‘’İşte tutkulu futbol!‘’
Herhalde ligde görev yapan tüm antrenörler Ersun hocayı bu kadar geniş bir kadroyu yönettiği için fena halde kıskanıyorlardır. 8 merkez orta saha oyuncusuyla hiç bir maç sıkıntı yaşamadı, forvet hattında ise krizleri hep fırsata çevirdi. (Sow ve Emenike krizlerini hatırlayın) Sow krizi çözülürken, Senegallinin hat-trick'ini izledik, Emenike krizi aşılırken Fenerbahçe'nin attığı gol sayısındaki müthiş artışa tanıklık ettik. Ligin ilk 7 haftasında takıma '0' katkı yapan Nijeryalı'nın kalan 10 haftada 8 gol 7 asistlik müthiş etkisi Ersun Yanal'ın fırsata çevirdiği bir başka kriz olarak istatistiklere yansıdı.
Oyunun senaryosu değişti
Fenerbahçe'nin Kayseri karşısındaki oyun senaryosunu iki bölüme ayırmak gerek. İlk 23 dakikada Kuyt, Caner'in defansif defolarını gidermek için solda oynadı. Çünkü Kayseri'nin sağ kanadında Salih ile Sefa'nın çıkışları Ersun hocanın üzerinde en çok durduğu konuydu.
Görece, defansif yönü daha zayıf olan Sow'u sağa atmak biraz da Gökhan Gönül rahatlığındandı. Geride kalan 17 maçta tüm takımlar baz alındığında sağ kanadı en etkin kullanan takım Fenerbahçe. Bunun tek sebebi de tabii ki Gökhan Gönül ile Kuyt'un müthiş uyumu. Kuyt'ın 2. yarıda sıfıra inip Sow'a yaptığı asist bize Zico dönemi İnter'e karşı Deivid'in Alex'e yaptığı asisti hatırlattı. Oyunun senaryosunu değiştiren unsur Fenerbahçeli futbolcuların tutkularıydı.
Meireles uzun zamandır takımdan ayrı kalışının bedelini yaptığı pas hatalarıyla fena halde ödedi ve takımına ödetti. Orta alanda o kadar çok pas hatası yaptı ki Fenerbahçe'nin bir çok akını başlamadan bitmek zorunda kaldı.
Böyle bek'in olsun yeter!
Ersun hocanın meslektaşları tarafından kıskanılmasında en önemli noktalardan biri tabii ki kanat bekleri. Sağda Gönül solda Caner takımlarına olağanüstü katkı yapıyorlar. Bu sezon hangi takımın böyle bekleri var ki? Caner 2 gol 9 asistle inanılmaz bir istatistik yakalarken Gökhan Gönül'ün Fenerbahçe'nin oyun karakterinin temelini oluşturduğunu görmezden gelmek olmaz.
Ersun hoca ve öğrencileri bu sezon gittikleri 8 deplasmanın 6'sından mutlu dönerken bunların 5 tanesini 85. dakika ve sonrasında bulduğu gollerle kazandı.
Bunu Fenerbahçe'nin fizik gücünü genele yayma becerisine, oyuncuların yüksek oyun konsantrasyonuna bağlayabiliriz. Zira Sarı-Lacivertli futbolcular sezonun ilk yarısındaki son 10 dakikalar dikkate alındığında rakiplerinden daha çok topa sahip olmuş, rakip ceza sahasında daha çok topla oynamış, rakip kaleye en çok şutu çekmiş ve bunun meyvelerini de attığı gollerle toplamış.
‘’Buz değil iş kazası!‘’
Cristian orta alanda rahat bir pozisyonda takım arkadaşına pas atmak isterken ayara girip sıfırdan pozisyon üreten ve devamında golü bulan Akpala bir anda maçın seyrini değiştirdi. Nijeryalı Akpala, Werder Bremen’den kiralık olarak geldiği Karabük’te Lua Lua’nın etkinliğine de son vermesi açısından Tolunay Kafkas’ın sigortası.
Fenerbahçe’yi buzlu zeminde kendine getiren bu gol oldu aslında. Orta alanda Alper-Topal’ın direnci Cristian’ın daha önde oynamasına yardımcı oldu. Kuy-Sow ve Emenike arasındaki değişim baş döndürücü boyutlara ulaştığında zaten gol de gecikmeden geliyor. Fenerbahçe’nin attığı golde tüm kritik oyuncuların ayağı topa değdi. Cristian’ın nefis topuk pası maçın başında yaptığı hatayı affettirecek estetik özelliğe sahipti. Ama asıl bunu gole çeviren Emenike’nin vuruşu tam bir santrfor vuruşuydu.
Fenerbahçe’de bir tane oyun merkezi yok. Maçın gidişatına göre değişen oyun merkezleri beliriyor. Özellikle orta alan ile santrfor üçlüsünün uyum kat sayısı Ersun hoca ve öğrencilerinin skor gücünü artırıyor. Nitekim ligin 16. Haftası oynanırken Fenerbahçe’nin sadece santrforları 29 gole imza attı. (Sow: 8, Kuyt, Webo, Emenike: 7) Böyle bir hücum gücü ligin daha ilk yarısı bitmeden Fenerbahçe’yi zirvede tek başına bırakmaya yetişor da artıyor bile…
Ersun Yanal’ın oyuncu değişimlerinin formülü artık ezberlendi: Maç berabere gidiyorsa orta alandan bir oyuncu çıkar, Webo girer. Maçı önde götürüyorsa forvetten Sow-Emenike-Kuyt’tan biri çıkar Webo girer. Bu tercihler bugüne kadar Fenerbahçe’ye hep kazandırdı. Karabük karşısında da değişim tabelası kalktığında Yanal’ın tercihini kestirmek çok zor değildi: Alper çıkıp Webo girdi. Çünkü maç berabere gidiyordu. Oysa ki zeminin buzla kaplı olduğu, Karabük’ün de hücuma çok hızlı çıktığı düşünüldüğünde orta alan enerjisini yükseltmek için fiziksel gücü yukarıda bir Topuz’un oyuna girmesi oyunun senaryosunu değiştirebilirdi. Bazen alışkanlıklar ters tepebiliyor. Sonuçta da 15 hafta aradan sonra kaybedebiliyorsunuz.
Cezalı duruma düşen Bruno Alves’in sarı kartı Portekizlinin günahını almak gibi olmasın ama biraz ‘Happy christmas’ kartı gibiydi sanki.
Bu mağlubiyeti zemine bağlamak büyük hata olur çünkü Karabük buzda müthiş tempo yaptı ve ritmi ayarlayan takım oldu. Karabük’ün hakkını da teslim etmek gerek. Tolunay hocanın takımı son 7 maçını kaybetmeden Fenerbahçe’nin karşısında çıktı. En son TT Arena’da Galatasaray’a yenildikten sonra sahadan hiç boynu bükük ayrılmadı. Zaten ibresini yukarı döndürmüş vaziyette çıktı Ersun Yanal’ın karşısına. Bunda tabii ki Lua Lua’yı dışarıda bırakıp Akpala’ya sarılmasının da payı var. Karabük artık keyif veren bir takım hüviyetine büründü.
‘’Nereden baksan tutarsızlık!‘’
Cuma günü annesini toprağa veren Kaleci Tolga Zengin için biz de dahil tüm Türkiye gözyaşlarına boğuldu. Anne, insanın hayatındaki en önemli kadındır. Hayatının kadınını kaybettikten 48 saat sonra maça çıkabilmek için kocaman bir yürek gerek. İşte o yürek sende var Tolga. Acın acımızdır, annen için dualarımız hiç eksik olmayacak. Her yaptığınla örnek bir adamdın ama artık Türk futbol tarihinin en müstesna sayfalarında adın geçecek. Tıpkı Cristiano Ronaldo gibi.
2005 yılında Portekiz Milli Takımı Moskova’da Rusya ile grubun en kritik maçına çıkacaktı ve haliyle takımın en önemli silahı Ronaldo’ydu. Bu maçı kazanan 2006 Dünya Kupası’na gidecekti. Maçtan bir gece evvel Ronaldo babasını kaybetti ama Moskova’dan dönmek yerine ‘Babam bu maçı oynamamı isterdi’ diyerek sahaya çıktı. Maç 0-0 bitti ama sahanın en iyisi Ronaldo’ydu.
Hakem skandalı
Gelelim maça. Beşiktaş bir tempo takımı tıpkı Fenerbahçe gibi. Kasımpaşa ise tam tersi topu rakibine verip, düzensizliğe zorlayarak yetenekli ayaklarıyla gol arıyor. Gökhan Töre’nin yokluğunda Holosko yerine Oguzhan ile sağ açıkta başlamak biraz risk içerse de ilk yarının kazananı Biliç oldu.
Maçın 29. Dakikasında inanılmaz bir olay gerçekleşti. Beşiktaş hücumunda sahada bulunan 2. topu eline alan Donk, ceza sahasında Almeida’nın ayağındaki topa elindekini fırlatarak pozisyonu önledi. Hakem büyük bir yanlışa imza attı. Donk’a centilmenliğe aykırı hareketten sarı kart gösterdi. Sayet boyleyse Beşiktaş lehine ceza sahası içinde çift vuruş vermesi gerekirken, maçı hakem atışıyla başlattı. Hem de Donk’un ayağına topu vererek. Hakem el kitabinin 119. Sayfasinda der ki; oyunu bir cisimle (ayakkabı, tozluk vs.) durdurmanin cezasi serbest vurustur. Almeida Kasımpaşa ceza sahasında olduğuna göre pozisyon penaltı. Yani bu durumda bir kural hatası söz konusu. Neresinden tutsak elimizde kalıyor.
Maalesef hakemlerimiz bu sezon vasatın altında kalıyor.
Oyunun geneline baktığımızda Beşiktaş’ın beklenenin aksine uzun toplarla oynadığını ve alışılmış düzeninin dışına çıktığını gördük. Almeida’nın henüz 3. Dakikadaki golü geçen hafta Sivas’a atılan golle aynı organizasyonun ürünü. Bu kez ilk pası veren Töre değil Oğuzhan-Olcay ve bitiren Almeida.
Motta’ya kırmızıysa Almeida’ya neden sarı?
İkinci yarıda Kasımpaşa da tıpkı Beşiktaş gibi alışılagelmiş düzeninin dışına çıktı. Topa daha çok sahip olarak önde oynadı. Oscar Scarione bu ligin en yetenekli 10 numaralarından biri. Alex sonrası Batalla ile teselli bulan futbolseverler artık Oscar’ın oyunuyla gözlerinin pasını siliyor. Kasımpaşa’nın bu kadar çabuk geri dönüşünde Biliç’in de payının olduğunu unutmamak gerek. Oğuzhan bir çizgi oyuncusu değil. Geçen sezon Samet Aybaba onu Elazığ deplasmanında bir kez sağ açıkta oynatmış ve maçı 1-0’dan 3-1’e çevirmişti. Ama Oğuzhan bir çizgi oyuncusunun temposuna sahip değil. Haliyle sürekli içe kat ederek kendini Fernandes’in yanına attı.
Bu maç teknik taktik bir yana futbol dünyasının ilgisini çekecek gelişmelerin yaşandığı bir 90 dakikaydı. Donk skandalının ardından maçın sonlarına doğru bir taraftar sahaya girip Fernandes’e saldırdı. Almeida ve Motta taraftara vurdu. Kural açık sahaya giren taraftara karşılık vermek, vurmak oyundan ihracı gerektirir. Ancak anlamadığım şu; Motta’ya doğrudan kırmızı gösterip, taraftara daha sert vuran Almeida’yı ikinci sarıdan atmak ne demek? Neresinden bakarsanız bakın tutarsızlık.
İnanın ben dün geceki kadar ilginç bir maça uzun zamandır tanıklık etmemiştim.
‘’Fenerbahçe için keyif vakti!‘’
Fenerbahçe bu sezon farklı oynuyor. Geçtiğimiz yıllarla kıyaslandığında hem sahada hem tabelada altın çağlarından birini yaşıyor. Çünkü bu takım artık Ersun Yanal takımı olma yolunda hızla ilerliyor.
Yanal takımlarının bir tane oyun merkezi yoktur. Ersun hocanın Fenerbahçe’sini en iyi tanımlayacak sözcük galiba ‘Ligin en kompakt futbolunu oynayan takımı’ olmalı. Sokakta ortalama bir Fenerbahçe taraftarına sorsanız kendi takımının defans hattını bir solukta sayar.
Caner’in cezası sebebiyle sol bekte Hasan Ali’yle başlamak Akhisar gibi etkin kanat oyunu oynama potansiyeli olan bir rakibe karşı ekstra önlemi kaçınılmaz kılsa da bu tehlike daha maçın başında stoper İbrahim Sonko’nun kırmızı kartla atılmasıyla ortadan kalktı. Zaten Bilal’i de kaybetmiş Akhisar’ın hücum edecek mecali kalmadı.
Ama asıl farkı yaratan maçın başındaki bu gelişmelerden ziyade Ersun Yanal’ın hızlı ve pasa dayalı oyun mantalitesiydi. Sarı-Lacivertliler bu ligde 4-3-3’ü en etkin oynayan takım. Sow-Emenike-Kuyt santrfor üçlüsünün oyun içi rotasyonları baş döndürücü boyutlara ulaşabiliyor. Bu sistemin temelleri geçen sezon devre arasında Aykut Kocaman döneminde Webo’nun takıma katılmasıyla başladı. Bunun herkes farkında ama bu formasyonu modifiye edip kendi Fenerbahçe’sini yaratan ve taraftarının tribünde rahat rahat maç izlemesini sağlayan da Ersun Yanal.
‘’Fernandes, 'Karadayı'yı izlemiyor mu?‘’
Tabii burada Almeida’ya ayrı bir paragraf ayırmak gerek. Portekizli golcü ilk 15 dakikada yakalanan 4 net pozisyonun da içindeydi. Üçünü hazırladı birini gol yaptı. Yeni bıyıklı imajıyla ekranların fenomeni ‘Karadayı’ya benzeyen Hugo, Portekiz Milli Takımı’yla 2014 Dünya Kupası’na gitmeyi ne kadar hak ediyorsa vatandaşı Fernandes de bir o kadar hayal dünyasında kayboluyor.
Fernandes dün gece sahanın en kötüsüydü. En iyimser bakış açısıyla krampon tercihinden, kötümser bakış açısıyla da ‘fişi çekmesi’nden kaynaklı bu dökülme seansları hem kendini hem de Beşiktaş’ı yakıyor. Oğuzhan’ın yokluğunda Beşiktaş’ın pas trafiği sekteye uğruyorken Fernandes’in oyundan alındığı için Biliç’e bozulması kabul edilebilir bir durum değil. Biliç fleksible oyuncuları sever. Hırvatistan Milli Takımı’nı çalıştırırken Heerenven’in 10 numarası Pranjic’i sol beke çekerek büyük bir açığı kapatmıştı. Necip tercihini de bu kategoride değerlendirmek gerek. Beşiktaş’ın kaptanı bu lige çıktığı günden beri hep gelecek vaat eden orta saha oyuncusu oldu. Ama kim bilir belki bundan sonra ligin iyi stoperlerinden biri olabilir. Zira top kullanma becerisi en büyük artısı.
Sivas’ın 2. yarıda oyunu çevirmesi beklenen bir gelişmeydi. Zira Roberto Carlos geçtiğimiz günlerde, ‘Ben futbolculuğum zamanında üç maç üst üste hiç kaybetmedim.’ diye çok büyük bir laf etmişti. Carlos, Fernandes döküldüğü için Gökhan ve Olcay’a baskı yaparak Beşiktaş’ın taşıyıcı kolonlarını çökertti. Kadir’in orta alandaki diri oyunu da ön tarafta Atıf ve Utaka’nın futbol zekasıyla buluşunca ortaya bambaşka bir Sivas çıktı.
‘’Fizik meselesi!‘’
Gökhan Gönül standart üstü bir sağ bek. Ona salt sağ bek demek haksızlık olur, aynı zamanda iyi bir hücum açığı. Hele önünde bir de Kuyt oynadığında Fenerbahçe'nin sağ kanadı enerji patlaması yaşıyor. Zaten Rıza hoca dün oyuncu değişimlerini iki sol kanat oyuncusu üzerinden yaptı. Çünkü Kuyt ile Gönül'ün temposu maçın yönünü belirliyordu, belirledi de. Önce Sercan çıktı, peşinden ligin en iyi iki sol bekinden biri Ali Adnan.
Ersun Yanal'ın takımı haftalar ilerledikçe bitmez tükenmez enerjisiyle sürekli arıyor, zorluyor ve buluyor. Şans bile çalışanın kapısını çalar. Fenerbahçe çok çalışıyor, ısrarla önde oynuyor ve şartlar ne olursa olsun (Eksik kalsa da geri düşse de) pes etmiyor. Fiziksel açıdan ligin en dirençli takımı.
Fenerbahçe'nin oyun merkezi defanstan başlıyor. Takım hücuma çıkarken bekler belirleyici unsur. Fakat Fenerbahçe'nin takım savunmasında tamir edilmesi gereken sorunlar var. Sezonun 3. haftasından beri birlikte oynayan defans dörtlüsü Fenerbahçe adına büyük avantaj lakin Fenerbahçe yediğinden fazlasını attığı için takım savunması çok dikkat çekmiyor. Oysa haftalardır defans istikrarsızlığı eleştirilen Galatasaray 14 gol yerken Fenerbahçe dün Rize'den 16. Golünü yedi. 'Yediğinizin fazlasını attığınız sürece sorun yok' mantalitesi geçtiğimiz iki sezonun şampiyon hocası Fatih Terim'in oyun mottosuydu. Şimdi aynı durum Ersun hoca için geçerli. Fenerbahçe de yiyor ama fazlasını attığı sürece, seyrek de olsa Alves-Egemen uyumsuzluğu, Sow-Caner'in sol kanat savunmasındaki zaafları dikkat çekmeyecektir. Ama kimsenin çekmese de Ersun Yanal'ın bu durumdan memnun olmadığını dün Rize'deki vücut dilinden anlayabildik.
Sow olağanüstü bir hücum oyuncusu. 2010-11 sezonunda Rudi Garcia önderliğinde Lille ile Fransa şampiyonu olduklarında Yanal sisteminin farklı versiyonunda ama santrfor pozisyonunda oynuyordu. Sağına Gervinho'yu soluna Eden Hazard'ı alarak 25 gole ulaşmıştı. Ama Sow hiçbir zaman savunması iyi bir forvet olmadı. Lille'de de değildi, Fenerbahçe'de de olamadı.
Rize ilginç bir sezon yaşıyor. Rıza hoca ve öğrencileri İlk 5 hafta 12 puan (Sadece Trabzon'a yenildiler) son 8 hafta ise sadece 3 puan topladılar. Haliyle bu durum üzerlerindeki baskıyı maksimuma çıkardı. Haftalar ilerledikçe sakatlıklardan dolayı hep şikayet eden Rıza hoca uzun süredir ilk kez bu kadar mutlu bir yüz ifadesiyle maça çıkıyordu. Zira takımın taşıyıcı kolonları Cernat ve Kweuke sakatlıktan dönmüştü. Rıza hoca zorladı ama mesele biraz da fizik meselesi! Yapacak birşey yok.
‘’Helal olsun!'‘’
Türkiye Kupası Fenerbahçe için her daim önemli olmuştur. Hele bu sene iki kat daha önemliydi. Avrupa kupalarında yer alamamak bir yana Ersun Yanal’ın kariyerinde henüz bir Türkiye Kupası başarısının olmaması da dikkate değer bir motivasyon kaynağı olsa gerek.
Fenerbahçe bu ligin en geniş ve yüksek kalibreli oyuncu grubuna sahip takımı. Futbolda artık fiziksel olarak oyuncular arasında büyük farklar yok. Hemen hemen her antrenör ve her takım benzer idman metotlarını kullanıyor. Farkı yaratan ise futbolcuların bireysel yetenekleri.
Ersun Yanal’ın dün sahaya sürdüğü yedek 11’in yetenek seviyesi tabii ki as takım kalibresinde değil.
Böylesi maçlar, ‘Kendini gösterme şansı’dır. Uzun zamandır forma şansı bulamayan Topuz-Yobo-Bekir-Kadlec gibi oyuncular neden takımda olmadıklarını ispatlar gibi oynadılar ilk yarıda. Özellikle de Kadlec ile Hasan Ali’nin sol kanat etkisizlikleri ilk 30’da Ersun hocayı rotasyona yöneltti. Kadlec stopere, Hasan Ali sol beke Bekir sağ beke, Topuz sağ öne Holmen sol öne gibi baş döndürücü bir rotasyona şahit oldu Fethiyesporlular.
Fenerbahçe enerji seviyesi olarak sorun yaşamasa da klas ayaklarını çok aradı. İlk 11 dakikada Fenerbahçe rakibine tam 8 faul yaparken Fethiye’nin faul sayısı sadece 1’di. Çünkü Fenerbahçeliler topa sürekli baskı yaparak Fethiye’nin hatalarından erken gol bulmak istediler. Aranan gol de devre biterken Fethiyeli Sabri’den kendi kalesine geldi. Fenerbahçe’nin golünün altında Sabri imzasının olması da ayrı bir ironi tabii.
Yanal’ı eski topçusu yaktı
Normal şartlar altında yedek oyuncular bu tür kupa maçlarında kendilerini göstermek adına canlarını dişlerine takarlar. Ama bir gün evvel Galatasaray, şimdi de Fenerbahçe’nin yedekleri resmen fırsat tepti.
Maçın 2. Yarısında Engin İpekoğlu’nun çalıştırdığı Fethiyespor isminden de cisminden de çok büyük oynadı. Önce Onur nefis bir kafa vuruşuyla ders verdi, sonra da Ersun Yanal’ın 2006-07 sezonunda Manisaspor’dan öğrencisi olan Ahmet Aras hesabı kesti. Fethiye’nin 2-1’den sonra attığı iki gol ofsayt gerekçesiyle iptal edildi. Lakin ilk gol şüpheli ikincisi ise buz gibi gol.
‘’Mağluptur bu yolda galip!‘’
Türkiye Kupası son yıllarda, futbolun Anadolu’daki heyecanı harekete geçirmesi açısından önemsediğim bir organizasyon. Bunu yıllar önce Basketbol Federasyonu yapmıştı. Konya’da, Kütahya’da, Diyarbakır’da gencecik yürekler İstanbulluların doyduğu yıldızlara açlıklarını sevgilerini dorukta yaşayarak gösteriyorlardı. Şimdi kuralar çekildiğinde Anadolu’nun genç yürekleri büyük takımlarla iç sahada oynamak için dua etmeye başlıyor. Sadece ekranda gördüğü futbol sembollerini kendi şehrinde görmek onlar için ayrı bir heyecan demek. Drogba’ya dokunmak, Burak’tan imza almak, şansı yaver giderse Selçuk’la bir fotoğraf çektirebilmenin hayali bile çok güzel o tertemiz Anadolu delikanlıları için.
Galatasaray-Gaziantep Büyükşehir maçı bu sınıfta değildi maalesef çünkü Türk Telekom Arena’daki bir avuç taraftara oynandı maç. O yüzden bu maçların ilk turlarda Anadolu’da oynanmasını dileyenlerdenim. Çünkü çocukluğu Gaziantep ve Adana’da geçmiş bir Anadolu delikanlısı olarak bunun ne demek olduğunu biliyorum.
Galatasaray bu sezon parlak bir dönem yaşamıyor. Taraftar da bunun farkında. 5. Hafta hoca değiştiren yönetime kızgın olan da var, Terim’i gönderen yönetimi destekleyen de.
Galatasaraylı taraftar hala Kasımpaşa beraberliğinden sonraki Melo-Sabri kriziyle, Mancini’nin ‘Sneijder’in nerede olduğunu bilmiyorum’ çıkışını konuşuyor, tartışıyor.
O gol nasıl kaçar
Gaziantep Büyükşehir Belediyespor bir dönemin şöhretli topçularından güzel bir teknik heyet kurmuş. Ligin en şık golcülerinden Hasan Özer, yıllarca Hikmet Karaman’ın yanında staj yaptıktan sonra kendi ayakları üzerinde yürümeyi tercih etti. Gerçi çoğu insan bilmez belki ama Hasan hoca bundan 4 yıl önce Elazığspor daha 2. Lig’deyken başına geçmiş ve o takımın PTT 1. Lig’e çıkmasında başrol oynamıştı. Özer’in yardımcılarından birisi Gaziantep ve Galatasaray’da oynamış Mehmet Polat diğeri de yine Gaziantep ve muhtelif Anadolu kulüplerinde standartların üzerinde forma giymiş Bülent Bölükbaşı. Hepsi futbolla yatan futbolla kalkan düzgün karakterler.
Geçtiğimiz günlerde Lig Tv’de son 20 yılın en güzel 100 golünü derlemiş arkadaşlar. Bunlar arasındaki en güzel üç röveşata golü Hasan Özer’e ait. Böylesine klas bir golcünün takımındaki forvetlerin maçın hemen başında kaçırdığı bir gol var ki, olmaz böyle şey denecek cinsten. Gerçekten de kaçırmak atmaktan daha zor. O pozisyon döndü gol oldu ve Galatasaray’a karşı içlerindeki küçük de olsa taşıdıkları umutları kırıldı.
Bravo Hasan Özer
İkinci yarıda Hasan Özer’in takımı çok büyük oynarken, başta Amrabat olmak üzere Mancini’nin şans verdiği tüm yedekler vasatın üstüne çıkamadı. Gaziantep Büyükşehir maçı 2-2’ye getirip büyük bir futbol mucizesine imza atmaya çok yaklaştı. Galatasaray’ın yüreği ağzına geldi ama imdada penaltılar yetişti. Maçtan çıkardığım özeti bana sorarsanız ‘Mağluptur bu yolda galip’ derim.
Serkan Akcan