‘’Rüya bitti‘’
Sarı-Lacivertliler maça iyi başladı, ayağa yerden paslarla oyunun hakimi olup, rakip savunmada boşluk aradı. Ama hakem ve Fenerbahçeli oyuncuların ortak yardımıyla golü bulan PSV oldu. Alex’e yapılan ve karşılığının sarı kart olması gereken faulde, Fransız’ın kararı Fenerbahçe alehine serbest vuruş oldu. Ve gelişen atakta Cocu golü attı. Hollandalı kafayı vururken yanında onu tutan daha doğrusu tutamayan Tuncay vardı. Önder ile Luciano ise ortalıklarda gözükmüyordu. Hakem yardımı derken Poulat’ın hakkını yemeyelim. 8. dakikada Tuncay’ın tam bir acemilik ve beceriksizlikle topu elle müdahalesi penaltıyı gerektiriyordu. Ama hakem pozisyonu görmemişti. Gelelim Anelka, Daum ve Tuncay’a; teknik direktörünüzün adı Daum’sa, her zaman sürprizlere hazırlıklı olmalısınız. Tıpkı son iki maçın yıldızı golcü Nobre’nin dün gece orta sahanın sağında oynatılması gibi... Daum’dur ne yapsa yeridir. Nobre’yi kesse, alacağı eleştirileri biliyor. O zaman oynamaması gereken bir yere koy, olsun bitsin. Anelka’yı, ne siz sorun ne ben söyleyeyim. Bu görüntüsü çekilmiyor. Zaten ona da yakışmıyor. Ya Tuncay’a ne demeli!.. 8. dakikadaki hatasını sonradan anlamış olacak ki, moralmen bitti. Ona tavsiyem maçın kasedini edinip bu gece sağlam kafayla izlesin. Eminim ki, bu kadar kötü bir Tuncay’a kendisi de katlanamayacaktır.
‘’İstikrar, iyi birşey mi!‘’
Zorunlu haller dışında ilk 11’inde değişikliğe gitmedi teknik direktör Daum. İstikrar güzel şey de, tek başına başarıyı getirmiyor ne yazık ki. Başarı bir yana, başarısızlığın da bir numaralı faktörü olabiliyor bazen. Kanarya’nın Milan karşısına çıkan 11’ini gözünüzün önüne getirin bir. Servet 29 hafta sonra sahada. Klasik bir solbek olmamasına karşın, aylardır bu mevkiide görmeye alıştığımız Ümit Özat ön libero. Onun yerinde Deniz oynuyor aylar sonra. Ardından Selçuk sakatlanınca, Kemal dahil oluyor oyuna. Oynamaya oynamaya pas tutmaya başlamış Kemal. Anelka, pek de sevmediği yerde, tek başına forvette.Sonuç? Bırakın 4-0’lık mağlubiyeti bir yana. Asıl önemli olan, Fenerbahçe’nin - belki değil kesin - sezonun en kötü maçını oynaması.Şu savunma yapılabilir; “Alex sakat, Aurelio, Luciano cezalıydı. Hoca ne yapsın?” Boşuna demiyoruz, “İstikrar bazen başarısızlığın nedeni olabilir” diye. Cezalı oldukları için Milan’a karşı forma giyemeyecek olanların yerine kimleri oynatmayı düşünüyorsanız, Schalke maçının hemen ardından onları takıma monte etmeniz gerekmez mi. Ne gezer. Vestel maçında ikisi de sahada ve bilinen istikrarlı kadroda hiçbir değişiklik yok. Galiba, Vestel Manisa maçı, Milan sınavından daha önemli birileri için.Antrenman kondisyonuyla, maç kondisyonunun aynı şeyler olmadığını futbolla biraz ilgilenenler dahi bilirken, bir teknik direktörün bunun farkında olmaması düşünülebilir mi. Asla. O zaman!Konu “İstikrar” olunca, insanın aklına ister istemez Başkan Aziz Yıldırım geliyor. İlk yıllarında o teknik direktörü gönderen, bu teknik direktörü alan, her sene birçok futbolcu transfer eden bir başkan görüntüsü çiziyordu Sayın Yıldırım. Baktı ki, başarı böyle gelmiyor istikrara yöneldi. Doğruyu da yaptı. Christoph Daum, teknik direktör olarak 3. yılını yaşıyor. Arada zorunlu olarak gidenler ve kadroya dahil edilen dünya çapındaki yıldızlar dışında kadroda da istikrar var. Ama ‘ne olursa olsun istikrar’ düşüncesi yetmiyor ne yazık ki, bazı şeyler için.Başkan Aziz Yıldırım’ın, “İstikrar için Daum’la devam” demesine kimsenin bir itirazı olamazdı. Ancak hemen ardından “Avrupa’da onunla başarı” sözleri gelince, bazılarının bir diyeceği olacaktı ve oldu da. Özellikle kulübün 100. kuruluş yılı olan 2007’de Avrupa’da büyük başarı hedefliyorsanız, bu ikisi birbirine denk düşmüyordu. Tamam, Daum iyi hoca olabilir ama, büyük hedeflere sadece “İyi” hocayla gidemezsiniz. Özellikle ‘küçük’ düşünen ve bunu “Gerçekçiyim” sözünün ardına gizlemeye çalışan biriyle.İstikrara “Evet” ama her zaman değil.
‘’O eski halinden eser yok şimdi!‘’
Bu utangaç tavır, sevimliliğini bir kat daha artırırdı. Futbola 16 yaşında başlamış, 20’sinde İkinci Lig ekibi Sakaryaspor’dan, Türkiye’nin en büyük kulüplerinden birine transfer olmuştu. Televizyonlardaki bu görüntüsü, onun ruh halini çok iyi yansıtıyordu. Kısa sürede büyük bir adım atmıştı ama yine de daha yolun başındaydı. Yapacak çok işi vardı. Sahada da bunun bilinci içinde davranıyordu. Gençti, hırslıydı, çalışkandı. Tüm enerjisini sahaya yansıtıyor, çoğu futbolcunun ayak uzatmaya korktuğu pozisyonlara kafa sokuyordu. İlk senesinde takım iyi değildi ama o bir yıldız adayı olarak parlamaya başlamış ve sezonu 9 golle tamamlamıştı. İkinci yılında ise coşmuş ve 19 gole imza koymuştu. Bu performansıyla da takımının şampiyonluğunda önemli bir paya sahip olmuştu. Bu sıralarda menaceri, bazı İtalyan ve İngiliz kulüplerinin kendisini alabilmek için uğraş verdiğini söylüyordu gazetecilere. (Nedense bu söylentiler, sözleşme yenilemesinden sonra sona ermişti.)Artık ondan, “yıldız adayı” değil, “yıldız” olarak bahsediliyordu. Ancak titrindeki bu yükselişe karşın, performansı aşağı düşmeye başlamıştı. 2004/05’te attığı gol sayısı 7’ydi. Yani, Fenerbahçe’nin çok kötü bir dönem geçirdiği ilk sezonundan iki eksik.Sahadaki tavırları da değişmeye başlamıştı. Artık takımı için değil, sadece kendisine oynuyordu sanki. Gol konusunda büyük bir çaba gösteriyordu ama görüntü, golleri takımı değil, kendisi için atmak istediğinin ipuçlarını veriyordu. Çünkü güzel hareketler sonrası ceza alanına girdiğinde bomboş durumda arkadaşı olmasına karşın, pas vermeyi değil, kaleye vurmayı tercih ediyordu. Kendisini ispat etmek için, topla 2-3 kişi arasına giriyor, buradan başarıyla çıkıp, taraftarın alkışını almayı hedefliyordu. Tabii ki, çoğu zaman başarısız oluyordu. En önemlisi ise bu şekilde kaptırdığı toplar, Fenerbahçe kalesinde ya pozisyona dönüşüyor, ya da gol oluyordu. Gol konusunda öylesine bencilleşmişti ki, ağları havalandırdıktan sonra reklam tabelalarını tekmeliyor, aşırı sevinç gösterileri sonrasında kendi kendini sakatlıyordu.O eski görüntüsünü terketmişti. Ancak vazgeçemediği birşeyi vardı: Kolyeleri. Ters bir harekette rakip oyuncunun gözünü sakatlayıp, futbol hayatını bitirebileceğini düşünemiyordu bile. Bu konuda öyle kararlıydı ki, daha 10 gün önce, 4. hakemin kendisini uyarmasıyla 2 kolye ve muskasını çıkarıp, oyuna girdiği konusundaki eleştirileri bile dikkate almamış, Şampiyonlar Ligi’ndeki Schalke maçına yine kolyesi boynunda çıkmıştı. (Bu şekilde havalı oluyordu herhalde.) Ve sarı kartı yemişti. Bunun sonucunu düşünmemişti anlaşılan; Milan maçında bir kart daha görürse, belki takımı için hayati önem taşıyacak PSV karşılaşmasında cezalı olacağı gibi.O, Türk futbolunun geleceğiydi. Ve yaşı henüz 23’tü. Yani önünde uzun yıllar vardı. Sadece birinin ona bazı şeyleri hatırlatması, kulağını çekmesi gerekiyordu. Çünkü sadece kendisine yazık etmeyecekti böyle giderse, Türk futbolu da geleceğini kaybedecekti.Dilerim, en kısa sürede onu tekrar yanakları al al görürüz televizyon ekranlarında. Çünkü bu, gerçek hali ve ona çok yakışıyor!
‘’‘Dürüst'çe!‘’
Galatasaray 2. Başkanı Ergun Gürsoy’un, “Fenerbahçe’den geriye düşmek sinir sistemimizi bozuyor” sözlerine tepki gösteren eski yöneticilerden Ali Dürüst buyurmuş ki, “Biz Florya’da çalışırken, Fenerbahçe çayırda idman yapıyordu.”Öyle mi Sayın Dürüst. O zaman rica etsem şu sorunun yanıtını verebilir misiniz?“Türkiye’de ilk çim idman sahasını yapan kulüp hangisidir?”İşte şıklar:A - FenerbahçeB - FenerbahçeC - FenerbahçeD - FenerbahçeE - Bilmediğin konuda ahkam kesme
‘’Üzülsün mü sevinsin mi!‘’
2002 yılı... Yusuf (Dursun) abi, yeni transfer Volkan’la yaptığı röportajı geçtiğinde, yazı işleri müdürümüz Yalçın Uygun’un odasına dalıp, “Rüştü sene sonunda gidiyor” demiştim. “Hayrola, nereden çıktı bu?” sorusuna yanıtım: “Volkan demiş ki, ‘Beni Fenerbahçe’ye Rüştü abi aldırdı.’ Demek ki, Rüştü onda birşeyler gördü. ‘Bir sene benim arkamda yedek bekleyip, pişer. Gidince gözüm arkada kalmaz’ diye düşünüp, alınmasında ısrar etti” olmuştu. Ve aynen öyle oldu. Rüştü, Barcelona’ya transfer oldu, kale Volkan’a kaldı. Başlarda doğal olarak tedirgindi, acemiydi, hata yaptı. Ama her geçen gün pişti, kendisine olan güveni arttı, tecrübe kazandıkça daha iyi oynamaya başladı. Şampiyonlukta büyük paya sahip olmasına rağmen, sezon sonunda Daum, Rüştü’yü isteyince, “Volkan gibi süper bir kaleciniz var. Tek yapmanız gereken ona güvendiğinizi ortaya koyup, kaleyi teslim etmek. Fenerbahçe, en az 10 yıl kaleci sıkıntısı çekmez” demiştim. Haklı çıkmak güzel. Şüphesiz Rüştü için de...
‘’3 yanlış 1 doğruyu götürmez‘’
Anelka’nın Konyaspor’a attığı gayri nizami gole en çok kim daha doğrusu kimler sevinmiştir dersiniz. Fenerbahçe mi? Yanıldınız. Biraz daha düşünün. Bir gün sonra sahaya aynı yerde, aynı kişilerce hazırlanmış pankartlarla çıkan, aynı kalemden çıkmış bildirileri kulüplerinin resmi sitelerine koyanlar, basın açıklaması yapanlar kimse, onlardı bu işe en çok sevinenler. İçinde bulundukları durumdan kurtulmak için çırpınırken, imdatlarına yetişivermişti genç bir hakem. Dururlar mı, balıklama atlayıverdiler hemen üzerine.Neydi içinde bulundukları durum?Taraftarı hesap soruyorduBirisi yılların hatalı politikası nedeniyle borç batağında yüzüyordu. Gırtlağa dayanmak ne kelime, borç boylarını aşmıştı. Taraftarları küsmüş, maçlara gelenler de, aylardır başkanlarını ve yönetimini istifaya davet ediyor, her maçta protestoda bulunuyordu. Üstüne üstlük, Türkiye’de 2. Lig’de bile başarılı olamayacak bir balıkçı takımına elenmiş, şoka girmişlerdi. Maç sonrası taraftarlar, stat çıkışı önünü kestikleri başkanvekillerini ayak üzeri sorguluyor, “Hepiniz martta gideceksiniz” diye tempo tutuyordu. Futbolcusu moralsizdi. Bu durumdan acilen kurtulmak gerekiyordu.Hocası diken üstündeDiğeri, geçen sezon olduğu gibi yine işe “Büyük umutlar” ve transferlerle “Şampiyonluk” diyerek girmiş, ancak birkaç iyi sonuçtan sonra tepetaklak gitmeye başlamıştı. Ligdeki son yenilgi sonrası, taraftarlar protestoya başlamış, futbolcuları, “Malmö’yü yenmeden Türkiye’ye dönmeyin lan” tehditleriyle karşılamıştı havaalanında. Burnu kırılıp, sahayı kanlar içinde terkeden futbolcularını bile yuhalıyorlardı. Tur geçilirken, hocası istifa etmiş, zorlukla ikna edilmişti. Ancak hala diken üstündeydi. Başkanı, “Eski hocamızı göndermekle hata ettik” diyerek, onu erken göreve getirdiklerini açıklamıştı çünkü. Takım, 4 maçtır kazanamıyordu ligde ve şampiyonluk yarışında rakiplerine uzaktan bakıyordu. Acele birşeyler yapmak gerekiyordu.Yelkenleri erken indirdiSonuncusu ise daha sezon başlamadan yelkenleri indirmiş, sıradan bir Rum takımına elenmiş ve Avrupa defterini erkenden kapamıştı. Artık tek hedef Süper Lig’di ama takımın temel taşlarından biri bahis olayı nedeniyle ceza alıp, orta sahanın beyni yabancısı talihsiz bir sakatlık geçirince yenilgiler üst üste gelmeye başlamış, Avrupa’dan sonra lig şampiyonluğu da ufukta yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştı. Taraftar infial halindeydi ve acilen birşeyler yapıp, gündemi başka tarafa kaydırmak gerekiyordu.Aşağı çekmek gerekiyorduSadece onlar kötü olsa belki sorun çıkmayacaktı. Ama karşılarında bir kulüp vardı ki, son yıllarda yaptığı ataklarla onlarla arayı iyice açmaya başlamıştı. Stadını muhteşem hale getirmiş, her maçta kapalı gişe oynamaya başlamıştı. Taraftarları artık statlarına bir şölen havasında gidiyor, kulübün resmi ürünlerini kapışıyordu. Böylece kulübün kasasına trilyonlar akıyordu. Sahada da işler iyiydi artık. İki yıldır şampiyonluğa ulaşan takım, Avrupa’da da oynadığı futbol ve aldığı sonuçlarla dikkat çekiyor, Devler Ligi’nde gruptan çıkma yolunda herkese umut aşılıyordu. Hem puanlar hem de paralar geliyordu. Rakibi “7.5 milyon Euro verdiler” deyip, golcüsünü satarken, o 8 milyon Euro’ya orta saha oyuncusu alıyordu.Üniversite sınavında değilsinizBirşeyler yapmak gerekiyordu. Kendileri onun seviyesine çıkamayacağına göre, onu aşağı çekmeliydi. Aradıkları fırsat hiç ummadıkları bir anda geliverdi ayaklarına. Anelka faullü bir şekilde topu ağlara gönderip, hakem de golü verince havalara sıçradılar. Artık eylem zamanıydı. Ancak kendilerine güvenleri o kadar azdı ki, tek başlarına birşeyler yapmaya cesaret edemediler. Birlikte hareket edip, birbirlerinden cesaret aldılar. Ayrı ayrı yerdeki maçlarına, aynı yerde, aynı kişilerce hazırlanmış pankartla çıktılar. Aynı kişinin hazırladığı bildiriyi, resmi sitelerine koydular. Böyle daha güçlü göründüklerini sanıyorlardı. Ancak unuttukları birşey vardı; Üniversite sınavında değillerdi ve 3 yanlış bir doğruyu götürmüyordu.Mesut Konukçu
‘’Bu da ‘O'nun şanssızlığı!‘’
Diyordu ki Alman hoca, “Geçen sezona göre bu sene 4 puan daha iyi durumdayız.” Oysa benim hatırladığım, geçen sezona Çaykur Rize deplasmanında beraberlikle başlayan Fenerbahçe, ardından müthiş bir çıkış yakalamış ve üst üste 9 maçından da galibiyetle ayrılmıştı. Yani ilk 8 haftada 1 beraberlik ve 7 galibiyetle 22 puan toplamıştı. “Yanılıyor olabilirim” diye düşünüp, arşivime göz attım, hayır yanılmıyordum. Bu sene ilk 8 haftada elde edilen puan ise 20’ydi. Yani Kanarya geçen sezon ilk 8 haftada daha iyi bir performans çizmişti. “Belki de” diye düşündüm, “Daum, ilk 8 haftaları değil di, bu sezon oynadığı takımlarla geçen yıl ilk yarıda yaptığı maçları baz alarak böyle birşey söylemişti.” Hesabı o şekilde yaptım. 6 galibiyet, 1 beraberlik, 1 yenilgiyle 19 puan ediyordu. Geriye bir tek şık kalıyordu; Daum bu hesabı, aynı takımlarla geçen sezon kaçıncı hafta, hangi şartlarda oynadığına bakmaksızın yapmıştı. Evet, öyleydi. Anlaşılan maçtan önce bu konuda epey bir çaba harcamıştı tecrübeli teknik adam. Çünkü geçen sezonun 34 haftasını taramak zorunda kalmıştı. Ve hesaba, şampiyonluğun ilan edilmesi, bir hafta vur patlasın çal oynasın eğlenceden ve futbolcuların tamamen doyuma ulaşmasının ardından oynanan 34. haftadaki 4-2’lik Konyaspor yenilgisini de (Şampiyonluk ilan edilmese o maç bu skorla biter miydi diye düşünmeden) katmıştı. Böyle bir çalışmanın Fenerbahçe’ye ne kazandırdığını anlamasam da, bu da bir bakış tarzıydı. Yalnız anlamadığım birşey var. İlk 8 haftada, Süper Lig’e yeni çıkmış Sivasspor, Manisa ve Kayseri Erciyesspor ile karşılaşsa ve bu maçları kazansa, nasıl bir hesap yapacaktı acaba Sayın Daum! Ben yaptım. Diyelim ki, Sivasspor, Kayseri Erciyes, Ç.Rize, Vestel Manisa, Ankaraspor, Beşiktaş, Kayseri ve Konyaspor maçları vardı ilk 8 haftada. 7 galibiyet, 1 beraberlikle 22 puan eder. Geçen sezon Sivas, Erciyes ve Manisa olmadığı için 2 galibiyet, 2 yenilgi ve 1 beraberlikle 7 puan alınmış olacaktı. Daum bu durumda, “Geçen seneye göre 15 puan fazla topladık” mı diyecekti acaba!Evet, gerçekten çok zeki biri Sayın Daum. Ancak bu zekasını, şu ana dek oynadıkları rakiplerle geçen sezon neler yaptıklarına harcayacağına, Konyaspor Teknik Direktörü Aykut Kocaman’ın Fenerbahçe’ye kafa yorması gibi, rakibi analiz etmeye harcasa çok daha iyi olmaz mıydı diye düşünmeden edemiyor insan.
‘’Aynı noktaya gelmek güzel‘’
Ayrıca, “Kardeşim, adam takımı iki yıl üst üste şampiyon yaptı. Siz hala eleştiriyorsunuz. Fenerbahçe düşmanlığı yapmayın” sözlerinin ne kadar geçersiz ve anlamsız olduğu da böylece ortaya çıkmış oluyor. Bundan güzel, bundan daha sevincirici birşey olabilir mi.Alman hoca, geçen sezon başında, “İlla da Rüştü” diye tutturduğunda ne demiştik biz; “Elinde Volkan gibi bir kaleci var. Banko oynadığı ilk yılında başlarda (doğal olarak) hatalar yaptı ama her geçen gün kendini buldu, özgüven kazandı ve müthiş oynamaya başladı. Şampiyonlukta en büyük paylardan birine sahip oldu. Volkan ve Recep’e güvenip, formayı teslim edin. Fenerbahçe 10 yıl kaleci sıkıntısı çekmez.”Aradan 1.5 yıla yakın bir süre geçti ve Sayın Daum ile aynı noktaya geldik. Hayır, biz gitmedik, o geldi!Ne diyorduk geçen sezon orta saha tek başına Aurelio’ya teslim edildiğinde; “Brezilyalı oyuncunun çok iyi oynadığı maçlara dikkat edin. Yanında hep Selçuk vardı. Orta sahanın direncini artırmak istiyorsanız, Selçuk banko oynamalı.”Sezon başında Appiah transfer edildiğinde bazı aklıevveller, “Böyle bir adam için 8 milyon Euro bonservis parası ödemek büyük hata” dediklerinde dedik ki, “Ganalı’nın Fenerbahçe’nin tam aradığı adam olduğu konusunda herkes hemfikir mi? Hemfikir. O zaman ona verilen para da çok değil. Hatta Juventus’un onun yerine, biraz daha şöhretlisine 25 milyon Euro ödediği düşünülürse, ucuz bile.”Yani transfer doğruydu ve hem Aziz Yıldırım hem de Daum alkışı hakediyordu, alkışladık.Sezona iki beraberlikle başlayan Fenerbahçe, 3. haftada Çaykur Rize deplasmanına çıkarken, Tuncay cezalı, Anelka sakattı. Fenerbahçe tek forvet oynuyordu. Dedik ki, “Koyarsınız orta sahaya Selçuk, Aurelio, Appiah’ı. Böyle bir üçlünün önünde de Nobre ile genç Semih’e şans verirsiniz olur biter.” Çünkü böyle bir üçlünüz varsa, savunmanızı garantiye alacağınız için rahatlıkla çift forvet oynayabilirsiniz.Ne oldu? Fenerbahçe aynen bu oyuncularla mücadele edip, ilk galibiyetine imza atarken, ertesi gün herkes, “Selçuk, Aureilo, Appiah’lı orta sahadan” bahsediyordu. Bu üçlü yerleşti orta sahaya, Fenerbahçe sadece skor değil, ortaya koyduğu futbolla da alkışları almaya başladı. Daum’la aynı noktaya gelmek gerçekten güzel.Şimdi de diyorum ki; “Taşlar yerine oturdu. Kadro doğru oluşturuluyor. Fenerbahçe, bir büyük Avrupa ekibi gibi oynamaya başladı. Ne gerekiyorsa onu yapıyor. Futbolcuların kendilerine ve takıma öyle güvenleri var ki, skor ne olursa olsun, oyunun hiçbir anında paniğe kapılmıyor, sabırla ilmik ilmik futbolunu örüp, sonuç almaya çalışıyor. Onların bu görüntüsü taraftara öyle bir güven aşıladı ki, eskiden takım önde bile olsa, ‘Acaba puan kaybeder miyiz?’ diye düşünüp telaşlanan taraftarlar şimdi, ‘Nasıl olsa gol atar ve kazanırız’ diyerek skora hiç bakmadan 90 dakika boyunca huzur içinde maçını seyrediyor. O zaman; bu takım alkışlanır.”Dün yanlışlar vardı eleştirdik, bugün doğruları görünce alkışlıyoruz. Çünkü bunu sonuna kadar hakediyor.Ne demiştik; Daum’la aynı noktada buluşmak gerçekten güzel.