Arama

Popüler aramalar

‘’İ. Belediye!‘’

İstanbullular’ın parasıyla İstanbul’un en büyük değerine her sezon zarar veren Büyükşehir Belediyesi, bu kez emeline nail olamadı. Bir anlamda, papaz bu kez pilavı yiyemedi yani! Nasıl bir anlayış ve gariplikse bu! Ne abuk-sabuk bir memleketse burası!

9 ve 16. dakikalarda, ayak ve kafayla, kaleciyle karşı karşıya yüzde doksandokuzu kaçırıyor Niang. Suratı ilk kez, Güiza gibi! Belli ki hazır ya da formda değil! Ancak seyrediyor Aykut Kocaman hâlâ! Kaçırdığı fırsatlar bir kenara, rakibe kaptırdığı toplar, engel olduğu ataklar bile yeter oysa. Aykut hoca nereden seyrediyorsa! Oyunda tutuşu yetmezmiş gibi bu formsuz akşamında, bir de penaltı attırıyor adama! Şaka gibi ya!

Alex 29. dakikada basıyor İbrahim’e... Bugün muhtemelen, bu basışla ilgili ‘kırmızı nara’lar atacak ‘Büyük Usta’ hastaları! Ayağını çekişini, dizini kırışını, yani hamlesinin farkına varıp, geri alışını ‘es’ geçecekler, ona saldırabilmek adına. Pozisyon sonrasında, sertliğinin farkına varıp, İbrahim’in yanından ayrılmayan Alex ayağını çekmeseydi veya dizini kırmasaydı o pozisyonda, ne olurdu acaba! En azından çorabı aşağıya doğru çekilmezdi İbrahim’in ve sağlam bir delik olurdu bacağında...

Aykut Kocaman’ın Alex’i (herhalde yine alkışlatmak için!) 72. dakikada oyundan alışı, Dia’nın bir kez daha kenarda uzunca kalışı akşamın diğer gariplikleriydi. Savunmada Yobo ile orta alanda Gökay, anlayabildiğimiz kadarıyla Sarı-Kanarya’nın en iyileriydi.

28 Kasım 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tehdit mi uyarı mı?‘’

Sarı-Lacivertliler, kaptanı Alex de Souza’nın sözleşmesini uzatmazsa, sadece ‘Büyük Usta’ gitmez bu kulüpten!

Böyle bir futbolcun varsa, fazlaca savunma yapmasını beklemeden de kurgulayabilirsin takımını, tabii ki istersen!

Fenerbahçe Spor Kulübü’nü yönetenler, Alex de Souza’nın sözleşmesini bir ya da iki sezon daha uzatmazsa, sadece ‘Büyük Usta’ gitmez bu kulüpten! Fenerbahçe Spor Kulübü Profesyonel Futbol Şubesi A Takımı, orta alandan itibaren böyle kötü savunma yapmaya devam ederse, daha çok gol yer ve daha çok puan kaybeder...

Alex gibi, türünün son örneği bir futbolcun varsa, onun fazlaca savunma yapmasını beklemeden de kurabilir, kurgulayabilirsin takımını. Öncelikle, gölge takibi yapmayan, Emre gibi, Gökay gibi, Mehmet gibi savaşçı ve gerektiğinde yaratıcı oyuncular kullanabilirsin orta alanda. Beklerin olur her iki kanatta da; Gökhan gibi, Okan gibi mesela.
Bir bek bulmaya kapasiten veya maddi gücün yetmiyorsa, bunu başarmaya çalışan Caner’le idare edersin en azından...

Baştacı yapmak gerekir
Kanatların geriye de gelir ve geriye geldiklerinde de gerçekten katkı verirler orta alanlarına ve savunmalarına... En uçtakiler de basar, hiç olmazsa ileride. Kendilerine yakın oynayan, daha doğrusu kendilerini oynatmamaya çalışan rakip stoperleri durdurmayı görev bilir, oyunu geriden kurmaya çalıştıklarında ve duran toplarda... Bunları halletmeye çalışırken de, Alex gibi bir oyuncun varken, baş tacı eder, saygı duyar ve en üst verimi alabilmek için çaba gösterirsin. Hatta gerektiğinde yardım bile istersin, herhangi bir kompleksin yoksa. Hocası olmanın gerektirdiği ilişkinin yanı sıra, gerçek bir dost da olabilirsin, onun gibi bir spor adamıyla...Futbol hayatının önemli, çok zevk aldığı ve bunun gözlerinden rahatlıkla okunabildiği bir akşamında, çıkarmazsın en azından oyundan. Beklersin, hak ettiği alkışı alabilsin diye son dakikaya kadar...

Zor durumda kalırsın
O da, haklı olarak sinirlenmez, hızla soyunma odasına gitmez ve müthiş bir olgunluk ve iradeyle istemese de kulübeye geri dönmez...
Böyle bir yetenek zor gelir bir daha. Böyle bir sporcu da az gelir. O, asla unutulmaz.. Ve onu hayranlık derecesinde sevenler, ona yapılanları hiç mi hiç unutmaz!

Akıllı olmak gerekir, öncelikle takım savunması konusunda. Aksi halde, daha çok pozisyon verir Fenerbahçe Spor Kulübü Profesyonel Futbol Şubesi A Takımı gelecek karşılaşmalarda...

Takım savunması aslında en önden, ancak en azından orta alandan başlar. Hele ki, kanatları gereğince savunamazsan, lastiğin patlar. Gösteri meraklılarıyla sirk cambazlarıyla gölge takipçileriyle olmaz bu iş... Bir de ‘Büyük Usta’yı kaybedersen bu arada; zavallı durumuna düşer, tarihe geçersin. Ancak, tersten!

24 Kasım 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’İyi ki varsın‘’

3000. golün ona nasip olması, kesinlikle İlahi adalet. 100’ler Kulübü’ne köküne kadar girmesi de öyle, bizim gibi doğru haberden başka derdi olmayanlara rağmen! Keşke, Fenerbahçe Spor Kulübü Yönetimi, teknik heyeti falan kaale almasa da, ‘Büyük Usta’ en az bir sezon daha gözlerimizin pasını alsa.

Keşke, takımını sol beksiz sahaya süren, gencecik Gökay’ı orta alanın göbeğinde tek başına savaşmaya mahkum eden Aykut Kocaman’ın gözü biraz açılsa da, sirk cambazlarıyla gölge takipçilerine gösterdiği mantıksız sabrı, Alex de Souza’ya da tanısa...

Hışımla gittiği soyunma odasından geri dönmesi bile büyük iş Brezilyalı yıldızın. Sadece ‘Büyük Usta’ değil, ‘Büyük İnsan’ olduğunun da kanıtıdır bu. Keşke, Aykut Kocaman beynini arındırıp, adam gibi kaptanına, adam gibi sahip çıksa...

Zamanında Selçuk, Deniz gibi emekçileri bile protesto etmişti Sarı-Lacivert’e gönül verenler. Bir kıyas gerekirse, şimdiki aymaz, umursamaz, sirk cambazlarına gösterdikleri tepki gayet yerinde. Keşke Aykut Kocaman onlara “sus” işareti yapacağına, futbol yaşamının en güzel günlerinden birini yaşayan Alex de Souza isimli kaptanını sahada tutsa...

23 Kasım 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’5N-1K‘’

En basitinden; gazetecilik kamu görevidir. Doğru bilgilendirmektir, bilgiye ulaşmak isteyeni. “2 kere 2 dört eder” demek gibi bir şeydir yani.

Yazılı, sözlü, görsel, sanal fark etmez. Yorum, yazana aittir. Ne var ki, haber söz konusu olduğunda, gazetecilik araştırmacılık, bilimsellik, dürüstlük, tarafsızlık ve aslında sadece ‘5N ve 1K’dan oluşan, ağır ve bir o kadar da kolay bir meslektir.

Yazıyoruz, haber yapıyoruz ısrarla, “2004-2005 sezonunun 15. haftasında, 3 Aralık 2004 tarihinde, Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Fenerbahçe’nin Ankaragücü’nü 5-0 yendiği lig maçının 42. dakikasında atılan birinci gol Alex’e değil, Nobre’ye ait” diye, kimin umurunda!

Görüntüler yayıncı kuruluşun sitesinde var. “Bakın” diyoruz öncelikle o kuruluşun çalışanlarına, sonra diğer tüm medyaya! Ne bakan var, ne önem veren, ne ciddiye alan işini; onca duayene, çok bilip ahkam kesene rağmen! Yeni yetmesi de dahil buna, eski kaşarı da! Yazıyoruz, haber yapıyoruz ısrarla, “2005-2006 sezonunun 27. haftasında, 26 Mart 2006 tarihinde, Şükrü Saracoğlu Stadı’nda Fenerbahçe’nin Malatyaspor’u 2-0 yendiği lig maçının 90. dakikasında atılan ikinci gol Alex’e değil, Johansson’a (k.k.) ait” diye, kimin umurunda!

Bırakın, görüntülere sahip olan, işini çok ciddi ve ince eleyip sık dokuyarak yapan (!) yayıncı kuruluşu ve diğer tüm yazılı veya görsel basını, yanı başımızdaki, hatta içimizdeki Milliyet ve Posta gazeteleri bile önem vermiyor olaya.

Alex henüz ligdeki 98. golünü atmış olsa da, yer dolduracak söylenti, dedikodu yani malzeme var ya; ver gitsin ya da koy gitsin! Vay canına gazeteciliğin, ‘salla gitsin’! Öte yandan, beri yandan, öğrenildi, belirtildi misali...

Kimse kusura bakmasın; eski Bab-ı Ali artık QTM (Quality Turkish Media=Kaliteli Türk Medyası), Hooijdonk’un zamanında tespit ettiği gibi! Siyasette de böyle, sanatta da, bilimde de, sporda da!

Artık haddimiz olduğuna gönülden, bilinçten ve bilgiden inanarak, ‘5N-1K’ olarak bilinen gazetecilik mesleğinin özünü, Rudyard Kipling’in 1902’de kaleme aldığı satırlarla hatırlatalım medyacı arkadaşlarımıza:

Altı tane sadık hizmetkârım var. Ne biliyorsam onlardan öğrendim. Ne, Neden, Ne Zaman, Nasıl, Nerede ve Kim.

Onları her yere gönderirim,
Batı’ya da Doğu’ya da.
Yeterince çalıştıklarında,
Dinlenmelerine izin de veririm...

15 Kasım 2010, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir şey olmaz!‘’

Gaziantepspor kendi sahasında oynadığı için rahat rahat pas yaptı, karşılaşma boyunca. Sonuçta kendi sahası, babasının çiftliği yani, istediği kadar pas yapar tabii! Hele karşısında savunma, kademe ve baskı yapmayı bilmeyen gölge takipçisi orta saha oyuncuları olursa, istediği kadar yapar. Evirir, çevirir, içeri girmeyi beceremezse, uzaktan dener şansını.

Volkan kurtarır, sonra yine Volkan kurtarır, sonra bir kez daha Volkan kurtarır, sonra gol olur, sonra bir gol daha olur.

Yobo ile Gökhan Gönül savunma yapmaya çalışır savunmada. Her ikisinin de önü Gaziantepspor’un çiftliği ya, gelir babam gelir rakip ataklar ard arda.

Artık hiç şüphe yok, teknik direktörden kesin torpilli kontenjan senatörü, sahte Brezilyalı gezer aylak aylak ortada. Mehmet koşar yine, ancak o da gününde olmayabilir ara sıra, tıpkı dün olduğu gibi.

‘Büyük Usta’ Alex üretmeye, yaratmaya çalışır yine tek başına. Stoch yardım etmek için çabalar, en azından ilk yarıda.

Sonra Stoch’u ters kanada alır hocası. O da biter orada..

Ve iyi gününde olmayan ancak elinden geleni yapmak için uğraşan Semih’i çıkarır hocası. Adı-soyadı aynı olan adam ise, kalır hâlâ sahada! Üstelik en uca çekilir dahiyane bir anlayışla! Bu güne kadar takımına ne faydası olduysa!

Dün akşam kanıtlanan; Türkiye’nin futbolu en iyi bilen başkanının seçtiği hoca ve kurduğu kadro ile Fenerbahçe Spor Kulübü Profesyonel Futbol Şubesi A Takımı’ndan bir şey olmayacağıdır!

14 Kasım 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Arka adale!‘’

Yürek dayanmaz bir maç daha!
Ziraat Türkiye Kupası’nda, Ankara’da....
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek’in şehrinde, oğlu Ahmet Gökçek’in başkanı olduğu, Bursaspor’un kardeş takımı Makine Kimya Endüstrisi Ankaragücü ile Fenerbahçe Spor Kulübü Futbol Şubesi Profesyonel A Takımı karşı karşıya...

Hangisi yenilirse yenilsin ya da yenerse yensin, bir sonuca varılmayacak, çünkü daha çok maç var grupta!

Öyle olmasa, yani 1907 yıldır bu kupayı kazanamayan Sarı-Kanarya yiyeceği bir golle, 1908. kez bu kupadan uzaklaşacak olsa; belki heyecan gelebilir oyuna!

Aslında, o bile tansiyonu arttırmaz ya! Tek özelliği, Fenerbahçe’nin uzun yıllardır kazanamıyor olması bu kupanın, bir sene daha kazanmasa Kanaryalar kimin umrunda! Sadece, Fenerbahçe aleyhine cümleler kurmak isteyenler için, bir malzeme bu kupa! Gerisi, ilerisi, düzenlenişi, heyecanı, önemi yok büyük takımlar için, lig şampiyonluğu gibi bir organizasyonun yanında!

İster yürüyerek oyna, ister koş. İster tam takım çık, ister en yedeklerinle. İster, Okan’ı bir kez daha sun futbolseverlere, ister, yine haftanın en iyisi Gökhan Gönül’le...

Bir soru sorulabilir bu maçla ilgili Fenerbahçe cephesine; üç gün önce kullanılması düşünülmeyen Bekir, şimdi neden ilk onbirde! Bir de, neden herkes arka adalesinden sakatlanıyor şu günlerde! Kupa hikaye ama, arka adale önemli mesele!

10 Kasım 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rüya mı!‘’

Öncelikle Yobo’nun bonservisini alacaksın.. Veya bir şekilde, iki sezon daha Fenerbahçe’de kalmasını sağlayacaksın.

Sonra Alex de Souza’nın, yani ‘Büyük Usta’nın sözleşmesini iki sezon daha uzatacaksın...

Ondan sonra, gücüne, nefesine, takıma katkısına, sürekliliğine bakarak, istediğini ilk onbirde oynatacak, istediğini kulübede tutacak, istemediğini çıkarıp, istediğini oyuna sokacaksın.. Ve öyle otoriter, öyle hakim, öyle sevilen, saygı duyulan olarak yöneteceksin ki; oturan, oturmayan, hatta tribüne çıkan aynı his ve mantıkla heyecanlanacak takımı için. Sahadaki tekme yerken, kenardaki de tırnaklarını yiyecek yani...

Kanatları kullanacaksın. Kanatları kullanmak için, her iki tarafını da yırtacaksın.. Ve kullanılan kanatlardan gelen atakları değerlendirebilecek golcülere sahip olacaksın...

Öyle büyük farklar olmayacak ama, oynayanla oynamayan arasında. Hani, biri herhangi bir nedenle oynamıyor diye, zayıflamayacak, hayıflanmayacaksın. Gelen gideni aratmadığından, sorun yaşamayacaksın...

Büyük hedeflerse peşinde koştuğun, büyük kadrolar kuracaksın. Teknik, taktik, ciğer, kas, enerji, tecrübe, gençlik, hamle, son vuruş, adam gibi duruş, profesyonel oluş bakımından...

Mesela Türkiye’nin en iyi sağ beki çıktığı zaman oyundan ya da sakat veya cezalı olduğunda, neredeyse Türkiye’nin en iyi ikinci sağ beki oynayacak yerine...

Mehmet Topuz yoksa, Mehmet Domuz oynayacak, belki bir daha diğerine formayı kaptırmamak üzere...

Sol bekin olacak, “Caner elinden geleni yapıyor ve tüm gücüyle mücadele ediyorsun sahada, ama bu adam zaten iyi bir sol bek ve yerine geçecek” diyebileceğin...

Rahat olacaksın antrenmanda, kulüpte, kulübede, yönetimin, tribünlerin önünde...

Hem de öyle rahat olacaksın ki kurduğun ekipten dolayı, medyayı bile dikkate almayacaksın! Yürüyeceksin kendinden emin, koşacaksın delicesine veya adam gibi duracaksın...

Her sezon, şampiyonluğu kovalayacaksın son maça kadar ve kupayı tutacaksın bir kulpundan. Hiçbirini kazanamasan da, hep final oynayacaksın.. Ya da saat çalacak, uyanacaksın!

09 Kasım 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gayet normal‘’

Tartışmasız bir biçimde, Gökhan Gönül’ün futbol gösterisi vardı dün akşam Kadıköy’de. Formda olduğu zaman bir maçın kaderine nasıl etki edebileceğini bir kez daha kanıtladı Türkiye’nin en iyi sağ beki.

Sözü edilmesi gereken ikinci futbolcu ise, Mehmet Topuz’du kesinlikle. Geçen sezonun sonlarından itibaren, her hafta biraz daha formasına uyum sağlayan Mehmet, bir kez daha Sarı-Kanaryanın en iyilerindendi.

‘Büyük Usta’ topla her buluştuğunda, ne kadar etkili, yaratıcı ve vazgeçilmez olduğunu, futboldan az-çok ya da biraz hatta hiç anlamayanlara, tekrar tekrar gösterdi. Takımının ruhunu kaybettiği, dört kişi eksik oynadığı dakikalarda, Gökhan ve Mehmet’le birlikte ayakta kalmayı başaran ve golü düşünen en önemli isimdi.

Kalede Volkan hatasız, Caner görevini yerine getirebilmek için yine son derece azimli, Semih ise bildiğimiz gibiydi. Fırsat da harcasa, top da kaybetse, son vuruş kalitesini belgeledi.

Tabii ki ve illaki, Yobo geldi, Fenerbahçe savunmasına güven ve savunmadan çıkışa da kalite geldi. Sezonun belki de en yerinde transferi (ne yazık ki kiralık), tribünlere bile huzur veren isimdi.

Emre sakatlanmasa, Lugano profesyonelliğe aykırı bir şekilde atılmasa, yine bir 6 Kasım hikayesi yazılabilir, Fenerbahçe futbol takımı lig tarihindeki 3000. golünü atmış olarak soyunma odasına giderdi.

Deniz, Selçuk gibi özverili, formaları için terlerinin son damlasına kadar savaşan iyi profesyonelleri bile zamanında ıslıklayan taraftarların, dünkü protestosu ya makul ya da mazur görülmeli. Sabır taşı olsa çatlar, misali!

Böyle görmezlikten gelir veya görmeyi beceremezse, Aykut Kocaman’ın başını yiyecek 16, 58 ve 8 numaralı öğrencileri!

07 Kasım 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI