‘’Artık Galatasaray konuşulacak‘’
3 Temmuz sürecinde Trabzonspor ile birlikte dimdik ayakta duran Galatasaray, futbolun daha fazla itibar kaybetmemesi için elinden geleni yaptı. Başkan Ünal Aysal ve Adnan Öztürk hem Galatasaray hem de ülke futbolunun tekrar doğru yolu bulabilmesi için ellerinden geleni yaptılar. Futbolun onuru yerine para ve menfaati ikame etme için oluşturulan utanç verici konsensüs’ün uzun dönemli zararlarını deşifre ettiler. İnsanlar kolay kolay dışa vurmasalar da Galatasaray gittiği her deplasmanda saygıyla karşılanacak. İtibarı dibin de dibiyle yarışanların şike vurgulu tezahüratı yasaklatma komikliğine gereken cevabı futbol severlerin tepkisini Türkiye stadyumlarında göreceğiz. Adı geçenlerin oynamadıkları maçlarda bile kulakları çınlatılırken, Galatasaray’a içten içe gıpta edenlerin varlığını hissedeceğiz. Galatasaray saygın konumuna uzaydan gelerek değil, evrensel hukukun ve vicdanının sesine kulak vererek ulaştı. Evrensel hukukun ne olduğunu kavrayamayanların Galatasaray’ı takdir etmelerini beklemek mümkün değildir. Bugünden itibaren ülke futbolunu babalarının çiftliği zannedip tarlaları sürenler, ekinlere başak tutturanların gittiği yolu tam tersine gidenlerin sığınacakları liman Galatasaray’dır. Koca koca başkanların şikeyi engelleyen maddeleri ortadan kaldırmak için lobi yapması zoruma gidiyor.
Yarından itibaren Galatasaray yönetiminin çabalarına Fatih Terim’in önderliğindeki futbol takımı da eşlik edecek. Futbolun unutulan güzelliklerini hatırlatacak temel değerler Galatasaray’ın oluşturulan yepyeni kadrosunda yatmaktadır. En çok da katkısının tam anlaşılamadığını düşündüğüm Elmander’den umutluyum. İri fiziğine rağmen ceza sahasında son derece hareketli olan Elmander, Galatasaray’da önemli işler yapacaktır. Ayrıca altı sezon önce Galatasaray’ın alamadığı Sercan Yıldırım’a güveniyorum. İlk kez beş sezon önce değerli okurum Yasin Ağer’in dikkatimi çektiği Engin Baytar da umarım futbola yoğunlaşır. Hocasına, takım arkdaşlarına saygı duyacak Engin yeniden doğabilir.
‘’Galatasaray bambaşka‘’
3 Temmuz 2011’den itibaren yaşananlar Galatasaray’ın bambaşka bir kulüp olduğunu gösterdi. Hiç bir şekilde bulaştırılamadığı kirliliğin yanısıra yayınladığı birbirinden değerli ve önemli iki bildiriyle ülke futbolunu fütursuzca kaosa sürüklemeye çalışanlara yol gösterdi. İlk bildiriyle karar vermeme kararını verenlere tarihi uyarısını yaptı. İkinci bildiriyle de karar alamayıp, ipe un serme stratejisini benimseyenlere hakettikleri cevabı ulaştırdı. Yalnızca ikinci bildiride şikeyi sistematik yaptığı düşünülenlerin anlık hırslarına kapılan kişiler gibi gösterilmesine katılmıyorum. Bunun dışında dört dörtlük bir çıkıştı. Ve isyanın ne kadar haklı olduğu üç gün sonra gelen UEFA müfettişinin Beşiktaş’taki savcılığa ulaşmasıyla kesinleşti. Türkiye Futbol Federasyonu’nu muhatap almadan doğrudan savcıyla görüşülmesi ciddi bir durumdu. TFF kısa dönemde ne kadar itibar erozyonuna uğradığının ilk işaretini almıştır. UEFA kısa dönem bilgilenmesini TFF üzerinden değil adli makamlardan yapacağını belirginleştirerek futbolu yöneten ana kurumu eliyle bir kenara itmiştir. Savcı’nın İsviçre’ye dönüşünün hemen ardından gelen ŞL’ye katılacak takım değişiklikleri Galatasaray’ın işaret ettiği tehlikenin ne boyutta olduğunu göstermiştir. Bildiriler dikkate alınsa “bizi düşürün” vodviline gerek kalmadan uygulamaya geçilirdi. Düşürme talebini yazılıya çeviremeden lafla peynir gemisi yürütmeye çalışanlar bu kadar zor duruma düşmezlerdi.
Galatasaray futbolun alt-üst ediliş sürecinde adeta bir kutup yıldızıdır. Karanlıkta yolunu kaybedenler eski gemicilerin yaptığı gibi durdukları yeri belirlemek, ulaşacakları menzile ulaşmak için Galatasaray’ı göre tavır belirlemek zorundadır. Galatasaray’a kızarak, taraftarının UEFA’ya yolladığı binlerce dilekçe ve mektubu suçlayarak kimse kendisini temize çıkaramaz. Kulüp dimdik ayakta dururken, taraftarı da uluslararası mekanizmaları harekete geçirme inisiyatifini bugüne dek en etkin biçimde kullanan topluluk olmuştur.
‘’Şike yapmayan aptaldır!‘’
Mehmet Ali Aydınlar, Türkiye’de yeni bir çığır açtı. Geçtiğimiz pazartesi akşam üstü yaptığı konuşmadan sonra, ülkemizde şike yapmayana aptal derler. Açıklama bölümünde “şike amacıyla yapılan ödemedir” yazmayan EFT, havale, çek ya da senetle desteklenmemiş hiç bir şike iddiasının kanaat oluşturmayacağı anlaşılmıştır. 26 klasör belgeye, basına yansıyan kan donduran dinleme çözümlemelerine rağmen şikenin tam varlığı kanaatine varamayan etik kurul kalkanının arkasına saklanarak futbol tarihinin karanlık günlerine start verildi. En temel dayanak olarak “soruşturmanın gizliliği nedeniyle savunma alınamaması” gerekçesine başvuran beş hukuçu üyeden oluşan etik kurulunun mesleki formasyonu konusunda kuşkularım var. Ya da amaçları minareye kılıf uydurmakla sınırlı. Etik kurulunun gerekçesini çürütmek kolay. 26 klasör belgenin federasyondaki kozmik odaya iletildiği günde de soruşturma gizliydi. Eğer bu gerekçe geçerli idiyse etik kurulu 15 günü aşkın sürede ne için inceleme yaptı, değerlendirmelerde bulundu. Şikeye yönelik değerlendirmeler yerine 15 gün boyunca topu taca atacak çalışmalara mı yoğunlaştılar? Şike kanaatine varmaları durumunda oluşacağını düşündükleri ortamın sorumluluğundan mı uzak durdular?
15 Ağustos 2011’den itibaren Türkiye Futbol Federasyonu’nun ülke futbolunu yönetme iradesinin ortadan kalktığı nettir. Federasyon’un başının sıkıştığı zor anlarda karar almak yerine topu adli mekanizmaya atması kendisini inkar etmesidir. Mehmet Ali Aydınlar kısa sürede federasyon başkanlığını bırakıp üyesi olduğu kulübün başına geçerse kesinlikle şaşırmam. Uzun vadedeki hayaline ulaşmak için, oturduğu koltuğun ağırlığına uygun davranamayan kişi damgası yemek Aydınlar’ın içine sinebilir. Ancak böyle bir federasyon başkanı benim içime sinmiyor. Zaman kazanmak amacıyla atılan adımların ne kadar tehlikeli olduğunu Süper Lig başlayınca göreceğiz. Bundan sonra olay çıkan değil, olay çıkmayan maçlar istisna olabilir. Bataklıktan çıkmak kim bilir kaç yılımızı alacak?
‘’Şike içtihatı‘’
İçinde büyük takımların da bulunduğu çok sayıda kulübü ilgilendirdiği için şike soruşturmasında karar alma süreci uzuyor, sulandırılıyor. Medyada boğazına kadar pisliğe batan, aslında adı arapçada “temiz” kelimesinden gelenler, başkanların manevi kızları, telefonla yalan haber yazma talimatına “başüstüne, emredersiniz” diyenlerin sesleri giderek gürleşiyor. Utanıp yüzleri kızaracağına, köşelerine çekilip nedamet getireceklerine her gece ekranları teşrif ediyorlar. Hukuk ve vicdana sığmayan biçimde kamuoyu yaratılıyor. Savcı ile görüşüp, gördüklerinden ürken federasyon başkanı, söz konusu formasını giydiği takım olunca susuyor. Varlığı, muhatabına ulaştığı tartışmalı bir mektup fotokopisi nedeniyle “kupasını geri alırız” diye rakibinin üzerine çullanıyor. Gerçek olsa dahi teşvik iması çok zorlama ifade nedeniyle, pisliğe bulaşmamış kulüp bir hafta boyunca hırpalanıyor. “Ben battım, o da batsın” stratejisine kuvvet veriliyor.
Oysa çok değil üç sezon önce, bırakın 26 klasör ön belgeyi, tek bir A4 kağıdına sığacak iki telefon konuşmasıyla Mezitlispor ile Ceyhanspor, adli süreç beklenmeden, mahkeme kararı kesinleşmeden, şike tahkik kurulunun kanaati ve Türkiye Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu kararı ile küme düşürüldü. Yeni yapılanmada şike tahkik kurulu yok, onun yerine etik kurul var. Eğer devlette devamlılık ilkesi geçerli ise tartışmalı durumlarda içtihat de yasa kadar bağlayıcı ve geçerlidir. Daha önceki federasyonlar tarafından verilen Mezitlispor-Ceyhanspor maçı bir içtihattir. Federasyon için yol göstericidir. İki takımın 3. Lig’den düşürülmüş olması bugün verilecek kararı etkilememelidir. Palavra bir kavram olan “marka değeri”, futbolun ekonomisi öne sürülerek geçmişte alınan kararlar sündürülmemelidir. Etik kurulu’nun kanaati ve hukukçu üyelerin belgeleri değerlendirdikten sonra varacağı karar nihai niteliktedir. “Şike olduğu kanaatine vardık” derlerse atılacak adım nettir. Tersi durumda 9 Eylül 2011’de Lig’imiz kaldığı yerden devam eder.
‘’34'te 34‘’
Galatasaray’ın Inter ve Liverpool karşılaşmalarını seyrettikten sonra 34’de 34 yapmasının mümkün olduğunu düşündüm. Oynanan futbolun doğal karşılığının oynanacak tüm lig maçlarını kazandıracağı izlenimine rağmen en güçlü takımların bile tüm 90 dakikaları önde bitirmesi olanaksızlığıyla beklentimi
düşürdüm. Galatasaray, Fatih Terim’in istediği transferleri yaparsa Mayıs ayını namağlup şampiyon bitirir. Bu öngörümde şike yapan takımların düşürülmesi veri olarak alınmamıştır. Onlar düşürülmese dahi Galatasaray tarihinin en parlak sezonlarından birine adaydır. Futbol açısından böylesine umut veren takıma karşılık yönetim konusunda ciddi eleştirim var. Yaşanan tartışmaları doğal ve yararlı görüyorum. Galatasaray’da başkan majör figür, diğer yöneticiler ne kadar ön plana çıkarsa çıksın minör figürlerdir.
Her zaman majör’ün dediği olur. Ancak Fatih Terim’in olduğu yerde bir istisna yaşanır, doğal olarak o da majör düzeyindedir. Günümüzde Galatasaray’da iki majör vardır. Olaya böyle baktığım zaman majör-minör tartışmalarından çekinmiyorum. Tek bir majör tüm minörlerin toplamından daha büyüktür. Bazı taze ve tecrübesiz yöneticilerin yaptığı çıkışların günlük dalgalanmalardan öteye geçmesi mümkün değildir. Biraz kişisel tatmin, biraz da “beni de adam yerine koyun”un ötesine geçemez. Yalnızca iki majör arasında kavga çıkarsa korkmak gerekir. Benim yönetimsel eleştirim Galatasaray’ın yönetim kurulu toplantılarının
büyük çoğunlukla Ünal Aysal’ın sahibi olduğu Les Ottoman’s ve Unit Akmerkez’de yapılmasıdır. Galatasaray, kulüp binasından yönetilir. Arada bir Florya, Galatasaray Adası, Kalamış ile binicilik tesislerinde toplanılır. Ama sürekli biçimde kulüp merkezi dışında yönetim toplamak Galatasaray geleneğinde yoktur. Adnan Polat Polat Holding’de, Özhan Canaydın Bursa’daki fabrikasında, Mehmet Cansun Kamera Reklam’da, Faruk Süren Makina Takım’da, Alp Yalman Tatko’da yönetim kurulu toplantısı rutinleştirmediler. Ünal Aysal’ın da Galatasaray geleneğine uygun davranması gerekmektedir.
‘’Fatih Terim'in eli‘’
Futbol açısından yerle yeksan olmuş Galatasaray’dan kısa dönem beklentilerimi kafamda sıralamıştım.
1. Kaleciye pası temel oyun stratejisi haline getirme anlayışı ne olacak?
2. Dünya’nın en kötü korner kullanan büyük takımı Galatasaray’da neler değişecek?
3. Geriye ve yana oynamaktan insanları hayata küstüren getiren manasız paslaşmalar engellenecek mi?
Bir teknik direktörün kısa dönemde sorunları görüp tedaviye başlayacağının sinyalleri en belirgin yanlışlara yapılan müdahalelerde anlaşılır. Herkesin ortak tespitlerine dokunulduktan sonra diğer konulara geçilir. Twente ve Inter maçlarında gördüğüm kadarıyla Fatih Terim’in eli bu üç belirgin soruna da değmiştir. Her maç gerekli gereksiz biçimde kaleciye yapılan ortalama 15 pas’ın üç civarına indiğini gördüm. Artık kaçınılmaz pozisyonlarda kaleciye pas veriliyor. Yalnızca bu istatistik bile Galatasaray’a ilişkin umudumu artırıyor. İkinci olarak Selçuk İnan’ın kullandığı kornerlerin yarısından fazlası Galatasaraylı oyuncularla buluşuyor. Geçtiğimiz yıllarda tüm 90 dakika boyunca bir kez bile takım arkadaşlarına gitmeyen korner atışlarından kurtulmaya başlandı. Hızla Galatasaray kalesine dönüp gol yediren ön direk kornerlerine bir kez bile rastlamadım. Ön direğe adam yerleştirmeden kısa korner atmak Galatasaray’ın müzmin derdiydi. Selçuk ise içe, dışa kavisli, sert-yumuşak, orta ve uzun mesafeli kornerler kullanarak insanları rahatlattı. Burada kornerlerde tercihin hoca tarafından belirlendiğini bir kez daha gördük.
Son olarak ise orta sahadaki yana ve geriye paslaşmalarla oynanan kağnı hızındaki futbol nihayet geçmişte kaldı. Topu ayağına alan oyuncu ilk olarak ileriyi düşünmeye başladı. Hazırlık pasları adı altında sunulan utanç verici ilkel futbol stratejisini Galatasaray’daki çöküşün önemli bir göstergesiydi. Fatih Terim, Hasan Şaş ve Ümit Davala’nın kısa dönemde yaptığı bu değişiklikler Galatasaray’ın geleceğinin aydınlık olacağını gösteriyor. Yakın zamanda diğer sorunların da çözüleceğini işaretliyor.
‘’Aysal'ı dinlediler‘’
Galatasaray, isminde “şike” kelimesinin hiç bir harfinin yer almamasının mutluluk ve yol göstericiliğini yaşıyor. Ünal Aysal imzasıyla 12 Temmuz 2011’de yayınladığı ateşin üflemekle sönmeyeceği bildirisinde ne söylendiyse bir bir yerine getiriliyor. Başta federasyon olmak üzere bazı kulüp başkanları Ünal Aysal’a yönelik yaptıkları gereksiz, samimiyetsiz ve oportünist karşı çıkışdan utanmaya başladılar. Beş gün içinde gelişen olaylar Galatasaray ve Ünal Aysal’ın futbolu kurtarmaya yönelik hamlesinin doğruluğunu kanıtladı. UEFA yönetimiyle Nyon’da yapılan görüşmeler adeta Galatasaray bildirisinin resmi tutanağa geçirilmesiyle sonuçlandı. Şikenin resmi sonuçları ne olursa olsun, bazı insanlar açıktan itiraf edemeseler bile Galatasaray farklılığını ortaya koymaktadır. Bunu sarı-kırmızı yeni sezon formalarının tanıtıldığı Galatasaray Lisesi’ndeki törende canlı olarak yaşadım. Katılan herkes boğazına kadar çamura batan rakiplerin yanında Galatasaray ismini bırakın tek bir hecesinin bile ortalığa saçılan iddialar arasında yer almamasınından mutlulardı. Bu yüzden Türkiye’de futbolun kurtuluş reçetesi Galatasaray Lisesi’nde yazılacaktır.
Bu arada geçen hafta yazdığım yazıdaki bir yanlış anlamayı düzeltmek isterim. Ünal Aysal’ı federasyonun ilk gün yaptığı “Her şey güllük gülistanlık, süper kupayı Beşiktaş-Fenerbahçe oynayacak, Süper Lig zamanında başlayacak” açıklamasına katıldığı izlenimine kapıldığım için eleştirmiştim. Ancak Ünal Aysal yazımı gazeteye yolladıktan sonra, kulüpler, federasyon ve kamuoyunun şike olgusunu ters yüz eden açıklamasını yaptı. Eğer Ünal Aysal sessizliğini bozmasaydı Galatasaray tarihinin en çabuk yıpranan başkanı olacaktı. Son olaylar Ünal Aysal’ın politika geliştirmedeki usta bir stratejist olduğunu gösterdi. Bu yüzden kendisine olan saygımın bir kat daha arttığını belirtmeliyim. Bunda futbol yönetimine sonradan girmiş olmanın verdiği avantaj yatabilir. Vıcık vıcık ilişkiler yerine olaylara soğukkanlı bakabilmenin katkısı görülüyor.
‘’Şike eskiden de suçtu‘’
Aziz Yıldırım’ın tutuklanmasına kadar varan şike olaylarında yanlış bir algılama var. 14 Nisan 2011’de çıkan yasadan önce şikenin adeta suç olmadığı gibi bir izlenim yaratılıyor. Oysa Türkiye’de şike her zaman suçtu ve daha önce de takımlar küme düşürülmüştü. Örneğin Kasımpaşa ile Karşıyaka 1960’ların başında şike yaptıkları için küme düşürüldüler. Karşıyaka mahkeme kararıyla döndürüldü. O zaman da böylesine kanıtlar olmadan kanaatle karar verilirdi. Artık atasözüne dönüşen “Rüşvetin belgesi mi olur?” saptamasında olduğu gibi şikede de ancak gazetelere yansıyan iddialar olabilir. Yoksa kimse başkanlar, teknik direktörler, menajerler ve futbolcular arasında noter onaylı maç satış sözleşmeleri aramasın. Tüm dünyada şike suçunda temel ölçüt kanaattir. Futbolu yöneten kurumlar maçların anlaşmalı oynandığına kanaat getirilerse kesin kararlarını verirler. Yoksa hiçbir takım için şike kararı vermek mümkün değildir.
Bir de şikeyi yapanların kişisel suç işlediklerine, takımlarını bağlamadıklarına dair kamuoyu oluşturulmaya çalışılıyor. Taze başkan Mehmet Ali Aydınlar da kulüp aidiyeti nedeniyle buna sığınma ihtiyacı duyuyor havasında. Ancak seçilmiş başkan ve yöneticilerin yaptığı şikeler bal gibi kulüpleri bağlar. Nasıl federasyon seçiminde attıkları oyları kulüpleri adına kullanıyorlarsa para gönderip, satın aldıkları maçları da temsil ettikleri dernek kuruluşunu bağlayacak biçimde yerine getirmiş olurlar. M. Ali Aydınlar’ı seçen iradeyle maç satın alma tercihi hukuken eşittir. Aksi durumda hiç bir takıma şike yaptırımı uygulanamaz. Neyse ki UEFA ve FIFA olaya M. Ali Aydınlar penceresinden bakmıyor. Futbolun evrensel yöneticileri şikenin ruhunu çok daha iyi kavrayıp gereken kararları alabiliyorlar. Yerel düzeyde gösterilemeyen cesaret eksikliğinin uluslararası düzeyde kabul görmeyeceğini belirtmek kehanet olmayacaktır. Son olarak Ünal Aysal takındığı tavırla taraftar gözünde büyük itibar erozyonuna uğruyor. Çelebilik ile teslimiyet arasındaki ince çizgiyi bilemiyor.