‘’Nereden nereye?‘’
Fenerbahçe’lilere kapalı derbi öncesi, düşünmemek mümkün mü ‘Nereden nereye?’ diye. Bütün renkler kirlendi, önceliği beyaza verdiler. Sporda da tüm branşlar kirlendi, önceliği futbola verdiler! Gençliğimde Fenerbahçeli dostlarla yanyana izlerdik derbileri. Zamanla aramıza, Fruko’lar girdi. Sıra tribünlerin ayrılmasına geldi, ardından misafiri kafese soktular ve sonunda kafese dahi sokmaz oldular!
Keşke marka olmasaydı futbol. Üstelik bu denli para kirliğine bulaşmasa, hırsa bürünmeseydi keşke.
Rekabet saha içinde ve yüreklerde yaşanır, dimağlarda kalan hoş bir seda olurdu karşılıklı kızdırmalar. ‘Seni sevmeyen ölsün’ esprisinden, senin için öldürürüm bağnazlığına koştuk beraberce ve dehşetin içinde kaldık! Tek taraf renkleriyle sınırlı derbi olur mu? Olurmuş!
Biri liderliği yakalamanın, diğeri korumanın peşinde. Birileri de egoizm dünyasını parlatmanın! O parlatma
koşusunun içinde pırıl pırıl insanları, milli formaya yıllarca hizmet edenleri, sadece kurumlarının değil ülkemizin de değerlerini karartma gayretleri ve acımasızlığı var! Varsın olsun... Olsun da birilerinin nurtopu gibi egoları doğsun!
Lütfi Arıboğan’a yapıştırılmak isteneni asla kabullenemiyorum. İnsanlar yanlışlarını örtbas uğruna gözünü karartır da ‘bu kadar mı karartır? Önce ezeli dostluğu, güveni bitirdiler, şimdi yetişmiş insanlarımızı ve değerlerimizi bitirecekler. Bize de 4-4-2 veya 4-1-4-1 mekaniğinden başka yazabilecek şey kalmayacak. ‘Derbiler insanlar için değil, hesaplar içindir’ dönemine çok az kaldı!
‘’Başkent eziyeti...‘’
Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin İstanbul-Ankara güzergahında sağladığı ‘Funtoro’ ile yolculuk keyfini, ‘Başkent eziyeti’ haline getiren bir 45 dakika. Aslında ikinci 45 dakikanın da pek tadı tuzu yok ama Emmanuel’in enfes golü eziyeti hafifletti! Olan biteni izledikçe düşünüyor insan ‘Bu eziyetin ulusal başarısızlıkların yanısıra, Türk Futbol’una ekonomik maliyeti ne?’ Sistem, tempo, organizasyon, pas, şut özürlü ‘kekeme’ bir top oynaşmasıdır, şu ‘futbol’ diye alayımıza yutturulan. Bir tarafta delibalta, öte yanda da körbalta! Şaşmayın, teşbihte hata olmaz işte anlayın.
Elmander’i aradı Galatasaraylılar. Evet Baros ve Sercan çok hareketli, çabuk, iş bitiren modelde ama torkları düşük. Aykut ikisine de yetti de arttı zaten. Üstelik bu ikiliye orta alandan zerre kadar destek de gelmedi. ‘Kendin pişir, kendin ye’ sistemi de, arkadaşların işi değil, servis yoksa onlar da yok. İspanyol Riera ve ‘baydın be’ Aydın zaten yok... E Elmander de yok... İyi ki kısmen de olsa Eboue ve Melo var. Selçuk mu? Oyunun içindeki stepnedir arkadaş. Baş köşede duran ‘yangında ilk kurtarılacak’ dolabın az hareketlisi gibi! Galatasaray ilk yarı Tum ‘bum-bum’ olmasa iki kez çıkartırdı topu Muslera’nın arkasından. O kafayı vurduran ve ıskayı sağlayan Manitu’nun primi de yazılmalı ve bir hayır kurumuna aktarılmalı. Hatta duruş, bakış, kademe hatası yapanlarınki de! Başkent eziyetinin hiç mi iyi tarafı yok peki? Elbette var. Önce Cavcav’ın genç Çapa’sı, ışıltılı çocukları ve ‘Funtoro’ ile İstanbul’a dönüş keyfi. Sonra mı? Galatasaray’ın 3 puanı almış olması sonucu, Fenerbahçe müsabakasıyla sağlama bağlanabilecek liderlik umudu keyfi. Umutlar umut da, Galatasaray’ın futboluna ve üretim değerlerine bakınca yürekler galiba biraz buruk!
‘’Asıl sorun!‘’
Yıllarca ne Galatasaray futbolcularının, ne de kaptanlarının sıkça değiştiğine ve her fırsatta yenilendiğine hiç şahit olmadım. Üstelik yaşanan başarısızlıklara, kazanılamayan şampiyonluklara karşın. Fatih Terim’in o dönem futbol takımı kadrosunda hem futbolcu, hem de kaptan olarak bulunduğunu ve jübile kararı aldığı güne kadar da sabırla, nezaketle camianın ve taraftarın bağrında barındırıldığını anımsayın. Başarıya giden yolculuğun temeli de bu anlayış ve devamlılık ilkesine sadakat sayesinde atıldı. Alp Yalman dönemi kriterleri, doğru bütçe ve tutarlılık Avrupa’da hızla yol alma sürecini başlatmış ve UEFA kupasına kadar varılarak, Süper Kupa’yla da taçlanılmıştır. O dönemde Galatasaray kadrolarını bir çırpıda saymak işten bile değildi. Ya sonra?
Galatasaray futbolcularını şaşırmadan sayabileceğin alnını karışlarım! Bu vaziyet sadece sportif başarısızlık değil, ekonomik çıkmazlara da çanak tutmuş, kulüp bütçesi darmadağın olmuştur. Üstelik yağmur gibi yağan gelirlere rağmen. Kaç trilyon ya da milyon dolar kazanıldıysa, daha fazlasını har vurup harman savurmayı başardılar. Peki böylesi harcamanın sağladığı bir başarı var mı? Yok. İşte bu nedenle Adnan Öztürk’ün Hürriyet gazetesinde okuduğum düşüncelerini büyük ölçüde önemsiyorum.
Sivasspor müsabakasını izlerken de bu tespitlerin ne denli doğruları vurguladığını, düşünmeden duramadım. Galatasaray ‘yap-boz’ standartlarında doğruyu bulmaya çalırken, bilindik değerlerinden de tavize devam edip milyonlarca dolar masrafla geriye doğru gidiyor. Sadece Galatasaray’ mı? Türk futbolu da!
Onca transfer, bunca olanak ve harcanan deli paralara rağmen, sahada temposuz ve arayış peşindeki kimliklerin oluşturduğu kalabalıktan ötesi görülemiyorsa, hiç kimse ne kendi kendini, ne de camiayı kandırmasın.
Asıl sorun geleneksel Galatasaray anlayış ve kriterlerinin kaybı ve hovardalık kriterlerinin egemen olmasındadır. Görmüyor, belki de görmek istemiyorlar!
Oğuz Dizer
‘’'Pert' olurdu!‘’
Belli! Dün gecenin mönüsü ‘çok forvetle çok gol bulunur mu acaba?’ merakı ürünüydü. Elmander ve Baros’un iştahlı, araştırıcı kimliklerine, iki kanat Riera ve Kazım beklenen uyumu sağlayamayınca, ‘çok forvet-çok gol’ hesabı da tutmadı. Aslına bakarsanız Galatasaray’ın beklenen düzeyde pas trafiği de yok. Koskoca 90 dakikada doğru üretim az ve bölük pörçük örnekleniyor. Yani böylesi düşük tempo, Galatasaray markasına yakışmıyor.
Elmander gerçekten özverili bir futbolcu. Engin’in attığı avantür tadındaki, çeşit çeşit aksiyonlarla bezeli Galatasaray golünde büyük katkısı var Dermander’in. Sivasspor hücuma çıktığını zannederken, topu kazanan ve Balta’ya asist olanağı hazırlayan isim oldu İsveç’li. Engin’le 1-0. Takım organizasyonu değil, futbolcu aksiyonu! Baros gol kadar penaltı da aradı. Birinci ve ikinci davet teşebbüsleri tutmadı ama sonunda Borjan harbi dalınca haklıydı, çaldı Yıldırım penaltıyı. Çek tavana çaktı 2-0.
Rahatlık yaramaz ya bazılarına, galiba Galatasaray’a da. Çalımbay oyuncu değişiklikleriyle renk, Erman’da durumu 2-1’e getirdi. Ardından önce Engin, sonra Elmander kırmızı kart marifetiyle gitti. Sivasspor golü gelip, iki futbolcu da gidince Galatasaray’a gerilim geldi tabii.
Bülent Yıldırım birçok hakem’in ‘pert’ olabileceği ciddi kazalardan hemen hemen sıfır hasarla tertemiz sıyrılmayı becerdi. Ne kararlarına, ne de kartlarına söylenebilecek tek kelime dahi yoktur. Kutlamak lazım Yıldırım’ı.
Galatasaray zor gecede, ciddi bir rakipten 3 puan kazanarak, yolda kalmayı becermiş, ama gönüllerdeki Cim Bom futbolunu becerememiştir!
‘’'Ar' perdesi!‘’
Muslera, Semih, direkler mutlak gollere set çeken engeller. Galatasay genelde kabul gören, sallama kısmı da skora göre belirlenecek yapıda bir kadroyla başladı.. Ama be birader; sol cenah en önden en arkaya, aradakiler de dahil öyle bir fısladı ki! 90 dakikanın sonunu beklemeye gerek kalmadı!
Ayhan, Balta, Engin ismen zengin ama gecenin futbol fakirleri. Muhtelif yerlere serpiştirilmiş olsalar belki idare edilecekler de 3’ü biryerde! Seçuk malümunuz zaten! Yavaş, temposuz, niyeti belirsiz. Bekleyeceğiz! Yani bunca masraf, onca hava sonrası Dolmabahçe Sarayı bahçesinde ince hastalığa yakalanmış şehzadenin dolaşmasından pek farklı bir tempoda değildi Galatasaray futbolcu etkinlikleri!
Beraberlik ne Beşiktaş ne de Galatasaray’a yaramazdı. Bu gerçeğin farkında olan ev sahibi, daha realist ve golü düşünen tavrıyla her şeyi denedi ama Muslera’yı geçmeyi beceremedi.
Beşiktaş taraftarı sosyal etkinliler adına alkışlanacak işler yapıyor. Bravo... Ama sahadaki sporcu emeğine atılan maddeler, o reva görülen küfürler de ne? Öyle veya böyle mükemmel bir hakem, centilmence oynamaya çalışan futbolcular, 100 yılı aşkın muhteşem rekabet var... Son ana kadar Beşiktaş golün peşini bırakmıyor ama olmuyor... Galatasaray direniyor... Van için tribünler birleşiyor...
Veeee sonunda allem edilip, kallem edilip rezilliğe çanak tutulup, küfürle perde iniyor...’Ar’ perdesi!
‘’Kuşkunuz olmasın!‘’
Henüz pist başında spin atmak talihsizlik ama gereği gibi hazırlanmış, tüm önlemlerini almışsan yarış süresinde toparlanır, öne geçerek avantaj da yakalayabilirsin. Bizimkiler spin atarak başladı! İlerleyen dakikalarda da, bu yarışa hiçbir şekilde hazır olmadıkları anlaşıldı. Çabuk oynamak başka, telaş bambaşka! Telaşlıydı bizimkiler. Rakip savunma yerleştikten sonra gidiyorsan, top istediğin kadar sende kalsın. Hatta evine götür arzu edersen! Kişisel yırtınmalarla futboltif başarılara ulaşılamayacağını görmek için ille de, tomografi mi çektirmek lazım? Çocuklar bile görüp, dudak büküyor artık, tek kişilik didinmelere! Plansız, programsız, pas kültürü edinememiş, sallaparti orta himmetine sığınmış bir anlayış. Cilalı İbo, ağır siklet Yavuz Selekman’ı yerle bir ederdi ama o filimdi! Benzer çoktaaan pörsümüş senaryoyu, futbola uygulamaya kalkmak ve iri kıyım Hırvat savunmasını, Cilalı İbo senaryosuyla aşmaya çalışmak; nasıl bir filimdir? Rejisöre sormak lazım!
Bir orta alan kurgusu düşünün! Savunmaya zerre kadar katkısı yok. Hücum aksiyonlarına hiç yok. İki bek, fena teklemekte! E orada yok, burada yok. Ne bekleyeceğiz? Hırvatların atacağı golleri! Attılar zaten 1 değil, 2 değil, tam 3 tane. hem de 1 saat içinde! İki teknik adam modeli biri kulübenin içinde sfenks gibi, diğeri pistte futbolcularıyla beraber ter dökeni. Sporcularıyla beraber yaşayan kazanacak tabii.
Türk futbolu rezil bir süreci yaşamakla kalmayıp, sindirim problemi tüm olumsuzluklarını da yansıtıyor. Çıkan gazdan yalnızca futbol camiası değil, saf ve bakir vatandaş da nasipleniyor! Bu denli para bolluğunda ve böylesi müthiş güven bunalımı ortamında hayallere dalıp başarı beklediğimiz için, hepimiz suçluyuz. Gerçeklerle yüzleşmekten korkmaya devam etikçe de, suçumuz ve başarısızlıklarımız daha da büyüyecek. Ve bir gün tamamen patlayacağız. Kuşkunuz olmasın!
‘’Çalışmamış!‘’
Galatasaray’ın hazırlık dönemi dahil, birbirini tutmayan oyunlar sahnelemesi, şunu düşündürdü “Terim çalışmamış!” Evet, hazırlık dönemi ve ligin geride kalan haftaları sonunda, Terim’in futbolla pek ilgilenmediği ve dersine de çalışmadığı ortaya çıktı. Çünkü futbolla yaşasa, Galatasaray’ı yeterince düşünüp planlarını yapmış olsa, durum böyle olmazdı.
Futbolda başarısız sonuçlar, umulmayan skorlar elbette olur, olacak da... Ama yarış esnasında kararsızlık, belirsizlik ve dengesiz kadro yapıları olmamalı. Böylesi zafiyetler Terim’in kimliğine de kariyerine de yakışmıyor. Hoca’nın geçmiş başarısız sezonlar gözlemleri değil, duyguları yönünde kadro yaptığını ve ezbercilikten kurtulamadığını zannediyorum.
Berbat geçen Antalyaspor müsabakasını hatırlarsınız. Çorbadan farksız yapılanma, göreve değil adama göre mevki paylaştırma ve hüsran. Skor nedeniyle değil, futbol değerleri açısındandır ‘hüsran’ yakıştırmam. İki ön libero belli, sonrası harman yeri! Solda Aydın, sağ yanda Elmander, uçta Baros ve arkasında da Eboue! Bu kurguyu yeme de, yanında yat!
Bir de geldiği günden beri sanki hava değişimindeymiş gibi sallanan Selçuk var. Numune-i kibar! Risk almaz, mücadeleye girmez, adam eksiltmez. Alan değiştirdiğini, arkadaşlarına ferahlık ürettiğini gören var mı? Ben hiç görmedim, sen gördün mü Turgay ağbi? Sonra hemen her serbest vuruşun başında! Zeplin’in havada asılı kalması gibi top kullanma ve ‘lop’ inen topu rahatça karşılayan savunma. Kaleciliğinde böyle gelen toplara bayılırdın di mi, Turgay ağbi?
Büyük Kaptan’ı anımsayınca Galatasaray’ın mevcut kaptan enflasyonu da geldi aklıma! Tarihinin en büyük kaptan zafiyetini yaşatmak acaba kimin eseri? A-Yönetim, B-Teknik direktör, C-Futbolcular, D-Hiçbiri! Neyse hiçbiri de olsa bu arıza fena halde sırıtıyor ve Galatasaray’a yakışmıyor. Giderilmesi yönünde hiçbir çaba gösterilmediği gibi, rekor sürede pazubandı takan isimlere de şahit olunuyor. Geçmişte kaptanlık tarih yazanlara verilirdi, şimdi koridorda rastlananlara mı?
Terim şikayet etmiş “Sercan, Emre Çolak, Aydın’da keşke Semih kadar çalışkan olsalar!” diye. Semih iki haftadan beri mi çalışıyor, ya da diğerleri iki haftadan beri mi çalışmıyor? Galatasaray’ın ciddi anlamda peşin hükümlerden, korumacılıktan, esas oğlan kriterlerinden kurtarılması gerek. Konsantrasyonun acilen davet edilmesi de elbette! Galatasaraylı sadece şutsuzluktan değil, şuursuzluktan da utanacak bu gidişle!
‘’Re re re-Ra ra ra!‘’
Riera ve Muslera Galatasaray’ın diğer ‘ra’ları! İspanyol aşısı tutmadı bir türlü. Muslera için de demiştim zaten ‘çıkmazsa bir, çıkarsa iki türlü!’ Ya Riera? Hücumda yok, savunmada yok, defosu mu? Çok. Orta alanda kaptırdığı top uzadı MİY pozisyonu oldu. Muslera da öyle çıktı ki, bir penaltı ilmuhaberi göndermesi eksikti! Aydınus aldı mesajı, penaltı. Muslera kurtardı. ‘Ra’lar haltlarını kendi temizledi yani!
Nasıl iştir anlamadım! İleride çoğalamayan, pozisyon bulamayan, üretim arızalı bir Galatasaray. Kazım orta alanda çadır kurmuş. Sabri ne yapar anlamak mümkün mü? Bir gün ya Metin Oktay gibi ağları delecek, ya da kale arkasından birini götürecek! Ortası yok. Sağlam İdman Yurdu’nu ‘Savaşyurdu’na çevirmiş. Saray’ı talan ediyorlar, ‘gık’ diyen yok! Kaçan penaltı, Nduka’nın milleti sandukalık eden pozisyonu, Semih’in Nobre’yi verem eden hamlesi hep Savaşyurdu etkinlikleri. Üretimsiz, bereketsiz bir Sarı-Kırmızı kalabalık. Üstelik pahalı bir kalabalık! Elmander, derman vermek için savaşıyor ama onun da talihi yaver gitmiyor! Ayhan 400. müsabakasına çıktı. Bırak oynamayı ömründe 400 maç bile seyretmemişler de Ayhan’a sallıyor! Zavallı futbol, zavallı Türkiye. Geçtiğimiz haftanın yıldızını kulübede tutup, hücum aksiyonlarını battal etmek, ya da bir ‘topkıran’a teslim etmek, nasıl bir ‘birbilen’ gafletidir? Selçuk hava değişimine gelmiş onbaşı görüntüsünden taviz vermezken, Eboue istediği kadar yırtınsın! Neyse Semih Kaya gibi bir kaya kazanılıyor da, insanın içi kısmen ferahlıyor.
Ayhan, Eboue, Melo etkinliklerinin, kurusıkı taraka’dan farksız kalması nedeni, Kayseri standartlarından vazgeçilmesidir. Sonuçta Savaşyurdu hışmından ‘ucuz kurtuldular’ da denilebilir. Rakibi çözecek formüller üretmekte sıkıntılıdır, re re re -ra ra ra’lar! Bayramınız kutlu olsun.