emekli maaşıyla geçinmeye çalışan babamla, sabahları evimizin etrafını dolaşır, sağcı ya da solcuların bırakmış olabileceği yasaklı dergileri, dökümanları arardık. Evimizden anneanneme giden 500 metrelik yolda, (ki o zamanlar korkudan olsa gerek, hiç bitmeyecekmiş kadar uzun gelirdi) hızlı adımlarla ilerlerken; her köşebaşında bir olayın patlayacağını düşünürdüm.
Bu nedenle mi bilmem ama herhalde benim kuşağım birdenbire büyüdü. Çocukluğunu tam olarak yaşayamadan, ergenliğe adam gibi giremeden! Bluğ çağı sivilcelerinden çok, korkunun yüzümüzde yarattığı tahribattı o delik deşik deri çünkü...

Delikanlı olmuştuk... PKK girdi bu kez de hayatımıza... Her gece haber bültenlerinde çatışmalar, şehitler, gaziler...
Çanakkale’yi bilirdi bütün Türkiye ama, ‘şehitliğin’ ne olduğunu işte bu yıllarda öğrendi.
Gencecik çocuklar vuruluyor, gencecik anne-babalar, evlat acısı çekiyordu artık. Benim yaşadığım yerlerde terör ya da terörist yoktu fakat, bizim kasabada bile üç tane şehitlik oldu şimdi... Çoğu arkadaşım yatıyor orada; resmini bile zorlukla hayal edebildiğim halde, her gittiğimde mezarı başında dua ettiğim, gözyaşı döktüğüm...

Lise bitti, üniversite başladı sonra... Her üniversiteli gibiydik; hızlı, bıçkın, kavgadan kaçmayan, arkadaşlarını satmayan... Vizeler finaller, yüzde 40’lar 60’lar, partiler eylemler... Hepsini yaptık; o dönemde militan olarak dağlara çıkanların olduğunu da duyduk, dağda eğitim alıp üniversiteye sızdığı ileri sürülen teröristler olduğunu da... Efsane çoktu anlayacağınız, halâ bilmem ne kadarı yanlış ne kadarı doğru...
Anne-babalar yine huzursuz; her telefon konuşmasında “Sen bakma onlara, okulunu oku” telkinleri...
Memlekete gittiğinde anneanne-babaanneden “Anarşitlere uyma” nasihâtleri...

Üniversite hayatı bitti, gerçek hayat başladı! İş bulma sıkıntısı, işte çalışıp para alamama derdi, paranı alıp yetirememe endişesi...
Vesaire, vesaire...

Meslekte tecrübe kazandık, idareci olduk. Evlendik, çocuklarımız oldu..
Ve hafiften de olsa yaşlandık!

Geriye dönüp baktığımda hayatıma, bir Hollywood filminin fragmanını izliyor gibi oluyorum şimdi.
Korku var, şiddet var, gerilim var ve benzeri bir sürü şey işte...

Son dönemde güzel ülkemde yaşananlar, taa çocukluk günlerime götürdü beni...
Gezi Parkı’nda yaşanan yüksek gerilim...
Ölen çocuklar, yaralanan çocuklar, hapse atılan çocuklar...
Yine PKK var hayatımızda, hem de 40 küsur bin hayatımızı elimizden almış bir korkunç örgüt artık...
Barışalım diyorlar, barışa bile şart koşuyorlar...
Biz küçükken askerden korkardık, çünkü onlar emir-komuta zincirine uyardı, kim haklı kim haksız bakmazdı. Şimdi polisten korkuyor çocuklar, bir nevi ‘eski askerler gibi’ oldu onlar.

Yine bir ‘bölünme iklimi’ yaşanıyor güzel ülkemde...
Geziciler-Karşı olanlar...
Rabiacılar-Karşı olanlar...
Tayyip Erdoğan-Karşı olanlar...
Suriye savaşı-Karşı olanlar...
PKK barışı-Karşı olanlar...
Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy ve Karşı olanlar...
Şike Operasyonu-Karşı olanlar...
Ve herşeye karşı olan Çarşı ile Çarşı’ya Karşı olanlar...

Olimpiyat Stadı’nda olan budur...
Güzel ülkemizin sınırları, güzel insanlarımızın kaderleri; ellerle yırtılmıyor, makasla kesiliyor sanki... Fakat benim halâ umudum var.
Karşılıklı anlayış, empati, birbirine saygı... Sadece bunlar bile ilk adım için yeterli...

Bunca olumsuz cümlenin ardından, içinize birazcık da olsa ferahlık vererek veda edeceğim.

Söylesem tesiri yok,
Sussam gönül razı değil...
Ne gitmeye cesaretim var,
Ne de kalmaya takatım...
Amma,
Her gecenin bir gündüzü vardır...
(Hazreti Mevlana)

25 Eylül 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Slaven Bilic‘’

İnsanlar; doğduğu, büyüdüğü kentlerin-kasabaların-köylerin özelliklerini taşır bünyelerinde...
Bir Egeli’yle bir Karadenizli’yi koyun yan yana; ya da bir Akdenizli ile bir Doğu Anadolulu’yu...
Bırakın konuşmayı, ağızlarından çıkan sözcükleri... Duruşları, bakışları bile başkadır insanların...
Göz ucuyla baksanız; hangisi nerelidir, çıkartırsınız...
***************
Camialar da ‘bir bölge’ gibidir aslında...
Taraftarlar zaten benzer düşünür, benzer konuşur, aynı sloganları atar, aynı adamı sever aynı adamdan nefret eder.

Önemli olan seçilen yönetimin, seçilmiş yönetimin göreve getirdiği teknik adamın, görevi getirilen teknik adamın aldırdığı futbolcuların uyumudur.
İşte burada Başkan ve Yönetim Kurulu’nun görevi başlar.
Başkan ve kurmayları; kendi camialarına uygun teknik adamları ve futbolcuları seçmelidir ki, istenen başarı yakalansın.
***************
Fikret Orman ve yönetiminin yaptığı en büyük iş budur bence...
***************
Yoksa Vicente Del Bosque de, Jean Tigana da, Bernd Schuster de birer markadır, kabul... Fakat onların ‘kimyası’ bu camia ile uyuşamazdı ve uyuşmadı zaten...
Ailton da büyük oyuncuydu, Kleberson da, Ricardinho’yu Quresma’yı Simao’yu hatırlayın bir de... Hepsi birer ‘dünya yıldızı’, fakat Beşiktaş camiasının ‘yazılı olmayan kuralları’na uyamazlardı, uyamadılar...
***************
Mustafa Denizli’dir olması gereken... İlk gelişindeki Cristoph Daum’dur... Unutulmaz Galli John Benjamin Toshack’tır...
Walsh unutulmazlar arasındadır halâ... Marcus Münch, Pascal Nouma, Mrkela, Federico Giunti, Zago, Pancu, Guiaro Ronaldo, Daniel Amokachi, Stefan Kuntz unutulmaz, unutulamaz...
1 yıl oynamış olsa, kiralık gelse bile Ferdinand’dır Beşiktaşlı’nın halâ kalbinde olan...
***************
Bundan yıllar sonra her Beşiktaşlı için Slaven Bilic olacaktır unutulmaz olan...
Çarşı’nın (A)sıdır çünkü Bilic...
***************
Manuel Fernandes forması giyecektir yıllar sonra da Beşiktaşlılar...
Çünkü Çarşı’nın ‘isyanı’dır Fernandes...
***************
Oğuzhan Özyakup, Necip, Olcay Şahan her Beşiktaşlı’nın gözünde birer marka olarak anılacaktır. Keza Muhammed Demirci de ve hatta Veli Kavlak da...
H
Beşiktaş, ruhunda ‘isyan bayrağı taşıyanların’ takımıdır...
Haksızlığa karşı, yenilgiye karşı, paraya karşı, doğaya karşı, sisteme karşı, iktidara karşı ve hatta muhalefete karşı...
***************
Yenilmemek değildir Beşiktaşlı’nın tek hedefi...
Bazen yenilmek bile eğlendirir onları, ama... Adam gibi yenilmelidir Beşiktaş...
Mücadele ederek, savaşarak, son düdüğe kadar çılgınca koşarak, saldırarak...
***************
Bilic’in yaptığı budur işte... Bu takımın yaptığı da...
Omurgası geçtiğimiz yıl kurulmuştur bu takımın...
O geçen yıl ki Trabzonspor maçını hatırlayın... Hakemin bitiş düdüğüyle birlikte kaç Beşiktaşlı futbolcu kahrından yere atmıştı kendini...
***************
‘Sosyalist bir takım bizimkisi’ dedi Bilic... Tespit süper, tanım harika...
Tam da Çarşı’nın istediği slogan bu ve bu yüzden Bilic bir başka yazılacak Beşiktaş anılarında...
***************
Bir yanda Tolga Zengin, Serdar Kurtuluş, Tomas Sivok, Mustafa Pektemek, Julian Escude ve Hugo Almeida gibi beyefendiler...
Diğer yanda Veli Kavlak, Olcay Şahan, Manuel Fernandes, Oğuzhan Özyakup gibi çılgınlar... Hepsinin ortasında Hutchinson vardır; kendisi beyefendi futbolu çılgın!
***************
Siyah ile Beyaz kadar terstir birbirine ilk bakışta bu topluluk; ‘gri’dir...
Ama Bilic’in elinde ‘Beyaz’ın temizliği, ‘Siyah’ın asaletini elde etmiştir.
***************
Maçlar kazanılır, kaybedilir... Şampiyonluklar alınır, kaçırılır... Hepsi mümkün...
Beşiktaş belki şu anki pozisyonunda kalamayabilir ya da sezonu ilk 4 dışında dahi bitirebilir. Bunlar da mümkün...
***************
Fakat Beşiktaş’ın kurtuluşu bu formüldedir. Bu başkan, bu yönetim, bu yönetim anlayışı, bu teknik adam, bu takım ve bu tarz transferler... Beşiktaş bu yolda ilerlediği sürece hep keyif verecektir.

18 Eylül 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Asalım keselim ama...‘’

En başından beri, “Bu bir operasyondur” diyor Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve ekip arkadaşları...
Karşısında duranlar ise “Türk mahkemeleri kararını verdi. UEFA Disiplin Kurulu cezayı kesti. UEFA Tahkim Kurulu cezayı onayladı. CAS da UEFA kurullarının kararını onadı. Her şey ortada” diyor.
*************
Fenerbahçe Yönetimi, “şike yapmadık, şampiyon biziz” diyor.
Trabzonspor Yönetimi, “şike yaptığınız ortada, şampiyon biziz” diyor.
*************
Fenerbahçe Yönetimi de Trabzonspor Yönetimi de haklı olabilir, en nihayetinde kendi kulüplerinin haklarını savunuyorlar. Fakat gelinen noktada halâ sorulmayan, konuşulmayan ve cevabı verilmeyen veya gözden kaçırılmaya çalışılan bazı noktalar var. İsterseniz biz onlara bakalım...
*************
1- Fenerbahçe ve Beşiktaş’ı suçlu bulan UEFA, 2 yıl Avrupa Kupaları’ndan men etti. Sonuçta ‘sıfır tolerans’ kuralı nedeniyle, bu kararı vermekte haklı olduklarını söyleyelim. Fakat... Fenerbahçe ve Beşiktaş’a “Siz şike yaptınız” diyorsanız... Soruşturmada adı geçen diğer takımlara neden ceza vermiyorsunuz? Sonuçta o takımlar da ‘şike’ olayının bir parçası değil mi? Mesela o takımlardan biri, bu sezon Türkiye’yi Avrupa’da temsil etme hakkını kazanırsa, ne diyeceksiniz? ‘Sıfır tolerans’ kuralınız o zaman ne olacak?

2- UEFA Müfettişi Palacios, UEFA Disiplin Komitesi’ne sunduğu raporunda Fenerbahçe’yi 4, Beşiktaş’ı ise 1 maçtan dolayı şikayet etti. Komite de Fenerbahçe’ye 2+1, Beşiktaş’a ise 1 yıl men verdi. Palacios, UEFA Tahkim Kurulu’ndaki duruşma başlarken, Fenerbahçe’yi suçladığı maç sayısını 8’e çıkarttı. Fakat Tahkim, cezayı 2+1’den 2’ye düşürdü. Suçlama büyüyor, ceza düşüyor. Bu durumun hukuki açılımı nasıl yapılır?

3- 3 Temmuz’da 19 maçta şike ve teşvik olduğu bizzat ‘polis’ tarafından açıklanmıştı. Her maçta en az 1 futbolcunun şike yaptığını düşünseniz bile, en az 19 futbolcunun ceza almasını beklersiniz, öyle değil mi? Peki kimdir o futbolcular, mahkeme onlara hangi cezaları verdi? O futbolcular şu an ne yapıyor? Futbol sahalarından uzaklaştırıldılar mı? Yoksa halen, izlemekte olduğumuz liglerde top koşturuyorlar mı? Hâl böyleyken, İbrahim Akın’ın günahı ne! 19 maçı da İbrahim Akın mı bağladı?

4- 8 Aralık 2011’de oynanan Dinamo Zagreb-Lyon maçı hakkında soruşturma açıldı mı? 7-1 kazanarak Ajax’ı averajla saf dışı bırakan Lyon hangi ülkenin takımıdır? Dönemin ve şu anın UEFA Başkanı Sayın Michel Platini hangi ülkenin vatandaşıdır? Aynı maçtan saatler önce, elinde bahis kuponlarıyla görüntülenen ve maç içinde Lyon’un santforu Gomis’e 5. gol sonrasında göz kırpan Zagreb’in savunma oyuncusu Domagoj Vida hakkında herhangi bir soruşturma yapılmış mıdır?

Lyon’un Dinamo Zagreb’in banka hesabına 2.1 milyon Sterlin gönderdiğini gösteren bir banka dekontu internette gezinirken, Platini’nin “Bu maç temizdir” açıklaması ne kadar inandırıcıdır.

5- Yargıtay, Fenerbahçe lehine karar verirse ne olacaktır?
*************
Şahsi fikrim şudur.

Şike yapan takımlar küme düşürülsün. Şikeye karışan şahıslar, futbol dünyasından ömür boyu men edilsin. Şike yapan takım şampiyon olmuşsa, kupası elinden alınsın.

Bu, bizim iç meselemizdir, içeride çözmeliyiz. Ama adam gibi yapmalıyız bu temizliği... Kimsenin gözünün yaşına bakmadan...

Ancak...

‘Sıfır tolerans’ diyerek bizim ülkemizin takımlarını anında kılıçtan geçiren UEFA’nın Porto’ya Milan’a neden bu kadar tolerans gösterdiğini de sormalıyız...

‘Sıfır tolerans’ diyerek bizim ülkemizin takımlarını anında kılıçtan geçiren UEFA’nın, Lyon ve bahisçi futbolcusu hakkında neden soruşturma bile açmadığını da sormalıyız.

Bizim statlarımızı kontrol ederken kılı kırk yaran UEFA’nın, diğer ülkelerdeki bataklıklarda nasıl maç oynattığını sormalıyız.

Hatta bunu yaparken, Galatasaray’ı Beşiktaş’ı Fenerbahçe’si ve Trabzonspor’u birlikte olmalı... Çünkü UEFA bize ‘başka bir dünyanın ülkesi’ gözüyle bakıyor, bize ikinci sınıf muamele yapıyor. Benim sindiremediğim sadece bu...

03 Eylül 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI