‘’8492 ve nokta‘’
Dile kolay 24 koca yıl geçti. Zor dönemler de geçirdik çok keyifli günlerim de oldu ama genele baktığımda geçen zamanda yaşadıklarımın paha biçilmez olduğunu görüyorum. Bana bu imkanı veren, 23 yıl boyunca arkamızda duran ve Fanatik Gazetesi’ni büyük bir marka haline getirmemize destek veren başta Sayın Aydın Doğan, Hanzade Doğan, Mehmet Ali Yalçındağ olmak üzere Doğan Ailesi’nin tüm fertlerine, son bir yıldır Fanatik’in başına geçen ve geldiği günden beri her türlü desteğini esirgemeyen başta Yıldırım Demirören olmak üzere Meltem Demirören Oktay, Sinan Oktay ve Demirören Ailesi’ne sonsuz teşekkür ederim.
Ve elbette sizlere... Fanatik'in dev bir marka olmasını sağlayan okuyucularına... Sağ olun var olun. Hatalarımız olduysa affola. Bugün elinizde tuttuğunuz Fanatik Gazetesi'nin 8493'üncü sayısı. Ben 8492'de noktayı koydum. Bundan sonra bayrağı taşıyacak arkadaşlarıma başarılar dilerim.
‘’Bu başarısızlık güvenoyu gerektirir‘’
Son dönemlerindeki hatalarına rağmen, Fenerbahçe için büyük işler başarmış, üstelik 20 yıl kesintisiz başkanlık yapan Aziz Yıldırım’ı devirmek herkesin yapabileceği bir iş değildi. Sarı-Lacivertli camiada bunu başarabilecek tek kişi vardı, o da yaptı...
Sorun yönetimde
Fenerbahçe taraftarının büyük umudu olan Ali Koç, uzun bir çalışma süreciyle hazırlandığı başkanlığı, hem de tarihi bir farkla kazandığında camiada bahar havası yarattı. Ancak aradan geçen 7 aylık süreçte Fenerbahçe öyle bir duruma geldi ki en kötü senaryoyu düşünenlerin bile aklına gelmezdi herhalde yaşananlar. Futbol takımının hali elbette büyük bir sorun. Artık en iyimser taraftarı bile panikletecek hale geldi. Asıl sorun duyduklarımıza göre yönetimde.
Müdahaleler olacak ama...
Ali bey, bu dev camiayı bu yönetim ile götüremeyeceğini görebilmiş midir bilmiyorum ama söylemeliyim ki götüremez... Futbol takımına elbette müdahaleler olacak. Ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışacaklar. Ancak Koç yönetimi, kendine de bir müdahalede bulunmalıdır. Taraftar nezdinde hala kredisi olan sayın Koç, tribünden sesler yükselmeye başlamadan önce yönetimini ve yöntemlerini değiştirmek zorundadır. Bu başarısızlık artık yeni bir güvenoyu gerektirir. Hem Ali Koç hem de yönetim için.
‘’Liyakat meselesi!‘’
Bu ülkenin insanının tamamını mutlu eden az şey vardır bizim topraklarda. Milli takımın başarıları da onlardan biridir. Ayrışan katmanları öyle ya da böyle bir arada tutmayı becerebilen ender tutkal milli futboldur. Birbirinin gözünü oyacak kadar nefret eden bazı kulüp taraftarları bile kendi formalarıyla sarmaş dolaş olur milli gollerde. 15 Temmuz’dan beri en çok söylenen şey, “Ne olur liyakat ile görev verin. Partizanlık yapmayın, ayrımcılık yapmayın, ne görev verecekseniz o işi layıkiyle yapacak olana verin” olmuştur.
‘Bana yapmayın, sizi bitiririm...’
Bu feryat, siyaset arenasında karşılık bulur mu onu bilemem ama bizleri en çok birleştiren şey olan futbolda bir karşılık bulamadığı, dün açıklanan ve Arda Turan’ın alınmadığı milli takımda belli oldu. Takım arkadaşının ağzına silah dayayan gencimizi milli takıma çağırarak, “Onu da kazanmalıyız” diyen milli direktör, dünyanın en büyüğü Barcelona’da oynayan, üstelik şu anda da belli bir formu yakalanmış bu genci harcayarak aynı yüksek şefkati esirgemekten çekinmiyor. Çünkü orada saygısızlığın bizzat kendisine yapıldığını düşünüyor. Yani, “Ne yaparsanız yapın ama bana yapmayın, sizi bitiririm” kafası, şisik egolar, milli takımda yeri olmayan kavramlar...
Terim’in çiftliği değil!
Orası Türk Milli Takımı, Fatih Terim’in çiftliği değil. Gerçi öyle görüp öyle yönetiyor ve buna da başkanlık makamı müsamaha ediyor olabilir ama oranın gerçek sahibi Türk futbolseveridir. Yönetenler de bu milletin elemanlarıdır. Arda, milli formaya layık görülmemiş olabilir ama bana düşündürdüğü, o formayı dağıtma görevinde olanların o göreve şu anda layık olup olmadığıdır.
‘’Hadi Devam‘’
Umutlarımızı başkalarının ellerine teslim edip, son güne kadar beklemeye hak kazandık ya, bu bile yeter diyeceğim ama içim el vermiyor. Dün çok mu iyiydik de kazandık
derseniz, cevabım hayır. İlk maçlara oranla daha mı iyiydik, derseniz yüzde yüz evet. 1-0 ile 2-0 arasında geçen zamanda ilk maçların ve yaşananların verdiği tedirginlik ne yazık ki futbol oynamaktan ziyade, Çek ataklarına dayanma içgüdüsü olarak sahaya yansırken, özellikle ceza sahasına ya pılan ortalarda fizik gücü ve hava hakimiyeti yüksek rakip karşısında büyük sıkıntılar yaşamamıza neden oldu.
Bu anlarda biraz da şansımızın yardımı ile direnirken, direndikçe güçlendik, güçlendikçe morallendik ve 2-0’dan sonra da çok daha iyi olduk. Bu takıma moral lazımmış, o morali de Emre Mor verdi. Belçika ile İtalya veya Macaristan bizi ileri iter de devam edebilir miyiz bilemem ama bildiğim ve gördüğüm şu ki; Türk Milli Takımı iyi bir futbolcu kazanmadı, büyük bir futbolcu kazandı. Dortmund’a transfer olarak doğru bir kariyer planlaması yapan bu çocuk, ilerki yıllarda onu izleme şansı bulanlara torunlarına anlatacak hikayeler çıkarttırabilir.
Bugün büyük bir gün, İtalya ve Belçika rakiplerine yenilmezse veya Macaristan, Portekiz’i devirirse, bir üst tura çıkış biletini alacağız. Biz bitti dedik ama onların bize hadi devam demesini bekleyeceğiz. Dünkü maçta ellerinden gelen bütün gayreti gösteren futbolcularımızı tebrik ediyorum. Zaten herkesin istediği de buydu.
Gayret.
‘’Yeni mucizeler gerekecek...‘’
Kabul etmek gerekir ki daha iyi olan taraf rakip Hırvatistan’dı ve kazanan da onlar oldu. Oyun ve net pozisyon üstünlüğü, topla oynama süreleri kafa kafaya olmasına rağmen rakip lehineydi. Biz topla oynadığımız sürelerde üretkenlik sıkıntısı yaşarken onlar topla oynadığında özellikle ikinci yarıda net pek çok pozisyon buldular.
İlk maçlar her takım için zordur... Hele bizim gibi bu tip turnuva tecrübesi eksik ve jenerasyon yitirerek katılabilen takımlar için.
Dün iyi bir başlangıç yapamadık. Umarım sonunu iyi getirebiliriz. Fransa’ya getirilen kadronun en iyi milli takım seçimi olduğunu düşünmemekle beraber Fatih Terim’in dün yaptığı oyuncu değişiklikleri yerindeydi. Orta sahada hem Arda’nın hem Oğuzhan’ın çıkması çok verimsiz olan bu alanı biraz toparlama adına yapılmış hamlelerdi. Gerçi Oğuzhan’ın yerine oyuna aldığı Volkan ile ilk dakikadan itibaren didişmeye başlayan Terim, alabileceği verimi minimuma indirdi ama yine de bu hamlesi doğru tercihti.
Bir minik parantez Emre Mor için açalım. Bu genç, “Ben çok şeyler yapabilirim bana daha çok şans verin” der gibi geldi bana. Belki ikinci ve üçüncü maçlarda daha fazla şans verilir hocası tarafından.
Buraya gelirken, mucizeler silsilesine imza atan millilerimiz bakalım buradan da mucizeler ile yoluna devam edebilecek mi?
Umudumuz, beklentimiz, dileğimiz o.
‘’Hayırlı olsun‘’
Beylerbeyi Arabacılar sokakta bizim evle aynı sırada ama daha iskeleye yakın olan Tahvile teyzelerin bahçe içindeki şirin evin Beşiktaş hastası oğluydu Zeki abi. İstanbul İstanbul, mahalleler mahalle, komşular daha hâlâ aileden biri gibi görülen komşuyken, bizler ufak çocuklar olarak mahallede evlerimizin bahçelerinde plastik top peşinde koştururken o, maçlara gider biz de gıpta ederdik.
Taa ki bir gün emanet olarak yanına verilip Beylerbeyi iskelesinden Beşiktaş’a uğurlanana kadar. İlk maç.. Futbola düşkün bir çocuk için herhalde en önemli günlerden biri. En azından benim için öyleydi. Neden dolayı sahip olduğunu hatırlamadığım serbest giriş kartı ile o, kapalı tribünün kendilerine ait kapısından içeri girmeden önce, beni de turnikenin altından içeriye geçirmişti.
İlk merdivenler koridor ve tribüne çıkan o ikinci merdivenler. Şimdi kazık kadar bir adam olan büyük oğlum Cem’in Disney’in kapısına gelince gördüğüm ve hayatım boyunca unutmayacağım göz parlaması nasıl ise aynı duyguyu yaşadığımı hatırlıyorum sahayı ilk gördüğümde. Büyülü futbol dünyasının yeni moda adı ile arenasına ilk bakışım. Dün aradım, tarihi de buldum 2 Ekim 1971’miş. Beşiktaş-Adanaspor maçı.
Maça dair bir hatıram yok. Tek hatırladığım Sanlı abi. Yani Sanlı kaptan. Niye o, neden rahmetli güzel insan Vedat Okyar değil, ya da unutulmaz kaleci Sabri Dino değil hiçbir fikrim yok. Belki de sadece kaptan olduğu için.
Aradan 45 yıl geçmiş. Yıllar içinde hatırlayamadığım kadar çok maça gittim büyüdükçe, İnönü’nün duhuliye dahil her tribününde hatta Beleştepe’den bile maç seyrettim, dünya üzerinde hatırı sayılır bütün statları gördüm ama o ilk gün bambaşkaydı.
Hep iddia ettim, yeryüzündeki en güzel statlardan biriydi İnönü Stadı. Eski Wembley, Berlin Olimpiyat ayarı bir güzellik ve zerafet. Şimdi de çok güzel olmuş. Gerçekten güzel, muhteşem bir atmosfer, modern koltuklar, müthiş akustik, yüksek hizmet... Beşiktaş büyük zaferlere imza atacaktır bu yeni yuvasında da. Yeni nesiller bunu bilecekler ve çok da mutlu olacaklardır eminim. Ama ben hep o zarif İnönü’yü özleyeceğim. Kentlerimiz, insanlarımız başka bir şeye dönüşürken İnönü Stadı’nı da dönüştürdü yeni düzen.
‘Eve dönüyoruz’ diye sosyal medyayı sallıyor sponsorların reklam ajansları. Oysa ‘ev’ yok artık. Tıpkı Zeki abilerin bahçeli şirin evlerinin yerinde yükselen apartman gibi orada da başka bir şey var. Beşiktaş da VİP oldu. Önce VİP’lere açtı yeni stadını. Sayın Fikret Orman geçen hafta verdiği bir röportajda, “Beşiktaş sarayın takımı” deyince, taraftarın bir kısmından tepki çekmişti. Önceki gün anladık ki, kast ettiği muhtemelen eski saray değil, günümüzün sarayıymış.
Geçmiş zamanda “Çarşı hata yaptı” diyen sayın Başkan, eminim dün tribünleri görünce Çarşı ile bir kere daha gurur duymuştur camianın lideri olarak. O stat, açılışında ilk golünü atan Beşiktaş’ın gerçek efsanesi Süleyman Seba’yı yaratmıştı. Bakalım bu stattan kimler geçecek, kimlere ne kapılar açacak. Hayırlı uğurlu olsun. Kalp yeniden semtte atıyor artık.
‘’Aziz Yıldırım'ın vedası...‘’
Şu anda 20’li yaşların başında olan genç insanların dahi onsuz bir Fenerbahçe hatırlamaması hiç şüphesiz ki ileride bu kulübün tarihini yazacak insanların onun için özel bir sayfa açmasına yetecek kadar önemli bir olaydır aslında.
Bundan tam 17 yıl önce başkan olduğu zaman o bir oyluk farkın yarattığı etkinin kulüp tarihinde yaratacağı etkinin bu denli büyük olacağını pek kimse tahmin edememişti.
Dünkü konuşmanın yorgun kahramanı Aziz Yıldırım, aslında başka sözler söyleyecektim diye başladığı konuşmasında gördük ki, bir gece önce Fenerbahçe 2000 Derneği’nin 15’inci kuruluş yılı yemeğinde yaptığı kısa konuşmanın genel hatları dışında farklı bir açıklama yapmadı.
Tıpkı o geceki gibi yorgun, tıpkı o geceki gibi sakin ve tıpkı o gece gibi bıkkın görünüyordu.
Aziz beyin tavrını ve yapısını bilenler için pek alışık olunan bir duruş değil bu. Öyle ki gazetelere verilen ilana çok sinirlendiğini belli ettiği anlarda bile o eski Yıldırım halinden hayli uzaktı.
Başkanlık yaptığı yıllarda birkaç kez görevi bıraktığı zamanlarda bile onu bu denli soluk hatırlamıyorum.
“Başkanlığa veda adaylığı” olarak isimlendirebileceğim konuşmanın etkilerini hep beraber bugün itibari ile görmeye başlayacağız. Şu an için en net bilgi Ali Koç’un önce yönetime girmesi mahkeme sonrası da başkanlığı devralması için Yıldırım’ın çaba gösterdiği.
Aziz beyin gönlündeki formülün birincisi bu. Her ne kadar zaman zaman sürtüşmeleri ve dargınlıkları olsa da Fenerbahçe menfaati için en doğrusunun bu olduğuna inancı tam.
Sonucu şu anda belirsiz ama camianın da en çabuk adapte olacağı formül de bu.
Peki ya aksi olursa; Ali bey başkanlık için aday olmaz ise ne olacak!
Aziz Yıldırım’ın kendinden sonraki dönem için başkanlığına sıcak bakacağı isim adedi 4 değildir. Kafasındaki adaylardan hiçbiri bu göreve talip olmaz ise o zaman camiayı daha zor günler bekleyecek demektir.
Bunlar başkan olursa kulüp üç ayda bir kongreye gider derken biraz abartılı olmakla beraber gerçekçi bir tespitte bulundu başkan. Mali tablo her baba yiğidin altına giremeyeceği kadar ağır.
Girecek çıkar mı: evet çıkar. Ancak o aday ya da adaylar da kulübün şu ana kadar verdiği kavganın dışında bir makas değiştirmesini gerektirir. Ülkenin içinde bulunduğu genel konjonktür gereği ‘üst erk’in talep ve talimatları ile bir başkan adayı belirlenecektir Fenerbahçe’ye.
Bu durumun ise neleri getirip neleri kaybettireceğini kestirmek şu anda pek olası değil.
Asıl soru ise burda başlıyor benim için. Bunca kavganın ardından bu durumu içine sindirir mi Aziz Yıldırım.
Şu andaki şartlar mecbur kılacak gibi duruyor.
Aksi nasıl olur? İşte onun da formülü var. Belki de hayatımın projesi derken de bunu kastediyordu ‘1 Milyon Üye’ projesine başlarken.
Çıkış hayallerinin çok gerisinde seyreden bu proje iyi işleyebilseydi, kısaca gerçekten 1 milyon üyeye ulaşılabilseydi ya da ulaşabilecek ışık görülseydi, dün muhtemelen çok daha gür çıkan bir ses duyacaktık Aziz beyden.
Fenerbahçe’nin asıl ve en büyük problemi ne kaçan şampiyonluktur, ne yıldızı en büyük rakibinin takması ne de hocasından futbolcusuna büyük oranda yenilenmesi gereken bir kadroya sahip olması.
Asıl mesele bütün bu tabloları tersine çevirecek maddi gücün olmayışıdır.
Çünkü Fenerbahçe sponsor bulurken, arazi alırken, yatırım yaparken ‘Yeni Türkiye’nin kuşatması altındadır.
Umut 1 milyondu.
O da olmadı, olamadı. Fenerbahçeli’nin önünde çok seçenek yok. Ya Ali bey başkanlığı kabul edecek,
Ya Sarı-Lacivert’e gönül verenler üyelik için derhal harekete geçecek.
Bu iki seçenek de Aziz Yıldırım’ı mutlu edip istediği hayata geçmesine yol açar.
Aksi, 17 yılını iyisiyle kötüsüyle kulübüne vakfetmiş (bana göre başarılı) bunun için ağır bedel ödemiş birinin buruk vedasıdır.
‘’Kafa aynı kafa‘’
Yeni yabancı kuralı, birçok yanıtsız soruyu beraberinde getirecek. Kurumun başına atamayla gelen, tartışmadan karar alabiliyor! Makamın kim tarafından yönetildiğini bilen kulüplerin ise yapacak bir şeyleri yok. Sonuçta kafa aynı kafa...
Türk futbolunun geleceğini şekillendirmek amacıyla, Sayın Federasyonumuz bir takım kararlar alarak bunları kamuoyuna açıkladı. Seçimle gelinmesi gereken bir kurumun başına “atama” ile geldiğin zaman, enine boyuna tartışmadan karar almak elbette kabul edilebilir olmamakla birlikte, anlaşılabilir bir durum. Yanlış bir karar alsanız bile, bir daha seçilememe veya kabul görmeme gibi bir endişeniz olmayınca, kafanıza estiği gibi karar almak da kolay oluyor.
Parası olana yarayacak
Yeni yabancı statüsünün futbolumuza şu an için neler getireceğinin bir muamma olduğunu, haberleri tükettiğiniz bütün kanallardan takip ediyorsunuzdur. Sahaya çıkacak onbirin tamamının yabancı
olabilmesinin, parası olan muktedirleri bir adım daha öne geçirmekten öte bir anlamının olmaması bir yana, on dört yabancı ile bir alt lige giden takımın ne yapacağı, Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş, Trabzonspor gibi, “İlla şampiyon olacağım” iddiasında olan ve nispeten zengin kulüplerin sahaya çıkartacakları on birlerin tamamına yakınının kaliteli yabancı olacağı çok uzak bir ihtimal olmadığına göre, bir iki sene sonra A Milli Takımı oluşturacak oyuncuların nereden seçileceği gibi sorular yanıtsız...
Hangi bilginin fikri?
Vergi borcu, UEFA borcu, SSK borcu, futbolcuya borcu olan kulüpler yabancı statüsünden yararlanamayacaklarmış, yani 0 yabancı transfer edecekler. Bu durumda olan kaç kulübümüz var? Üç mü?
Beş mi? Diğerleri hiç yabancı oyuncu alamayacaksa, yerli futbolcunun fiyatı nasıl makul seviyeye gelecek? Marco Aurelio Türk, hadi onu geçtim Erkan Zengin Türk, Gökhan İnler neden Türk değil? Türk Milli Takımı’nın yurtdışındaki vatandaşlarımız tarafından tercih görmesi için yani Alman Milli Takımı, Hollanda, İsviçre milli takımlarının yerine, bizimkini seçmeleri için ‘müthiş’ bir formül bulunmuş. Bugüne kadar kazanılmış haklar saklı tutulmak kaydıyla, tercihini diğer ülkelerin milli takımından yana kullanacaklar, dünyanın en cazip liglerinden biri olan Türkiye Süper Ligi’nde!!! Yabancı statüsünde olacaklar. Bu caydırıcı önlem!!! Acaba hangi Büyük Türk Futbol Bilgini’nin fikri?
Konuya vakıf değiller
Düne dair en çok dikkatimi çeken konu, görüşü alındığı söylenen kulüplerin konuya o kadar da vakıf olmadığıydı. Şaşırdık mı? Elbette hayır! Parasızlık bir yandan, birikmiş vergi borçları bir yandan,
sponsorsuzluk bir yandan, dayanmaya çalışan bir iki örnek dışında hepsi sisteme teslim olmuş durumda. TFF Başkanı çıkıp da, “Yabancı kuralını değiştirmekle kalmadım, bundan sonra havuz dağılımını da değiştirdim. Artık paranın %90’ını dört büyüğe verdim” dese de, kimse karşı çıkamaz; tam tersi, “Ligin on dört takımına dağıtacağım” dese de. Söylenmek ve öfkelenmek dışında ellerinden bir şey gelmez, çünkü onlar da o makamın aslında kim tarafından yönetildiğini biliyorlar.
Hayırlı olsun...
Son 4-5 yılda Milli Eğitim’de TEOG ya da diğer sınav sistemlerini her sene hallaç pamuğu gibi atarak çocukları şaşkına çeviren, adalet sisteminde Şubat 2014 ile Aralık 2014 arasındaki 10 ayda, “makul şüphe” ile aramayı “somut delile” oradan da yeniden “makul şüphe” kriterine indirgeyen kafa ile, bu statüyü çıkartan kafa aynı kafadır. Önceki gün açıklanan sistem seneye yürürlükte olur mu? Emin olun açıklayan dahi bilmiyordur. Yeni yabancı kuralı, Türk futboluna hayırlı olsun!. İyi de olsa, kötü de olsa, sonunda AKlanacaktır.