Arama

Popüler aramalar

‘’Sıra Latinlerin mi?‘’


Dünya Kupası'nda ilk tur maçları geride kaldı. Yeniliklerle dolu Brezilya 2014, tarihin gördüğü en güzel, en gollü, en izlenilesi turnuvalardan biri olmaya aday dersek sanırım hiç de abartmış olmayız.
Hiç şüphe yok ki, ilginç bir bir turnuva izliyoruz. Dilerseniz bu ilginçliklere geçmeden önce mutlu son isteyen patronlara bir göz atalım. 1962'den 2010'a kadar kıtalar kendi aralarında anlaşmışlarcasına Dünya Kupası'nı sırayla alıyorlardı. (Brezilya (62), İngiltere (66), Brezilya (70), Almanya (74), Arjantin (78), İtalya (82), Arjantin (86), Batı Almanya (90), Fransa (98), Brezilya (2002), İtalya (2006), İspanya (2010) Fakat İspanya, Güney Afrika'da bu geleneği bozarak kupanın üst üste 2 kez aynı kıtada kalmasını sağladı.

Tarihte 9 kez Latinler, 10 kez de Avrupalıların bu kupayı kazandıkları düşünüldüğünde sıranın Amerika kıtasında olduğu söylenebilir. 2014 başlarken en büyük favori tabii ki ev sahibi Brezilya'ydı. İlk tur bitiminde en büyük olmasa da hala favoriler. Ama Almanya'nın değişen yüzü, Hollanda'nın sağlam duruşu Neymar ve arkadaşlarını korkutmuyor değil. İstatistikler kupanın sahibini belirler mi bilinmez ama Brezilya'nın şampiyon olmak için bir Avrupalı kadar sert, bir Latin kadar kıvrak olması şart.

2. turda Amerika kıtasından 8, Avrupa'dan 6, Afrika'dan da 2 takım mücadele verecek. ABD'yi bir kenara koyalım, kalan 7 orta ve Güney Amerikalı, bir Latin'den ziyade Avrupalı gibi oynuyor. Sertliğini İtalya Ligi'nden alan Kolombiya, Messi'yi bir kenara koyarsak Arjantin, Neymar dışındaki Brezilya, kompakt yapısıyla Meksika ve Şili, savunma duvarıyla Kosta Rika'nın klasik bir Latin temsilcisi olduğunu kim söyleyebilir. Bu yüzden 2014'ün ana fikri, görsellik değil işlevsellik.

Şimdi gelelim Brezilya 2014'ten yansıyanlara

1- Almanya'nın dönüşümü

İtalya 90'da kupayı müzesine götürdüğünden beri Dünya Kupası'nda sadece bir kez o da bizim 3. olduğumuz 2002'de final oynayabilen Almanlar için bu turnuva dönüm noktası. Klinsman'dan sonra Alman futbolunu dönüştürmeyi hedefleyen Löw, 2010'dan bu yana her turnuvada zincire yeni bir halka ekliyor. O da tıpkı Del Bosque gibi kompleks yapmadan Pep Guardiola'nın yörüngesinde dönmeye çalışıyor.
Başarılı olan her milli takım mutlaka bir kulübün omuzlarından yükselir. Bu yazılı olmayan bir kuraldır. Milli Takımımız'ın Dünya üçüncülüğünde UEFA şampiyonu olan Galatasaray'ın etkisi yadsınamazdı, İspanya'nın 2010 ve 2012 şampiyonluklarında Barcelona'nın, İtalya'nın EURO 2012'deki finali, Conte'nin Juventus'uyla doğru orantılıdır. 2014'te de Almanya, Pep'in Bayern Münih'inin izinden gidiyor. Portekiz ve ABD maçlarında Alman Milli Takımı'nı izlerken kulübede Guardiola'nın olduğunu düşünenlerin sayısı hiç de az değildi. Tarih boyu topla oynamayı kafasına takmadan sonuca odaklanan fizikli Alman takımının yerini artık pas oyununa öncelik veren bir ekip aldı. Gana maçında 2 gol yeseler de şampiyonluğun iksirini torbalarında taşıyorlar. En büyük handikapları yarı finalde Brezilya ile kesişecek olmaları.

2-Turuncu devrim olur mu?

Neden olmasın. Van Gaal ile Cruyff arasındaki savaşı çoğu insan bilmez. Ama onların arasındaki husumet oyunculuk dönemlerine dayanır. İkisinin yolu Ajax'ta kesiştiğinde aynı pozisyonun oyuncusu oldukları için Cruyff tercih edilir ve Gaal'e kapı gösterilir. O tercihle Cruyff çok büyük bir futbolcu olurken, Van Gaal hep gölgede kalır.

1988-96 arasında Cruyff Barcelona'da total futbolun kitabını yazarken, Van Gaal Ajax'ta devrim yapmakla meşguldü. Van Gaal Ajax ile bir UEFA bir Şampiyonlar Ligi Kupası kazanınca iki teknik adamın yolu son kez Barcelona'da kesişti ama iki düşman olarak. Barcelona başkan adayı Laporta'nın kozu Cruyff, Nunes'in ise Van Gaal'di. Nunes kazandı, Cruyff gitti, Van Gaal Barcelona'nın başına geçti.

Gaal'in olayı Cruyff'leydi. Hatta, Van Gaal'in, Cruyff'un izinden gitmemek için sistem icat ettiği bile söylenir. O yüzden Rinus Michels'in bulduğu ve Cruyff'un geliştirdiği total futbola biraz da savunma sosu katarak sistemi başkalaştırmanın bedelini kariyeri boyunca ödemiştir.

Hollanda Milli Takımı'nın başında son turnuvasını oynayan Van Gaal, kimine göre Sneijder'i oynatmak için kimine göre de değişen futbol akımına yön vermek için 5-3-2 sistemini icra ediyor. Çok da başarılı hem de. Bir sistem hocası olan Van Gaal'in isteği yetenekten ziyade taktiksel olgunluk. Gaal'in takımı, topa sahip olmayı kafasına takmayıp, kenarlardan hızlı adamlarla hücumu tercih ediyor. Bu sayede ilk turu 3'te 3 yaparak bitirdi.
Hollanda sisteminin üç temel direği var:

1- Blind-Janmaat: İki hücumcu kenar oyuncusu. Blind'in İspanya maçında Van Persie'ye yaptığı asist turnuvanın en güzeli olarak hatırlanacağa benziyor.

2- Sneijder-Robben: Oyunu Sneijder kurguluyor, Robben kilidi açıyor.

3- Sert orta saha: Aslında bu Bernt Van Marwijk'in de önceliğiydi. Van Gaal'in takımında da bir rugby takımı kadar sert olabilmek adına De Jong ve De Guzman orta yayı karartıyor.
Hollanda, 2. turda Meksika'yı geçerse çeyrek finalde Kosta Rika-Yunanistan eşleşmesinin galibiyle karşılaşacak. Bundan sonrası için önünde büyük ihtimalle Messi'nin Arjantin'ini ya da Belçika'yı bulacak. Devrim gerçekleşirmi bilinmez ama turnuvada turuncu etkisi yadsınamaz.

3- İspanya'nın iflası

Turnuva İspanya için iyi başlamıştı aslında. Xabi Alonso'nun penaltısıyla öne geçtiklerinde herkes Hollanda'yı yenmeleri bir yana kupaya uzanacaklarını düşünmeye başlamıştı. David Silva fantastik bir gol atmayı düşündüğünde maçın ibresi de İspanyol futbolunun kaderi de terse döndü.

2010'da Guardiola'nın Barcelona'sının sırtında kupaya uzanan Del Bosque, 2012'de de Pep'in ekmeğini fazlasıyla yemişti. Önünde iki seçenek vardı: Barcelona ya da Real Madrid olacaktı. O ezeli rakibi Barça'yı seçti ve kazandı.

Bosque'nin, '2014'te de tiki-taka oynayacağız' açıklamasına rağmen bir savunma takımı santrforu olan Diego Costa'yı tercih etmesi sistemin çöküşünü ateşledi. Zira İspanyol tarzını üst üste iki turnuvada ayakta tutan Pep'in total futboluydu ve tiki-taka'nın birinci kuralı kaleci haricindeki 10 oyuncunun topla oynama ve hareket kabiliyetinin üst düzey olmasıydı. Costa bu sınıfta bir oyuncu değil. Geçen sezon Atletico'da çok başarılıydı, önümüzdeki sezon Mou'nun Chelsea'sinde de çok başarılı olabilir. Çünkü bu iki takımın karakteri de savunma üzerine kurulu. Ama İspanya bu futbolu oynamıyor.
İspanya'nın alt yaş kategori takımları fabrika gibi. Del Bosque bu takımı toparlar ama seçeneğini değiştirmeli. Barcelona değil Real Madrid olabilmeli. 2013'te Avrupa Şampiyonu olan İspanya U21 takımı da öyle kazanmıştı.

27 Haziran 2014, Cuma 15:40
YAZININ DEVAMI

‘’Oscar'lık açılış‘’

2012 Londra Olimpiyat Oyunları finalinde Brezilya, Meksika karşısında 90. dakikaya 2-1 geride girmişti. Oscar o kadar müsait bir pozisyon buldu ki, golü yapmaması için hiçbir sebep yoktu. Fakat yapamadı. O gün Meksika kupayı kaldırdığında, Oscar saatini 2014'e kurup Chelsea'de gelişimini sürdürmeye koyuldu.

Açılış maçında tüm dünyanın gözü Neymar'ın üzerindeydi belki. Ama Neymar'dan daha büyük oynayan Oscar'dı. İki yıl önce finalde kaçırdığı golle ülkesinin kupa umutlarını tüketen Oscar'ın Brezilya'nın yeni oyun tarzında çok önemli bir rolü var. Rakibinin içinde oynuyor resmen, her topa ayak sokuyor, baskıyla bunaltıyor, tam bir Chelsea 10 numarası gibi. Scolari de bunu istiyor zaten Oscar'dan. Evet Neymar için bu turnuvayı izleyen çok insan var. Maradona 1986'da Arjantin ile kupayı kaldırırken, Ruggeri, Valdano, Burruchaga'ya çok şey borçluydu. Neymar'ın da kupa yolundaki en büyük destekçisi de Oscar olacak.

Brezilya daha Avrupai olmalı!

Dünya kupalarında şampiyon olan takımların turnuvada kaç tane Avrupalı rakiple oynadıkları önemli bir göstergedir. Eski kıtada futbol daha sert oynanır Latin'lere oranla. 1998'de Fransa şampiyon olurken sadece 3 Avrupalıyı yenmiş, 2002'de Brezilya 5 Avrupalıyı geçmişti. Aynı turnuvada biz kendi kıtamızdan kimseyle karşılaşmadan yarı finale kadar gittiğimiz için hep aklımızın bir köşesinde 'acaba' kalmıştı.

2014'te 13 ülke eski kıtadan gelmesine rağmen, Brezilya da fahri hemşehrilik kontenjanından Avrupalı sayılacağa benziyor. Ama bunun için daha temaslı oynamaları şart. Koca maçı sadece 5 faulle kapatırlarsa takım savunması açılış maçında olduğu gibi SOS verir.

Yine de Scolari'nin sahaya sürdüğü kadronun 11/9 Avrupa'da forma giyiyor oluşu Brezilya'yı Avrupai bir tarza sürüklüyor. Thiago Silva'nın 40, David Luiz'in 50 milyon Euro'ya PSG'ye transfer olduğu, Dani Alves'in Barça'dan gitmek için 30 milyon Euro bonservis getirmesi gerektiği ve Marcelo'nun Real Madrid marketinde benzer değere sahip olduğu düşünüldüğünde Scolari'nin elinde dünyanın en pahalı defansının olduğunu söylemek yanlış olmaz. Fakat Marcelo'nun kendi kalesine attığı gol, bu standartta bir defansın yiyeceği gol değildi.

Tabuları yıkan maç

Açılış maçları genelde sıkıcı geçer ama Brezilya-Hırvatistan müsabakasının seyir zevki hep yüksekti. Hırvatların ilk 20 dakikadaki sertlik dozajı Brezilyalı oyuncuların olmak istedikleri seviyenin bile üstündeydi. Geride kalan sezon hem Şampiyonlar Ligi kupasını hem de Avrupa Ligi'ni kazanan iki orta sahası Modric ve Rakitic ile orta alanda top kontrolünü sağlayan Niko Kovac, 34'lük Olic üzerinden dikine hücum etti.

Brezilya kadar Hırvatistan da ışık verdi. Maçı 3-1 kaybetmelerine rağmen orta alan baskısı Scolari'nin çok güvendiği Paulinho-Gustavo duvarını yıktı. Hulk'a kariyerindeki en kötü geceyi yaşatan Perisic-Srna'nın sağ kanat savunmasını da yabana atmamak gerekir.

Son söz hakeme. Maçın kalitesi ne kadar yüksekse Fred'in Oscarlık düşüşüne Japon hakemin çaldığı penaltı da o kadar kötüydü.

13 Haziran 2014, Cuma 01:20
YAZININ DEVAMI

‘’Belçika için hasat vakti‘’

2002’den bu yana hiçbir büyük turnuvaya katılamayan Belçika, 2007’de Francois de Sart’ın başlattığı projenin meyvesini Marc Wilmots ile toplamaya çok yakın. 11 oyuncusu Premier Lig’de oynayan Belçika grubun favorisi. Wilmots’un elinde iki çok iyi kaleci, keskin stoperler, alternatifli orta sahalar ve yetenekli forvetler var. Belçika, bu Dünya Kupası’nda ağızlarda nefis bir tat bırakacağa benziyor.
Dünya Kupası öncesi hemen herkesin sürpriz adayı olan Belçika bugünlere kolay gelmedi. 2002 Dünya Kupası 2. turunda Brezilya’ya çarpıldıktan sonra tüm büyük turnuvaları bir bir kaçıran Belçikalılar, bu etkileyici takımın tohumlarını 2004’te ekti. François De Sart koordinatörlüğünde yeni bir jenerasyon çalışması yapan Flamanlar için 1987 kuşağı taşıyıcı kolon oldu. Hollanda’da düzenlenen 2007 U21 Avrupa Şampiyonası finalleri De Sart ve yeni jenerasyonu için sıçrama tahtasıydı. 87 kuşağından Fellaini, Mirallas, Martens’in etrafına 85 jenerasyonundan Vertonghen, Vermalen ve Lombaerts ile 89 kuşağının yıldızı Witsel’i koyan De Sart yarı finalde Sırbistan’a Kolarov ve Mrda’nın golleriyle yenilmesine rağmen Pekin 2008 biletini almıştı.

Fikstürü kabus gibi

De Sart, Pekin Olimpiyatları’nda altın jenerasyona Kompany (1986) ve Dembele’yi (1987) ekleyerek yarı finale kadar yürüdü. Belki, De Sart hiç turnuva kazanamadı ama olması gerektiği gibi oyuncu yetiştirdi.

Belçika bu kuşak pişene kadar 2010 ve 2012’yi de kaçırdı ama kervana 91 kuşağından Hazard, De Bruyn, 92’den Courtois, 93’ten Lukaku ve 95’ten Adnan Januzaj da eklenince müthiş bir takıma dönüştü. Mayıs 2012’de George Leekens’in yerine eski milli futbolcu Marc Wilmots geldikten sonra hiç resmi maç kaybetmediler. Brezilya elemelerinde, 2007’de kendilerini U21 turnuvasının yarı finalinde yenen Kolarov ve İvanoviç’in Sırbistan’ı ile Hırvatistan’ın önünde fırtına gibi estiler. Şimdi bu proje takımından herkes Brezilya’da başarı bekliyor.

Beklenti, Belçika’nın grubu lider bitirmesi yönünde, 2. bilet için ise Rusya favori. Belçika’nın önündeki en büyük engel ise fikstür. Wilmots ve öğrencileri gruptan lider çıkarsa 2. turda Portekiz ile çeyrek finalde Arjantin, yarı finalde de İspanya ile kesişecek.

Bir Capello klasiği

‘Bir takımı Fabio Capello çalıştırıyorsa asla iddiasız olamaz’ sözü Rusya’da da hayat buluyor. İtalyan hoca elinde bir tane bile uluslararası oyuncu bulunmamasına rağmen Dzagoev ve Kokorin’in etrafına dirençli bir takım kurdu. Hiddink ve Advocat’tan sonra Capello, Ruslara çok daha sert oynamayı öğretti. DK 2014 Eleme Grubu’nda Portekiz dışında kimse Capello’nun bileğini bükemedi. Fakat Ronaldo ve arkadaşlarını uzun vadede buna pişman ettiler. Rövanşı kazanmakla kalmadılar, Portekiz’i altlarında bırakarak doğrudan Brezilya biletini aldılar.

Güney Kore 2002’de Hiddink ile 4. olduktan sonra, Advocat ile 2006’ya ilk turda veda etmişti. Fakat Asya temsilcisi, 2010 Güney Afrika’da Yunanistan’ı yenip, Nijerya beraberliğiyle büyük bir sürprize imza atarak 2. tura yükselmişti. Fakat bu macera Uruguay’ın ellerinde son bulmuştu.

Güney Kore’nin 5 oyuncusu Bundesliga, 4’ü de İngiltere’de forma giyiyor olmasına rağmen şansları yüksek değil. Vahid Halilhodziç’in Cezayir’i ise hazırlık maçlarında fırtına gibi esiyor. Belçika ve Rusya’yı yenemese bile puan alarak sürpriz yapabilir.

11 Haziran 2014, Çarşamba 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Löw de Pep'in yörüngesine girdi‘’

Brezilya 2014'te birçok takımı dönüşürken göreceğimize şüphe yok. Brezilya, Hollanda, İngiltere derken Löw'ün Almanyası da bunlardan biri olacak. Her yiğidin gönlünde bir aslan yatarmış derler, meğer Löw'ün içinde bir Pep Guardiola yatıyormuş da haberimiz yokmuş. Görev süresi içerisinde EURO 2008'de final, 2010 Güney Afrika ve EURO 2012'de yarı final gören Löw, Brezilya'da herkesi şaşırtmak istiyor.

Açıkladığı Dünya Kupası kadrosu aslında Pep'in Barcelona'da oynattığı, Del Bosque'nin İspanya Milli Takımı'nda verim aldığı, santrfora bağımlılığı azaltan kurgunun habercisi. 2008'de Rijkaard'ın yerine geldikten sonra elinde iki tane süper santrfor (2008-Eto'o, 2009-İbrahimoviç) olmasına rağmen 2010 sonrası David Villa'yı tercih ederek santrfora bağımlı düzenden vazgeçen Guardiola, İspanyol futbolunun da çehresini değiştirmişti.

Total futbolun dünya üzerindeki en iyi icracısı olan Pep, şimdilerde Bayern Münih'i böyle bir dönüşüme hazırlıyor. Gelir gelmez Mario Gomes'i gönderen, bu sezon Mandzukiç'i gözden çıkaran Guardiola, Dortmund'tan ısrarla aldığı Lewandovski'den David Villa rolünü oynamasını isteyecek.

Santrforsuz düzen geliyor

Löw de Alman Milli Takımı'nda benzer bir dönüşümü gerçekleştiriyor. 2010 Dünya Kupası'nda maçların 18 kişilik kadrosunda 4 santrfor(Klose, Gomes, Cacau ve Kiesling) birden bulunduran Löw, 2012'de Gomes ve Klose ile bu sayıyı 2'ye düşürmüştü. Mayıs ayından bu yana oynadığı hazırlık maçlarında Klose'yi hep kenarda tutuyor. Polonya maçında, sağ açık Volland'ı, 1 Haziran'daki Kamerun maçında Götze'yi (Klose'yi oyuna hiç almadı), 6 Haziran'daki Ermenistan maçında ise Müller'i en uçta kullandı.

Löw, yeni oyun kurgusunda 3. bölgede daha çok pas yaparak topa sahip olan, enerjik orta sahasıyla az pozisyon veren bir takım olmanın planını yapıyor. Khedira, Real Madrid'te sezonun büyük bölümünü sakat geçirdiği için Xabi Alonso ve Modric'in arkasında beklemek zorunda kalmıştı. Fakat Löw ısrarla öğrencisinden vazgeçmiyor ve yanına da Pep'in Bayern'de yaptığı gibi Philip Lahm'ı koyuyor. Khedira'dan turnuva boyunca istediği verimi alamayacağını kendi de biliyor ve bu yüzden Borissia M.Gladbach'ta maç başı ortalama 12 bin 600 metre mesafe kateden 22 yaşındaki Kramer'i Brezilya'ya götürdü. Reus'un sakatlığında ise Schalke'nin müthiş sol açığı Draxler'e forma şansı vermeyi planlıyor. Kısacası Löw'ün kadrosu, Pep Guardiola'nın Barça-Bayern'ine dönüşmeye hazırlanıyor.

Ronaldo nasıl isterse?

Portekiz Teknik Direktörü Paolo Bento, geçtiğimiz hafta hiç kompleks yapmadan tüm senaryoyu Ronaldo'nun başrolüne göre yazdığını söylerken, takım oyunundan ne kadar da uzak olduklarını gözler önüne serdi farkında olmadan. Zaten Portekiz'in Ronaldo'nun yokluğunda Yunanistan ve Meksika ile oynadıkları iki hazırlık maçı hiç kimseye ışık vermedi. Ronaldo sakat olduğu için şimdilik maçları tribünden izliyor. Zaten Bento'nun grup aşamasındaki planı da Ronaldosuzluğa göre yapıldı. Çünkü elindeki kadro Gana ve ABD'yi geçer, Almanya maçına da turnuva başlamadan '0' puan yazmak mantıksız sayılmaz. Bu gruptan Almanya 1., Portekiz 2. çıkacağa benziyor. Fakat Portekiz grubu 2. bitirirse sonrasında feci bir fikstür Ronaldo ve arkadaşlarını bekliyor olacak. Bu durumda Portekiz 2. turda Belçika, onu da geçerse İspanya duvarına toslama ihtimali belirecek.

10 Haziran 2014, Salı 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’1986 ruhu geliyor‘’

Maradona'nın futbolu bırakmasından sonra Dünya kupalarından ağzında ekşi bir tatla ayrılan Tangocular 2010'da da çeyrek finalin ötesine geçemediler. Futbolculuğunda Arjantin'le kupayı kaldıran Maradona antrenör olarak büyük hayal kırıklığı yarattı.

2010 sonrası Arjantin'i, Carlos Bilardo'nun yanında yetişen ve neredeyse Arjantin futbol tarihinin en uzun süreli asistan coachluk rekorunu elinde bulunduran Alejandro Sabella teslim aldı. Sabella'nın elinde çok değerli mücevherler var, işçilik tamamen kendine kalmış. Messi başlı başına bir fenomen. Di Maria bu sezon Real Madrid'in Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun mimarlarından. Kun Aguero, Zabaleta, Demichelis Manchester City ile Premier Lig şampiyonluğu yaşadı.

Arjantin tıpkı 1986'daki gibi iddialı geliyor Brezilya 2014'e. Çünkü Maradona da ilk dünya kupasını kaldırdığında futbolunun en olgun döneminde yani 26 yaşındaydı. Messi de 26 Haziran'da 27. yaşını dolduracak. Maradona'nın yanında Ruggeri, Burruchaga, Valdano gibi destekçileri vardı, Messi de yanında Di Maria, Kun Aguero, Lavezzi gibi süper yeteneklerle kupayı kovalayacak. Maradona, Meksika'da dünya şampiyonu olmuştu, bu turnuva da Amerika kıtasında yapılacak.

Sabella'nın Arjantin'inin dezavantajı turnuvanın en yaşlı (28,94) takımı olması. Takımın en genç oyuncusu 24 yaşındaki Sporting Lizbon'un sol beki Marcos Rojo. Tıpkı 1986 takımı gibi. O takımı Carlos
Bilardo çalıştırıyordu, Messi ve arkadaşlarının antrenörü Bilardo'nun elinde büyüyen Sabella. 1986 takımına o kadar çok benzeyen yönleri var ki. Bakalım kaderleri
benzeyecek mi?

Bosna 2. bilete yakın

Fransa 98'de Miroslav Blazeviç ile bir Peri Masalı'nı canlandıran Hırvatlar tüm dünyanın gönülden desteğini almıştı. Şimdi Saffet Susiç ve öğrencileri benzer bir futbol masalının kahramanı olmaya adaylar.
2010 elemelerinde bizimle aynı grupta yer alıp, turnuvayı üstümüzde bitirmişlerdi. Baraj maçında Portekiz'e elendiklerinde ne tesadüftür ki takımın başında Blazeviç vardı. 2012 elemelerinde de benzer bir başarı hikayesine imza atıp Play-Off'a hak kazandıklarında bu kez Saffet Susiç'le Ronaldo ve arkadaşlarına rakip oldular. İlk maçı kora kor bir mücadeleyle 0-0 bitirdiklerinde herkes 'acaba' diye umutlandı. Fakat rövanşta cesareti abartıp 6-2 kaybedince ağlamak yerine 2014'ün dersine çalışmaya başladılar.

Susiç ve öğrencileri 2012 Eylül'ünden itibaren nefis bir performans gösteriyorlar. 2014 elemelerinde Dzeko 10 golle coşarken, Vedad İbiseviç 30 yaşın tecrübesiyle 8 gole imzasını koydu. Susiç, forvet hattında bu ikiliden hiç vazgeçmiyor ve 4-4-2'nin tüm varyasyonlarını deniyor. Fakat son iki hazırlık maçında diğer alternatifleri kullanıyor ve Hajroviç'e de sağ önde şans tanıyor. Orta sahada bu sezon Roma formasıyla harikalar yaratan Miralem Pjaniç büyük güç, Stoke City'de güzel bir sezon geçiren Asmir Begoviç ise kalede büyük güvence. Atanıyla tutanı iyi bir takım olunca, haliyle grupta Nijerya'dan da İran'dan da daha iddialı duruma geliyorlar.

09 Haziran 2014, Pazartesi 02:30
YAZININ DEVAMI

‘’Platini'yle de bir yere kadar‘’

Fransız medyası, özellikle de L'Equippe, Aime'nin bu işi kotaracak vizyona sahip olmadığını savunuyordu. EURO 96'daki yarı final bile onları tatmin etmemişti, kaldı ki 98 Dünya Kupası öncesi eleştirilen hoca, Cantona, Ginola, Papin gibi yıldızları Milli Takım'dan azledince çılgına dönmüşlerdi. Fakat Aime Jacquet, Fransa'yı dünya şampiyonluğuna taşıdıktan sonra özür yazısı yayınlamak zorunda kalmışlardı. Benzer senaryo Fransa'yı 2000'de Avrupa şampiyonu yapan Roger Lemerre ve 2006'da dünya kupası finaline taşıyan Raymond Domenech için de işledi.

Lauren Blanc, EURO 2012'de çeyrek finaldeki eleniş sonrası görevi Deschamp'a bıraktı. Deschamp ve öğrencileri 2014 elemelerinde İspanya'nın ardından 2. oldu ve Play-Off'ta Ukrayna'yı 2-0'ın rövanşında biraz da hakem yardımıyla 3-0 yenerek Brezilya biletini aldı. Tıpkı 2010'da olduğu gibi.

Fransa'nın eleme grubu performansında 5 golle imzası olan Frank Ribery sakatlığı sebebiyle Brezilya kadrosundan çıkarılınca, Deschamp'ın uykuları kaçmaya başladı. Çünkü Ribery'nin boşluğunu dolduracak Manchester City'li Samir Nasri'yi fantastik performansına (34 maç, 7 gol, 9 asist) rağmen kadroya almaması, başta L'Equippe olmak üzere Fransız medyasında homurtuları beraberinde getirmeye başladı. Didier, Real Sociedad'ta 35 maç, 16 gollük sezon grafiğiyle parlayan Griezman'a güveniyor. Artı, Pogba, Cabaye, Matuidi gibi çok formda orta sahaların varlığı Fransa'yı grupta favori yapmaya yetiyor. Fransa'nın kadro kalibresi gruptaki tüm rakiplerinden daha yukarıda, ama İsviçre'nin artısı takım kimyası. E Grubu'nun en büyük handikapı 2. tur ve çeyrek finalde Arjantin ve Almanya gibi takımların bekliyor oluşları. Bakalım, benliğini Fransız futboluna adayan Platini buna bir çözüm bulabilek mi?

Hitzfeld kanunları

Şüphesiz, Alman futbolunun en kariyerli antrenörlerinin başında Ottmar Hitzfeld gelir. 1996-97 sezonunda Dortmund ile Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırdıktan iki yıl sonra Bayern ile ManU'ya son saniyede aynı kupayı kaptırmanın travmasını atlatan Hitzfeld, 2001'de Münih temsilcisini Avrupa'nın en büyüğü yapmıştı.
2008'e kadar Bayern'i çalıştıran efsane hoca 6 yıldır İsviçre futbolunu yeniden inşa etmek için ter döküyor. EURO 2008'de Fatih Terim'e teslim olduktan sonra 2010'da İspanya'nın tiki-takasına takoz koyan tek antrenör olmayı başaran Alman teknik adam 2013'te İsviçre'yi FİFA klasmanında 7. sıraya kadar çıkardı. Dünya Kupası'na seri başı olarak katılan İsviçre, Gökhan İnler ve Behrami liderliğinde 2. tura çok yakın olacak. İleri üçlüde Shaqiri-Shaqa-Drmiç gibi devşirme oyuncuların dinamik oyunları Hitzfeld'in en büyük kozu olacak.

Ekvador'un olayı; rakım

Grupta iddiası bulunan diğer takım Ekvador'un olayı; yüksek rakım. Resmi maçlarını 2800 metre ile ülkenin en yüksek rakımlı şehri olan Quito'da oynayan ve rakiplerin metabolizmaları oksijen dengesini sağlayana kadar 90 dakikayı bitiren Ekvador, bu şark kurnazlığıyla 2 Dünya Kupası'na gitti. FİFA, 2007'de 2500 metrenin üstünde maç oynamayı yasaklayınca duraklama dönemi girdiler ama aynı durumdaki Bolivya ve Peru'nun siyasi desteğiyle FİFA'ya geri adım attırdılar. Ekvador, Brezilya'da maçlarını 1172 metre rakımlı başkent Brasilia'da oynayacağı için Fransa ve İsviçre karşısında çok şansları olmayacak gibi görünüyor.

08 Haziran 2014, Pazar 01:00
YAZININ DEVAMI

‘’İtalyan işi!‘’

2010 Dünya Kupası'nda Lippi ile gruptan çıkamayarak büyük bir hüsran yaşayan İtalyanlar, Cesare Prandelli ile EURO 2012'de düzlüğe çıktı. Prandelli, Lippi'nin Güney Afrika-2010'da sahaya sürdüğü son onbirden 8, De Rossi'ye de pozisyon devşirmesi yaparak aslında 9 futbolcuyu değiştirdi.

İtalya, EURO 2012'de grup maçlarına son dünya şampiyonu İspanya ile başladı. Prandelli, İspanyolların tiki-takasına karşı De Rossi'yi stoper koltuğuna oturtup, Pirlo önderliğinde nefis bir 3-5-2 icra etti. Finale kadar Montolivio'nun da sisteme dahil olmasıyla Gök Mavilileri etkileyici bir takıma dönüştürdü.

Brezilya yolculuğu öncesi, İrlanda ile oynanan hazırlık maçında Prandelli'nin hücumdaki prensi Montolivio'nun ayağı kırılınca İtalyanlar'ı korku sardı. Kadroda Veratti, Marchisio, Pirlo gibi etkileyici orta sahalar bulunmasına rağmen, Prandelli Lüksemburg maçında 4-1-4-1 denedi ama takımı ışık vermedi. Çizme'de herkes Prandelli'ye güveniyor ama iki turnuva üst üste aynı başarıyı tekrarlayamama gerçeği, Montolivio'nun yokluğuyla birleşince kafalar karışıyor.

İngilizlerin kafası karışık

Her turnuvaya favoriler arasında başlamasına rağmen son 20 yılda ev sahipliğini yaptığı EURO 96 dışında çeyrek finalin ötesine geçememiş bir İngiltere var karşımızda. 2012 öncesi Roy Hodgson ile yeni bir maceraya yelken açan ingilizler'in 2014'ten beklentileri büyük. Liverpool'un bu sezonki çıkışında büyük payı olan Sturridge, Sterling, Henderson ve Glen Johnson'un formda oluşları Hodgson'un en büyük şansı. Ekvador ile son hazırlık maçında orta sahanın sağındaki Chamberlain sakatlandı, yerine giren Sterling de kırmızı kart görünce İngilizlerin yürekleri ağızlarına geldi.
2013 haziranında Türkiye'de düzenlenen U20 Dünya Kupası'nda Irak (2-2), Şili (1-1) ve Mısır'ın (0-2) olduğu gruptan çıkamayan İngiltere U20 Takımı'nın 10 numarası Rose Barkley'in bu sezon Premier Lig'de Everton formasıyla harikalar yaratması, hücum hattında Hodgson'un elini güçlendiriyor. İngiliz hoca, Rooney'i sol açığa atıp, 93'lü Barkley'i 10 numaraya, 94'lü Sterling'i de sağ açığa koyarak Lampard ya da Gerrard'tan birinin sebep olacağı enerji açığına da alternatif üretebiliyor. Brezilya'ya son zamanların en yetenekli kadrosuyla gelen İngilizler, bu turnuvada da gelecek vaat ediyor, tıpkı son 20 yılda olduğu gibi. Ama bu kez hem çok daha genç hem de yetenekliler.

Peri masalı Suarez'e bağlı

Oynadıkları futbolla 2010 Dünya Kupası'na damga vuran Oscar Tabarez ve öğrencileri, Brezilya'ya Peri Masalı'nı sürdürmek için gidiyor. Güney Amerika Elemeleri'nde 5. olup Ürdün ile play-off oynamalarına rağmen dünya sıralamasında ilk 7 içinde kendilerine yer buldukları için Dünya Kupası'na seri başı olarak gelen güneşin çocukları gruptan çıkacak güçte.

Tabarez'in kadrosunda Muslera gibi çok iyi bir kalecisi ve önünde bu sezon Şampiyonlar Ligi finali görmüş bir stoperi (Godin) ile Avrupa Ligi finali oynamış sağ beki olsa da Uruguay'ın turnuva derecesi tamamen Suarez'e endeksli. Şayet sakatlığı performansına engel olmazsa bu yıl Liverpool ile Premier Lig'de 31 gol, 20 küsür asistle rüya gibi bir sezon geçiren Suarez yanına Cavani'yi alarak Peri Masalı'nı devam ettirebilir.

07 Haziran 2014, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Falcao sonrası tufan (mı?)‘’

Dünya Kupası biletini aldıktan sonra kasım ayında Belçika (2-0) ve Hollanda'ya (0-0) karşı nefis bir 4-4-2 sınavı veren Pekerman, ocak ayında Falcao sakatlanınca son Tunus maçında Monaco'lu Rodriguez'i 10 numaraya atıp, önünde Bacca ile tek santrforlu sisteme geçmek zorunda kaldı.

Pekerman, 2014'te oyun kurgusunu, Fiorentina'da Montella ile harika bir sezon geçiren Cuadrado ve Monacolu Rodriguez üzerine inşa ediyor. Kolombiya, İtalya Ligi'nde yoğrulan Ibarbo (Cagliari), Guarin (İnter), Zapata (Milan), Zuniga (Napoli) ve Cuadrado (Fiorentina) gibi oyuncularla bir Güney Amerikalıya göre hayli sert takım. Ama C Grubu'nda iddiasız ekip olmadığı düşünüldüğünde Falcao yokken Kolombiya'nın banko turu geçeceğini söylemek zor.

Yunanistan bildiğiniz gibi

Yunanistan, 2004 Avrupa Şampiyonası finalinde ev sahibi Portekiz'i devirip mutlu sona ulaştığından beri kimseyi mutlu edemiyor. Otto Rehhagel'in 2010'da görevi bırakmasının ardından Fernando Santos ile Yunan futbolunun yeni bir denize yelken açacağını düşünenler (başta ben olmak üzere) fena halde yanıldılar.

98-2001 arasında çalıştırdığı Porto'yu Mourinho'ya teslim ettikten sonra eski takımının bir yıl arayla hem UEFA hem de Şampiyonlar Ligi kupasını kaldırması Santos'un da hanesine bir çok artı yazdırmıştı.
Santos bir Portekizli olsa da Yunanistan'a oynattığı futbol Rehhagel'in katenaçyosundan esintiler içeriyor. 2014 elemelerinde 8 maçın 5'ini 1-0 kazandılar, grubun averaj takımı Liechtenstein'a bile 3 atamadılar. Yani anlayacağınız garp cephesinde yeni bir durum yok.

Drogba mutlu son istiyor!

Fildişi, 2014 Play-Off turunda Senegal'i geçip Brezilya biletini aldığından beri Teknik Direktör Sabri Lamouchi'nin kadro tercihi tartışma konusu. Eboue ve Gosso'yu kesti, Drogba'ya nefis bir kariyer finali planladı.
Lamouchi'nin oyun merkezi, Manchester City'de harika bir sezon geçiren Yaya Toure. 2013 Ağustos'unda Meksika ile deplasmanda oynadıkları hazırlık maçı Fransız hoca için büyük bir ders niteliğindeydi. Kolo Toure'nin yerine Zokora'yı stopere koyan Lamouchi, 45. dakikada kalesinde 3. golü gördüğünde değişimin fitilini ateşlemeye karar verdi.

Fildişi'nin en büyük artısı Yaya Toure, Kalou, Gervinho, Bony ve Drogbalı hücum hattı. Ama stoper tandemini Zokora-Sol Bamba ile kurgulayınca defansları SOS veriyor.

Japonya'yı hafif alan yanar

Alberto Zaccheroni ile 2011 Asya kıtası şampiyonu olmak Japonlar için büyük bir futbol devrimi anlamı taşıyordu. İtalyan hocanın elinde yetenekli bir kadro var. Son yıllarda futbolcu ihracatını biraz abarttılar. Zaccheroni'nin oyuncularının 7'si Alman, 2'si İngiliz, 2'si de İtalyan Ligi'nde oynuyor.

Japonların altın çocuğu Kagawa, Dortmund'tan sonra ManU'da eski günlerini aratsa da hala Zaccheroni'nin vazgeçilmezi. Fakat oyunu Milan'ın 10 numarası Honda yönetiyor.
C Grubu 4 bilinmeyenli bir denklemi bünyesinde barındırıyor. Hangi ikisi çıkarsa çıksın sürpriz sayılmayacak.

06 Haziran 2014, Cuma 10:20
YAZININ DEVAMI