Arama

Popüler aramalar

‘’Bence!‘’

Bir anda havamız değişti. Önceki günkü maç gibiydik; sağanak yağmurlu ruh halinden güneşli havaya geçtik bir anda. Şimdi herkes daha umutlu bakıyor turnuvanın geri kalan kısmına.
Peki ne öğrendik bu iki karşılaşmadan...

1. Futbolda yenilik arayışı iyi bir şeydir, ama her zaman illa mucit olmak gerekmez.
2. Macera aranacak yerler büyük turnuvalar değil, ondan önce yapılan hazırlık maçları ya da özel turnuvalardır.
3. İnat futbolda genel olarak iyi netice vermez.
4. Aklın yolu birdir, zoraki olarak ikinci, üçüncü yolları aramanın alemi yoktur.
5. Büyük turnuvalarda milli takımlara o formayı giyebilecek en iyi futbolcular çağırılır.
6. Kadro oluşturulurken kaprise, takıntıya, kızgınlığa yer yoktur. (Bu dersimiz, ileriki günlerin müfredatında)
7. Futbol, üzerinde düşünülmesi, çok çalışılması ama oynarken de biraz da şansa ihtiyacınız olan bir oyundur.
8. Futbolda risultato importante dir, ama insanlar, yenilseler bile seyrettiğinden de keyif almak ister.
9. O rakip zor, bu rakip kolay denecekse çok da fazla atıp tutmanın alemi yoktur.
10. İndiana Jones macera filmidir ama en nihayetinde filmdir. Futbolda İndiana Jones olmaya çalışmanın gereği yoktur.
Capisci...

13 Haziran 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yapabiliriz yapacağız‘’

Öyle bir yağmur yağdı ki, daha oyunun 10’uncu dakikasından sonra futbol futbolluktan çıkıp başka bir şey halini aldı.
Taktik ve tekniğin bittiği yerden sonra, akıldı devreye girmesi gereken. Rakip, rakipten çok saha şartları olunca, bu şartlara uygun mücadele etmek gerekirdi sahada.
Bunu önce kavrayan da İsviçreliler’di . Topu kaldırıp uzun paslar ile defansın arkasına sarkıp, gole ulaşmayı başardılar. Hem de idman maçında olacak kadar rahatça. Bir attılar, bir de yüzde yüz kaçırdılar. Atan da bize Yakın dı, kaçıran da! Hatta, golün pasını veren de. Boynumuza geçen ‘Türk sicimi’ oldu ilk yarıda.
Öyle bir ilk yarıydı ki, kimse ne oynadığından bir şey anladı ne de oynanan oyundan.
İkinci yarının başındaki iki değişiklik, aslında saha şartlarının da getirdiği değişikliklerdi. Ağır zeminde kaybolan Tümer ile iri rakipler arasında kalan Gökdeniz yerine yapılan doğru hamle ve devre arası, zeminde aşırı derecede biriken suyu azaltma çabaları başka bir maç izlememize de fırsat tanıdı.
Top kontrolünün ilk yarıya oranla daha iyi sağlanması milli takımın da futbol olarak daha pozitif oynamasına olanak verdi.
Semih’in golünden sonra, güven bunalımını aştık. Oyunun son anlarında, Arda’nın İsviçreliler’in ayağına değerek filelerle buluşan vuruşu ise milli takımımızı bir anda çeyrek finalin en büyük adaylarından biri yaptı.
Türk’ün ayağından yıkılmışken, İsviçreli’nin topuğuyla Pazar’a umutla bakar olduk.
Yapabiliriz, yapacağız da...

12 Haziran 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kime karşı kolay?‘’

Veryansın medyası bizimkisi de, tıpkı her ülkede olduğu gibi doğal olarak. Siz bakmayın öyle çok bilirmiş gibilerin sürekli medyayı suçlamalarına, elin oğlu bizim gibi kibar davranmıyor bile.
İngilizler milli hoca Graham Taylor’a zamanında “Turp kafa” demişti, bir de turp gibi resmini koyarak, Almanlar, milli takımı olduğu gibi tek tek bira şişelerinin içine oturtmuştu. Fransızlar, Aimé Jaquet’e demediğini bırakmamıştı üstelik 1998 Dünya Kupası’nı kazanma yolundayken.
Portekiz karşısında alınan yenilgiden sonra yapılan yorumları okurken biraz da bunlar aklıma geldi.
Peki veryansın etmekte haksız mı yorumcularımız? Kadronun hatalı olduğu, değişikliklerin hatalı olduğu, birkaç isim dışında millilerimizin iyi oynayamadığı, şans yanımızda olmasaydı 5-6 yiyebileceğimiz, korkarak oynadığımız şeklinde yorum yaparken.
İşin doğrusu ve doğru olduğu için de üzücüsü, haklılar. Kullanılan dil, seçilen kelimeler üzücü olabilir ama haklılar.
“Portekiz’e karşı oynamak kolay değil” savunmasıydı dün teknik heyetimiz tarafından yapılan ama buradaki 16 takım içinde kaç tanesiyle oynamak kolay olacak merak ediyorum.
Güzel bir laf var “Gidişat güçleştikçe, güçlüler gitmeye devam eder” diye tercüme edilebilir. Peki hocamızın bu açıklamadan anlamamız gereken, bizden bir şey olmayacağı mı? Yoksa turnuva ilerledikçe yarı finale, finale gelindikçe her şeyin daha kolay olacağı mı? Almanya,İtalya, Fransa, Hollanda ya da İspanya ya da bir başkasına karşı oynamak bundan sonra daha mı kolay olacak.?
“Evet kötüydük ama daha iyisini yapabiliriz” demek, ya da “hepimizin hataları vardı ama bunlardan ders alıp en azından iyi futbol oynayacağız” diyebilmek çok mu güç.
Veryansın edilmiş milli takıma, milli hocaya. Normal..
Şimdi hatalardan ders çıkarma zamanı. Küsmek isterlerse turnuvadan sonra küsebilirler.
Açılışta seyrettiğimiz İsviçre ile Çek Cumhuriyeti yenilmeyecek takım değil. Ama önceki günkü oyunla değil.

Milli takımın oynadığı oyunun ruhu yoktu ya, işte tam da o ruh hali düzenleyici ülkeye de yansımış gibi (ülke dedim çünkü daha Avusturya’yı görmedim). UEFA’ya niye başvurmuşlar almak için, ya da UEFA bunlara niye vermiş garip. İsviçre Futbol Federasyonu halka alalım mı? diye sorsa muhtemelen “Hayır” cevabı çıkardı. Şehirdeki bir meydan dışında EURO 2008 burada mı anlayamazsınız. Başka ülkelerden gelenler olmasa iyice kasvetli olacak belli ki. Yunanistan ile ortak başvurumuz kabul edilseydi eğer bundan çok daha renkli ve cıvıl cıvıl bir ortam bulurduk kesinlikle. Bir gün sıra bize de gelecektir elbette. Peki o güne kadar neler yapmalıyız. O da yarın...

09 Haziran 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Taraf‘’

Taraf olmanın doğasında var ya hep maç başlamadan önce kazananın “Biz” olacağını düşünüyor insan. Rakip Portekiz, “İçimde bir his var, bugün iyi şeyler olacak”, rakip Almanya, “İyi takım ama kazanabiliriz valla”, rakip o ya da bu “İçimde bir his var ki...”




Ne olursa olsun, arada fark olsun ya da olmasın, içinde o iyi hisler hep vardır taraf olanların.
Ronaldo’nun dünya starı olması da fark etmez, kadrolarındaki diğerleri de...
Ancak, gerçekler ile duygular arasında fark oluyor elbette. Gerçekler, Portekiz’in bizden daha iyi bir takım olduğunu söylüyordu ve sonuçta kazanan da onlar oldu.
Türk milli takımı, gol yemeden geçirdiği süre dahil olmak üzere, oyunun hiçbir bölümünde rakibini rahatsız edemedi ve hiçbir bölümünde rakibinden daha iyi futbol oynayamadı.
Dünkü milli takımda başarı ile görevini yerine getiren ve akıllarda kalan dört etken; Emre, Kazım, Servet ve kale direklerimizdi.
Taraftar yanımız, duygularımız “yine de yapabilir, bu gruptan iki galibiyetle çıkabiliriz” diyor. Bakalım gerçekler neyi gösterecek.
Belki olmayacak duaya “amin” diyoruz ama, biz demeye devam edelim; olumlu düşünce, elektrik her zaman iyidir.

08 Haziran 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Amin!‘’

İngiltere’deki Avrupa Şampiyonası’ndan yani 1996 yılından Rüştü ile Fatih hoca kalmış geriye. Portekiz de ise kalan yok. (*) O maçı 1-0 kaybetmiştik ama oynadığımız oyun yine de mutlu etmişti bizleri. Aradan tam 12 yıl geçti. O zamanın çiçeği burnunda milli hocası kariyerinde patlamalar yapa yapa teknik direktörlük yaşantısına devam ederken kendine de tarz geliştirdi. Şu anda tartışmasız Türkiye’nin yetiştirdiği en başarılı hoca o. Ne Mustafa hocanın Avrupa Şampiyonası çeyrek finali, ne Şenol hocanın dünya üçüncülüğü onun milli görevdeki karizmasını geçemedi. Gerçi o turnuvada gol atamadan ve puan alamadan dönmüştük ama, hem Galatasaray’daki göz kamaştırıcı ilk dönemi hem de İtalya maceraları Fatih Terim’i milli kahraman yaptı. Şimdi 12 yıl önceki halinden çok daha deneyimli, çok daha karizmatik. Bu turnuva futbolcuların olduğu kadar onun da turnuvası artık...
Bu maç, turnuvaya iyi başlamak için çok önemli. Umarız öyle de olur. Tek endişem Sayın Başbakan’ın maçlara gelecek olmasıydı. Biliyorsunuz, kendisi Rize’li, takım düştü. Kasımpaşalı; takım düştü. Fenerbahçeli; takımın son düzlükte nefesi kesildi. Neyse ki, gelmekten vazgeçmiş. Bir de, çaktırmadan bu seferlik Portekiz’i mi tutsa acaba! Hani uğura, muğura çok meraklıyız ya ondan hatırlatayım dedim. Belli ki futbolda bu sene Sayın Erdoğan’ın senesi değil. İşin şakası bir yana, olur da yıldızları ile göz kamaştıran Portekiz’i yenebilirsek bu moral bize hayal bile edemeyeceğimiz başarıları getirebilir “Çılgın Türkler” Viyana’da 29 Haziran’a kadar gidebilir...
İlk gün yazısı fazla uzun olmaz! Yarından sonra, gittiğim maçlar kadar, izlenimlerimi de size yansıtmaya çalışacağım. Son noktayı koymadan önce sizlere çok beğendiğim bir duadan bahsetmek istiyorum. Bunu, sezon ortasında televizyonda izlerken, gerçekten çok keyif almış ve futbolumuzun gerçeklerinden biri olduğu için hafızama kaydetmiştim. Belki hatırlayanlarınız çıkacaktır, Boluspor bir deplasmana çıkmadan önce otobüsün önünde bütün takıma hitaben bir beyefendinin karşılaşmada uğur getirmesi için yaptığı bir duaydı bu. Çok kişi garip karşılamıştı ama, o kişi duasına “Allahım sen takımımızı Play-Off Finali’nde 2. dakikada 10 kişi kalmaktan koru” demeyi unutmasa nerdeyse tutuyordu. İşte o duadan esinlenerek bir milli dua yazayım dedim.
“Allahım, sen bugün ve daha sonraki günlerde takımımızı maça taşıyacak sonra otele döndürecek şoförümüze dikkatli olmayı nasip eyle/ defansımıza duran toplar başta olmak üzere her türlü rakip atakta gözlerini dört açtır / orta sahadan hücuma çıkarken top kayıplarına engel ol / Fatih hocamıza çıkarabileceği en iyi kadroyu çıkartmasında yardımcı ol / takıma koyup da kötü oynayacak olan futbolcusu varsa onun sahaya çıkmamasını sağla / futbolcularımızı sakatlık başta olmak üzere her türlü hastalıktan, gıda zehirlenmesinden, gece uykusuz kalmaktan koru / rakip futbolcuların futbolcularımızı sahada Garanti reklamındaki gibi görmesini sağla / seyircilerimize 90 dakika bağıracak kuvvet ver / sahaya yabancı madde atmamalarını, atarlarsa da tutturmalarını engelle / futbolcularımızın turnuvanın en beceriklisi, hocamızın turnuvanın en karizmatik hocası olmasını sağla / futbolcularımız en güzel oyunlarını oynasınlar ki fiyatlarını kat kat arttırsınlar (Nihat hariç) / hepsinin istediği takıma gitmesine olanak ver / hocamızı bir an önce İtalya’ya yolla / kupayı da biz kazanalım/ AMİN.
Önemli not: Lütfen her ‘/’tan sonra “Amin” deyiniz.



14 HAZİRAN 1996’DA NE OLMUŞTU? (*)

PORTEKİZ: 1 - TÜRKİYE: 0

ŞEHİR: Nottingham
STAT:City Ground
HAKEMLER: Sandor Puhl, Laszio Hamar, Imre Bozoky (Macaristan)
PORTEKİZ: Vitor Baia, Paulinho Santos, Fernando Couto, Joao Pinto (Hugo Porfrio dk.77), Ricardo sa Pinto, Rui Costa, Teixeira Dimas, Helder Cristovao, Antonio Folha (Jose Tavares dk.72), Paulo Sousa (Jorge Cadete dk. 65), Luis Figo
T. DİREKTÖR: Fatih Terim
TÜRKİYE: Rüştü Reçber (FB), Vedat İnceefe (Karabük), Tugay Kerimoğlu (GS), Alpay Özalan (BJK), Recep Çetin (BJK), Saffet Sancaklı (Kocaeli) (Tolunay Kafkas dk.63 (TS)), Ogün Temizkanoğlu (TS) (Rahim Zafer dk.46 (GB)), Oğuz Çetin (FB, Kaptan) (Arif Erdem dk.69 (GS)), Sergen Yalçın (BJK), Abdullah Ercan (TS), Hakan Şükür (GS)
GOL: Fernando Couto (dk. 66)
SARI KART: Vedat İnceefe, Tolunay Kafkas, Rahim Zafer, Abdullah Ercan (Türkiye) Paulinho Santos, Rui Costa, Luis Figo (Portekiz)

07 Haziran 2008, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hakan'ın zaferi‘’

Derbi öncesi böyle bir polemiği beklemiyordum gerçekten. Aklıma bir Galatasaray-Fenerbahçe maçına sayılı günler kala çıkabilecek çok tartışma geliyordu, ama bunu hayal bile edemiyordum.
Derbi öncesi maç yerine ‘Kutlu Doğum Haftası’nın konuşulacağını söyleseler inanmazdım, ama oldu.. Maç gitti, yerine Hakan’ın mesajı geldi.
Hakan Şükür, maça birkaç gün kala taraftara mesaj verdi: “Olay çıkartmayın, Kutlu Doğum Haftası’na yakışır şekilde maçı izleyin.” Bu mesaj nereden bakarsanız bakın enteresan bir mesaj.. Peki Hakan ne yapmak istedi?
Gerçekten kendisinin de bir gün sonra yinelediği gibi, taraftara yönelik masum bir mesaj mıydı bu? Yoksa kasıtlı bir eylem mi?
Neden vurguyu Kutlu Doğum’a yaptı da, “Bu hafta 23 Nisan haftası, maça gelenler çocuklarımıza iyi örnek olacak davranışlarda bulunsun” demedi?
Tepki gelmesini beklemiyor muydu? Yoksa tepki gelsin diye mi söyledi?
Neden yaptığını en iyi elbette kendisi biliyordur, ama bu açıklamadan sonra Hakan’ın Galatasaray’da en az bir yılı daha garanti altına alınmıştır kendisi tarafından.
Başkan’ı tarafından yapılan önümüzdeki sezonun planları içinde bulunmayan yıldız, şimdiden yeni sezonda kadrodaki yerini ayırtmıştır.
Türkiye’nin en büyük sivil toplum örgütlerinden biri olan Galatasaray, “Kutlu doğum yorumu yüzünden gönderildi” tartışmasına girmek istemeyecektir. Çünkü hâlâ oynamak isteyen Hakan, bu sezon sonu gönderilirse, belli bir kesim tarafından ‘İşte bu yüzden gönderildi’ kampanyasının açılacağı da, gün gibi aşikârdır.
O yüzden zafer Hakan Şükür’ün olmuştur... Bana göre önümüzdeki yılını, gönderilirse de kendi kesiminin kahramanı olmayı garanti altına almıştır.

24 Nisan 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’İşbirliği değil, iyi ilişki!‘’

Gazetecilik zor iş gerçekten, dışarıdan bakıldığında hiç de öyle görünmese de. Düzensiz çalışma saatleri, her gün yaşanan “ne haber bulunacak” stresi, haber atlama endişesi, manüple edilmeye son derece açık ortam, ilişkiler ve haberler; başedilmesi gerçekten zor bir yaşam tarzı.
Ve hayatı bu kadar zorlaştırmanın temel nedeni, bir haberi ilk vermenin verdiği büyük keyif. Bütün bu koşuşturmaya, gece geç saatlere kadar işyerinde kalmaya, karda-yağmurda kapı önünde beklemeye, en zor şartlarda elindeki makinenin deklanşörüne basmaya değen tek şey işte o his. İlk olmak ve olabilirse tek olmak.
Günümüz şartlarında gittikçe zorlaşan, zorlaştırılan bir duygu.
Bu coşku şimdi kaç genç gazetecinin içini ısıtıyordur kestirmekte güçlük çekiyorum açıkçası.
Günümüz gazetecisi, artık diğer gazetelerde çalışan meslektaşlarıyla yarışın yanında süratle gelişen e-gazetecilik ile de yarışmaya çalışıyor. Hızla yayılan ve düşen maliyetler ile kullanımı her gün artan internet ortamı gazete çalışanlarının en büyük rakibi. Televizyonlar, çeşit çeşit. Dünyanın öbür ucundaki bir olayı evinizdeki koltuğunuzda rahat rahat oturup izleyebiliyorsunuz.
Spor medyasına baktığımızda da durum farklı değil. Kulüplerin basın toplantıları kulüp televizyonlarından, maçlar yayıncı kuruluştan, anında bizlere ulaşıyor.
Pekii, farkı ne yaratacak bu durumda! Farklı bir yorum belki, belki gözden kaçan bir anda yakalanan bir resim karesi, belki de gizli tutulmaya çalışılan bir haberin yakalanması.
İşte günümüz spor gazetecisinin önceliği bunlar artık. Sıradanlaşan haber ve görüntülerin dışında bir şeyler bulma arayışı.
Bu arayış içinde zaman zaman hatalarımızın, yanlışlıklarımızın olduğunu kabul etmeliyim.
Ama kurumsallaşma yolunda dev adımlar attığını iddia eden dev camiaların, kasıtlı olarak yanlış bilgilendirme yapmasını da anlamakta güçlük çekiyorum.
Basın ile kulüpler arasında iyi ilişkiler kurulmasından yanayım ama, işbirliğinden değil.
İşgüzarlık yapılması ise hiç hoş değil!

06 Ocak 2008, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Keep Walking‘’

Adamlar “You will never walk alone” derken bizim “you will never walk again” diyecek halimiz yok herhalde takımımıza..
Beşiktaş zorlu bir dönemden geçiyor. İçeride ve dışarıda. Mazeret aramak isterse elbette bulur. Ama gerçekten bir şeylerin üstünden gelmek istiyorsa evvelemir biran önce kendi iç hesaplaşmalarını tamamlayıp yapılanmasını değiştirmesi lazım.
Şimdi tutup sizlere Liverpool maçından bahsedecek değilim. Onu zaten herkes yapacaktır. Ufak hata büyük hata, yapsaydı yapmasaydı, alan daralttı, koridor boşalttı bunları geçelim.Beşiktaş yarınlarına nasıl aydınlık çıkar ona bakılım.
Geride iki maç var, bunları kazanırsa zaten Avrupa’da şampiyonlar ligi olmasa bile UEFA da devam eder ama bununla da bitmez.. Bununla da bugüne kadar yapılan yanlışların üstü örtülmez, örtülse bile bir yerden açık verilir.
Birileri çıkıp da “Beyler bu kulübün adı BJK adını BÇK’ye çevirmeye çalışmayın” demezse, ya da “Burada başarı desibelle değil oynanan futbolla ölçülür” diye dikilmezse, ya da stadın en güzel yerlerini üç kuruşa kendi bekası için gruplara bırakmayı kesmezse o zaman bu büyük kulübün büyüklüğünden söz etmek oldukça zorlaşır.
Beşiktaş, Anfield Road da Liverpool’a yenilen ilk takım değil son da olmayacak, yenilen farkı o kadar da kafanıza takmayın, dert edecekseniz eğer bir şeylere Beşiktaş’ı nasıl Avrupa’nın büyükleri arasına sokarsınız onu dert edin.
Büyüklüğü yönettiğiniz takımın üstünden alıp, o büyüklükten keyif alması gerekenlerin idaresine verirseniz, küçülmeye başladığınızın resmidir.
Beşiktaş ne bu sonuçla küçülür, ne başka yenilgilerle, Beşiktaş’ı Beşiktaş’ın kendisinden başka kimse küçültemez.
O zaman ne diyeceğiz.
Keep Walking

07 Kasım 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI