Arama

Popüler aramalar

‘’Futbolda adaleti VAR değil insan sağlar…‘’

Çok değil daha geçen hafta, Beşiktaş seyircisinin yüksek bilinç düzeyi nedeniyle, Siyah-Beyazlı takımda hocalık yapmanın artık zor olduğunu yazmıştım. Beşiktaş yandaşları Alanyaspor karşılaşmasında yine yaptı yapacağını. Her zaman sosyal mesajlar veren Beşiktaşlılar bu kez durum tespiti de yapmış oldular. Maçın dördüncü dakikasında Alanyasporlu, Caulker’in attığı gol VAR tarafından geçersiz sayılınca hakemleri protesto edip Alanyaspor’u alkışladılar. Bu durum bizim sahalarımızda ender görülen bir olaydır.

Aslında VAR’ın sorunlara köklü çözüm getirmediği açıktır ve Beşiktaş seyircisinin tepkisi de bu yönde bir dışa vurumdur. Futbolun gidişatını ve oynanış biçimini gelişen teknolojinin dışında tutamazsınız. VAR’ın oyuna adalet getirdiği algısı futbola yerleştirilmeye çalışılsa da, hakkın adil bir şekilde dağıtılması pek mümkün görünmüyor. Geçen hafta sonu oynanan maçlar ve seyirci protestosu bu yargıyı pekiştirdi. Onyekuru’ya yapıldığı sanılan ve olmayan bir penaltının Galatasaray lehine verilmesi, rakibinin şutunu önlemek için ayağını kıran Emre Akbaba’nın ayağının kırıldığı pozisyonda faulü yapanın Galatasaraylı oyuncu olduğu halde Rizesporlu futbolcunun VAR ile kırmızı kart görmesi ve milimetrelerle ölçülecek bir pozisyonda Alanyaspor’un golünün sayılmaması…

Futbola VAR sistemi getirildikten sonra hakemlerin karar verme ve sorumluluk alma duygularının gerilediği milimetrelerle ölçülememesine karşın insani duygularla saptanabileceği görülmektedir. Futbol milimlerle oynanan bir oyun olmadığı gibi milimlerin peşine takılarak adalet de sağlanamaz. Yapılması gereken, teknolojik gelişimi insanların kusursuzluğunu en aza indirgemek için kullanmaktır. Oyun kurallarını daha iyi uygulamakla futbolda adaleti sağlayamazsınız. Gol durumlarını milimlerle saptıyorsunuz ama rakip oyuncuların dirseklerinin kaşa, göze, gırtlaklara santimlerce daldığını es geçiyorsunuz. Bu tür kuraldışı davranışlardan sonra kazanılan topların VAR’a gerek duyulmadan gol ile sonuçlandığı birçok pozisyon var. VAR ile futbolun oynanış biçimini insanileştiremezsiniz ancak insanı futbol oynamak üzere var ederseniz teknolojiden önce insan adaleti sağlar.

14 Mayıs 2019, Salı 12:36
YAZININ DEVAMI

‘’İyi futbol hakkında yorum yanılsaması…‘’

Galatasaray-Beşiktaş derbisinin önünde ve sonunda maça ilişkin yorumlara baktığımızda, derinliği olmayan konuşmalardan öteye geçmediğini görüyoruz. Türkiye’de, genellikle sonuçlar aldatıcıdır. Sonuçlara göre yapılan yorumlar da insanları yanılgıya götürmektedir.

Son oynanan derbide yorumcuların büyük çoğunluğu Beşiktaş’ın formda Galatasaray’ın ise formsuz olduğunu savundular. Dolayısıyla karşılaşma öncesi, Beşiktaş’ın son altı maçını kazanarak derbide avantajlı konuma geldiğini savunanların unuttukları bir gerçek var. Beşiktaş son üç maçını daha çok rastlantılarla kazandı. Rizespor’u 7-2 yendiler. Kaleye attıkları yedi şutun hepsi gol oldu. Böyle maçlar 30-40 yılda bir olur. Nitekim Beşiktaş 15 Ekim 1989’da da Adana Demirspor’u 10-0 yenmişti.

Galatasaray maçından iki hafta önce Sivasspor’u 2-1 yendiler, Burak Yılmaz’ın bir daha ömür boyu atamayacağı bir serbest vuruş golü ile… Galatasaray maçından önce Ankaragücü’nü 4-1 yendiler, kaleci Karius maçın adamı seçildi. Beşiktaş’ın kazandığı maçların ayrıntılarına ve istatiksel verilerine baktığınızda, takım kurgusunda ve futbol uygulamalarında düzenden çok karmaşa var. Peki, Galatasaray öyle mi?

Bu satırların yazarı son iki yıldır en iyi futbolu Galatasaray’ın oynadığını kaç kez yazdı? Fanatik’in internet arşivine girerek yazdıklarımı görebilirsiniz. Hiçbir takım Galatasaray kadar akıcı futbol oynamıyor ve hiçbir takım Galatasaray kadar hücumu iyi planlayamıyor. Visca’nın formda olduğu dönemlerde Başakşehir sağ tarafı çok iyi kullandı ama Beşiktaş ise Quaresma’nın kendine bağlı oyununa sığınmak zorunda kaldı.

Yorumlar yapılırken oyuncuları bireysel olarak karşılaştırmak bile insanları biraz olsun yanılgıdan kurtarabilir. Sözgelimi, Beşiktaş’ta bir Onyekuru, bir Belhanda, bir Fernando, bir Feghouli, bir Nagatomo, bir Mariano, Luyindama, Marcao var mı? Bunları da geçtik, Beşiktaş orta alanında Fatih Terim’in tribüne gönderdiği Ndiaye kalitesinde bir oyuncu var mı?

Konuşmak düşünmekten daha kolaydır ve sizler bu kolay yolu seçiyorsunuz. Oysa düşündüğünüz zaman Galatasaray’ın nasıl planlı, becerili, yeteneğe ve akla dayalı bir oyun oynadığını görürsünüz. Böyle planlı takımlar da zaman zaman kötü oynayabilir, maç da yitirebilir. Örneğin Galatasaray’ın, Beşiktaş maçından önce oynadığı Konyaspor karşılaşması tam da bu tanıma uyuyordu.

Beşiktaş bireysel olarak bazı oyuncularının oyuna ağırlığını koyduğunda, kendilerine oynadığında maç kazanabiliyor. Teknik direktörlük tarihinin önemli hocalarından biri olan Helenio Herrera “kendisi için oynayan rakip için oynar. Takım için oynayan, kendisi için oynar” demişti. Kendisi için oynayan oyuncular ligin bazı bölümünde takımını yüceltir. Ama takımı için oynayanlar ligi daima önde bitirirler. Galatasaray ile Beşiktaş arasındaki en belirgin fark budur. Ne yazık ki Şenol Güneş de bunun farkında değil…

08 Mayıs 2019, Çarşamba 09:41
YAZININ DEVAMI

‘’Şenol Güneş başına geleceği biliyordu…‘’

Başakşehir’in gerileme dönemine girmesinden sonra iyi futbol oynamaya yatkın birinci takımın Galatasaray olduğunu Şenol Güneş biliyordu. Hatta Galatasaray’ın kanatlardan ve rakip savunmanın ortasından tek paslarla hızlı ataklar geliştirme yeteneğini de biliyordu Şenol Hoca. Takımını da bu bilgiler doğrultusunda oluşturmuştu. Ne var ki sadece Galatasaray’ı durdurmak amaçlı takım kurgusu geri tepti. Futbolda kazanmanın kesin formülü yoktur ama futbolun doğruları hep vardır.

Ortada savunma özellikli üç oyuncuyla mücadele eden Beşiktaş atağa çıkamazken beklerin üzerinden gelişen ataklarda da çaresiz kaldı. Ruhsal olarak yorgun olduğu yüzünden belli olan Gökhan Gönül, Onyekuru’nun arkaya kaçışlarına engel olamadı. Caner Erkin’in başının belası ise futbola başladığı günden bu yana ağır olması. Galatasaray bu ikilinin arkasına çok başarılı ataklar geliştirerek neredeyse maçı farka götürecekti.

Şenol Hoca, Galatasaray’ın kendi sahasında oynadığı futbolu bildiği halde neden bu denli defansif oynatır takımını? Oynattı da ne oldu? Madem defansif bir oyun oynatacaktı geniş alanda devamlılığı çok iyi olan Necip ile, gençliği ve dinamizmine güvenerek Dorukhan’ı iki bek olarak oynatsaydı bundan daha kötü mü olurdu? Böylece orta alanda da top yapabilecek, paslarıyla rakip ceza alanın etrafında oyun kurarak yerleşebilecek bir yapıya bürünebilirdi Beşiktaş.

Kaybedildiği an telafisi çok zor olan bir karşılaşmayı Beşiktaş bu denli kolay kaybetmemeliydi. Yanlış verilmiş olsa da şampiyonluğa göz diken bir takım taçtan gol yememelidir. İkinci goldeki Beşiktaş görüntüsü ise birinciden daha vahim… Beşiktaş oyuncu değiştirirken gol yedi. Hem de halı sahalarda atılan gollerden daha rahat bir biçimde… Böyle oynamak ve yenilmek için bir takımın hocaya ihtiyacı yoktur. Zaten Şenol Hoca’da kenarda yasa gereği bulunuyordu.

Neredeyse lig bitmek üzere Şenol Güneş takımı karmaşıklaştırmaktan geri durmuyor. Düzgün ve düzenli oynamak isteyen bir takımda gerek yedek kulübesinden gerekse oyun içinde bu kadar yer değiştiren oyuncuyu kaldırmaz futbol. Caner bek başladı sol öne alındı. Necip orta alanda başladı, sol beke alındı sonra da sağ bek olarak maçı bitirdi. Ljajiç solda başladı ikinci yarı ortaya geçti. Şenol Hoca takımı düzelteyim derken karmaşa yaratıyor. Galatasaray’da böyle şeyler neden olmuyor? Şampiyonlukta artık son düzlüğe gelmiş bir takımın yapısında bu kadar çok değişiklik yapılır mı?

05 Mayıs 2019, Pazar 22:08
YAZININ DEVAMI

‘’Josef Sural'ın ölümü…‘’

“Araba devrildikten sonra yol gösteren çok olur” genel söylemi Anadolu’nun her köşesinde bilinir. Bu söylemin kökeninde bilgiçlik taslamak vardır. Buna karşın bizim niyetimiz ne kimseye yol göstermek ne de bilgiçlik taslamaktır. Sadece başka acıların yaşanmaması için gerekli önlemlerin alınması konusunda küçük de olsa bir katkı yapmaktır niyetimiz.

Her ölüm erkendir, her ölüm acıdır. Hele bizim topraklarımıza gelip yaşamını sürdürmek için çabalayan Josef Sural’ın ölümü çok daha acıdır. Ne kadar önlem alırsanız alın kazanın nerede ve ne zaman başımıza geleceğini bilmek, kestirmek zordur. Ancak bizim insan olarak zararları, kazaları en aza indirgemek gibi insani bir özelliğimiz vardır ki, bu da bilgiye dayanır. Mağaralardan çıkıp bugün gökdelenlerde yaşamımızı sürdürebiliyorsak bu, bilgiyi kullanma yeteneğimizden kaynaklanmaktadır.

Felsefe yapmaya ya da derinlere inmeye gerek yoktur. Bazen yüzeysel ve basit bilgi ve deneyimleri kullanarak büyük kayıplara engel olabiliriz. Örneğin teknik direktörlük yaptığım yıllarda kulübün ekonomik işlerine ve deplasmanlara hangi ulaşım aracıyla gidileceğine karışmazdım. Ama yola çıkıp yeniden evimize dönünceye kadar tüm kararları ben verirdim. Oyuncularımın hiçbiri kafilenin dışına çıkamaz, belirlenen ulaşım aracıyla hep birlikte gidilip dönülürdü. Yolculuk sırasında oyuncu davranışları belli kurallara bağlanmıştı. Kulübü ile bir şehri temsil eden futbolcular istedikleri gibi davranamazdı. Yöneticilerin oyunculara ayrı seyahat etmeleri için izin hakkı yoktu. Bunu yaparlarsa ben orada durmazdım.

Bütün bu önlemleri alsanız bile başınıza kaza gelebilir. Zamanında Samsunspor’un başına gelen hatta Juventus’un uçağının düşmesi gibi. Bunlar çok uzun zaman diliminde yaşanan uç örnekler. Ancak yollarda trafik kazalarında hemen hemen her gün ölümler yaşanıyor.

Medyadan edindiğim bilgiye göre teknik direktör Sergen Yalçın ve kaza geçiren futbolculara ayrı gitmeleri için yönetim izin vermiş. Sergen Yalçın’ın bunu nasıl kabul ettiğine inanamıyorum. Bu noktada sorumluluk teknik direktördedir. Takımın birlik ve beraberliği adına bu seyahat bölünmesine izin verilmemeliydi.

Ne yazık ki, Türkiye’de sadece üst düzeyde futbol oynandıktan sonra teknik direktör olunabileceğini sanan çok insan, fazla yönetici var. Bir takımın sevk ve idaresi için bazen bir üniversite bitirmek bile yeterli olmayabiliyor. Buna karşın çok basit kurallar işletilemediği için Josef Sural’ın arkasından gözyaşı dökülüyor. Başımıza gelen için yapılacak çok şey yok ama olayın öncesinde mutlaka vardı. Ahbap çavuş ilişkileri ile profesyonel bir takım yönetilemez.

01 Mayıs 2019, Çarşamba 11:21
YAZININ DEVAMI

‘’Karius maçın adamı seçiliyorsa...‘’

Bizim kuşak henüz lise sıralarında oturduğunda ve sosyal olarak bilinçlenmeye çalıştığı dönemde Genel Kurmay Başkanı olan Orgeneral Memduh Tağmaç “Sosyal uyanış ekonomik gelişmeyi aştı, bunun önüne geçilmeli” dediğini çok iyi anımsıyorum. Bu söylemin sonradan gelen muhtıra ve darbelere yol göstermiş olabileceği siyasal tarihçiler tarafından çeşitli zamanlarda dile getirilmiştir.

Beşiktaş’ın Alman kalecisi Karius’un, Ankaragücü maçında karşılaşmanın adamı seçilmesi Türkiye’de futbol seyircisinin uyanışının hatta bazı teknik adamlar ve yorumcuların önüne geçtiklerinin bir göstergesi olmalı. Seyirci uyanışının önüne geçilemez elbette. Ancak bu uyanışın karşısında teknik adam ve yorumcuların giderek işlerinin zorlaştığı söylenebilir. Özellikle Beşiktaş seyircisinin bu uyanışın öncüsü olduğu kabul edildiğinde, Siyah-Beyazlı takımda hocalık yapmak da giderek zorlaşacak.

Ligin 24. haftasında neredeyse lige havlu atacak konuma gelen Beşiktaş’ın kötü oyununu gören izleyiciler Şenol Güneş’e futbol filozofu geçinenlere taş çıkartacak bir soru sordular: “Söylesene Şenol Hoca takım neden kötü oynuyor?”. Bu sosyal içerikli soruya ne yazık ki Şenol Güneş yanıt veremedi. Bugüne değin Beşiktaş’ın kötü oyunlarını doğru bir şekilde analiz edemeyen dolayısıyla seyircinin merakını gideremeyen Güneş, Ankaragücü maçından sonra da bin dereden su getirip “yasal söyleşi verme” süresini doldurmaya çalıştı.

Oysa takım maçı 4-1 kazanmasına rağmen kaleci Karius maçın adamı seçilmişti. Bu durum takımın kurgusunda ya da oyuncuların bireysel çabasında kusurlar olduğunu göstermektedir. Bu kusurların neler olduğunu hocadan daha iyi kim bilebilir ki? Ama hoca bunlardan hiç söz etmeden, sezon başından bu yana transfer edilmesi için her türlü takım içi varyasyonlara başvurup sahaya çıkarttığı Burak Yılmazı koruma altına almıştı. Maçtan Sonra Şenol Güneş’i dinlerken duyduklarıma inanamadım. Sanki Burak’ın hiç kusuru yokmuş da, Kulusic burnunu Burak’ın direysine vurmuş gibi bir hava yarattı.

Bu tavır haksever bir insanın düşüncesi olamaz. Kulusic’in burnundan akan kan, geçen yıl Fenerbahçe Stadı’nda Güneş’in kafasından akandan daha fazlaydı. İkisi de haksızdır, ikisi de kural dışıdır. Bir futbolcu rakibinden kurallar dahilinde korunmak ya da dengesini sağlamak için kollarını omuzları üzerine çıkartamaz. Omuzlarının aşağısında iki yana açabilir. Omuzdan yukarı kaldırdığında kuraldışı davranışa eğilimli olduğunu gösterir. Dolayısıyla Burak Yılmaz’ın davranışı sarı karttan daha fazlasını gerektiren bir tutumdur. Burak Yılmaz haksız rekabet ve haksız kazanç yolları deneyerek dünya gol kralı olsa da benim gözümde değeri yoktur. Şenol Güneş gerçekleri gizlemeye devam ededursun, uyanan seyirci gün gelir her şeyi gün ışığına çıkartır...

29 Nisan 2019, Pazartesi 11:54
YAZININ DEVAMI

‘’Başakşehir'den buraya kadar!‘’

Son maçlarda üst üste puanlar yitirerek sekiz puanlık avantajını yitiren lider Başakşehir’in itici gücünü İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden aldığını bilmeyen yoktur. Adının belediye ile anıldığı günlerde Spor Akademisi’nden hocam ve eski Büyükşehir Belediye Başkanı Nurettin Sözen’e bu haksız rekabetten söz ettiğimde bana verdiği yanıt şu oldu: “Metin ben belediye çalışanları amatörce spor yapsın diye bu takımı kurdum, bu hale geleceğini hesap edemezdim”.

Türkiye’nin en üst liginde İstanbulspor, Vefa, Feriköy, Beykoz gibi tarihi kulüpleri izlemiş biri olarak belediye destekli Başakşehir kulübüne hiç ısınamadım. Tüm çalışanlarına, teknik ekibine ve emekçilerine sonsuz saygım var. Özellikle Abdullah Avcı’yı çok takdir ederim. Bizim İstanbulsporluların toplandığı günlerde bu iyi dileklerimi kendisine de hep söylemişimdir. Ancak Abdullah Hoca, altyapılarda gençlerle çalıştığı halde takımına yeterince genç oyuncu kazandıramadı.

Büyük paralar verilerek sönmüş yıldızlar takıma alınınca uzun soluklu bir ligi taşıyamadılar. Göztepe karşısında Emre Belözoğlu’nun düştüğü durumu görünce onun adına üzüldüm. Deniz Kadah orta alandan aldığı topu taşıyarak ikinci Göztepe golünü attığı sırada Emre Belözoğlu topsuz koşu yaptığı halde rakibini yakalayamadı. Emre kariyerinde bir oyuncunun bu durumlara düşmemesi gerekir. Zaten oyun olarak da yaptığı çok şey yok. Topu alıp sağ ve sol çizgideki oyunculara atmanın dışında bir eylemi de yok. Asıl sorunlardan biri de bu konumdaki Emre’nin Ulusal takıma çağrılmasıdır.

İnsanlar genetik bakımından farklılıklar gösterse de sporcuların kuvvet olarak zirveye çıktığı yaşlar otuz civarıdır. Sonra aşağıya dönüş başlar. Başakşehir’de zirveden vadiye doğru inmeye başlayan birçok futbolcu var. Devre arasında transfer edilen dört futbolcunun yaşları bile 35’lere yakın.

Başakşehir bu sezon şampiyon olabilir. Ama görünen o ki hepsi bu kadar! Bu denli yaşlı bir takımı yenilemek hiç de kolay değil. Önümüzdeki sezonlar Başakşehir’in adı şampiyonluk yarışında anılması bir yana ligde tutunması bile çok zor olacak. Başakşehir’i yönetenler keşke bu enerjilerini yukarıda sözünü ettiğim tarihsel kulüplere verselerdi…

27 Nisan 2019, Cumartesi 12:08
YAZININ DEVAMI

‘’Futbol öğretiyor ama teknik adamlar direniyor…‘’

Bu köşede futbolun ne derece öğretici bir etkinlik olduğu konusunda sık sık vurgu yapmışımdır. Her ne kadar Fatih Terim “Ben ders almam, ders veririm” dese de futbol herkese her zaman öğretmeye devam ediyor. Yeter ki kendi dünyamızla öğretici öğeler arasına duvar çekmeyelim.

Hafta sonu oynanan futbol karşılaşmalarında yeni bir deneyim olarak karşımıza çıkan birçok olay yaşandı. Hepsine ayrı ayrı değinmek bu köşenin sınırlarını da boyutlarını da aşar. Ancak Başakşehir’in üst üste beklenmedik puanlar yitirmesinden sonra şampiyonluk şansı yeniden gündeme gelen Beşiktaş ile Sivasspor arasında yaşanan bir olaya değinmek yeterli olur sanırım.

Bana sorarsanız değil ama Şenol Güneş kendinin öğretmen kökenli olduğunu söyler. Varsayalım ki öyle olsun. Kendine öğretmen diyebilen bir insan ömür boyu öğrenci kalmasa da öğrenme arzu ve isteği hiçbir zaman bitmez. Güneş iki yıl üst üste şampiyonluk yaşadıktan sonra kendisinin eleştirilmez olduğu kanısına varınca gerek oyuncularına bakış açısı gerekse kadro seçiminde büyük hatalar yaptı. Oysa bir teknik adamın belki de birinci önceliği futbolcularını her yönüyle tanımasıdır. Onlardan hangi mevkide nasıl verim alabileceğini en somut şekilde bilmelidir.

Şenol Güneş Medel ile birlikte ikinci sezonun sonuna yaklaştığı halde Şilili oyuncunun biyomotorik özelliklerini henüz tam olarak öğrenememiş. Sol bekte defalarca görev verdiği ve hiçbirinde başarılı olamayan Medel, Sivasspor karşısında da aynı başarısızlığı yaşadı. Rakibi Diabate’nin topla birlikte yaptığı siprinte yanıt veremedi. Çünkü Beşiktaş’ın Şilili futbolcusu Medel geniş alan oyuncusu değil. Orta alanda, 15-20 metrelik dar alanlarda giriştiği mücadelelerde biraz da cesaret ve azmiyle başarılı olabiliyor.

Malili forvet Diabate’nin sprint kuvveti öylesine etkiliydi ki adeta Medel’in süratte devamlılığını test etti ve Beşiktaşlı oyuncunun bir daha asla bu mevkide oynatılamayacağını Şenol Güneş’e öğretti. Bir yandan da psikolojik olarak bunalıma giren Medel, Güneş’in karşı çıkmasına rağmen oyun dışına attı kendini. Necip Uysal oyuna girdikten sonra Diabate bir daha aynı başarıyı gösteremedi. Çünkü Necip kısa mesafede çabuk olmasa da mesafe uzadıkça devamlılığı doruğa çıkıyor. Bunların hepsi oyuncuları pratikten tanımakla bilgi ile tanımak arasındaki mesafenin açıklığını göstermektedir. Uğur Mumcu’yu bu noktada anmadan geçmek olmaz: Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz.

23 Nisan 2019, Salı 11:39
YAZININ DEVAMI

‘’Yanal'dan yanlış üstüne yanlış‘’

Fenerbahçe’de Ayew tek santrfor olarak görevlendiriliyorsa sarı-lacivertli takımın gol pozisyonu yaratması bir yana ileri bile çıkması mümkün değildir. Çünkü Ayew ileride tek başına rakip stoperlerle mücadele edip top tutamaz. Mehmet Topal’da yaşı ve tempo düşüklüğü nedeniyle stoperlerin arasından çıkmayınca Fenerbahçe ileride top tutamayan orta alanı da tamamen rakibine bırakan bir takım görüntüsünden kurtulamadı.

Sağ taraftan ileri çıkamayan solda ise Valbuena’nın süratte devamlılığı olmadığı için 10 metrede çabuk ama bu mesafenin üzerine çıktığında süratte devamlılık sorununa bağlı olarak temposunun düşmesi nedeniyle geriye dönüp top yitirdikten sonra Alanyaspor Fenerbahçe kalesine çok çabuk gitti. Çünkü sağda Efe Can solda ise Djalma Campos, Valbuena ve Diar’da olmayanı tüm fiziksel özelliklere sahiptiler. Campos’un taşıdığı kanat atakları ve yaptığı uzak mesafeli vuruşlar kaleci Harun’u çok zor durumlara düşürdü. Sanırım Harun, kalecilik yaşamı süresince bir daha Alanyaspor karşısındaki kadar sıkıntı yaşamaz.

Sadık Çiftpınar ve Serdar Aziz Ersun Yanal’ın görev almasından sonra transfer edildi. İkisi de yanlış transferdir ve ikisi de Fenerbahçe’de oynayamaz. Yanal işin bu noktalarını göremiyor. İsmail Köybaşı’nın, Fenerbahçe’ye misilleme olarak alındığından bile Yanal’ın haberi yok.

Oysa Geçen hafta oynanan Galatasaray maçında Dirar’ı sol bekte görevlendirerek bu oyuncu üzerinden beraberlik golünü de kazanmıştı takımı. Teknik direktörler futbolun gösterdiği doğruları uygulamaktan neden kaçınırlar? Saymadım ama Alanyaspor 30 civarında gol girişiminde bulundu. Bu durum Fenerbahçe’nin tarihinde görülmüş bir şey değil.

21 Nisan 2019, Pazar 20:59
YAZININ DEVAMI