Arama

Popüler aramalar

‘’Kimsenin haddi değil!‘’

Tarih, istatistik yoğunluğunda sıkça kaybolup, yöneticilik ve yorumculuk sorumluluğunu gereğince taşıyabilmek için kapalı kalması.Hatta, ekonomik getirisine, ‘bal tutan parmağını yalar’ gerçeğine aldırmadan, televizyonlardaki seviyesiz, bilgi temelsiz, sözde fikir tartışmalarına katılmaktan kaçınması. İş bu nedenlerle; 10 yıl geçmesine rağmen çok doğal, Tamer Bağlan’ın hâlâ ‘gazeteci’ olamaması!..Tarih, istatistik konusunda ne kadar mantıksal ve matematiksel hata yapmamaya özen gösteriyorsak, yorum ya da yazıda da, sadece ve sadece kendi kısıtlı bilgilerimiz, fikirlerimiz, öngörülerimiz ve yeteneğimiz kapasitesince bir şeyler üretmeye çalışıyoruz.“Sen doğru ol, eğri bulur belasını. Eğriliğin çokluğu tuhafına gitse bile!” deyip, laik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak, eğilip, bükülmeden yaşamaya çalışıyoruz...Değerli zamanınızı alan bu gereksiz satırları; kişiliğimize, değerlerimize, onurumuza ve canımıza kastetmeyen hiç bir canlının incinmesini istemeyeceğimizi belirterek sonlandırıyoruz...Bugünkü yazının asıl konusu, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı M. Ali Şahin’in, gelen tepkilerden Fenerbahçeliler’i oldukça rencide ettiği anlaşılan açıklamasıydı. “Fenerbahçe isterse, tamamlandıktan sonra maçlarını Seyrantepe’de oynayabilir” diyordu Sayın Bakan. Hakkında çok konuşulan, ‘haksız uygulama’ olarak vurgulanan, adı ‘Peşkeştepe’ye çıkan ve Galatasaray’a sunulup, imzaları atılan projeyle ilgili resmi bir duruştu bu! Ne var ki, bizleri günlerdir elektronik posta bombardımanına tutan Fenerbahçeliler’in beklediği açıklama değildi. Hatta, alaycı ve ciddiyetsiz bir yaklaşımdı, Nihat Özdemir’i küçümseyici bir yanıttı ve hatta sorumlu, ‘Spordan Sorumlu’ ve her kulübe eşit durması gereken bir Bakan için yakışıksızdı...Vatandaş, böyle değerlendiriyor ve yorumluyorsa bu açıklamayı, yeni bir açıklama daha yapması gerekir Sayın Bakan’ın. Eşit durmak, dalga geçmediğini vurgulamak, yanlış anlaşılmamak adına. “Sözlerimizi çarpıtıyorlar, Fenerbahçe ile dalga geçmek kimsenin haddine değil!” diye...

25 Ekim 2006, Çarşamba 04:31
YAZININ DEVAMI

‘’Oturacak zamanla!‘’

Süper Lig'in en çok kazanan, en az yenilen, en çok gol atan, en az gol yiyen takımıydı Vestel Manisaspor geçen hafta. Oysa şimdi, en çok kazanan takımı sadece...10. haftayı geride bırakmış da olsak, bir haftada bu kadar veri değiştiğine göre, ligin daha çok başındayız demek! Sivasspor gibi, ligin orta sıraları için aday gösterebileceğimiz bir takım devirebiliyorsa yenilgisiz lideri, maratonun sonu için şimdiden kaba tahminler bile üretmemek gerek...Hala oturmadı takımlar yani! Gerçi Vestel dışında pek ayağa kalkan da yoktu ya neyse! Oturacaklar umarız, belki bir 10 hafta daha sonra. Belki o zaman, tahmin yürütülebilecek bazı maçlar için. Belki o zaman, Mondragon karşılaşmanın yıldızı olmadan, "Galatasaray lig sonuncusunu rahat geçer" denilebilecek. Belki o zaman, Beşiktaş'ın bu kadar kötü oynayıp da kazanması "bilinen son" olarak değerlendirilebilecek. Belki o zaman, Fenerbahçe'nin ligin alt sıralarındakilere puan saçıp, kalburüstü takımlara karşı farklı kazançları, normal görülebilecek!..16. ile 4. arasında 2 galibiyet fark varsa, 'henüz oturmamış lig' teşbihi saçma bulunmamalı. "Zaten Vestel'den başka ayağa kalkan da yoktu" cümlesinden kimse alınmamalı. Alex gol krallığında, Gökdeniz asist'te lider, Hakan en az gol yiyen kaleci durumunda. Sizce, bu tablolar ligi sonunda da aynı kalır mı?Oturacak zamanla!.. Örneğin; Zico da bir gün alışacak, Türk veya daha geniş anlamda Avrupa futboluna. Üç gün arayla maç yapılabileceğini kavrayıp, şikayet etmeyecek kıvama gelecek bir süre sonra. Süper Lig beraberliklerinin pek bir anlam taşımadığını öğrenecek Fenerbahçe taraftarı için. Balili'den daha çevik ve daha hızlı oyuncular tanıyacak zamanla.. Ve bunu maazeret olarak görmemeyi, Türkiye'de hep zirveye oynayan Fenerbahçeli savunmacıların ve savunmaların, aslında bunları sorun etmemesi gerektiğini bilecek. 100. yılında, şampiyonluğa her zamankinden farklı anlamlar yüklemeye hazır Fenerbahçeliler'e hitap edebilecek!..Oturacak zamanla!... Örneğin; Zico da bir gün alışacak Türk futboluna! Karşılaşma sonrasındaki basın toplasında, "Bu maçtaki oyuncu seçimi tamamen bana aitti" diyerek, insanları "Nasıl yani!" cümlesine mahkum etmeyecek! Bu satırları yazan bir daha, "Nasıl yani! Kime ait olacaktı ki, futbolcu seçimi? Bu maçta böyleydi de, daha önce değil miydi?" gibi cümleler üretmeyecek.. Ve bu soru cümlelerinden rahatsız olmayacak böylece, hiç bir Fenerbahçeli taraftar, yönetici ya da başkan!..Oturacak zamanla!.. Gerçi, Vestel'den başka ayağa kalkan da henüz yoktu ya!..

24 Ekim 2006, Salı 04:31
YAZININ DEVAMI

‘’Hiç olmazsa direndiler‘’

Takım olarak önce orta sahada direnince, savunmanın yükü hafifliyor, rakibin en büyük silahı olan kanatlar kademeli savunularak, beklediği pozisyonlar verilmiyordu Newcastle’a.Yine aynı bölge biraz ağır da olsa, atağa çıkarken tıkır tıkır işliyor, ancak ne yazık ki, bu kez de ileride tıkanıyordu pozisyonlar. Yani, dün akşamki yenilginin asıl nedeni, Sarı-Lacivertliler’i bal yapmayan arı durumuna düşüren forvet hattıydı bir anlamda.Tabii ki, başta Alex. Forveti beslemek, ara pasları ve köşe vuruşları dahil duran toplardan pozisyon üretmek, geriden çıkıp kaleyi en rahat gören oyuncu olarak gol vuruşlarıyla sonucu değiştirmek göreviydi Brezilyalı’nın. Oysa, ligimizde bunları sıkça yapıyor, yıllardır. Ancak, Avrupa’ya çıkınca, o da kekeme oluyor ne hikmetse. Takımının takım gibi oynadığı nadir maçlardan birinde, keşke o da bir şeyler üretebilse...Kalabalık ve Kezman’ın öndeki baskısıyla rakibi rahat hareket ettirmeyen orta alanın desteklediği savunmanın en iyisi ise, kanat savunucularıydı dün akşam. Ümit ve Önder, kimi zaman olmadık pas hataları yapsalar da, stoperlerine verdikleri kademe ve kolay çalım yememeleriyle alışılageldik randımanlarının üzerindelerdi. Lugano belki de Fenerbahçe’deki en iyi oyununu oynarken, Edu ise, hem havada hem karada yine hayretlikti!Yenilgiye rağmen, “Olsun, canınız sağolsun” demek gerek yine de. Çünkü, Fenerbahçe dün akşam ilk kez toplu halde mücadele etti ve Alex’le Edu dışında bir şeyler üretti...

20 Ekim 2006, Cuma 04:31
YAZININ DEVAMI

‘’Pardon, kimsiniz?‘’

Haluk Ulusoy’a olan güvensizlikleri ve federasyonun yan kuruluşlarında mevcut olduğunu düşündükleri çifte standart ise, ‘bardağı taşıran damla’ muamelesi görüyor ve artık kendilerini sorguluyorlardı, “yoksa biz mi paranoyakız!” diye...Tam bu noktada, ‘Kutsal ittifak’ kavramı ve bunu kanıtlar nitelikteki, başka kulüp taraftarlarını bile hayrete düşüren gelişmeler devreye giriyor ve Fenebahçeliler “hayır, biz kafayı yemedik, bunlar kafayı bizimle yemiş” diyerek, en azından sağlıklarını dert etmekten vazgeçiyorlardı...Ne var ki, bu kez sadece sporseverlerin değil, sporsevmez Türk vatandaşlarının bile şaşırdığı bir uygulamayla ‘Denizli’de oturmayanların stada alınmadığı’ 14 mayıs gelip çatıyordu.Yalnızca ikametgah senedi değil, Türk futbolu için başka dersler de vardı o dramatik akşamda. Örneğin; o uzadıkça daha da gerilen ve geren ikinci yarıda, kar, sağnak yağmur, aşırı sıcak ya da herhangi bir doğal afet yoktu, spor yapılmasına, futbol oynanmasına engel olabilecek!!!Nihayet, ‘normal şartlar altında’ oynanan ve uzayan 14 Mayıs akşamı gerilimin sonu oluyor, zaten yeterince gerilmiş olan Fenerbahçeliler kopuyorlardı!İlk sözü “baba” olmayan bebekten, Aziz Yıldırım’a kadar...Hayret!.. “her kötülüğün anası” olarak gösterilmelerine ve Türk futbol tarihinde ilk kez yaşanan bu ağır kayba rağmen, kendi kendilerine kopuyorlardı sadece. Bir-iki küçük olay dışında, sessizce bayraklarını asıyorlardı, olur olmadık yerlere...Belki şoktaydılar, belki de çaktırmıyorlardı! Belki kendileri, belki çok sevdikleri başkanlarının dik durması adına, belki de önlerindeki 100. yıl hatırana, daha mağrur, daha birlikte, daha aşık, daha çok Fenerbahçeli davranıyorlardı...Ne ilginçtir ki, bayrak astıkları, Sarı-Lacivert şapkayla formayla dolaştıkları için bile yadırganıyor, hatta ‘yüzsüzlük’le suçlanıyorlardı...Şimdilerde, 100. yıllarını kutlamaya çalışıyor, o Sarı-Lacivertliler. Kimi atadan, kimi babadan, kimi sonradan Fenerbahçeliliği idrak etmişler. Kolay değil, bir asır boyunca Türk sporunun ön saflarında yer almış, yarışmış, hizmet etmiş, ku...-“Hoop! Bi dakka, bi dakka! Hizmet mi etmişler! Ne hizmeti ya! Ben sana bi şey söyliyim mi? Atatürk yaşasaydı, bu kulüp çoktan kapatılmıştı. Kurucuları, eski-yeni yöneticileri, sporcuları falan, tonlarca Fenerbahçeli hapislerde çürüdüydü bile. Şimdi ne o gecekondu tesisleri vardı, ne adları, sanları. Dur bakalım, çok geç de sayılmaz henüz! Daha fazla yazıp, çizip, konuşulacak, gerekirse bunlardan birkaçı Taksim’de sallandırılacak. Bak o zaman bi daha böyle faydasız, gereksiz bi kulüp kurulabiliyor mu, bu memlekette! Bunlar var ya, esk..”-Pardon, kimsiniz?

18 Ekim 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hafifletici neden!‘’

Türkiye'nin en renkli futbol adamlarından biri... Kulübedeki abartılı tavırları, hatta zaman zaman ortaya çıkan saldırgan yapısı da olmasa, tartışmasız en ilgi çekici, hatta sempatik yüzü yeşil sahaların. Üstelik, alaylı da değil, mektepli. Köln Spor Akademisi'nden 'Teknik Direktör' diploması var kapı gibi. 'Hücum futbolu' kavramıyla ilk özdeşleştirilen, her gittiği ekibe en azından ilk başlarda sihirli değnekle hayat veren ve en stresli, dağınık anlarında bile tebessüm edebilen, Yılmaz Vural'dan söz ediyoruz tabii ki...Futbolu, sadece spor veya bir oyun olarak görmediği bu işle ilgilenen herkesin bildiği bir şey. Futbolu, sadece bir iş olarak görmediği de aşikâr. Peki, ne ifade eder futbol onun için! Daha doğrusu, mutlaka kazanmak zorunda olduğunu düşündüğü futbol, ne anlamlar yükler, yüreğine, akciğerine, omuriliğine, soğancığına, tüm hücrelerine!..Ne hisseder de, sahne sırası ona geldiğinde, seyredenlerin, gözünün içine baktığını bile bile kötü bir sondan dolayı "çocuğum ölse bu kadar üzülürdüm" der!..Sığ düşünce yaratıcılığının en çarpıcı örneği, "futbol hayat memat meselesi değil, ondan çok daha önemlidir" cümlesinin, özellikle geri kalmış toplumların genç kesimlerinde yaptığı prim ve bunun götürülerinden habersiz olabilir mi, Yılmaz Vural gibi entellektüel biri!Terörün, şehitlerin, faili meçhullerin, hastanelerdeki bebek ölümlerinin ana yüreklerini dağladığından, babaların 'yan gelip yatmayan' çocukları için, çocuk gibi ağladığından habersiz olabilir mi? Eğer, gerçekten bu kadar uzaksa sosyal yaşamdan, bu kadar hayatsa, bu kadar mematsa futbol, diplomalı bir teknik adam için, bu ülkede pek çok şey gibi futbolun da ehil ellerde olmadığı söylenebilir mi?Peki, sorumlu hem de zannettiğinden daha sorumlu olması gereken biri, sadece lafta bile olsa, çocuğunun hayatı kadar önem veriyorsa kaçan puana, futbolun en çok yargılanan kesimi taraftarlar için bu tutum 'hafifletici neden' olarak gösterilebilir mi? Hani, imam-cemaat ilişkisi misali...İtidal; her işte, oluşta, yürüyüşte ya da duruşta vazgeçilmemesi gereken, orta yol. İster siyaset adamı olun, ister spor adamı, öncelikli sorumluluğunuzun topluma karşı olduğunu bilmelisiniz. Buna göre oynayacak, buna konuşacak, buna göre yöneteceksiniz... Lütfen!

