Arama

Popüler aramalar

‘’Maç kurtaran Muslera‘’

Lübnanlı dost yazar Amin Maalouf’un sevdiğim ürkütücü tanımlaması vardır; “Hayatta en büyük korkum babamın ölmesidir” der bir romanında. Maalouf’un hepimizin duygularını yansıtan ortak korkusu geçen hafta Pazar gecesi gerçekleşti. Sevgili babamı, üç yıl önce kaybettiğimiz annemin yanına sarı-kırmızı çiçeklerle yolcu ettik. Herkes babasını çok sever ama değerli gazeteci Işık Kansu’nun yıllar önce ölen babası, Türkçe’nin büyük şairi Ceyhun Atıf Kansu için Cumhuriyet Gazetesi’nde kaleme aldığı veda yazısındaki duyguları başka hiç bir yerde görmedim. Işık Kansu’nun satırlarını aşacak yazı yazılamayacağını düşündüğüm için babamı sevgi ve minnetle anmakla yetiniyorum.

Galatasaray büyük kaleciler geleneğini son dönemde yitirmişti. Ferit Ali Mondragon’un ayrılışından sonra hep orta-orta altı yabancı kalecilerle oynamak zorunda kaldı. Leo Franco ve Robinson Zapata gibi kova kalecilerle çalışmak Galatasaray’ın kabusu idi. Mondragon sonrası biraz Morgan de Sanctis kalecilik açısından yararlı olmuştu. Skibbe zamanında oynanan Benfica deplasmanında maç kurtaran kaleci kimliğini göstermişti. Ancak o günden beri Galatasaray için hiç bir kaleci puan sağlayıcı konuma gelememişti. Fernando Muslera’da bu ışığı görmeye başladım. Mersin İdman Yurdu ve Beşiktaş maçlarında en az beş mutlak golü engelleyerek Galatasaray’a faydalı olacağını gösterdi. Özellikle cepheden çok iyi top karşılıyor. Yan toplarda da fizik kapasitesinin üzerinde hava hakimiyeti var. Muslera’da gördüğüm en büyük eksiklik topu yakaladıktan sonra bir türlü hızlı biçimde oyuna sokmuyor ya da sokamıyor. El degajlarını ise yok denecek kadar az kullanıyor. Süleymanu türünde hayranlık duyduğum elle oyuna sokma becerisi yok, Cordoba gibi yere paralel alçak degaj yapamıyor. Degajları sürekli minare yüksekliğinde gerçekleşiyor. Bu konuda en büyük görev Claudio Taffarel’e düşüyor. Elindeki değerli taşı işleyecek kendisidir. Büyük kaleci Taffarel’in öğrencisine böyle kötü oyun başlatmak yakışmıyor.

22 Kasım 2011, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kayabeyli'de zaman‘’

Şimdilerde Lüleburgaz’ın Kayabeyli köyünde süt ineği çiftliği kuruyoruz. Çeyrek asırlık can dostum İsmail Koçak ile bir yıl önce hiç bilmediğimiz alana girdik. Bu dönem boyunca Kırklareli’nde tarım ve hayvancılığın gelişmesi için elinden geleni yapan pırlanta bürokatlarla tanıştım. Başlayan diğer süt üretim çiftliklerinin faaliyete geçmesiyle Türkiye’nin süt başkenti olacak Lüleburgaz’da mükemmel dostluklar edindim. Bildiklerini sonuna kadar paylaşan tecrübeli süt üreticileri, hayvan yetiştiricileri yolumuzu aydınlattılar. Kayabeyli Köyü’nün yardımsever insanları başımız derde düştüğünde imdadımıza yetiştiler.

Bugünlerde artık süt üretimine başladık. İnsanın tüm zamanını alan yeni uğraşım nedeniye can ile canan’ımın maçına bile gidemedim. Galatasaray benim canım’dır, Mersin İdman Yurdu ise canan’ım. Aslantepe’de en fazla hayal ettiğim maça gidememenin üzüntüsünü zor atlatacağım. Türkiye’de sevdiğim oyuncuların başında gelen, Galatasaray tarihinin en önemli gollerinden birini Denizlispor forması altında atan Mustafa Keçeli’yi canlı izleyemedim. Gol vuruşlarını geliştirse her büyük takımda oynayacak Nduka’yı TV’den seyrettim. Nurullah Sağlam’ın ilginç stratejiisiyle tecrübeli oyunculardan kuruduğu takıma helal olsun dedim. Galatasaray’ın puan kaybettiğinde üzülmeyeceğim tek takım olan MİY’in küme düşmeyeceğine ikna oldum. Semih Kaya’nın sakatlık geçirmemesi durumunda yıllardır alt yapıdan nihayet eli-yüzü düzgün bir oyuncu çıkacağının müjdesini aldım. Galatasaray’da ise geçen hafta yazdığım üzere Albert Riera’ya verilen paraya yandım. Riera bir İspanyol balonudur. Forma giydiği her an kayıptır. Ancak kaybedilen puana rağmen Galatasaray iyi yoldadır.

09 Kasım 2011, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray toparlanıyor‘’

Galatasaray’ın bir sezon boyunca, sürekli güzel futbol oynamasını beklemek fazla iyimserlik olur. Yeniden oluşturulan bir takımın iniş-çıkışları kaçınılmaz olarak görülürse, Galatasaray’a objektif yaklaşılabilir. Son üç yılda kötü biçimde örselenen bir ekibin yitirdiği özgüveni tümüyle kazanana dek belirgin bir standarda ulaşılması için sabır zorunludur. Aslantepe’de taraftar desteğiyle kalitesini gösteren Galatasaray’ın deplasmandaki tutukluğunun temel nedeni geçmişin izleridir. Ancak son Kayseri deplasmanında yaşananlar Sarı-Kırmızılı ekibin yavaş yavaş rayına oturmaya başladığının sinyali olabilir. Deplasmanda en azından ilk yarıda oynanan baskılı futbolun uzun süreye yayılıp yayılmayacağını görmek için birkaç deplasman karşılaşması daha bekleyeceğim. Fatih Terim’in kafasındakileri uygulamaya koyması için gereken sürenin kısalmasının işaretleri ilk yarı tamamlanana dek ortaya çıkacaktır.

Galatasaray’ın güzel futbolunda Johan Elmander’in attığı ve attırdığı gollerden bağımsız olarak katkısını vurgulamalıyım. Sezon başından beri oynadığı maçların tümünde terinin son damlasına kadar koşan, çabalayan Elmander’in varlığı takımı rahatlatıyor. İleride baskı kurulabiliyor, orta saha ve savunma pozisyonalarına yerleşmek için çok değerli saniyeler kazanılıyor. Elmander’in rakibin atağa çıkmasını 10 saniye geciktirmesi, geride taşları yerine oturtuyor. Komple santfor olan Elmander’in tek eksiği uzun boyuna rağmen hava toplarında yeterli düzeyde olmamasıdır. Attığı kafa golüne rağmen Elmander, örneğin Kazım Kazım kadar iyi kafa topu kullanamaz. Kazım maçlarda havadan gelen 10 topun yaklaşık dokuzuna dokunur, rakibinin müdahalesini engeller. Okurlarım iki oyuncuyu lütfen bu gözle izlesinler. Selçuk İnan’ı ise günden güne artan hayranlıkla izliyorum. Attığı goldeki presi ve ayak için kullanışı, değme forvetlere taş çıkartacak düzeyde idi. Galatasaray’ın yeniden ayağa kalkmasında Selçuk’un katkısına şapka çıkarıyorum. Galatasaray doğru yoldadır.

05 Kasım 2011, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'a yakıştıramadıklarım‘’

Bu sezon toparlanan Galatasaray’da hoşuma gitmeyen bazı noktalar olması kaçınılmaz. Zamanı geldikçe yazıyorum ama acilen belirtmek istediğim kimi oyuncular var. Yabancılardan Albert Riera’nın neden alındığını sık sık sorgulamaya başladım. Sol kanatta oynatılmaya çalışılmasına rağmen kesinlikle uygun değil. Ayaklarında gülle varmışcasına hareket ediyor. Sürati yok, ivmelenmesi ise sıfıra yakın. Bugüne dek rakibini topla koşarak ekarte ettiğini görmedim. Çalım atma konusunda da oldukça zayıf. Tekniğinin iyi olduğu söylenmesine rağmen pas yüzdesi herhangi bir sıradan oyuncudan daha ileride değil. Parmak ısırtan bir hareketini göremedim. Duran toplarda başarısı yok. Rakip ataklarda geriye dönüp savunmaya yardım etmiyor. Böylesine olumsuz izlenim veren bir oyuncunun beni mahçup etmesini dilerim ama çok zor görünüyor. Riera’yı seyrederken ‘Culio keşke kalsaydı’ diyenlerin sayısının az olmadığını biliyorum.

Emmanuel Eboue konusunda ise henüz bir düşüncem oluşmadı. Ancak gelişinde yaratılan beklentilere yaklaşamadığını belirtmeliyim. Real Madrid maçında Selçuk İnan’a yaptığı asist dışında akılda kalan tek hareketi Bursaspor karşılaşmasında Stepanov’un yarattığı penaltı pozisyonudur. Ancak Eboue’ye henüz Riera kadar olumsuz bakmamamın nedeni henüz gerçek mevkii olan sağ bekte görmemiş olmamdır.

Yerlilerden Aydın Yılmaz’ın iki sene önce bitirdiği kredisine rağmen oynatılması kendisi için Tanrı’nın lütfudur. Ama Aydın maalesef bunun farkında bile değil. 5 yıl önce Konya’da attığı golün mirası çoktan tükendi ama Aydın’da tek santim ilerleme görünmüyor. Aydın’ı sahada gördüğüm zaman içim daralıyor. İçimi daraltan son oyuncu ise Emre Çolak. Galatasaray formasını giydiği ilk maçta iki gol atarak Okan Buruk’un yanında tarihe geçen Emre de Galatasaray alt yapısında yetişen oyuncuların ortak özelliği olan kendilerini Pele zannetme sendromu yaşanıyor. Üç yıldır A takımda forma giymesine rağmen fizik, taktik zeka ve ciddiyet açısından halâ 12 yaşındaki halini aşamamış durumda.

30 Ekim 2011, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Katil Osman'ın kupaları‘’

Galatasaray’ın isimsiz kahramanlarından birisidir Katil Osman. Gerçek adı Osman Donat’ı, pek az insan bilir. Tanıyanv herkes için ‘Katil Osman’dır o. Galatasaray basketbolunun son 25 yılının en içinde olan adamdır. Resmi sıfatı ’Salonlar Sorumlusu’dur. Ama Galatasaray Basketbol Şubesi için tam bir jokerdir. Deplasmana gider, yönetimin protokol işlerini yapar, takımın tüm oyuncularının dertlerine çözüm arar. Havaalanında gelen oyuncuları karşılar, evlerindeki sorunlara yardım eder. Kadın-erkek iki takımın da gerçek anlamda yükünü çeker. Ben kendisini 5 yıl önce tanıdım, Galatasaray için neler yaptığını canlı yaşadım. Kazanılan her maçtan sonra Osman’ı oyunculara sarılırken gördüm. Ancak Fenerbahçe’yi peş peşe yenen erkek ve kadın takımlarının coşkusunda Osman yoktu. Kendisi geçirdiği hastalık nedeniyle en sevdiği galibiyetlerden peş peşe iki tane armağan eden takımların yanında bulunmuyordu. Ancak benim için Osman iki kupayı da sonuna kadar hak edenlerin başında geliyordu. Kayseri ve Ankara’da bulunmamasına rağmen iki takımın da kupaları kendisi için kazandığını içten içe hissediyordu. Son yıllarda içine girdiği krizleri atlatan basketbol şubesinin yaptığı atılımların en çok Osman Donat’ı sevindirdiğini biliyorum. Küme düşmemek için play-out oynayan takımdan, Euroleague’e alnının teriyle, rakiplerini çatır çatır yenerek giren bir yapılanmaya çevrilen erkek takımıyla, küme düştükten sonra her geçen gün ileriye giden, Avrupa şampiyonluğu kazanan kadın takımının Galatasaray için gurur kaynağı olması tesadüf değildir. Bilinçli adımların meyveleri toplanmaya başlanmıştır. Futbolda ise artık Fatih Terim damgası vurulmuştur. Bursaspor maçının tek çirkin yönü Bünyamin Gezer’den kurtulan futbolumuzun Hüseyin Göçek’e hâlâ tahammül ediyor olmasıydı. Kötü hakemliğine, art niyeti de ekleyen bu hakemin düdüğünü asması ülke futbolunun kazancı olacaktır. Maç içinde topu izlemeyi bu kadar unutan başka bir insan izlememiştim. Yokluğu varlığına bin kere tercih edilir.

18 Ekim 2011, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bir eskilerden, bir yenilerden‘’

Arkaya adam kaçırma, kanadının yol geçen hanına dönmesi, takım ruhuna ilişkin en ufak pırıltısı olmayan bir oyuncudan, ciddi ciddi beğenmeye başladığım sol beke dönüşmeye başladı. Türkiye’nin en kötü sol bekliği sıfatından kurtulması Galatasaray’ın önemli kazancıdır. Futboluna çok inandığım Çağlar Birinci’nin Hakan’dan formayı almak için olağanüstü çaba göstermesi gerekecek. Eskilerden Hakan’ı böylesine takdir ettikten sonra yenilerden Engin Baytar’a değinmeliyim. Gençlerbirliği’nde İlhan Cavcav’ı pes ettiren, Eskişehir’de takım arkadaşlarıyla kavga eden, Trabzon’da beyefendi teknik direktör Şenol Güneş’i bile çileden çıkartan, oyunun sadece hücum yönünü düşünen, bir anlamda yerli Alanzinho-Lincoln’lüğe soyunan Engin’i, Eskişehir ve Ankaragücü maçlarında izlerken şaşkınlığa uğradım. Özellikle Urfa’da oynanan ve Trabzon’un Fenerbahçe’yi yenerek kazandığı Kupa finalinde attığı gol Engin’in futbol anlayışı konusunda da şüphe duymama yol açmıştı. Ortada bomboş arkadaşı varken çarpraz durumda attığı şut gol olmasına rağmen Engin’in bireyselliğini anlayamamıştım. Ancak Engin şimdilerde emektar Ayhan Akman’ın Antep’te oynarken sıfır olan savunma yönüne benzer ilerleme kaydediyor. Ayhan savunmacı yönünü geliştirirken hücumu neredeyse tamamen unutmuştu. Umarım Engin klasik ön kesici rolünü benimseyip yeteneklerini köreltmez. Ankaragücü maçında kendi ceza sahası üzerinde kaptığı topu Selçuk İnan’ın önüne yuvarlaması türünden bir hareketi Galatasaray’da izlemeyeli uzun süre olmuştu. Kazım’ın golüyle sonlanan harekete Engin’in en alt seviyesi olmalı, sürekli daha iyi oynamalıdır.
İkisini yeniden kazanan Fatih Terim, ikinci dönemini unutturacağa benziyor. Hakan-Engin örnekleri bunu söylüyor.

06 Ekim 2011, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Teşekkürler Mustafa Sarp!‘’

Ben Mustafa Sarp’ı hâlâ seviyorum. Son maçta yaptığı abartılı sevinç gösterisini anlayabiliyorum. Ama teşekkürüm Galatasaray’da oynarken yaptıklarından çok, Samsunspor forması altında attığı golden kaynaklanıyor. Eğer Mustafa o golü atmasa Galatasaraylılar’ı rahatlatan Elmander-Sercan ikilisi muhtemelen birlikte bu kadar uzun süre alamayacaklardı. Fatih Terim 1-0 giden maçta ya Elmander ya da Sercan’a görev verecekti. Belki son üç-beş dakika yanyana gelebileceklerdi. Ancak Mustafa’nın attığı gol Galatasaray’ı zorunlu olarak çift forvete dönüştürdü. Son yılların habis uru tek forvetten mecburen vazgeçildi. Elmander-Sercan ikilisi zaman içinde Galatasaray’ın gole dönük en önemli silahına dönüşeceğinin sinyalini verdi. Milan Baros’un tek forvet oynadığı dakikalarda Galatasaray’ın iki maçta da gol atamaması Fatih Terim açısından da dikkat çekici olmalıdır. Galatasaray defansif futbolun şampiyonu Lucescu zamanında bile her zaman en azından iki hücumcu ile oynardı. Gerets’in Hakan Şükür, Ümit Karan, Necati Ateş, Saşa İliç’i birlikte oynattığı günler çok geride kalmadı. Skibbe de çoklu forvetle oynardı. Bülent Korkmaz ile Rijkaard’ın son dönemlerinde yöneldiği tek forvet illeti ne yazık ki Fatih Terim’i de etkilemişe benziyor. Oysa Terim’in elinde Samsunspor maçında görüldüğü gibi Sercan gibi çok fonksiyonlu bir forvet var. Oyun stili olarak Arif Erdem’i çok andıran Sercan’ın Elmander’e attırdığı goldeki pası, potansiyelini göstermiştir. Golden sonra tribüne koşarken arkasından Elmander’in de geleceğini düşünüyordu. Arkasını döndüğünde tam tersi yöne yönelen Elmander’i göremeyince biraz hayal kırıklığına uğradı. Ancak daha sonra Elmander, Sercan’a olan teşekkürünü gösterdi. Sercan Galatasaray tribünleri tarafından çok sevilecektir. Elmander ise Liverpool’a sağ ayakla ceza sahası dışından attığı gole kardeş olarak, yine uzaktan solla benzer kalitede vuruş gerçekleştirdi. Uzun süredir ceza sahası dışından gollere hasret kalan Galatasaray için bu goller sevindiricidir.

21 Eylül 2011, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Selçuk İnan hariç...‘’

Galatasaray Başkanı Ünal Aysal, Selçuk İnan ve biraz da Sercan Yıldırım dışında İBB maçında oynayan tüm futbolcular ve teknik heyetin sözleşmelerini feshettim deseydi şaşırmazdım. Sezonun ilk maçında oynanan futbol Skibbe gönderildikten sonra Rijkaard’ın kısa bir dönemini saymazsak Galatasaray’a sirayet eden düşük kalitenin devamıydı. Yana ve geriye paslaşmaların damga vurduğu, ileride çoğalmanın sağlanamadığı bir futbol için Fatih Terim’i geri getirmeye, Melo, Eboue, Ujfalusi ve Muslera’yı transfer etmeye gerek yoktu. Yollanan Mustafa Sarp, Barış Özbek ve diğerleri aynı düzeyde futbol oynayabiliyorlardı. Bülent Korkmaz da aşağı yukarı aynı dizilişi tercih ediyordu. Oysa hazırlık maçlarında Fatih Terim’in takımının verimsiz yan-geri paslaşmaları geçmişte bıraktığını, beklerin katılımıyla kanat ataklarının yapıldığını, orta sahadan hızlı çıkışlarla rakiplerin üzerine yüklenildiğini gördük. O nedenle İBB maçının gerçek anlayışı yansıtmadığını düşünüyorum. Milan Baros dışında ceza sahasına ancak duran toplar ve 80. dakikadan sonra üç-dört kişiyle giden bir Galatasaray, Fatih Terim’in takımı olmamalıdır. Rakibin orta sahayı geçmesine bu kadar rahat izin veren anlayış Fatih Terim’in tüm bildiklerinin yadsınmasıdır. Hazırlık pası adı altında kaybolan oyun ritmi Fatih Terim’in kendini inkarıdır. Bu yüzden İBB maçının istisna olarak kalacağını öngörüyorum. Fatih Terim’in zevk veren futbolunda belirttiklerimin hiç birine yer yoktur. Yıllardır yazıyorum, Galatasaray gibi bir hücum futbolu geleneğinin tek santrfor denilen günümüz futbolunun habis hastalığından kurtulması gerekir. Yenilerden Selçuk İnan ve kısa sürede Sercan Yıldırım’ı beğendim. Selçuk İnan mükemmel oyunculuğunu Galatasaray’da sürdüreceğini, Sercan Yıldırım ise forvete hareket getireceğini işaretledi. Yekta Kurtuluş’a ise çok üzülüyorum. Kimse adını bilmezken Galatasaray’a önerdiğim Yekta her gün geriye gidiyor. Değişmezse, yıllardır hayalini kurduğu formaya Ocak’ta bile veda eder.

14 Eylül 2011, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI