Arama

Popüler aramalar

‘’Galatasaray'ın reçetesi Ferguson'da‘’

2000’li yılların başındaki Arsenal, UEFA Kupası sonrası Galatasaray, kötü futbollarına rağmen Rehhagel’in 2004 Avrupa Şampiyonu Yunanistan’ı... Örnekler çoğaltılabilir.
Fatih Terim 2010-11 sezonunda enkaz halinde devraldığı Galatasaray’ı 14 yeni oyuncuyla bir sene içinde şampiyonluğa taşırken, sonraki sezon Şampiyonlar Ligi’nin planlamasını da yapmıştı.

Terim’in üst üste 2 sezon şampiyon olan oyuncuları haliyle 2 yaş daha aldı. Üstüne üstlük yönetimin transfer ettiği Drogba 35, Sneijder 30 yaş sınırındaydı. Buna rağmen Şampiyonlar Ligi’nde yarı finalin kapısından döndüler. Peki ya sonrası.

Terim, Sir Alex’i iyi tanırdı, beraber yiyip içmişlikleri, hoş sohbetleri var. Mancini de tanır ama Manchester’deki ezeli rekabetten dolayı Terim kadar samimi olamadı. Ama Mancini, Ferguson’u Terim’den çok daha fazla dinleyecek, buna mecbur. TT Arena’da Real Madrid karşısına çıkan ilk on birin en genç oyuncusu Dany ve Muslera (27) ise, son Torku Konya maçında Semih’i saymazsak başlangıç kadrosu 27 yaş ve üzeriyse Mancini’nin reformdan başka çaresi yok.
Ocak ayında büyük transfer yapmak zayıf ihtimal olsa da Haziran’la birlikte Florya’yı büyük bir hareketlilik bekliyor. Tahminimce Mancini takımın en az yüzde 40’ını değiştirir. Aksi halde sonu Terim’den farklı olmaz.

Mancini’yi fena yanılttılar
Kopenhag mağlubiyeti üzerinden Mancini’yi linç etmek gerçek fotoğrafın önündeki en büyük engel sanırım. Ünal Aysal’dan teklif aldığında İtalyan hocanın muhtemelen yaptığı ilk iş Galatasaray kadrosunun CV’sini incelemekti. Mancini takımı ikiye ayırıp, orta yayın önüyle arkasını masaya yatırırken belli ki büyük bir yanılgının içine düştü. Burak, Drogba, Umut, Sneijder, Melo gibi uluslararası oyuncuları bu çatının altında gören her antrenörün kafasında belirecek iyimser baloncuktan O’nda da oluştu.

Fakat İtalyanı yanıltan; orta yayın gerisi ve tabii ki Türkiye’deki anlamsız yabancı sınırlaması oldu. Muslera’yı bir kenarda tutalım, sağ bek Eboue Arsenal tecrübesiyle, Sabri sadece Euro 2008 yarı finalindeki Almanya performansıyla, Chedjou geçen sezon Fransa Ligi’nin en iyi stoperi oluşuyla, Gökhan Zan yine Euro 2008 ve iki büyük takımda 3 şampiyonluk görmesiyle, Riera CV’sindeki Liverpool ve 21. yüzyılın en iyi Milli Takımı sayılan İspanya Milli Takımı kariyeriyle, Semih vaad ettiği gelecekle Mancini’yi yanılttı.
Futbolun kağıt üzerinde oynanmadığının en güzel kanıtıdır Galatasaray’ın durumu.

Chedjou’nun suçu ne?

Aurelien Chedjou geçen sezon Tiago Silva’nın olduğu Fransa Ligi’nde adından en çok söz ettiren stoperdi. Üstelik PSG’nin şampiyon olduğu, Lille’nin 6. sırada kendine yer bulduğu düşünüldüğünde bu yabana atılacak bir durum değil. Zira Brezilyalı Tiago Silva’yı almaya Barcelona’nın bile gücü yetmedi. Chedjou’yu bu kadar iyi yapan ve farklı kılan ise Lille’deki kadro istikrarıydı. Şimdi Roma ile İtalya’da tarihi yeniden yazan Rudi Garcia’nın çalıştırdığı Lille’de Chedjou yanındakilerin aldığı nefesten bile haberdardı. Nasıl olmasın ki? Fransa U20 takımıyla Türkiye’de şampiyon olan sol bek Lucas Digne ile 44 maç, sağ bek Marko Basa ise 46, stoper Frank Beira ile 37 maç yan yana omuz omuza oynadı. Futbolda birlikte oynama pratiği önemlidir. Kamerunlu stoper 6 yılını geçirdiği Lille’den Galatasaray’a geldiğinde haliyle bocalama dönemi geçirdi. Ama bu uyum sürecinin uzaması sadece oyuncunun sorunu olmasa gerek. Zira Chedjou’nun oyun arkadaşları sık sık değişiyor. Galatasaray bu sezon 1 Süper kupa, 10 lig, 4 Şampiyonlar Ligi maçı oynadı. Chedjou’nun yanında 8 kez Semih, 2 kez Gökhan Zan, 1 kez de Dany stoper oynadı.
Chedjou kötü stoper mi? Tam tersi ideal ötesi bir stoper, fakat beraberindekilerle oynama pratiği yok. Bu pratiği kazandırmak da sinyor Mancini’nin işi.

07 Kasım 2013, Perşembe 01:30
YAZININ DEVAMI

‘’İpler Aslan'ın elinde‘’

Dün gece de benzer senaryo vardı Arena’da. Burak Yılmaz kazandırdığı korner sonrası tribünleri coşturuyordu Melo misali. Maça sol bek başlayan Dany sağ dipte Drogba’nın sıkıştırdığı topu gitti, aldı, ortaladı Melo kafayla golü yaptı. Nefis bir sinerjiydi ve bu fitili ateşleyen küskün Burak’tı.

Luis Van Gaal, Bayern Münih’in başına geçtiğinde Euro 2008’den şampiyon dönen Scweinsteiger’i sağ kanattan ön liberoya kaydırdığında oyuncuya yep yeni bir görev tanımı yaptı. O artık vazgeçilmez bir ön liberoydu.
Burak Yılmaz da kariyerinin çıkış sezonunda yani 2010-11’de santrforda Umut varken Trabzonspor’un sağ açığıydı. 20 gol atmıştı o sezon. Sonrasında Umut’u Fransa’ya ihraç edince santrfora oturdu. 33 golle krallık geldi. Kolay değildir bu değişimleri kaldırmak. Psikolojik eşiğinizin yüksek olması gerekir. Burak’ta düne kadar bu eşik çok aşağıdaydı. Ama Burak belki de bu sezon ilk kez bu kadar istekliydi. Yine çok kaçırdı ama isyan ateşini yakan ilk oyuncu olması onu kahraman yapmaya yetti.

UEFA bile Galatasaray’ın oyun şablonunu çözemedi dün gece. Maç listesinde -ki genelde oyun formasyonlarını doğru yazarlar- Mancini’nin bu kadroyla 4-4-2 oynayacağını tahmin etmişler. Oysa Mancini, Burak’ı 4-2-3-1’in solunda Bruma’yı da sağında sahaya sürdü. Bu şablon Galatasaray’ı farklı kılan en önemli unsurdu. Tabii sistemin yanında takımın coşkusu ve sol bek Dany ile sağ bek Eboue’nin asistleri geceye damga vurdu. Real’in Juventus’u yenmesiyle gecenin kazananı Galatasaray oldu. Şimdi ipler Aslan’ın eline geçti.

24 Ekim 2013, Perşembe 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş'tan enerjiyi alın geri neyi kalır ki!‘’

Beşiktaş orta sahasında da, Veli ile Necip belli ki 'mantıklı!' bir seçim. Üretkenlikleri az olduğundan bu ikili size ortalama bir savunma standardı sunar ama o halde hücum kalitenizin düşmesine katlanmak zorundasınız. Beşiktaş, Eskişehir maçından sonra Rize'ye de aynı orta ikiliyle çıktı. Tabiri caizse bu ikili tam oyun bozucu. Şayet Beşiktaş Fernandes'in yanına bir yapıcı daha koymazsa futbolun seyir zevki vasatın altına düşüyor. Galiba Oğuzhan gelene kadar Beşiktaş maçlarından alınacak keyfin katsayısı çok yüksek olmayacak.

* Beşiktaşlı futbolcular da durumun farkında. Onlar da biliyorlar tempodan yoksun oldukları her saniye taksimetre aleyhlerine çalışıyor. İbrahim Toraman'ın Sezer ile kavgası bile tempo yüzünden değil miydi?. Limitlerini biliyorlar. Beşiktaş olağanüstü pas takımı değil, bu oyuncu grubuyla da olmaları yakın gelecekte mümkün görünmüyor. Yani kolay kolay Erciyes-Fenerbahçe maçında olduğu gibi 630'a 190'lık pas farkı yaratamazlar. Beşiktaş'ın olayı enerji. Enerji seviyesi ne kadar yukarıdaysa maçı kazanmaya o kadar yakınlar. Bu durumu değişterecek oyuncu Oğuzhan. Atiba ya da Veli'nin yanında Oğuzhan olduğunda Fernandes'in de etkinliği yükselir, nitekim sakatlanana kadar Beşiktaş bu standardı yakaladı.

* 'Yabancı değil de Boer' cümlesi daha dün gibi hafızalardaki tazeliğini koruyordur. Aslında bu cümle bundan 10 yıl önce Galatasaray'ın Şampiyonlar Ligi'nde Olimpiakos'a, de Boer'in hatasıyla kaybettiği maçtan sonra dilimize pelesenk olmuştu. Hollandalı oyuncu zaten ihtiyaçları karşılayamıyordu ama o maçta hataları zirve yaptığı için taraftar nazarındaki son itibar kırıntılarını da yitirmişti. Dün gece Beşiktaş taraftarı da Almeida'nın kaçırdığı gollerin ardından yeni klişeyi literatüre soktu: Yabancı değil Almeida. Portekizli fiziksel kapasitesi ve vaad ettiği standartlar düşünüldüğünde taraftarın bu serzenişini fazlasıyla hak ediyor. Hazırlık döneminde sabır sınırlarını zorlayan pozisyonları kaçıran Almeida, sezon başı performansının fersah fersah ötesinde.

21 Ekim 2013, Pazartesi 22:20
YAZININ DEVAMI

‘’Bir saniye hayat kurtarır‘’

Eskişehirspor'un defans kurgusuna alışığız. 'Ertuğrul Sağlam istikrarı' denen şey bize bir çırpıda koca kadroyu saydırabiliyorken, Veysel'in sarı kart cezası, Diego'nun sakatlığı defans kurgusunun yüzde 70'inin değişmesine sebep oldu.
Ertuğrul hocanın sezon başından beri Dede'nin yerine sol bekte kullandığı Tarık sağa geçti. Geçen sezon Ersun hocanın Almanya'daki CV'sine bakarak kısa da olsa sağ bekte denediği Tarık bu kez sahanın Serol ile birlikte en yabancısıydı. Uzun süre yerini yadırgadı. İlk yarı boyunca topa hep bir fazla dürtmeyi, ayağından bir saniye erken çıkarmaya tercih ettiği için Elazığ'ın sağ kanadındaki Serdar Gürler ile Deniz Aslan'ı hep oyunun içinde tuttu. Erman hücum bölgesinde hep bir saniye geç kaldı, tıpkı Necati ve Tarık gibi.

Eskişehir doğru futbol oynuyor. Tek şanssızlığı ligin ilk 7 haftasında 4 şampiyonla karşılaşmasıydı. Tabii bir de forvetlerin son vuruş melekelerini yitirmiş olması. Elazığspor bu sezon Kayseri'yi deplasmanda yenerken de Konya'yı evinde devirirken de oyun üstünlüğünü eline alamamıştı. (Kayseri-Elazığ: % 63-37, Elazığ-Konya: %42-58) Topu rakibe verip karşılamayı, iki hızlı kanadı Serdar'lardan Özkan ve Gürler ile tehlike bölgesine ulaşmayı başardığı için kazanmıştı. Elazığ ne zaman topu önüne alsa, oyunu geriden kurmaya kalksa konsantrasyonunu kaybediyor, kazanma melekelerini yitiriyor. (Bkz. 4-2 kaybettiği Sivas maçı) Eskişehir karşısında da topla oynayan, zorlayan Elazığspor'du ama kazanan yine rakip oldu. Çünkü Elazığ'ın kilit açıcıları kanat oyuncuları. Oyun mantalitesi bu. Elazığ taraftarı mağlubiyetin faturasını yönetime ve doğal olarak Trend Solied'e kesti bile. Hatta bir süre Yılmaz Vural sesleri yükseldi. Yılmaz hocanın ruhu Elazığ'ın üzerinde daha ne kadar dolaşır bilmem ama, taraftarın onun dönemindeki ruhu istediğine eminim.

19 Ekim 2013, Cumartesi 22:45
YAZININ DEVAMI

‘’Futboldan fazlası gerek‘’

Fatih Terim’in göreve geldiği günden bu yana ülke olarak milli farkındalığımızın arttığını söylemek yanlış olmaz. 2 ay önce Brezilya 2014 için şansımız yüzde 5’lerdeyken bugün yüzde 75. Belki de daha fazlası.

Hollanda’yı yenmek o kadar kolay olmayacaktır buna şüphe yok, kazanmamız için futboldan fazlasına ihtiyacımız var. Hele hele Macaristan’ı 8-1 yenerek gelen bir Hollanda’yı yenmek hiç kolay olmayacak. Ama yenmek zorundayız. Bu zorunluluk önemli. Zira bizim motivasyon kaynağımız, bu zorunluluk. Millet olarak kaostan büyük bir sinerji yaratmayı iyi beceririz.
Bizim bu gece kullanacağımız argüman ile Hollanda’nın ki çok farklı.

Biz kaybedersek Brezilya treni kaçıyor ama Hollanda kazansa bile FIFA Dünya klasmanında 6. Belçika ve 7. Uruguay’ın önüne geçmesi çok kolay değil. En azından sadece kendine bağlı bir durum değil. Çünkü FIFA her ay milli takımların performanslarına göre bir sıralama oluşturuyor. Ekim ayı değerlendirmesi 17 Ekim’de yapılacak. Eylül sıralamasında İspanya 1., Belçika 6, Uruguay 7, Hollanda 9. sırada. Brezilya ev sahibi olduğu için Dünya Kupası finallerinde seri başı sayılacak. Hollanda’nın 1. torbada yer alabilmesi için ilk 7’nin içine kendini atması gerekiyor. Belçika Galler ile oynuyor, Uruguay ise Güney Amerika Elemeleri’nde lider Arjantin’le.

Euro 2012’yi hatırlamamak için

Hollanda Euro 2012’de seri başı olamadığı için Almanya, Portekiz ve Danimarka’yla aynı gruba düşmüş, ilk turda evinin yolunu tutmuştu. Bernt van Marwijk ile sütten ağızları yandığı için şimdi Van Gaal ile işi çok sıkı tutuyorlar. Macaristan’ı parçalamalarının sebebi buydu, bize karşı da aynı motivasyonla oynayacaklarına şüphe yok. Yani kamuoyundaki ‘rahat’ algının aksine bir durum var.

Selçuk’un Sneijder ile imtihanı

Gelelim Türkiye’ye. Biz var olma savaşı vereceğiz bu gece. 4-3-3 oynayan Van Gaal’e karşı Fatih Terim üç maçtır bozmadığı 4-4-2’sini Umut ile Burak bu kadar formdayken yine sahneye koyar. Maçın en kritik adamı ise Selçuk olur. Avcı döneminde kendini itilmiş hisseden Selçuk’un Terim’le birlikte Milli Takım’daki yükselişi gözlerden kaçmamıştır. Selçuk’un Burak ile Trabzonspor dönemindeki uyumu yakalamasına ihtiyacımız var.

Van Gaal, Macaristan karşısında orta sahada Milanlı de Jong ile Romalı Strootman’ı kullanarak İtalyan Ligi sertliğini tercih etti. Önlerine de van der Vaart’i koyarak orta sahayı ters ‘V’ye çevirdi. Ama bize karşı, Nigel de Jong sarı kart cezalısı olduğundan van Gaal, Sneijder ile ‘V’ dizilimli orta sahayı tercih edecek. (Clasie-Strootman-Sneijder)Bu durumda da Selçuk’a büyük bir hesaplaşma fırsatı doğacak. Galatasaray’a ilk geldiği sezon 13 gol, 15 asistle şampiyonluğun baş aktörüyken Sneijder’le gözden düşen Selçuk’un bu gece Hollandalı meslektaşına birşeyler ispatlaması gerekecek. Her frikikte topun başında Hollandalıyla savaş vermeyecek, kendisi atacak. Atsın ki, Mancini’ye de birşeyler ispatlasın.
Hollanda çok tehlikeli bir hücum takımı. Sol açıkta Lens, sağda Robben önde de van Persie. Sol açıktaki Lens sezon başında 9 milyon Euro’ya PSV’den Dinamo Kiev’e gitti. Hızlı ve üretken bir oyuncu, Robben ile sık sık yer değiştiriyor. Kadıköy’e gelene kadar okyanusta büyük dalgaları aştık, şimdi sıra en büyük dalgayı aşmakta.

En doğru model: Belçika

FIFA klasmanında 3 yıl önce 62. sıraya kadar gerileyen Flamanlar, 2014 Dünya Kupası Elemelerinde Hırvatistan ve Sırbistan’ın önünde grubu lider bitirerek dünya klasmanında 6. sıraya kadar yükseldi.

2010 Dünya Kupası Eleme Grupları bitiminde Belçika futbolu büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. 2008 Pekin Olimpiyatları’nda Fellaini ve arkadaşlarıyla yarı final oynayan Flamanlar, FIFA Dünya sıralamasında 62. sıraya kadar düşmüştü. 2002 Dünya Kupası 2. turunda Brezilya ile eşleşip 2-0 kaybettikten sonra büyük bir kaosa sürüklenen Belçika, peş peşe büyük turnuvaları kaçırmaya başlayınca yeni bir projeyi hayata geçirme kararı aldı.
2005 yılında 1988 jenerasyonu U17 Takımımız Abdullah Avcı ile Avrupa Şampiyonluğuna ulaşırken, Flamanlar 86’lılardan Kompany, 87’lilerden Fellaini, Dembele, 88’lilerden Defour, 89’lulardan Hazard, 90’lilardan Benteke, 91’lilerden De Bruyn gibi yetenekleri toplayarak 2013’e kadar geldi. Bu jenerasyonu oluştururken arada 2008 Pekin Olimpiyatları’nda yarı final oynasa da 2014’e kadar hiç bir büyük turnuvaya katılamadı. 1986 yılında Eric Gerets ve yoldaşlarıyla Meksika 86’da 4. sırayı alarak tarihindeki en önemli başarılardan birini elde eden Belçika, şimdi Fellaini ve arkadaşlarıyla yeni bir destan yazmanın arefesinde.

Çok değil 3 yıl önce 62. sıraya kadar gerileyen Flamanlar, 2014 Dünya Kupası Elemelerinde Hırvatistan ve Sırbistan’ın önünde grubu lider bitirerek dünya klasmanında 6. sıraya kadar yükseldi.

Eski Trabzonsporlu Leekens’in yardımcı antrenörlüğünü yaparken 14 Mayıs 2012’de teknik direktörlük koltuğuna oturan Marc Wilmots, Dünya Kupası Elemeleri’nde 9 maçta 8 galibiyet 1 beraberlik ile ülke tarihine geçti bile. Şimdi sıra Brezilya 2014’te kürsüye çıkmakta.
Belçika, Dünya Kupası’nda kürsüye çıkar mı bilinmez ama Wilmots ve öğrencilerinin şimdiden kıtanın en saygı duyulan takımı oldukları kesin.

Biz beceremedik

Belçika jenerasyon yenileme işini o kadar güzel yaparken biz 2005’te Avrupa Şampiyonu ve dünya 4. sü olan neslimizi aynı verimlilikle kullanamadık. Tabloda da göreceğiniz gibi Belçikalıların tamamına yakını büyük liglerin yolunu tutarken, bizimkilerden büyük takım görenler bile bir elin parmağını geçmiyor maalesef. Nuri Şahin (Dortmund), Aydın Yılmaz (GS), Caner Erkin (FB) Aykut Demir ve Onur Kıvrak (TS) büyük takımlara tutunabilen altın jenerasyonumuz! Bu gece Hollanda’yı yenelim ya da yenilelim hiç farketmez. Biz bu jenerasyonu yenileyemediğimiz sürece, arada bir turnuva yakalayan ve zaman zaman renk katan takım olmanın ötesine geçemeyiz.

FIFA küçükleri büyüklere yem ediyor

Dünya Kupası Avrupa elemelerinde 9 grupta 53 takım mücadele veriyor. 8 grup 6’şarlı 1 grup 5’li takımdan oluşuyor. 6’lı gruplarda bu geceden sonra 6. sırayı alan takımlar devre dışı bırakılacak ve her grup 5 takım üzerinden bir değerlendirmeye tabii olacak. Cuma gecesi B Grubu’nda Ermenistan, Bulgaristan’ı yendiği için bizim en kötü 2. olmamız söz konusu değil. Bu gece Hollanda’yı yenip 2. olursak dişli bir rakiple eşleşeceğiz. Sebebi de FIFA’nın 2006’da devreye soktuğu seribaşı uygulaması. Şu anda biz 49. sıradayız, ekim ayı klasmanı 17 Ekim’de açıklanacak, kuralar 21 ekim’de çekilecek. FIFA sıralamasına göre Play-Off’lardaki 8 takım içerisinde en yukarıda yer alan 4 takım ile aşağıdaki 4 takım eşleşecek. Türkiye’ye de muhtemelen Portekiz/Rusya, Fransa, İngiltere, İsveç ve İsviçre’den biri denk gelecek.
FIFA’nın turnuvaların reytingini düşünerek hayata geçirdiği baraj maçlarındaki bu uygulama küçükleri büyüklere yem ediyor maalesef. 2010’da İrlanda, Fransa’ya, 2010 ve 2012’de Bosna, Portekiz’e dramatik bir şekilde boyun eğmişti. Hatta Fransa’ya Henry’nin eliyle attığı golden sonra elenen İrlanda Teknik Direktörü Trapattoni, FIFA’nın bu uygulamasını ‘Futbolun ölümü’ diye tanımlamıştı. Haksız da sayılmaz. Adı üzerinde ‘eleme’. Ama FIFA bu uygulamasını sürdürürse kazanan hep büyükler olacağı için ‘eleme maçları’ bir ‘elenme’ye dönüşecek. Kıta elemeleri başlangıcında ve finallerde gruplar belirlenirken seri başı uygulaması ‘tamam’ ama baraj maçlarında küçüklere de yaşam hakkı tanınması adına ‘hayır’...

15 Ekim 2013, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nefes alıyorsak 'Umut' vardır‘’

Bazen tarif edemeyeceğiniz bir güç onları itiyor.” demişti. Tam da Biliç’in izah ettiği gibi aslında bizim futbol ekolümüz. Her krizi fırsata çeviren bir milletiz vesselam. Özellikle de söz konusu Fatih Terim ise bu güç neredeyse bilimsel bir veriye dönüşüyor. O yüzden Türkiye’nin Euro 2008 üçüncülüğünü açıklarken, Terim’in kaostan yarattığı sinerjiyi ilk sıraya koymamız gerekir.

Bundan iki ay önce sokakta ortalama bir futbolsevere, ‘Milli Takımımız’ın gruptan çıkıp Brezilya’ya gitme şansını’ sorsanız tahmin ediyorum ki ‘yüzde 5 gider, 95 gidemez’ cevabını alırdınız. Ama Terim sonrası gitme oranımız yüzde 75’e çıkmış durumda.

Fatih hoca, Andorra ve Romanya’dan sonra Estonya’ya da baskın oynamak için 4-4-2’siyle başladı. Kaderin cilvesi olsa gerek, Umut Bulut, Terim dönemi Galatasaray’da Drogba ile Burak’ın arkasında beklemesine rağmen hem Avcı döneminde hem de şimdi Milli Takım’ın taktik tahtasına hep ilk yazılan oyuncu olmayı başarıyor. Fransızlar, ‘Touluse’ta işimize çok yaramadı’ deseler de o yurda beraberinde büyük bir olgunluk ve birikimle döndü. 4 maç yedek kalsa 5. maçta hep sahanın en iyisi, takımın pozitif enerjisi oldu.

Grupta Macaristan, Hollanda’ya deplasmanda farklı yenildiği için aradan çekildi. Romanya, deplasmanda Andorra’yı geçti, şansını son maça taşıdı. Fiili olarak bizden daha şanslılar çünkü Türkiye Hollanda ile oynarken, Rumenler Estonya’yı ağırlayacak. Romanya averajı yakalayamaz ve biz de Hollanda’yı Kadıköy’de devirdik mi bu iş tamamdır. .

12 Ekim 2013, Cumartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Asıl siz ne ayaksınız!‘’

Biraz da beraberliği koruma içgüdüsü var tabii. Ama Onur’un gecikmeleri makul çerçevede, hakemin sarı kart kullanmasını gerektirecek seviyede bile değil. Maç bitimi Selçuk Şahin yedek kulübesinden koşup Onur’un karşısına dikiliyor. Onur da, ağzını sağa kaydırarak mühtehzi bir tavırla Selçuk’a soruyor: ‘Sen ne ayaksın!’

Sonrası itiş-kakış, boğaz sıkma...Volkan, Aykut, Zokora, Bekir’in sinir krizleri...
Amaç, kendi mahallesine şirin görünmek. Onur, yarın Trabzon sokaklarında gururla yürüyecek, Selçuk caddede kahraman ilan edilecek!

Aynı gece saat 02.30 civarı İstanbul’da bir gece kulübünden Galatasaraylı Drogba fotoğraf paylaşıyor. Fenerbahçeli Meireles, Trabzonsporlu Malouda ve Bosingwa ile Didier Drogba eğlencede.

Yani Drogba, Malouda, Bosingwa ve Meireles; Onur’a Selçuk’a Volkan’a diyor ki; “Beyler asıl siz ne ayaksınız!”

Geçen sezon Kadıköy’de oynanan Fenerbahçe-Galatasaray derbisinde Emre-Melo, Volkan-Sabri kavgaları tansiyonu o kadar yükseltmişti ki maç sonu Edirnekapı’da gencecik bir Fenerbahçe taraftarı bıçaklanarak hayatını kaybetmişti. Sonra da Türkiye’de sporun akil adamları bu kanı durdurmak için binlerce kelam etmek zorunda kalmışlardı. Ama nafile, ne giden can geri geldi ne de futboldaki terör son buldu.

Bakın futbolcu arkadaşlar, eğer siz sahada tansiyonu düşürmezseniz, tribündeki gerilimi düşürmek için bizim yasalar yetmez. Sonra da o gencecik yaşta bedeni toprağa karışan gencin kanı üzerinize sıçrar.

En zayıf halka: Sneijder

Sneijder, futbolun henüz atletizmle tanışmadığı 1980’li yıllarda oynasaydı Van Basten, Gullit ve Riijkaard’ın yanında bir diğer Hollanda efsanesi olarak posterleriyle duvarlarımızı süslerdi. Çalım yeteneği ve futbol zekasıyla 1988 Avrupa Şampiyonası finalinde mutlaka Van Basten’in Rus kaleci Dasaev’e attığı golün pas örgüsünde önemli bir zincir olurdu. O dönemde kimse Sneijder’i koşmuyor, yalancı pres yapıyor, adamını kovalamıyor diye de eleştirmezdi. Çok büyük saygı görürdü.

Ama...Bundan tam 25 yıl önce olsaydı...
Günümüz futbolunda atletizm ile futbolun buluşması şart. Teknik direktörler bunun için özel teknik sistemler satın alıyor ve artık yararlı koşu para ediyor. İyi bir hücum oyuncusunu tarif ederken önce savunma karakterine vurgu yapılıyor.

Sneijder 2001 yılında Ajax’ta başlayan profesyonel futbol kariyerinde basamakları hızla çıkarken CV’sinde, ‘İyi hücum yapar’ yazıyordu. 2007 yılında ona Real Madrid kapısını açan Bernt Schuster için bulunmaz bir nimetti. Alman hoca ile ilk sezonunda 30 maçta forma giyip 9 golle lig şampiyonluğuna katkı yaptığında kimse onun savunma zaaflarını konuşmuyordu. Çünkü Schuster’in Real’i önce atmayı düşündüğünden sezonu Villerreal’in önünde +48 averajla bitirmişlerdi. Fakat ertesi sezon Getafe’ye 3-1 Sevilla’ya da Madrid’te 4-3 yenilince Schuster için Real defteri kapandı. Juande Ramos’la da bir dargın bir barışık geçen sezonun ardından Jose Mourinho, Hollandalıyı İnter’e çağırdı. Üç kupalı 2009/10 sezonu Jose, İnter ve Sneijder için olağaüstü geçti. Şampiyonlar Ligi kupasının ardından 2010 Dünya Kupası’nda Hollanda ile finali gördükten sonra, ‘FIFA Ballon d’Or’ ödülünü alamamak Wesley için çöküşün başlangıcı oldu.

Terim’in sistemini bozdu

Fatih Terim’in sorunsuz işleyen 4-4-2’sini yumuşak oyun karakteriyle bozan Sneijder, Mancini’nin takımında da en zayıf halka. İleride pres yapmayan Burak’ı tek başına tolore etmek mümkünken, zincirin 9. halkasının kopması 2. ve 3. bölgenin bağlantısını kesiyor. Juventus maçındaki 4-4-1-1 ile Sneijder’e öndeki serbest bölgede yer açan Mancini, Selçuk ve Melo yokken Akhisar’da Burak’la Hollandalıyı aynı anda sahaya sürünce acı gerçekle yüzleşti.

Ligin en kariyerli 10 numarası hiç tartışmasız Wesley Sneijder. Ajax, Real Madrid, İnter ve tabii ki Hollanda Milli Takımı... Bu kadar zengin bir CV’ye rağmen ligin en verimsiz 10 numarası olmak Sneijder’in takım arkadaşlarından da taraftardan da gördüğü saygıyı azaltıyor.

Futbolda hücumu planlayan 10 numaralardır. Ama Sneijder’in bu isteksizliği ile Galatasaray’ın oyun merkezi olabildiğini söylemek imkansız. Hele de Akhisarlı Bilal’in performansını gördükten sonra sahada CV’nin iş yapmadığını en iyi Hollandalının kendisi anlamıştır.

08 Ekim 2013, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Biliç, Terim'i mahçup etti‘’

Slaven Biliç, dünyanın her yerinde 3 maçı üst üste kaybeden bir antrenörün eleştirileceğini iyi bildiğinden Motta’nın yokluğunda Atiba’yı sol beke koyup ligin en enerjik orta sahasına karşı Veli-Necip’le başladı. Bu tercih Beşiktaş’ın pas trafiğini sekteye uğratsa da Eskişehir’in trafiğini alt üst ettiğinden karlı bir tercih oldu.

Eskişehirspor ilk 7 haftada 4 şampiyon takımla oynadığı için kırılma anlarını çokça yaşadı. Ertuğrul hoca Ersun Yanal’dan ligin en yaşlı takımını devraldığından beri yaş ortalamasını düşürme çabasında. 11’e 93’lü Aytaç’ı, 91’li Tarık’ı (Erman gelene kadar 94’lü Erkut’u) monte etti, Servet ile 25’lik Akaminko’yu değiştirerek takım enerjisini yukarıya çekti. Maç öncesi istatistiklere yansıyan rakamlara bakıldığında Eskişehir’in gollerinin yüzde 43’ü sol kanattan yani Tarık-Erkan Zengin’den, yüzde 46’sı cepheden, yüzde 11’i ise sağdan yani Veysel-Kamara’nın kanadından gelmişti. Bu rakamlar Biliç’in tercihlerine de yansıdı. Hiç maceraya girmeden iki hafta üst üste kaybeden kadrodaki Gökhan Töre ve Olcay’dan vazgeçmedi. Erkan Zengin ve Kamara’ya uygulanan baskıyla orta alan etkinliğini artırdı.

Ligde şampiyon olmak için derbi kazanmaktan daha önemlidir böylesi zor deplasmanları kayıpsız geçmek. Beşiktaş ilk dört haftada olduğu gibi, ‘ayakta kal ve asla uzun top oynama’ kuralını uyguladı.

06 Ekim 2013, Pazar 02:30
YAZININ DEVAMI