Arama

Popüler aramalar

‘’Artist Alex!‘’

116 lig karşılaşmasında 68 gol, 57 asisti bulunan bir oyuncunun yabancı maddelere karşı dayanıklılığı, bilimsel bir tartışma konusudur ülkemizde.

Alex’in karnına doğru isabet eden şişenin, dolu mu, boş mu olduğunu tartışıyorsa çoğunluk; “boş şişenin etkisiyle nasıl yere düşer insan!” veya “boş şişe o kadar mesafeden, o hızla hedefe gider mi!” bilimselliğiyle, takdire değer bir durum bu, çok gelişmiş memleketimizin, çok gelişmiş insanları için...
Hatta sadece spor, geyik ya da kaos severler değil; futbol yorumcularının aynı zihniyetteki önemli bir kısmı da takdire değer bu alemin!
Alex’in kafasının bir tarafına gelen, muhtemelen madeni bir paranın etkisiyle yere yuvarlanıp, yuvarlanmayacağı da ayrı bir tartışma konusudur, aynı bilimsellik doğrultusunda.
Çok gelişmişlik, böyle bir şey olsa gerek, tepeden tırnağa! Yolumuz; Avrupa Birliği üyesi olmaya aday, her fikrin tartışılabildiği, çok demokrat, modern bir ülke olma yolu ya! Atana değil, attırana bakacaksın...
Beşiktaş’ın, tekniği ya da yaratıcılığı ile değil, emeği, mücadelesi ile ayakta kalmaya çalışan profesyonel futbolcusu Baki’nin protesto edilişi de aynı kefededir yabancı maddeyle; her şeye karşı olanlar için! Ha Alex’e şişe, ha Baki’ye ıslık. Mesele, görev bilincidir! Çıkış ya da kurtuluş noktasıdır, “Alex’i iki yabancı maddeyle saf dışı edemedik, ancak oyun kurma görevini yerine getiremeyen Baki’ye iyi kastık!” bakış açışı...
Evet, Beşiktaş’ın derbi yenilgisinin ve 5 puan geri düşüşünün tek sorumlusu Baki’dir! Tıpkı, Alex’in, dört sezondur hem Türkiye hem Avrupa maçlarında, rol yaparak attığı ve attırdığı goller gibi! Artistik bir sorundur bu ve artistik yorumlar gerektirir!
Brezilya liginde de böyleydi o, milli takımında da! Attığı pasların şiddeti, gerekli ikili mücadelelerdeki kıvamında sertliği, duran topları kullanma özelliği, son vuruşları ve uzun savunmaların arasından attığı kafa golleri, ancak başka ülkelerin futbol severleri ve yorumcularını veya bunları belgesel haline getiren futbol bilimcileri ilgilendirir!
Bizim dikkat etmemiz gereken nokta, bir madeni para veya yarısı su dolu şişe nedeniyle, paramızı yiyen bir yabancı oyuncunun yere düşüp düşmeyeceği gerçeğidir!

01 Nisan 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Alex ve Baki‘’

Özellikle zor oyunlara, pek önde başlamaz Fenerbahçe. Önce emniyet, rakibi etüt etmek, tartıp ölçmek gelir. Başta Alex olmak üzere kaliteli ayakların iyice ısınmasından sonra, futbol her türlü varyasyonu ve görselliğiyle zorlanır, olabildiğince sakin, gol için ilerlenir. Ancak dün akşam öyle olmadı. Belki biraz da Ertuğrul Sağlam ve oyuncularının çekingenliğinden olsa gerek, karşılaşmanın ilk çeyreğinde rakibinin üzerine giden Papatya’ydı...
Öncelikle Alex’le ortadan ve Kazım’la sağ kanattan rahat ilerleyen Sarı-Beyazlılar, bu kez golü bulduktan sonra gerilediler. Lugano savunmada bol hatalı, Selçuksuz Aurelio orta alanda az etkili, Kezman en uçta çok etkisiz oynayınca, Siyah-Beyazlılar az da olsa canlandı. Maldonado ve Uğur misafirin en pasif oyuncularıydı. Biri henüz tam hazır olamamaktan, diğeri belki de kendini Chelsea’ye kurduğundan, ikisinin de takımlarına katkısı fazla olmadı...
Gökhan Zan ve İbrahim Toraman, galibiyete mutlak gereksinim duyan tarafın en etkisiz elemanları iken, hemen her dakika topla bulaşan, Fenerbahçe ataklarını canla başla engellemeye çalışan Baki’nin ıslıklanması ise, karşılaşmanın en ilginç tarafıydı.
Alex gibi seyir zevki veren bir futbolcuya yabancı madde ile saygı duymak ne kadar abuksa, Baki gibi elinden geleni ortaya koyan bir emekçiye, protesto ile saygı duymak da o kadar sabuk.
İnönü kapanmak üzere! Bunun baş sorumlusu, dün akşam futbolcuya, emeğe saygı göstermeyi beceremeyen ve en ihtiyaç duyduğu anlarda takımına destek veremeyen Siyah-Beyaz topluluk!

30 Mart 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hatır işi!‘’

Pazar akşamı Maraton programında zirvedeki durumun değerlendirildiği bir anda, Erman Toroğlu bir önceki hafta kurduğu cümleyi tekrarladı yine, “Sivas’ın iki maçı var. Beşiktaş ve Galatasaray. Diğerleri, para-pul değil ama hatır-gönül için Sivas’ı pek zorlamazlar”...
Yıllarca büyüklerin şampiyonluklarından ve hem hakemlerin hem medyanın onları kayırmasından bıkmış olan diğer takım oyuncularının, Sivas’a şampiyonluk yolunda kıyak geçeceklerini, omuz vereceklerini ima ediyor yani Hoca! Açık, açık “yatarlar” diyemiyor tabii. İma ediyor ve hiç de sıkılmıyor, spor ahlakına aykırı ve tehlikeli şeyler olduğunu düşünmüyor söylediklerinin. Bu nedenle de, iki hafta üst üste tekrar edebiliyor...
Kaç sene futbol oynadığını, kaç sene hakemlik yaptığını, kaç senedir medyada görev aldığını anlatıp durur, gururla Hoca. Bu işi artık ezberlediğini, hatta bazılarının ciğerlerini bile bildiğini söyler. Soyunma odasından, yatak odasına, çimlerin boyundan, salatalıkların iriliğine kadar anlar her şeyden. Bakan’a, Başbakan’a, Genelkurmay’a bile yol gösterir zaman zaman. Yeni evli golcülere yaptığı esprileriyle de ünlüdür aynı zamanda!..
Neyse, konuya dönelim. Demek istiyor ki Erman Hoca: Ligin diğer takımlarının kişiliksiz futbolcuları, para-pul değil, hatır-gönül için kıyak yaparlar Sivasspor’a. Sadece kıyakçı olarak gördüklerini aşağılamak değildir bu yaklaşım. Sivassporlu futbolcular için de haksızlığın önde gidenidir. Çünkü, bu anlayışa göre, onlar ancak kıyak karşılığında başarı elde edebilir!
İşin içinde para veya pul varsa ‘görevini bilerek yerine getirmemek’ bir suç, hatır-gönül davasıysa önemli değil mantığını, bir gerçeklik olarak ortaya koyan Erman Toroğlu, kendi futbolculuk, hakemlik ya da medya dönemlerinden de, bu konuda örnekler vermelidir. Bu normal davranışı kaç kez sergilemiştir acaba! Hangi takımda, kime karşı oynarken; hangi gariban takımın maçını yönetirken; hangi kayrılmaya ihtiyacı olan takım hakkında yorum yaparken; kaç kez başına gelmiştir, bu hatır-gönül muhabbeti? Mutlaka örneklendirmelidir, tezini. Çünkü kendisi, sadece futbolun güzelliklerinin konuşulduğu, ödül üzerine ödül alan, tarafsız ve milyonlar tarafından izlenen bir programın örnek kişiliğidir!..

26 Mart 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Son düdüğe kadar‘’

Galatasaray ve Beşiktaş, kimilerine göre “şansla”, kimilerine göre “inatla” son dakikalarda atmasaydı o golleri, şimdi çok değişik olacaktı halleri.

Pek alışık olmadığımız biçimde, ligin bitimine yedi hafta kala, hala dört adayı var şampiyonluğun. Bu, tam 15 sezondur yaşanmayan bir durum. 30 haftalık 1992-93 sezonunun 23. haftasının sonunda, Beşiktaş 52 puanla liderken, Fenerbahçe ve Galatasaray 49, Kocaelispor 48, Trabzonspor ise 47 puanla, bitime yedi hafta kala hâlâ şampiyonluk kovalıyordu...
80 dakika!Bu sezonu, 15 sene öncekinden ayıran en önemli özellik, zirvedeki dört takımdan ikisinin son dakika mucizeleri. Galatasaray ve Beşiktaş, kimilerine göre “şansla”, kimilerine göre “inatla” son dakikalarda atmasaydı o golleri, şimdi çok değişik olacaktı halleri. Galatasaray 10, Beşiktaş 8 puan daha az kazanmış olacak, 2 puan kayba uğrayan Sivasspor ise, liderin 3 puan gerisinde, şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi için en güçlü ikinci aday olacaktı...
Ligin ortaları ve daha aşağısında ise, 80 dakikalık oyunlardan İstanbul Belediye ve Ankaraspor dörder puan kârlı çıkacaktı. Trabzonspor’un hiç etkilenmeyeceği son 10 dakika golleri olmasa, Gençlerbirliği Oftaş ve Gaziantepspor ise, üçer puan kayıpla oldukça zarara uğrayacaktı...
Aşağıda, bu sezon son on dakikada atılan gollerin dikkate alınmadığı, başka bir deyişle karşılaşmaların 80 dakikada oynandığı farzedilerek hazırlanmış puan cetveli var.

TakımlarOGBMAYP
1.Fenerbahçe271854502259
2.Sivasspor271683341256
3.Galatasaray271485381850
4.Beşiktaş2713113362050
5.Kayserispor2711142311847
6.Trabzonspor271089312838
7.İstanbul BŞB27999302636
8.Denizlispor279711253034
9.MKE Ankaragücü279711232834
10.Bursaspor277128232533
11.Ankaraspor278712172831
12.GB Oftaşspor276129212430
13.Gençlerbirliği277812283229
14.Gaziantepspor2761011213128
15.Ç.Rizespor276813244126
16.Konyaspor276813234426
17.Manisaspor276615294024
18.Kasımpaşa275616183521


Bu fantastik bir yaklaşım tabii ki. Top yuvarlak ve futbol 90+'lık bir oyun ne de olsa. Aklı, gücüve azmi olan, hakem son düdüğü çalana kadar oynar...

25 Mart 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sayesinde!‘’

Kasımpaşa sahanın her bölgesinde top çevirerek, klasik deyişle ‘rölanti’de tutmaya çalışıyordu oyunu. Yüzde yüz haklıydı da, rakibiyle güç farkı kıyaslandığında. Özellikle Erhan Küçük büyük oynuyordu; ileride, geride, kanadının her karışında. Tecrübeli Fatih ve Merthan en önemli yardımcılarıydı, takımına katkıda...
İlginçtir, tam karşısında da Deivid vardı, Erhan’ın. Savunmada Edu, biraz da Aurelio’yu saymazsak, Deivid de kendi takımının en istekli ve kendini oyuna verebilen adamıydı...
Süper Lig’in aslında en kritik oyunlarından biri, her iki tarafın bir kaç zayıf girişimi dışında, ilk yarı boyunca tipik bir hazırlık karşılaşması kıvamındaydı. Hareketsiz, cansız, heyecansız; sıkıcıydı...
İkinci yarının başlagıcında Deivid’in gördüğü sarı kart, onun da oyundan düşmesine neden oldu. Kezman’ın, yakaladığı nadir, ancak çok net pozisyonları harcaması, “eyvah! Puanlar gidiyor mu?” endişesine neden oluyordu Fenerbahçeliler için. Çünkü, futbolcularının dün akşamki karşılaşmaya hiç mi hiç motive olamadıklarını onlar da çok net görüyordu...
Sonra Semih girdi sahaya. Girer girmez, Alex geriye top almaya geldi, dün akşam ilk kez. Oynamaya başladı Alex ve Fenerbahçe, Semih sayesinde...
Sağdan, soldan, ortadan... Semih duvar, Alex duvar ustası. Semih ayağına hakim forvet, Alex Semih hastası...
Gökhan bile oynamaya başladı, onun için sıradan bir Süper Lig karşılaşmasında! Semih’in zoruyla.. Ve Fenerbahçe, Beşiktaş derbisi öncesi, belki de çok daha tehlikeli bir maçı kayıpsız geçmeyi başardı...

22 Mart 2008, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hayal kırıklığı‘’

Trajikomik hakem hataları, yerden kalkmaz Lincoln, yataktan çıkmaz Kalli ya da Gökdeniz’in gidişi bir yana, Aziz Yıldırım’ın Kulüpler Birliği Başkanlığı bir yana.

Sivas’ın beklenmedik puan kaybı, yataktan çıkmaz Kalli’nin veya yerden kalkmaz Lincoln’ün sıradanlaşan yoklukları, Trabzon’un yarısı Gökdeniz’in kaçışı ya da artık kronikleşmeye başlayan hakem hataları kayda değer hayal kırıklıkları olarak algılanabilir. Ancak, geride kalan haftanın en büyük hayal kırıklığı, Aziz Yıldırım’ın Kulüpler Birliği Başkanlığı’na gelmesidir.
Dün dündür!
Hafta içinde, Fenerbahçe’nin resmi internet sitesinde Hıncal’ı yerden yere vuran açıklamalar yer almıştı. Toplumun futbolla ilgilenen her bilinçli kesiminin katılabileceği bu eleştirilerin en dikkat edilmesi gereken bölümü ise şuydu; “Hıncal Uluç’un yazdıklarına bakacak olursanız Fenerbahçe adeta bölücü ve derhal kapatılması gereken bir yasadışı kurumdur”...
İşte, o ağır eleştirel yazının ağırlık merkezini oluşturan bu ifadeler, zurnanın ‘zıırt’ dediği cümlelerdir! Aziz Yıldırım, Kulüpler Birliği Başkanlığı’na seçilmesinde büyük desteği bulunan İlhan için de bir makale yazdırmalıdır o zaman! Çünkü, bu çirkinliği ilk yapan, Fenerbahçe Spor Kulübü’nü veya başkanını şerefsizlerle bir tutan, Gençlerbirliği’nin duayen başkanı zatın ta kendisidir.
Türk futbolunun bugününü ve yarınlarını korumak adına, uzunca bir süre Kulüpler Birliği diye bir kurumun varlığını bile inkâr eden, bu konuda haklı ve kararlı tavırlar sergileyen Aziz Yıldırım ve dolayısıyla Fenerbahçe Spor Kulübü, lastiğin büyüğünü patlatmıştır, üstelik itibar kazanmaya başladığı bir dönemde.
Neydi peki, onca feryat, figan, tepki Kulüpler Birliği’ne! Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!
“Ligden çekiliriz” ve “Fortis Kupası’nı artık rezerv lig olarak görüyoruz, seneye yedeklerle mücadele edeceğiz” duruşsuzluklarını bile gölgede bırakan, en büyük gaftır Aziz Yıldırım’ın Kulüpler Birliği Başkanlığı.
Bahane olarak ne gösterilirse gösterilsin, bu doğal karşılanabilecek bir dönüş değil. Artık şu bile söylenebilir: Bugün İlhan’la omuz omuza veren, yarın Hıncal’la da kol kola girebilir!

18 Mart 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Acı ama gerçek!‘’

Kendini yırtsa insan, sahanın zemini, kifayetsiz evsahibi ve gayri ciddi misafirden başka sözünü edecek, yazacak bir şey bulamaz dünkü ilk yarı hakkında. Hak yememek gerek, Serdar, Selçuk ve Deivid bunun dışında...
Ancak ve ancak, Ceyhun’un ilahi golü ve ondan sonrası için konu bulunabilir...
Zemin aynı zemin olduğuna göre, Fenerbahçe’nin yükselen değerleri Gökhan ve Uğur’un her iki yarıdaki farklılıkları nasıl açıklanabilir. Chelsea maçına daha çok var, üstelik Gökhan cezalı ilk karşılaşmada, öyleyse uyuşukluk ve boşvermişliğin birden bire, emeğe, mücadeleye, azme dönüşmesi ve takımlarının öncelikle onların katkılarıyla rakip yarı sahaya çöreklenmesi nasıl izah edilebilir...
Mesela, ilk yarıda, neredeyse boş kaleyi ıskalayan sol vuruşun Alex’e ait olduğuna inanmak için ağır çekim, ileri geri oynatmak gerekir. Çünkü, bizim gibilerin ona hayran olmasını sağlayan özellikleri ikinci yarıda sergiledikleridir...
Gökhan, Uğur ve Alex’in kazanmak gerektiklerinin bilincine varıp, Deivid’e ayak uydurmaya başlamaları ve önce Semih, sonra da Maldonado’nun ekibe dahil olması ise, Konyaspor gibi bir rakibe fark atmak için yeterlidir.
Kötü zemin-Kezman birlikteliğinden iki gol çıkması ise, futbolun ne ilginç ve sürprizlerle dolu bir oyun olduğunun en iyi göstergesidir. Tabii bu gollerdeki Konyaspor savunma bonkörlüğü de gözardı edilmemelidir.
Dünün kıssadan hissesi, Şampiyonlar Ligi serüveni devam ettiği müddetçe, Fenerbahçeli futbolcuların Süper Lig’e adapte olmakta zorlanacağı gerçeğidir...

17 Mart 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hem okudum, hem de yazdım!‘’

Hem okuyup, hem de yazabilmek aynı zamanda, ne güzel. Okuyup anlayabilmek de, yazıp anlaşılabilmek de güzel. Konuştuğunda dinlenebilmek, anlattığında anlaşılabilmek ise çok zor, ancak olursa bir başka güzel...
Ne diyor Aziz Yıldırım, Sevilla zaferinden bir kaç dakika sonra, “Bu sezonki hedefimize ulaştık. Seneye bir tur daha, sonra bir daha ve belki final”. “12 bin kişilik spor salonunu hayata geçirmeliyiz bir an önce, bir de 5 bin kişilik kapalı yüzme havuzu gerek”...
Yanıyor Türkiye oysa, bir çeyrek final sonrasında. Kımıl kımıl medya, insanlar, ileri gelenler, geride kalanlar; alt tarafı Avrupa’nın ilk 8’i için...
Hâlâ tesisleşmeden söz ediyor, zafer gecesinin en soğukkanlı Fenerbahçeli’si. Artık ‘Dünya kulübü olmak’ söylemini bırakmış, ‘Dünyanın en büyük spor kulüplerinden biri olmak’tan bahsediyor. “Bir milyon üye” diyor mesela ya da “Bir milyar dolar”lık bütçe...
Kımıl kımıl Türkiye tepeden tırnağa, ilk 8’e kaldı diye Avrupa’nın en önemli futbol organizasyonunda Fenerbahçe. Oysa, tüm amatör branşlar alt yapılarından, dünyanın çok önemli sporcularıyla bezenmiş üst yapılarına kadar, 2008 olimpiyatları için hazırlanıyor. Masa Tenisi, Yelken, Yüzme, Kürek, Boks, Atletizm, Voleybol, Basketbol; Fenerbahçe Spor Kulübü farklı hesaplar yapıyor...
Dillere destan 50 bin 530 kişilik Saracoğlu yeterli bulunmayıp, 6 bin kişilik kapasite arttırımı ve üzerinin tamamen kapatılması planlanıyor; nacizane kendi olanaklarıyla devlet yardımı alınmadan üstelik!
Birileri hâlâ, “Konya’da kaybederse”, “İnönü’den çıkamazsa”, “Sami Yen’de yenemezse” geyikleriyle gündem yaratıyor. Birileri hâlâ, “Fenerbahçe rövanşta Sevilla kalesine ancak taksiyle gider”, “Turu geçerse bikini giyerim” cümleleriyle kendini madara ediyor!
Birisi ise, ısrarla başka şeyler anlatıyor.. Ve gün geçtikçe, anlattıklarına inananlar çoğalıyor. Hâlâ anlayamayanlar ya da anlamamaya çalışanlar var, ne yazık ki!
Bir kez daha okumak, dinlemek ve tabii ki düşünmek gerek; en hafif medya klasiğiyle, ‘Fenerbahçe nereye koşuyor’ diye!

12 Mart 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI