Arama

Popüler aramalar

‘’Sayın başbakan‘’

2020 Olimpiyatları hedefimiz inşallah olur. Bu spor politikası ve bu politikaları belirleyen kadrolar ile gerçekten 2020 alınsa bile başarılı olacağımıza inanıyor musunuz? Zeki çevik aynı zamanda spor ahlakı olan nesiller yetiştirebiliyor muyuz? Sporda adalet duygusunu yeniden nasıl yeşertmeyi düşünüyorsunuz? Toplumun spor gibi aslında keyif alması eğlenmesi gereken bir konuda bu kadar derin ayrışması konusunda neler yapacaksınız? Spordan hırsızı, uğursuzu, provokatörü, tribün teröristini nasıl kovacaksınız? Meclisten çıkan yasaları uygulatmak için ne gibi yaptırımlarınız olacak? Vergi ödeyen ile vergi kaçıran hâlâ bir tutulacak mı? Toplumu birbirine sokan şike davası sürüncemeye bırakılmaya devam mı edecek, yoksa haklı haksız ortaya çıkartılacak mı? Büyük kulüp olarak adlandırılanlar, arkalarına milyonluk yığınlar alanlar kayırılmaya devam edecek mi? 2020 harcamalarına bir göz atmayı düşünür müsünüz? Yetimin, öksüzün garip gurebanın hakkını yedirtmeyeceğinizi yıllardır söylüyorsunuz. Bu her yiyen için geçerli mi?

Sayın başbakanım; Spordaki hayalleriniz nedir? Bu konudaki vizyonunuzu yansıtan isimler gerçekten Sayın Suat Kılıç, Sayın Yıldırım Demirören ile mi sınırlı? Yoksa bunun geçici bir durum olduğunu düşünüp gelecek için ümitlenelim mi? Hayırlı yolculuklar.

15 Mayıs 2013, Çarşamba 02:40
YAZININ DEVAMI

‘’İlk günkü kadar mutluydum‘’

İlk kez 20 yıl önce gelmiştim Londra’ya ve o ilk görüşte çok sevmiştim. İlk defa 95-96 finaline gitmiştim ve Şampiyonlar Ligi finallerini de sevmiştim. Şimdi hem Londra’dayım, hem finalde, tam da Orhan Veli’nin şiirine benzetirsek, Londra’yı severim, finalleri de severim, Londra’daki finalleri daha çok severim. Güzel oyun futbol... Her ne kadar bizim ülkede kendinden çok konuşulması sevilse de, iyi bir futbol maçının keyfi insanın aklında, annenin elinden çıkan, en sevilen yemeğin damağa verdiği tadı bırakır. Bu yazıyı maçtan önce yazıyorum, çünkü 90 dakika hiçbir şeyle ilgilenmeden maçı seyretmek istiyorum. Umarım siz bu yazıyı okuduğunuzda beklentim boşa çıkmamış olur. Herhalde sizler de, ‘Guardiola şöyle oynattı’, ‘Ferguson böyle hamle yaptı’ dememi beklemezsiniz!

Yine de birkaç bilgi vereyim. Londra’ya önceki gün geldim. Uçakta spor dünyamızdan pek çok tanıdık isim vardı. Konular maalesef bizim ligle alakalıydı. İlk konu Pektemek; Genel kanı ‘Çok isabetli transfer’. İkinci konu Emenike, görüşler çeşitli. Üçüncü konu medyadaki 3 büyük ağırlığı, hocalar bu konuda çok dertli (haklı tarafları çok). Ve son olarak ‘Biz ne zaman final oynarız?’ Bu konudaki yorumları ise aktarmayacağım. Stada geldiğimde gözlerim o tarihi kuleleri aradı, keşke onları bırakıp mimari bir şeyler yapsalarmış. Çok güzel bir stat olmuş, ama ben galiba eskisinin havasını daha çok seviyordum. Bu statta 1992 yılındaki 5. Kupa 1 finalinde, tarihindeki ilk Şampiyon Kulüpler Kupası’nı kazanan Barcelona takımında oynayan Guardiola ne hissetmiştir, iki sezon önce bir finali aynı rakibe kaybeden Sir Alex ne düşünmüştür, bilemem...

Ama ben tribündeki yerimi alırken, babamın elinden tutup Mithatpaşa Stadı’na ilk girdiğim günkü kadar mutluydum.

29 Mayıs 2011, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İyi seneler‘’

Mesleğimiz streslidir, son dakika golü yemek de en büyük korkumuz.. Ama öyle son dakika golleri görürüz ki biz bile halimize şükür ederiz.

Ne atma gibi bir niyetimiz olur ne de her gün atlatma.

Ne yazacaksak “kendimiz” yazar, başkalarının metinlerinin altına imza atmayız.

Saygılar sunar herkese iyi seneler dilerim.

31 Aralık 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Baştaki hesabını verir...‘’

Tam 11 saat yol yaptıktan sonra telefonumu açtım. Açmaz olaydım. Sanki markette iki sepet alışveriş yapmışım da kasadan geçiyorum. Telefon saniyede bir dıtlıyor, mesaj üstüne mesaj yağıyor. 15 yılda 5 defa mesajlaşmadığım dostlarıma kadar onlarca.

Önce bu kadar çok mu özlendim diye saf saf düşünürken, konu iki dakikada belli oldu. Galatasaray’ın resmi sitesinden Fanatik Gazetesi’ne bir açıklama yapılmış ki, eyvah eyvah öyle böyle değil.

Yorgunluk, saat farkı derken bu açıklamayı Türkiye saati ile cumartesi sabah 10 gibi okuma fırsatı bulabildim.

Sayfayı bir açtım ki, gazetecilik rezaletinden tutun, namussuzluğa, karalama kampanyasından spor ahlakına. Okuyorum okudukça sinirleniyorum. Karşımda site, yanında Jo, taraftara GSM satmaya çalışıyor. Spor ahlakından nasibini almamış bizleri okurken, maç sonrası alemcisi Jo’ya takılıyorum. Kendi kendime ne alakası var desem de Jo’ya kızgınım herhalde. En çok da ben 45 gündür ağzıma bir bardak bira bile koyamazken onun Fenerbahçe mağlubiyetini şampanyalı kutlamasına takıyorum galiba. Yani kıskançlık.

Tabii o gazla sarıldım telefona indim lobiye. Odada çoluk çocuğu rahatsız etmeyeyim diye. Karşımda gazetedeki haylazlar. Başladım bağırmaya.

- Namussuz herifler, spor ahlakından nasibini almamış gazeteciler sürüsü ne yaptınız çabuk söyleyin diye.

Ses yok...

- Evet cevabınızı bekliyorum dedim. Nasıl bir ahlaksızlığa karıştınız. Rakip gazetelerin editörlerine kasti hata yapıp kötü sayfalar çıkartsınlar diye Louis Vuitton çantalar mı hediye ettiniz.

Tık yok karşıdan.

- Gazetede olmaması gereken insanlara başka isimlerle sayfa mı yaptırdınız.

Ses çıkmıyor.

- Şu muhabire görev vermeyin, bunlara görev verin, falanca haberi falanca seçimlerden sonra mı yapın dediniz.

Hatlardan sandım ama değil.. Karşıdan hiç ses yok.

Belli ki suçlular.

Tabii onların bu haltları yemesi bizlerin sorumluluğunu hafifletmiyor.

Aslına bakarsanız önceki gün yapılan açıklama tarihi bir ders niteliğinde. Sorumluluk sahibi mevkilerde olan arkadaşlara sorumlulukları hatırlatması bakımından.

Metni yazan arkadaş her kim ise haklı. Biz bir takımız. Ve bu sorumluluktan kaçamayız. Serdar’ın bir hatası varsa benim hatamdır ve özür dilerim.

Bundan sonra böyle... O tutamadı, o idare edemedi, o pası veremedi, o cezalı oyuncu oynattı, o çantayı verdi yok.

Baştaki hesabını verir. Ben vermeye hazırım.

Bakalım kimin daha çok taharet bezine ihtiyacı olacak.

11 Nisan 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Mehmet Topuz‘’

İyi futbolcu olduğu konusunda özellikle geçen yıl büyük bir uzlaşma olmuştu futbol kamuoyunda, o nedenle de daha geçen sezon sonunda transferin gündemindeydi Mehmet Topuz ve yine Beşiktaş ile Fenerbahçe en istekli olan kulüplerdi. Hatta Gökhan ile beraber bonservislerine verilen paralar Türkiye ölçeklerine göre büyük miktarlara ulaşmıştı.


Sonra Kayserispor ‘bizim kendi hedeflerimiz var’ diyerek Gökhan’a yol vermesine rağmen kaptanını takımda tuttu. Geçtiğimiz sezon ise Topuz yine takımı adına iyi işler yapmasına rağmen o kadar yoğun bir gündem oluşturmadı futboluyla, ama sezon biter bitmez de ortalığı tek başına ayağa kaldırdı.


Yine Beşiktaş ile Fenerbahçe karşı karşıya ve bu kez kılıçlar fena çekildi. Sarı-Lacivertliler kurallar gereği sözleşmeli futbolcu ile görüşmeden Kayserispor ile anlaşıp Topuz’un transferini bitirirken, Beşiktaş futbolcuyla anlaşıp, birkaç gündür sizlerin de takip ettiği işin içinden zor çıkılır durumu yarattılar.


Topuz, tatil yaptığı Antalya’dan menacerlerinin de katkılarıyla, “Ben Beşiktaşlı’yım, 100 milyon Euro da verseler Fenerbahçe’ye imza atmam” gibi hayli iddialı açıklamalar da yaptı. Bu açıklamaların ardından Fenerbahçe’nin taraftar siteleri zaten pek sıcak bakmadıkları Topuz’a adeta savaş açtı. Öyle ki, istemeyenlerin oranı yüzde 80’lere dayandı, ama gelin görün ki bu oran yeni anket ile bir anda tersine döndü!!! Anketler boşuna bu hale gelmiyor, görüntü 100 milyon değil de kaça olur bilmem, ama Topuz’un Fenerbahçe’ye ‘evet’ diyeceği yolunda...


Benim kanaatim bu genç ve biraz da saf arkadaşın Fenerbahçe tribünleri ile ısınma işinin biraz zaman alacağı yönünde... Umarız sezona iyi bir başlangıç yapar ve bu süreyi kısaltır.

10 Haziran 2009, Çarşamba 04:00
YAZININ DEVAMI

‘’Ne denir, ne denmez?‘’

Dün bir gazetede, galiba Haber Türk’te “Eşcinsel değilim diyene eşcinsel denir mi?” başlıklı bir yazı kaleme alınmış. Önce Fanatik Gazetesi’nde çıkan daha sonra diğer büyük gazetelerimizin de takip ettiği, bir hakem arkadaşımıza, aldığı askerlik yapamaz raporuna binaen TFF tarafından hakemlik yaptırılmaması ve bu arkadaşın insan haklarına aykırılık olduğu iddiasıyla itirazı konusunda yapılan haber üzerine.
Konuyu açalım. Bu arkadaşa Gülhane Askeri Tıp Akademisi tarafından bir rapor verilmiş. Kararda diyor ki: B/17 F-3 Askerliğe elverişli değildir. Teşhis bölümünde de diyor ki: Psikoseksüel bozukluk.
Bu hakem arkadaşımız da bu raporla askerliğini yapmamış. Normal mi. Normal.
Sonra TFF Hakem İşleri Ünitesi demiş ki; Trabzon İl Hakem Kurulu Başkanlığı’na .........”Askerliğe elverişli değildir” ibaresi yer aldığından, Türkiye Futbol Federasyonu Merkez Hakem Kurulu Hakemliğe Giriş Ünvan ve Klasmanlara Ayrılma İle Vize yenileme Kural, Prensip ve Yöntemleri İç Talimatı’nın 25. Maddesi’ne göre “Sağlık problemleri nedeniyle askerlikten muaf tutulanlar hakemlik yapamazlar” hükmü gereği işlem yapılması hususunda.. diye gidiyor. Yani ne diyorlar bu arkadaşa. Hakemlik yapamazsın. Tamam mı, tamam.
Sonra bu arkadaş, TFF Yönetim Kurulu Başkanlığı’na sunulmak üzere TFF Trabzon Evrak Bürosu’na bir dilekçe yollamış. Demiş ki özetle; Bu rapordan sonra ben iki ay maç yönettim. Niye şimdi hakemlik yaptırmıyorsunuz? Madde açık, sağlık problemleri nedeni ile askerlik yapmayanlar hakemlik yapamaz. Oysa ki benim sağlık problemim yok. Almış olduğum rapor gayet açık. Raporumda yazan Psikoseksüelin açılımı gayet belli “eşcinsel olduğumdan” dolayı askerlik yapamadım yoksa turp gibiyim. Bu yaptığınız insan haklarına aykırı.”
Tekrar edelim; kim demiş, “eşcinselim diye asker olmadım” diye. Bu hakem arkadaş demiş. Nerede demiş TFF’ye yazdığı dilekçede demiş.
Peki eşcinsel olmayana eşcinsel mi denmiş bu durumda. Denmemiş.
Peki bu arkadaşlar haberi niye takip etmemiş. Çünkü ajanslarına yine bu hakem arkadaş demiş ki “Eşcinsel falan değilim”.
Gazeteci arkadaşlara ne etmiş bu hakem, çok şey denebilir ama tek ve doğru kelime “Ayıp” etmiş.
Yazık olmuş, enteresan haber halbuki. Daha da uzar, insan haklarına kadar yolu var. Bakalım farklı olanlar neresinden yakalayacaklar.


Hayırlı olsun
Beklenen oldu. Başkan Aziz Yıldırım, yeni bir üç yıl için adaylığını açıkladı. Sezon ortasındaki yılların getirdiği yılgınlığın verdiği bırakma eğiliminden sonra dün kendisini sunum yaparken izledim. Daha çok mali konulardan ve kulübün 1998’den 2009’a nerelere geldiğinden bahsetti. Spor Kulübü olmaktan ve sportif branşlardan örnekler verdi ama aklında ve kalbinde belli ki bu sezon futbol takımının verdiği burukluk da vardı. Sunum sonrasındaki kısa süreli sohbetimizde hissettiğim, ilk yıllardaki heyecanı ve hırsı, taa içinde taşıyor. Bunca yılın tecrübesi ile seçilmesi halinde çok daha büyük işler yapacağına inanıyorum. Kararı önce kendisine sonra camiasına hayırlı olsun.

Bu maçlara dikkat Sayın Bakan
Sezon sonu geldi ya, yine bizim alt liglerde maçların tahtaları kapanmaya başladı.İddaa oyunu bu hafta 4 maçı programda olmasına rağmen oyuna kapattı ve TFF’ye bilgi verdi. Hangi maçlar bunlar. Ofspor-Çankırı Belediye, Trabzon Karadenizspor-Erzurumspor, Sürmenespor-Erzincanspor, Yıldırımbosna-Orhangazi Gençlerbirliği. İddaa’nın iddiası, bu maçlara Trabzon’da bir bayiden 20 ve 30 milyarlık bahisler yapılmış. Liglerimizin temiz, şaibesiz, olması için en fazla uğraş vermesi gereken isimlerden biri de Trabzonlu olan Sayın Bakan. Herhalde bu konunun üstüne gidecektir.

16 Mayıs 2009, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yeni mizanpaj yazısı!!!‘’

Yandaki sütünlarda Roberto Carlos’un Fenerbahçe.org’ye yaptığı özel açıklama var haber olarak. Düzenli spor okuru olanlar elbette bu tip açıklamalara çok aşinalar. Bizim gibi bu mesleği yapanlar için ise tam bir klasik. Carlos’un açıklamalarını okurken tecrübeli oyuncunun iki tespiti hemen dikkatimi çekti.
1- Maçın son 10 dakikası içinde rakiplerimizden çok baskı yediğimizi fark ettik. Belki maçın geri kalan 80 dakikasında da rakibinizden baskı yiyebilirsiniz ama bizim gibi takımların skor avantajı elindeyse bu tip baskıyı yememesi gerekiyor. Bu durum konsantrasyon eksikliğimizden değil iletişim eksikliğimiz ve aramızdaki kopukluktan kaynaklanıyor. (Peki bundan ne anlamamız gerekiyor: Geçen yıl şampiyonlar liginde çeyrek finale çıkan, son ana kadar şampiyonluk kovalayan çekirdek kadro hâlâ dururken iletişim eksikliği, arada kopukluk ne demek? Cevap, biz hâlâ takım falan değiliz.)
2- “Kişilik zor dönemlerde önemlidir. Takımdaki tecrübeli oyuncular, başta kişiliklerini takıma yansıtmalı, genç oyunculara örnek olmalılar. Hocalar da takımın önünde her zaman liderdirler, onlar da taşın altına elini sokmalılar ki bu durum futbolcular için de geçerli. (Ne anladım: Elimizde malzeme var ama taşın altına elini sokan pek yok. Hem takımda hem teknik kadroda bu işe daha çok gönül verme ihtiyacı var ki, ben, bunu burada göremiyorum.)
“Kaybetmeyi sevmiyorum, kazanmak istiyorum” diye bitirmiş Roberto Carlos, umarız bu temennileri tutar.
Yönetim, futbolcularının bu tip açıklamalarını ne dikkatle takip ediyor elbette bilemiyorum ama resmi siteye girdiğine göre birilerinin onayı mutlaka alınıyordur. Acaba konuşulanların önemli bölümlerinin altı çizilerek en üst makama bu ulaşıyor mu?
Ben, düzeyli bir sitem sezdim Carlos’un açıklamalarında. Yeniden sözleşme yapan bir futbolcu için önemli bir konu. Bu sene nasıl bitecek hep beraber göreceğiz ama gelecek sezon için takıma yeni bir mizanpaj yapıp beğeniye öyle sunmak gerekebilir. Bütün takımlar aynı gündemleri pişirip pişirip kamuoyunun önüne koyarken, Fenerbahçe yine başkalaşabilir.

31 Mart 2009, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu, onların takımı‘’

1 Bir ileri, bir geri giden Fenerbahçe, belki de ilk kez bir maçta savaştı, mücadele etti ve Sivas gibi bir takımı 4-2 mağlup etti. Bu, birşeylerin değiştiğini gösterir mi?

Fenerbahçe, daha önce de savaştığı maçlar oynadı ve gördük ki, takımın genel havasındaki gelgitleri bu maçlar değiştirmedi. Zaten taraftarın da kafasını karıştıran bu. İleriye dönük tam umut besleyecekleri zaman yine sahada hiç bir varlık gösteremeyen bir takım buluyorlar. Bundan sonrası için o nedenle çok umutlu konuşacak birşey yok. Aslına bakarsanız bir takımın bu kadar gelgitli bir performans sergilemesi, yönetimin ciddi olarak irdelemesi gereken bir konu.

2 Büyükşehir maçında bir grup, rakip lehine “üç, üç” diye tezahürat yapınca, futbolcular hırslanmış ve Hacettepe’yi gole boğmuştu. Sivas maçında da rakiplerin demeçleri aynı şeyi sağladı. Mücadele için hep olumsuz birşeyler mi olması gerekiyor?

Bu tip yorumları ilgiyle takip ediyorum. Fenerbahçeli futbolcu üstündeki formanın ne olduğunun farkında olmayıp da başka şekilde hırslanarak bir maça ağırlığını koyabiliyorsa, o zaman o futbolcu topluluğunun Fenerbahçe’de işi yok bana göre. Milyonlarca insanı mutlu edebilmek için illa ki birileri tarafından aşağılanmak ya da kızdırılmak gerekmemeli. Taşıdıkları forma tek başına bir motivasyon aracı olmalı.

3 Bu sezon deplasmanlarda başarısız bir görüntü çizen Fenerbahçe, şu an liderden 5 puan geride ve kalan 12 maçının 7’si deplasmanda. Bunların 4’ü de Kayseri, Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzon’la. Bu tablodan nasıl bir sonuç çıkar?

Futbolda istatistiklerin yeri önemli ama futbol tamamen istatistiğe dayanmayan, o nedenle de büyük kitlelere hitap eden bir oyun. Geçmiş performansa bakarsak bu tabloda Fenerbahçe’nin şansı olduğunu söylemek hayalcilik olur. Geri kalan haftalar için umutlu olunabilecek tek şey, bu takımın Fenerbahçe olduğu, iyi futbolculardan meydana geldiği ve zaman zaman gösterdikleri oyun pırıltısı. Kişisel olarak net bir cevap gerekirse yanıtım, “Çok zor”.

4 Ali Koç’tan sonra Başkan Aziz Yıldırım da, takımın kendisine umut vermediğini söyledi. Bu, bir durum tespiti mi? Yoksa futbolcuları ateşlemek için bir taktik mi?

On yılı aşan süredir görevin başında olan tecrübeli bir başkan, “Bu takım bize ışık vermiyor” diyorsa, bu, motivasyon çabası ile açıklanabilecek bir durum olmaktan çıkar bana göre. Aziz bey, bu tip ucuz oyunlara ihtiyaç duymayacak kadar güçlü kulüp ve takım üzerinde. O bakımdan ben yaptığı yorumu son derece açık bir durum tespiti olarak görüyorum. Tabii, bu tespiti yaparken eminim yönetim olarak da kendilerine düşen payı çıkartıyorlardır. Netice itibari ile umut besleyemedikleri takım kendi kurdukları takım.

03 Mart 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI