Arama

Popüler aramalar

‘’Takım gibi‘’

Lugano, Yobo birlikteliği bile büyük bir farklılık ve avantaj Fenerbahçe için. Yobo’nun ayak hakimiyetini geçtik, Lugano bile top stop eder hale geldi ortağı nedeniyle. Buna imkan ve fırsat var mı, yanında oynayan Bilica ise!

Orta alan, günahıyla sevabıyla koşuyor, pas yapmaya, yardımlaşmaya çalışıyor, elinden geldiğince. Özellikle Selçuk’la Emre. Neydi o Baroni umursamazlığı, babasının çiftliğinde oynarmış gevrekliğiyle!

Mehmet, Dia, sonra Stoch, belki Kazım; kenarlardakiler de gelecek zamanlarda savunmalarına biraz daha yardım etmeyi öğrenince, işte o zaman çok daha farklı olacak çubuklu Fenerbahçe...

Arkadaşları takım oldukça, Alex kafayla da çalım atacak dün akşamki gibi, diziyle de. Niang daha çok gol atacak ve pas bile verecek hatta, golcülükten gelen egoizmini yene yene. Niang daha çok pas ürettiğinde, çok daha seyredilir ve üretici olacak Sarı-Kanaryalar gün geçtikçe...

Andre’nin de gerçekten çok gerekli olmadığı, gün gibi apaçık çıkacak ortaya o zaman. 34 dakika kala oyuna girdiğinde bile fazla gayret göstermediği gözlerden kaçmayacak. Maç boyunca kanadını savunmaya, hücuma katılmaya çalışan, ters kademe yapmak için uğraşan Caner’e destek değil, aslında yük olduğu kolayca anlaşılacak. O da, ilk onsekizden, belki de kadrodan uzaklaşınca, çubuklu Fenerbahçe daha çok alkışlanacak.. Ve tabii özellikle Aykut Kocaman, tıpkı dün akşam olduğu gibi, taraftarının güvenini kazanıp, beğenisini alacak. “nasıl ..... Aykut Kocaman” diye tezühürat yapılacak...

03 Ekim 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yeter artık!‘’

Yeter, ‘kazma’ Bilica yani! Yeter, sol bek bulunmayan kadroda, yabancı kontenjanından oynayan ‘şişkomsu’ Andre! Yeter, ‘gölge takipçisi’ Baroni! Yeter ‘acıların çocuğu’ Güiza! Yeter, sporcu, profesyonel ya da adam olamayacaksa Kazım! Yeter, ‘bir zamanlar maziye bak’ Gökhan Ünal!

Lugano, Yobo, Dia, Stoch, Alex, Niang; 6 tane, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayan futbolcu...

Varsın, Lugano ve Yobo’nun yedekleri, Bekir ve İlhan olsun. Varsın, sol beki bulunmayan kadroda, o kanadı Caner veya Uğur savunsun!

Olsun, Selçuk iki metre yanındaki arkadaşına pas verirken göbeğinden vursun! Semih, Güiza kadar koşmasın, ayağına gelirse gol olsun!

Okan, Hasan, Gökay, Recep var zaten. Onlar, oynasın, onlar enerji versin, terlerinin son damlasına kadar koşsun...

Bir de, ara transfer var yakında. Hani bir Avrupalı sol bek, bir Avrupalı orta saha mesela; hem savunmayı hem hücum etmeyi bileninden! Koşanından, takımı için sonuna kadar. Yorulanından, üstelik genç olanlarından...

Belki stoperlere alternatifler, yerli ve yabancı; büyük hedefler için yürürken veya koşarken kullanılabilecek olanlardan...

Yeter artık! 4-4-1-1 ya da 4-4-2 veya 4-3-3, olmadı 4-2-4... Epeyce oldu değil mi, sistemleri oturtabilecek, “haa, Fenerbahçe bunu oynuyor” dedirtebilecek kadar! Ee, oynasın şampiyonluk adayı bunlardan birini ya da ikisini o zaman! Anlaşılsın ama, ne oynadığı!
Geri çekilip skoru korumaya kalkmasın hiç, koskoca Sarı-Kanaryalar. Hatta, bazen iyice coşup, dört forvetle falan saldırsınlar. Mesela, Stoch, Niang, Dia ve arkalarında, aralarında, önlerinde; Alex’le...

Lig sonuncusuna karşı, 6 gol attığı bir maçta bile eleştirmek de ne Fenerbahçe’yi! Yeter artık!

Eleştirmeyelim, herkes tarafından görülebilen açık, seçiklikleri!
Fenerbahçe, yine şampiyon olmasın bu sezon. Fenerbahçe, Alex’le darılmasın bu sezon. Fenerbahçe, birkaç maç Alex, Dia, Stoch, Niang saldırsın bu sezon.
Fenerbahçe, Sarı-Lacivert çubukluya yakışsın bu sezon.
Yeter; Bilica, Andre, Baroni, Güiza, hatta Gökhan Ünal, hatta Kazım...

29 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bilica etkisi!‘’

Bir gün Bilica, Yılmaz Vural’ın kadrosunda yer alırsa ve o da Bilica’yı oynatırsa, hiç mesele yok; biz bu işi zaten bilmiyoruz!

Savunmanın orta yerini, yanındaki Lugano’yu, önündeki Selçuk’u bozan, bitmek üzere olan rakip atakları yeniden canlandıran bu futbolcu nasıl hala Aykut Kocaman’ın tercihi oluyor, hayret doğrusu!

Peki, Yobo neden transfer ediliyor ve neden kulübede oturuyor! Sonra neden oyuna alınıyor! Burası geleceğin takımını oluşturmak için kurulan altyapı okulu mu!

Hedefleri olan bir takımda, bir kaç oyuncu birden nasıl bu kadar etkisiz, ilgisiz, maça motive bile olamadan oynuyor!

Volkan kalesinde garip, Gökhan’a dokunsan sakatlanacak, ileri gidecek mecali yok, ‘kazma’ Bilica futbolcu ziyanlığı, Selçuk en kötü oyunlarından birini oynuyor, üç metre yakınındaki arkadaşına bile şut sertliğinde pas atıyor, Mehmet maç boyunca etkisiz, sahanın en iyisi Emre orta alanda tek başına çırpınıp duruyor, Fenerbahçe’nin sözde en önemli yatırımı 21 yaşındaki Stoch yine kulübede, vesaire, vesaire...

Stoch oyuna giriyor ancak, sahada 5 yabancısı olmasına rağmen, bu kez de Dia çıkıyor. Fenerbahçe, şu an için ligin en zayıf takımlarından birine karşı, üstelik iki farklı öndeyken, Stoch, Dia birlikte oynayamıyor...

Neyse ki, ‘Büyük usta’ bu kez sahada kalıyor. Gol pası veriyor, gol kaçırıyor, gol atıyor, o orada olduğu sürece, futbolsever her an bir hareket ve bereket bekliyor, beklediğine de değiyor. İyi ki var, Alex, Niang, Dia, Emre gibi futbolcular...

28 Eylül 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Değil mi hocam?‘’

Aykut Kocaman haklı, Fenerbahçe pazar akşamki kadar pozisyon üretebildiği takdirde, Türkiye’nin her stadında, her takımı yenebilir. Ancak bu, Sarı Kanaryalar için yeterli değil. Onlar, fark yedikleri karşılaşmalarda bile daha fazla pozisyon üretebilmeli, daha atak, daha cesur, yani Fenerbahçe geleneğine uygun olarak sahada boy göstermelidir.

Galibiyeti, savunma yaparak sağlama almaya çalışmak ya da önce yemeyip, sonra yakalarsa atmaya çalışmak, bu ‘armada’nın ruhuna ve geçmişine aykırı bir garipliktir.

Yener ya da yenilir. Ancak kazanan da, kaybeden de kendisi olur sonunda; rakipleri belirlemez yani kaderini! Türkiye’de Fenerbahçe demek, ‘sonucu belirleyen’ demektir. Tıpkı 2006’da Denizli’de, geçen sezon Kadıköy’de olduğu gibi. Futbol oynamaya çalışır, mücadele eder, yorulur, yine koşar, yürür, ince yapar, pozisyonlar üretir, kaçırır ve kaybeder. Kaybeden kendisidir, kazananın da her zaman kendisi olduğu gibi.

‘Skor olarak öndeyken, futbolcuların ayaklarının bir adım geriye gitmesi’ hali, asla bir Fenerbahçe geleneği değildir. Aykut Kocaman, önce bu aykırılığa bir son vermelidir. Bunun için de ilk şart, Baroni gibi ‘ne kokar, ne bulaşır’ oyuncuların bu takımdan gönderilmesidir. Sonrasında ise, bir dakika kala bile gol yenilse, Fenerbahçe’nin bunun da üstesinden gelebilecek bir geleneğe sahip olduğu bilincinin futbolculara verilmesidir. Bunun için gerekli fizik güç ve kondisyonun da tabii...

Hem sportmenlik hem yeterlilik açısından Bilica ve o eski halinden eser kalmayan Gökhan Ünal’ın varlığı da, acilen gözden geçirilmelidir.. Ve 4-3-3 Kocaman’ın bir gün mutlaka uygulayacağı sistemse eğer, ortanın ortasındaki her iki futbolcunun ve yedeklerinin, savunma kadar hücum yönlerinin de olması, mutlak bir gerekliliktir.

Kararı tabii ki, Fenerbahçe futbolunu idari ve teknik açıdan yönetenler verecektir. Dedik ya, geleneğidir, raconu Fenerbahçe keser Türkiye’de; öncelikle futbol oynamayı düşünür, kazanır, berabere kalır veya kaybeder. Kaderini kendi belirler her anlamda. O nedenle son yıllarda yaşadığı onca kaosa rağmen, hâlâ Fenerbahçe’dir. Taş gibi, dimdik..

Ve onun üzerine ya da üzerinden oynanır futbol oyunu hâlâ bu ülkede!

23 Eylül 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sıkıcı!‘’

Kocaman’ın başlangıç kadrosu ideale en yakın tercihti Fenerbahçe için. Yine kontrollü, hatta kontrolü biraz abartan, temposuz, ancak savunurken Baronisiz daha iyiydi Sarı-Lacivertliler.

İlk yarıda Gökhan Gönül’ün hatası dışında rakiplerine pozisyon bile vermediler. Ne var ki, temposuz ve son derece ağır çıktıkları için, Dia, Niang gibi süratli ve güçlü oyunculara rağmen yeterince fırsat üretemediler. Dia, Alex ve Niang’ın vuruşları gol olsa, bu devreyi en fazla 4-0 önde bitirirdiler!

İkinci yarıdaki skoru koruma iç güdüsü ise, tam anlamıyla ilkel bir yaklaşımdı. Sıkıcı, sinir edici ve sözde büyük hedefleri bulunan bir takıma hiç mi hiç yakışmadı. Bu yarıda da, bir şahsi hata ve iki korner zaafiyeti dışında rakibe fazla şans tanınmadı. Bulunan pozisyon sayısı ise, bu kez iki de kaldı. Yine Alex ve Dia’nın yüzde doksandokuzluk vuruşları gol olsaydı, skor en fazla 6-0’a ulaşırdı.

Sonra Alex çıktı, Baroni girdi, yani golün bir şekilde yeneceği artık belliydi. Dia-Stoch değişikliğiyle önce hareket, sonra bereket bekleyenler, kaptan kulübeye alınıp, kontenjan senatörü oyuna girince yine sinirlendi.

Karşılaşmanın en iyilerinden Volkan, kendini yere bırakan Bobo’ya dengesiz girince, penaltı ve dakikalardır beklenen Beşiktaş golü nihayet geldi.

Atıştan önce gözler ‘kazma Bilica’yı aradı ancak, galiba bu kez yemedi! Bilica’yı hatırlayıp, Toraman’ı unutmak olmaz tabii! Toraman da gol ve gol pası üretemeden maçı bitidi!

20 Eylül 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’“Laf olsun” diye!‘’

Baroni, Fenerbahçe formasını ilk kez 30 Temmuz 2009’daki Honved karşılaşmasında giymişti. O günden, bu güne, 49 resmi maçta 4157 dakika forma giydi, Brezilyalı orta saha oyuncusu.

Yine o günden, bu güne, Uğur 718, şimdi Medical Park Antalyaspor’da stoper (!) oynayan Deniz ise 1016 dakika forma giyebildi. Her ikisinin de birer gol pası var, bu zaman diliminde...

Deivid 909 dakikada ancak 2 gol pası üretebildi. Özer 2160, Selçuk 2315 dakikada 3’er...

Andre 4125 dakikada 4, Mehmet 3502, Emre 3830, Gökhan Gönül 4419, şimdi Bursaspor’da oynayan Vederson ise 2638 dakikada, 5’er gol pası verdiler...

Öne pek fazla çıkmayan savunmacılar ile çok önde oynayan forvetleri katmıyoruz hesaba, haksızlık olmasın diye. ‘Büyük usta’yı da vermiyoruz, ayıp olmasın birilerine! Baroni bir orta saha oyuncusu, ‘hatalarını en çok kapayan’ından hem de! Tahmin ettiğiniz gibi, gol pası üretme konusunda sıfır çeken tek kişi nedense?

Arasıra böyle istatistiklere giriyoruz ya, “buna da değinelim” dedik, bilgi dağarcığınızda bulunsun diye! Bir mesaj vermek değil niyetimiz, öylesine yazdık işte, “laf olsun” diye!

*****

Geçen sezon Baroni’nin oynadığı 25 Süper Lig karşılaşmasında, Fenerbahçe 14 galibiyet, 5 beraberlik, 6 da yenilgi almış. Baroni’nin oynamadığı 7 Süper Lig karşılaşmasında ise 7 galibiyet. Geçen sezon Baroni’nin oynadığı 25 Süper Lig karşılaşmasında, Fenerbahçe 42 gol atıp (ortalama 1,68), 27 gol yemiş (ortalama 1,10). Baroni’nin oynamadığı 7 Süper Lig karşılaşmasında ise, Fenerbahçe 13 gol atıp (ortalama 1,86), sadece 1 gol yemiş (ortalama 0,14)...

Tabii, birileri çok haklı, zaten biz de biliyoruz; futbolda istatistik değerli bir şey değil! Biz de öylesine, “laf olsun” diye bunları yazıyoruz. Bir mesaj çıkarmaya veya anlam katmaya, hele ki kafa patlatmaya hiç gerek yok! Sonuçta Baroni, ‘hatalarını en çok kapayan’ bir orta saha oyuncusu!

Alır-verir ve oynar hep!

16 Eylül 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Vah, Vah!‘’

Stoch, avazı çıktığı kadar bağırıyor “yorgunum, çıkar beni” diye oynayamadığı futbolla. Devre olurken Dia ısınmaya gidiyor. “Hah, işte” diyor insan, “bak Aykut Kocaman nasıl gördü”. İkinci yarı başlarken şaşırıyor sonra aynı insan, “Aa! Stoch oyunda. Aykut hoca kocaman ezberini bozmamış, Alex’i çıkarmış yine” diye, apışıp kalıyor.

Zevksiz, temposuz ilk yarının ardından yapılan bu dahiyane değişiklik sonucunda, Fenerbahçe hocasının uygulamak isteği 4-3-3 sistemine dönüyor böylece. Ne var ki, değişen bir şey yok yine! Kayserispor hala yerinde sayıyor, golsüz beraberlikten bir rahatsızlık duymuyor, Fenerbahçe ise yine temposuz ve yine pozisyon üretemiyor. Üç kişilik forvet hattına rağmen ileriye çıkamıyor, çoğalamıyor ve Stoch bağırmaya devam ediyor, “yorgunum, doğru pas verecek durumda bile değilim” diye. Ne var ki, Kocaman bunu göremiyor!

Sonra, garip bir şekilde futbol hayatında çok az sakatlık yaşayan Yobo sakatlanıyor. Aa, o da ne! Selçuk stopere alınıyor. Şampiyonluk hedefleyen Fenerbahçe kadrosunun yedek kulübesinde stoper yokmuş meğerse! Olan ve hocası tarafından çok beğenilen Bilica da İstanbul’da unutulmuş! İnsanın aklına hemen şu geliyor, “en iyisi, Antalyaspor’da stoper olarak oynatılan Deniz Barış’ı geri alsınlar, ara transferde”.. Ve İnsan, gülüyor!

Stoperli Fenerbahçe bir anda iki farklı geri düşüyor. Semih’i oyuna alıyor bu kez Kocaman. 4-2-4’e dönüyor.. Ve Kayserispor şampiyonluk hedefleyen Fenerbahçe ile dalga geçmeye başlıyor. Tabii biraz da ayıp ediyor!

Bu arada Alex kulübede, adam gibi oturmaya devam ediyor, Baroni de oynamaya! İnsan, sinirleniyor...

12 Eylül 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yaşasın Ay-Yıldız‘’

Yaşasın Ay-Yıldız

Tuncay hem maçsız hem formsuz.. Ve Tuncay futbolu, evinden kaçan çoçuklar gibi oynar; hareketli, savruk... Topu kontrol altına almak için oldukça zaman ve dikkat harcar, ama alınca, hele önü de biraz boşsa, tutulamayacak süratle fırlar. Hava topları vasatı asla aşamaz. Peki, Tuncay neden milli takımda santfor olarak oynar!

Bunu Hiddink icad etmişse, pek iyi etmemiş doğrusu. Yok, ona yanındaki başka biri önermişse, hem yazık, hem hayret!

Başka alternatif yoksa, nöbetçi Semih var en azından. Nokta santfor olarak, al tepe tepe kullan. Sen fırsatı yarat, öyle ya da böyle illa ki atar. Tuncay da ortanın ön üçlüsünün solunda, ortasında, hatta sağında, rakibin aklını karıştıra karıştıra oynar...

Onur, Şenol Güneş eğitiminde, eksiksiz bir kaleci olacak gelecekte. Ama, bizim kendimize has yan top zaaflarına bir de onunki eklenince, çok sıkıntılı oluyor duran toplar. Onur bir türlü güvenemiyor bu konuda kendine. Bu hem onun, hem Trabzonspor’un hem de millilerin aleyhine...

Kazakistan maçında da, savunma ve hücumda en belirgin eksikliği bunlardı millilerin. Hatalı santfor seçimi, hücumda gerektiğince organize olup çoğalamamak ve rakibin her duran topunda büyük hatalar yapıp, ikramda bulunmak...

Bu olumsuzluklara rağmen, Servet, İsmail, özellikle Hamit, tabii ki Emre, mutlaka Arda, sonradan Semih ve sonradan Gökhan ile Ay-Yıldızlılar dün akşam kazandılar. Çok iyi bir başlangıç oldu, iki maçta 6 puan. Şimdi hem Hiddink’in hem sakat hem de takımlarında forma şansı bulamayanların daha çok zamanı var. Yaşasın Ay-Yıdız ve onu yukarıya taşıyanlar.

08 Eylül 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI