‘’Engin Baytar'ın sezonu‘’
Kafamda yaptığım sıralamada üçüncü olarak Engin Baytar yer alıyor. Bence bu senenin Galatasaray açısından beklenti-verimlilik endeksi açısından bir numarası tartışmasız Engin Baytar’dır. Transfer sezonunda imzasını attığı gün çok az kimse Engin Baytar’ı şampiyonluk yolunundaki taşları döşeyen ustalardan görüyordu. Takıma yavaş yavaş ısındığı günlerde elinden gelen herşeyi yansıtması sonucu 60. dakikada böğrünü tutan ve değiştirilmek için kenara bakan bir oyuncuydu. Ancak o sıralarda bile Engin iyi niyetini göstermesiyle takım içinde ve taraftar nezdinde saygı kazanmaya başladı.
Galatasaray TV’nin sık sık yayınladığı şampiyonluk maçını taktik disiplin ve oyuncu katkısı açısından salim kafayla seyredince Engin Baytar’ın nereden nereye geldiği net biçimde algılanıyor. Karşılaşmanın bitimine yakın rakibe en can alıcı pres uygulayan iki kişi Felipe Melo ile Engin Baytar’dı. Engin Baytar’ın bu dönüşümüne hayran olmamak futbola ihanettir. Genç oyuncularda zaman zaman görülen bir sezondaki kalite zıplamasını, kademe atlamasını Engin Baytar’da gördüm. Tekniğine güvenen, aşırı bencil, az sorumlu oyuncudan görev adamlığını zerafetle yapan Engin Baytar’a evrilmesi ciddi bir hamledir. Engin Baytar bu nitelikleriyle 2011-2012 sezonunda kişisel beğeni listemin zirvelerinde yer almıştır. Ancak Engin Baytar ile ilgili iki eleştirim olacak; ilki rakip ceza sahası civarında uygun eylem seçiminde bazen hata yapıyor. Pas vermesi gerekirken, oyunu zorlayıp gereksiz çalıma girişiyor. Doğru karar verdiğini belli etse bile düşündüğünü geciklmeli olarak hayata geçiriyor. Bir de çok tekme yediğini biliyorum ancak darbeleri biraz abartarak reaksiyon gösteriyor. Yeni sezonda bu iki hatasından arınacak bir Engin Baytar, geçtiğimiz senenin bile üstüne çıkar. İzlenmesi en zevk veren oyuncular arasında yerini onurla alır.
‘’Gökhan Zan olgunluğu‘’
Galatasaray’ın yerli oyuncuları sezonda büyük saygımı kazandılar. Aydın Yılmaz ve Emre Çolak sezon başındaki düşüncelerimden dolayı beni şaşırttılar. İkisine de haklarını teslim ettim. Yakında Galatasaray’dan ayrılacak olan Servet Çetin’e bile kızamıyorum. Şampiyonluk töreninde Galatasaray atkısını boynuna takmamasını sorun etmeye gerek yok. Servet Galatasaray’ı değil başka takımı tuttuğunun bilinmesine rağmen son iki sezon hariç terinin son damlasına kadar savaştı. Futbolculuğunun geri kalan bölümünde Servet’e başarılar dilerim. Ancak Servet’i yalnızca Gökhan Zan olgunluğuna erişmediği için eleştirebilirim. Gökhan Zan Türkiye’nin kariyerli stoperlerinden biri olarak 2011-2012 sezonunda hiç sorun çıkarmadı. Kendisinin yerine oynayan Semih Kaya için her zaman destekleyici konuştu. Yetişmesinden mutluluk duyduğunu vurguladı. Çok az dakika almasına rağmen kendisini ne kadar hazır tuttuğunu 12 Mayıs’taki şampiyonluk karşılaşmasında izledik. Ujfalusi’nin atılmasından sonra Galatasaray’daki futbolculuğunu bitirme riskine karşılık son derece başarılı oynadı. Sürekli hava topuna yüklenen Fenerbahçe karşısında yapacağı tek bir hata bile golle sonuçlansa Gökhan Zan için Galatasaray forması giymek hayal olurdu. Bu ihtimalin varlığı bile çok futbolcunun elini ayağına dolaştırmasına sebep olabilecekken Gökhan Zan Galatasaray ceza sahası ve civarının tek hakimiydi. Sayabildiğim dört kritik pozisyonda toplara müdahale ederek Muslera’yı rahatlattı. Galatasaray’a geldiği günden beri elimden geldiğince desteklemeye çalıştığım Gökhan Zan’ın kariyer bitirebilecek dakikalardaki rahatlık ve formu nedeniyle alkışı hak ettiğini düşünüyorum. Bu sezon şampiyonluk çorbasında tuzunun bulunması Galatasaray taraftarının Gökhan Zan’a yönelik ön yargısını yıkmış olmalıdır. Tribünler Fatih Terim ve takım arkadaşlarını örnek almalıdır. Gelecek sezon Gökhan Zan direkt ilk on bir oyuncusu konumuna gelmese bile görev aldığı karşılaşmalarda sonuna kadar güvenilecek futbolcudur.
‘’Gerçek Galatasaraylı‘’
Gelişi de güzeldi, Galatasaray’dan ayrılışı da muhteşem oldu. Beşiktaş’tan ayrılırken sarı-kırmızı formayı giyebilmek için büyük maddi fedakarlıkta bulundu. Gösterişli futbolun en önemli temsilcilerinden iken, Galatasaray’da verilen her görevi baş tacı etti. Gol atan hücumcu orta sahadan Türkiye’nin en iyi ön kesicisine evrildi. Gheorghe Hagi’ye forvetsiz kaldığı zaman “Benim Ayhan Akman’ım var, gerekirse onu forvet oynatırım’’ dedirtti. En kötü günlerinde bile çalışmaktan, ter dökmekten geri durmadı. Ben Ayhan Akman’ı hep çok sevdim, yerden yere vurulduğu günlerde savunmaktan geri durmadım. Bugün ise kendisinin hizmetlerine büyük saygı ve şükran duyuyorum. Gerçek ASY’de yeni açık tribünün kendisini her çağırışında armayı öpmesi, futbolunun yanısıra bizlere bıraktığı en güzel anıdır. Galatasaray’ın başı her sıkıştığında ortaya Ayhan Akman çıktı. Sahada kendisi ve arkadaşlarını ezmeye çalışanlara direndi. En çok küfür yediği maçlarda resital sundu. 2008’deki şampiyonlukta Sivas’taki maç krize girmek üzereyken sol ayağıyla attığı Hagi golüyle karşılaşmayı bitirdi. Futbolun büyük takımda nasıl bırakılacağının dersini verdi. Takımı ve kendi durumunu değerlendirerek yerinde br karar aldı. Sezon boyunca bir kere olsun mızmızlanmadı. Florya’da kalabilmek için kulis işlerine, kamuoyu yaratma çabalarına tenezzül etmedi.
Galatasaray’dan izzet ve ikbal içinde sessizce çekilme erdemini gösterdi. Çifte şampiyonluk kutlamalarının başladığı Şükrü Saracoğlu’da kupayı kaldırmadan önce, kaldırırken ve kaldırdıktan sonra gerçek bir Galatasaraylı gibi davrandı. Aslantepe’deki törende Eboue’nin gösterdiği saygı tüm takımın Ayhan Akman’a olan duygularının yansımasıdır. Tribünlerin sevgisi 11 yılda verilen emeğin en güzel karşılığı olmuştur. Futbolu bırakmasındaki asaletin sonrasına da yansıyacağını düşünüyorum. Bazılarının tersine Galatasaray’a hakkında tek bir saygısız kelime kullanmayacağına adım gibi eminim. Ayhan Akman’ın karar verirse iyi bir teknik adam olacağını düşünüyorum.
‘’Pişkinliğin bu kadarı‘’
İtibar ve irtifa kaybetmenin sonu yokmuş. TFF’nin 16 takımı PFDK’ya vermesi dibin dibi derken, sabaha karşı açıklanan kararları okuyunca alçalmanın sınırına henüz ulaşılmadığını gördüm. Ne gerekçeyle PFDK’ya verildiğini TFF Yönetim Kurulu’nun bilmediği takımlarla, yöneticileri, itirafçı futbolcuları cezalandırılan diğerleri aynı kefeye kondu. Daha önce yazdığım gibi Türkiye’de şike yapmak meşruiyet kazanmıştır. Futbolun temizlenmesine yol açacağı sanılan sürecin, art niyetli, tarafgir yetkililerce tam tersine çevrilerek şikenin legalize edilmesinden başka işe yaramadığını izliyoruz. Bugünden itibaren herkes şike-teşvik işlemlerinin bir-iki garibana yüklenerek işlerlik kazanacağını bilir. Kulüp yöneticisi olmayan ayakçılarla her türlü kumpas kurulabilir, alacakları hak mahrumiyet cezalarına kahkahayla yaklaşılır. Şike yapacağınız oyuncuya yakalanıp suçu itiraf etse bile birkaç sezonluk kaybını karşılayacağınızı söyleyerek ulaşabilirsiniz. Futbolu bırakma yaşına gelen futbolcular artık alacakları şike parasını emeklilik ikramiyesi yerine sayabilirler. Buna kimse karşı çıkamaz zira PFDK’nın son kararı içtihat niteliğindedir ve tersi yasalaşmadıkça Türkiye için bağlayıcıdır.
En sulandırılmış kararlarda bile kire bulaşanların pişkinliği ise başka bir değerlendirme konusudur. Mehmet Ali Aydınlar’ın üstün çabasıyla zamana yayılan, üstü örtülmeye çalışılan, Yıldırım Demirören’in en ufak bir kaygıya kapılmadan yaptığı favörlerle küme düşmekten kurtulanların hâlâ çıkıp doğruluktan bahsetmeleri karşısında hayretler içinde kalıyorum. Ligde kalmalarını PFDK’nın korumacı-kollamacı kararları gereğince bile değişen 58. maddeye borçlananların, hâlâ tehdide başvurabilmeleri karşısında söyleyecek kendi sözüm yok. Burada aklıma tek çare olarak güzel atasözümüzü bir kez daha hatırlatmak geliyor: “Yavuz hırsız ev sahibini bastırırmış.”
‘’Bildiğiniz deli saçması‘’
Bunu ben değil, günlerce Antalya’ya bir yerlere kapanıp sonunda 16 takımın topunu birden şikeden dolayı Disiplin Kurulu’na veren TFF söylüyor. Böyle bir sonuca varabilmek için kafalarından neler geçtiğini merak ediyorum. Şeytanın bile aklına gelmeyecek karar mutlaka ilk kez bir kişinin aklına gelmiş, sonra da diğerleri tarafından kabul görmüştür. O ilk kişiyi ülke futbolunu bataklıkların en dibine sürükleyen kişiyi öğrenmek için neler vermezdim. Umarım bir gün ortaya çıkar.
Yapılmak istenen ise sonuç itibariyle çok basit, Galatasaray’ı da işin içine sokarak şike yapan kuruların yanında yaşları da yakmaya çalışmak. Haklarında tuğla boyutunda iddialar bulunanlarla hakkında tek kelime şike isnadı bulunmayan Galatasaray’ı aynı işleme tabi tutabilmenin başka mantığı yok. 3 Temmuz sabahından beri Galatasaray ile ilgili en ufak bir kanıt bulmaya çalışanların sonunda hiçbir şey tespit edemeden bu cesareti bulmalarını ancak deli cesaretiyle açıklayabiliyorum. UEFA’nın hakkında disiplin soruşturması açılan takımları turnuvalarına almayacağı gerçeğini, 5 yıl Avrupa’ya gidilmemesini içine sindirenlerle birleştirince alınan kararın gerçek mağduru Galatasaray’dır. Bu sene tüm enerjisini son yıllarda içine düştüğü olumsuz durumdan kurtulmaya veren Galatasaray’ı başka türlü durdurmalarının mümkün olmadığını bilenler, Avrupa şantajını dayatmayı son çare gördüler. Böyle bir yazıyı Selçuk İnan’ın döktürmeyi sürdürdüğü bir haftada yazdığım için kendisinden özür dilemek zorundayım. Selçuk’un mükemmel oyununu gol ve asistlerle süslediği günlerde, şike eksenindeki pislikleri yazmaktan utanıyorum. Tek bu örnek bile şikenin futbolun hakkını nasıl yediğini gösterir, bırakın çalınan alın terini! Son kararı alanlar şike yapanlar kadar sorumludur.
‘’Koreografi gerçekleşecek!‘’
Galatasaray tribünleri son maçta yaptıkları koreografi ile geleceği gördüler. Aslan’ın şampiyonluk kupasını Saracoğlu’nda kaldıracağına bütün kalbimle inanıyorum. Eğer Galatasaray kazansaydı kupa daha önce kaldırılacaktı; ya Trabzon ya da Aslantepe’de.Şimdi tablo koreografide resmedildiği gibi gerçekleşecek. Hayatımda çıplak gözle izlediğim ve oynanan futbol ile sonucun böylesine ters orantılı olduğu üçüncü maçtır. İlki ASY’de oynanan ve 90 dakikası Karabükspor ceza sahası içinde geçen 0-0’lık efsane maçtır. İkincisi ise Johnson’un frikiğinin barajda yer alan birinin kalçasına çarparak filelere gittiği oyundur. Barajda yer alanın kim olduğunu biliyorum ancak 12 senedir kalemim bu kişinin adını yazmadı, bundan sonra da yazmaz.
Fenerbahçe’nin 2-1 kazandığı maç ise bunlardan beterdir. Sow ve Bienvenu’nün stoperliğe soyunduğu maçta mutlak 12 pozisyon vardı. Bunlardan Necati’nin iki, Aydın’ın iki, Elmander’in bir, Engin’in bir vuruşunun ağlara gitmemesi inanılır gibi değildi. Hepsinde tribünler ‘gol’ diye ayağa kalktı. Ankaragücü A2 takımı karşısında bile bu kadar pozisyon bulamayan Galatasaray’ın gereken dersleri alacağını düşünüyorum. Ben şansa inanmam, mutlaka maddi temeli vardır. Topun girmemesinin nedeni gerekli vuruşun yapılamaması ve Volkan’ın iyi pozisyon almasıdır. Teknik olarak Fatih Terim’e yönelik tek eleştirim Aydın yerine Baros’un daha erkenden oyuna girmesiydi. Tribünden görebildiğim kadarıyla Terim başlangıçta böyle planladı ancak son anda fikrini değiştirerek Aydın’ı oyuna soktu. Galatasaray’ın rakip ceza sahası içinde oynayacağı netleşen maçta Baros gibi gol vuruşu üstün bir golcüyle Aydın’ın girdiği pozisyonları değerlenirme ihtimali çok daha yüksektir.
Bir de Semih çok iyi stoper olacak ama aynı hataları sürekli yapıyor. Teke tek kaldığı pozisyonlarda rakiplerine yandan nasıl müdahale edeceğini geliştiremedi. Ziegler ve Stoch’un gollerinde cepheden fırsat vermezdi ancak rakiple aynı hizada olunca Semih oyunculuğunun altında kalıyor. Semih yandan ‘tackle’ olayına yoğunlaşmalıdır.
‘’Cüneyt Çakır bu değil!‘’
Şike sürecinin sürüncemede bırakılması, UEFA korkusu olmasa suçu işleyenlerin neredeyse kahraman sayılacakları algısı Galatasaray taraftarını tedirgin ediyor. Bu nedenle maçlarda normal karşılanacak hakem hataları Galatasaray’a karşı düzenlenen komplo gibi algılanıyor. Play-Off garabeti sonunda şampiyon çıkılsa bile Avrupa yolunun kapanacağı endişesi ön plana çıkıyor. Galatasaray-Trabzonspor karşılaşmasında Cüneyt Çakır’ın maç başlar başlamaz takındığı tavır kaygılara hak verdirtecek ölçüdeydi. Engin Baytar’a sarı kartı göstermesine yol açan temel hatasını maçı tekrar izlediğinde görecektir. Eboue’ye yaptığı çok sert faul sonrasında Zokora’ya doğru kartsız geçirecekmişcesine yavaş hareketlenmesi Çakır’ın ilk ciddi yanlışıydı. Çakır’ın elini cebine götürmeden yerde yatan Eboue’ye yaklaştığı sırada kendisini iyi tanıyan birisi olarak Zokora’ya kart göstermeyeceğini düşündüm. Aynı şey Galatasaraylı oyuncularda da oluşunca kabak Engin’in başına patladı. Taraftardan gelen reaksiyonun Çakır’ı ‘Ben tribünden etkilenen hakemlerden değilim ve bunu göstermeliyim’ ruh haline soktuğu iyice belirginleşti. Peşpeşe çaldığı düdükler ve es geçtiği bazı pozisyonlar sonucu Galatasaray tribünlerinde Antep maçının 2. versiyonu yaşanacak duygusu uyanmaya başladı. Burak Yılmaz’ın attığı gol öncesi Alanzinho’nun yere düştüğü müdahaleye faul çalması ise işi çığırından çıkardı. 45. dakikaya dek sürekli Galatasaray aleyhine kararlar verdi. Devre arasında ise yanlışlarını süzerek daha dengeli bir yönetim göstermeye başladı. Hatta Trabzon lehine düdükleri çalamamaya başladı. Buna Emre Çolak’a gösteremediği ikinci sarı kart da dahildir. Çakır’ın Türkiye’nin en iyi hakemi olduğuna dair inancım bir-iki maçta yaptığı hatalarla değişmez. Bunu kendisi de bilir ancak Galatasaray maçlarına ön yargılı çıktığı izleniminden uzak durması gerekir. Aksi durumda Avrupa’da şiir gibi maç yöneten Çakır’ın her Galatasaray maçında tartışılması kaçınılmazdır.
‘’Dünya'nın en iyisi Muslera‘’
Gheorghe Hagi ve Fatih Terim için. Hagi hem bireysel açıdan hem de takımına yaptığı katkılarla benim için Dünya’nın en iyi futbolcusu idi. Fatih Terim ise UEFA’yı kazandığı sezonda Dünya’nın en iyi teknik direktörü payesini almıştı. Günümüzde ise aynı önermeyi Fernando Muslera için kullanıyorum. Şu anda benim için Dünya’nın en iyi kalecisi Muslera’dır. Bu saptamayı yaparken var olan tüm kalecileri izlemem söz konusu değil.
Ancak Dünya’nın belli başlı takımlarının kalecilerine bakınca Muslera ile ilgili tespitimi gönül rahatlığıyla savunabiliyorum. Muslera, Barcelona, Real Madrid, Manchester United, Mancester City, Bayern Münih ve Milan gibi üst düzey takımların kalecilerinin fersah fersah önündedir. Bu büyük takımlarda olmayan, kenarda köşede kalmış daha iyi bir kaleci varsa onu tanımamak benim eksiğimdir. Ancak böyle bir durumu pek mümkün görmüyorum. İyi kalecinin temel özelliği pozisyon sezgisidir. Topun nereye gideceğini hissetmek, vücudunu ona göre ayarlamak önemlidir.
Bunun dışında üzerine gelen topu sertliğinden bağımsız olarak sektirmeden bloke edebilmek gerekir. Bloke edemediği topu ise tehlike alanının dışına gönderebilmek, uzağa çelebilmek, ikinci bir tehdide maruz kalmamayı sağlar. Cesaret, rakipten ve toptan korkmamak kalecinin kalitesini artırır. Yan toplarda rakibe fırsat vermemek, topu kaliteli biçimde oyuna sokmak ileri kaleciliğin şartlarıdır. Muslera’yı izlediğimde çalışmayla edinilen her türlü şartı fazlasıyla yerine getirdiğini görüyorum.
Doğuştan gelen özellik olan reflekslerde de Muslera eşsiz görünüyor. Sezon başında yediği hatalımsı gollere artık kalesini kapayan Muslera’ya ilişkin tespitimin giderek yaygınlaşacağını biliyorum. Gelecek sezon Avrupa sahnesi Muslera’ya çok yakışacak. Sezon başında çalıştırıcılığına şüpheyle baktığım Claudio Taffarel de Muslera’yı bugünlere getirdiği için övgüyü hak ediyor.