17 Ekim 2006, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zico'ya zaman verin!‘’

İki farklı skora rağmen, zaten çok etkili bir rakip yoktu ev sahibinin karşısında. Maçın başından itibaren sahanın en iyisi olan Volkan’a, Devran’ın da katkılarıyla orta alan tamamen Ankaraspor’un eline geçti. Bunu başardıktan sonra geriye kalan, zayıf rakip savunma oyuncularını kolayca devre dışı bırakarak, gole erişmekti...Zico’nun sezon başında açıkladığı “kayarak oynayacağız” sistemi ise, dün ilk kez hayata geçti. Baştan sona görüldüğü üzere, yokluktan ıslak zemine tutunacak kramponu bile olmayan Fenerbahçeliler, dün öncelikle ayakta durmak için mücadele etti!. Ve çoğu kez başaramadılar bunu. Topu kontrol ederken, pas verirken, dönerken, kafaya yükselirken; ‘kayarak oynama’ nedeniyle aşırı top kaybettiler!..Ancak, Lugano ve Edu’nun havadan ve yerden, ‘kolay geçilebilen savunma oyuncuları’ olmalarının tek nedeni bu değildi. Onları, kuru havalarda izleyen gözler, daha önce de şahit olmuşlardı bu yetersizliklere. Tıpkı, Tuncay’ın gereksiz top kayıplarıyla gol yedirmesine alışık oldukları gibi!100. yıl Fenerbahçesi’nin çok önemli iki puanı daha dün Ankara’da uçup gitti. Gelecek günler için, hâlâ en ufak bir umut ışığının görülememesi ise, bu ve daha önceki kayıplardan daha da önemliydi. Ancak, bu futbolsuzluğu ve kayıpları abartıp panik yapmaya hiç gerek yok! Zico daha çiçeği burnunda bir teknik adam. Önce o, bu işi öğrenecek, sonra da takımına öğretecek mutlaka! Bu sezon olmasa da, en azından 101., 102., ya da 103. yılda. Nasıl olsa, Aziz Başkan arkasında!.

16 Ekim 2006, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Midenize oturmasın!‘’

Doğrudur, “Biz de bu masada 3-3 berabereyiz” cümlesi, Kuşdili yangınından sonra ilk yardımın ondan gelmesi, kulübü ziyaret etmesi, “ebedi başarılar” temennisi, işgal kuvvetlerince iki kez kapatılan Fenerbahçe Spor Kulübü’nün milli mücadeleye verdiği katkıdan kaynaklanan bir yakınlık olabilir. Belki de, halkının çoğunluğunun sevgisine şahit olup, “O vakit ben de Fenerbahçeli’yim” diyebilmiştir...Önemli olan, O’nun hangi kulübe yakın olduğu değil, O’nu sahiplenmeye çalışan kulüplerin tüzüğünün, yöneticisinin, taraftarının, sporcusunun, Atatürk’ü sahiplenmesidir.Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tüzüğündeki, ‘Atatürk’ün gösterdiği hedef ve ilkeler doğrultusunda..’ ifadesiyle başlayan ‘Kulübün Amacı’ maddesi, ona gönül verenlerin bu konuda rahat olması için yeterlidir. Bu amaca, ilkeye ters düştüğü halde, “Fenerbahçeli” olduğunu iddia edenlerin ‘Fenerbahçelilik’leri de palavradır, takiyedir...Bu topraklar üzerinde; Atatürk ve onun ilkeleriyle kurulan, anayasasının ilk üç maddesi değiştirilemez cumhuriyet, tüm değerlerin üstündedir.Gerisi safsatadır, hikayedir...Başta siyaset, medya, sanat, iş dünyası ve dahası, sosyal değerlerin sömürülebileceği uygun sahnelerdir.. Ve Türkiye koşullarında, ‘Fenerbahçelilik’ bu iş için en geçerli kartvizitlerdendir. Tam tersine, ‘AntiFenerbahçelilik’ de vazgeçilmez bir ekmek teknesidir. Birileri için Fenerbahçe; ‘okunabilmek’, ‘izlenebilmek’tir. Yaz, konuş, salla, karala; Fenerbahçe gündeme gelebilmektir...“Alt tarafı kulüpçülük meselesi” olarak görülüp, es geçilebilir bazı şeyler. Öyle ya, isteyen, istediği yoldan beslenebilir! Ancak, herşeyde olduğu gibi, beslenirken de dikkatli davranmak, haddi aşmamak gerekir. Tıka basa dolu mide çok tehlikelidir! Atatürk’ü, milli mücadeleyi, cumhuriyeti katık etmekten bir an önce vazgeçilmelidir. Aksi halde, yenilen haltlar mideye oturabilir! Bildiğiniz üzere, nefes alabilmek beslenmekten önemlidir...

11 Ekim 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sen neymişsin be Zico!‘’

Peki, bu düşüşün sebebi rakiplerin yükselişi mi? Hayır! Çünkü, Vestel Manisaspor dışında tek bir takım bile, geçmiş sezonlara oranla daha başarılı değil. Fikstür deavantajı mı? Hayır! Çünkü, Sarı-Lacivertliler henüz yukarıdakilerle oynamış bile değil...Bu bir düşüş sadece. İzleyen ve futboldan biraz anlayanları yıllar öncesine götüren, çağdışı, ağır-aksak futboldan kaynaklanan, hatta üç sezon boyunca sıkça eleştirilen Daum’u bile aratan, açık-seçik bir düşüş...100. yılında, bırakın fırtına gibi esmeyi, sıradan bir takım kadar bile üfleyemiyor Fenerbahçe. Sahaya yayılamıyor, yardımlaşamıyor, organize olamıyor, pozisyon üretemiyor, savunma yapamıyor, savaşmıyor ve sevenlerine keyif vermiyor...Beğenmediğimiz Daum’un takımı, Avrupa Kupaları dahil, kaybettiği maçlarda bile en azından pozisyon üretir, savunmasıyla bile gol arar, adam paylaşımındaki hatalara rağmen savunmada hava üstünlüğü sağlar, orta alanda az buçuk savaşır, duran toplar ve özellikle köşe vuruşlarında tehlikeler üretirdi. Geriye doğru o dönemde de sıkça oynanır ancak, bu derece ağır davranılmaz ve saha bu derece enine kat edilmezdi. Kanatlar bu derece ihmal edilmez, ataklar göbekte sıkışıp kalmaz, halı saha pasları bu kadar tercih edilmezdi...Yukarıdakiler, bir ilköğretim öğrencisinin rahatlıkla anlayabileceği, hatta üzerine onlarca veri ya da tesbit koyabileceği, Zico’nun Fenerbahçesi ile ilgili basit ifadeler. Çapa, çıpa, kazma, tandem, forvet arkası, nokta santrfor, dönerek veya kayarak oynamak, alan daraltmak, sakız çiğnemek, sabır dilemek yok içinde. Anlaşılabilir biçimde...Anlaşılamayan; dünyanın en basit ve bu nedenle en yaygın oyununu, bilimsel bir bilmece haline getirip, Zico’nun eleştirilmesine karşı koyanlar. Zico’nun arkasında duranlar. Zico’nun teknik direktörlüğünü savunanlar...Hadi 100. yıl da bir kenara, Zico yüzünden boşa gidecek onca yılın emeği. Tribünler boşalacak, satışlar azalacak Fenerium’da. Belki “hep destek, tam destek” bitecek, Fenerbahçe’yi 8 yıldır taşıyanlar, bu kez dönmemek ve geri çağrılmamak üzere gidecek...

04 Ekim 2006, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI