‘’Tamer Abi'ye‘’
1 Kasım’da köşemde yazdığım 2 Kasım’da gazetenin genişleterek haber yaptığı yazıda söylediğim şu:
“Ortalıkta dolaşan iddialara göre şike iddianamesi Hırvatistan maçından sonra açıklanacak. Yine aynı iddialara göre bu iddianameyle ligin tamamlanması mümkün değil. 3 takımın hemen düşmesi gerekecek. TFF hemen karar vermek zorunda kalacak. Diğer üç takımın ise durumu son derece tartışmalı. Aslında daha düşük bir ceza almaları gerekecek ama talimatname puan düşürme cezasını içermiyor. Yani 6 takımın durumu kritik ve 6 takım da düşebilir... Herkesin gizliden gizliye konuştuğu bu... Yani muhtemelen ayın 20’si gibi, en kötü Aralık başında Türkiye futbolu daha önce karşılaşmadığı büyük bir kaosa uyanacak. Ve muhtemelen kolay kolay kendimize gelemeyeceğiz. Bizi bu oyuna bağlayan tüm bağlar zayıflayacak. Yıpranacağız. Hem de çok. Büyük bir kavga başlayacak. Yani anlayacağınız futbolun kıyameti kopmak üzere... Bugün yapacak çok bir şey yok. Bir sektör yıkılmak üzere. Ama bu kıyametin ateşini biraz olsun düşürmek mümkün. Hırvatistan’ı elemek zorundayız.”
Ben demiyorum da, 2 Kasım’daki haberde ‘bu derbi oynanmaz’ diyen biri var... ‘İsmini açıklamayan bir Galatasaraylı yönetici’... O yöneticiyle konuşan ben değilim. Zaten haberi yapan da ben değilim. Habere konu olan benim yazım. Derbi oynanmaz demeyen yazım... “Hırvatistan’ı yenmemiz lazım çünkü kaos geliyor” diyen yazım...
Şimdi burada özür dilemek gerekiyorsa... Dileyelim tabii Tamer abi. ,
Ya da şöyle diyelim: Tüm bu rezilliğin ortasında özür dileyecek beni bulduysan Tamer Abi, ayıp ediyorsun, başım üstüne.
Ha! Evet! TV’de şunu söyledim: “Ligin 2. yarısının bu şekliyle oynanacağını düşünmüyorum.” Oynanacaksa canları sağolsun. Ama yine de bu rezillikle ilgili özür dilemesi gereken en son insan ben olurum..
Ve son olarak: Bana söylediğin “Embeddedlerden (İliştirilmiş gazeteci) farkın kalır mı!” cümlesi kabul edersin ki çok ağır bir yakıştırma abi. Bir anlık sinirle kaleminden çıkmış olmalı. Derbi heyecanı vs... Yoksa ben seni bilirim, sen bana öyle şey söylemezsin... Ne bir kulübe, ne bir siyasi partiye ya da ideolojiye ya da bir başkana bağlı bağımlı vs. değilim. Olmadım. En azından sen beni bilirsin...
‘’Direkt kaleye gittiler‘’
Fenerbahçe’de Stoch, Bursaspor’da Ozan, iki takımın akıncılarıydı. Ama onlar destek bulamadı ve çok becerikli olduklarını da söyleyemeyiz. Stoch’un attığı gol dışında ciddi bir bitiricilik sorunu çektiği açık. O golü görmeseniz, Aykut Kocaman’ın, Galatasaray maçında neden onu kullanmadığını anlayabilirsiniz. Ancak o maçtaki plana yeniden döndüğünde, Bienvenu’yü sağa, Alex’i sola aldığında, ileride top tutmak da olanaksızlaşıyor. Semih bütün formsuzluğuna rağmen tek çıkar yol. Fenerbahçe’nin bu kadroyla bu oyun yapısıyla, bu ruh haliyle, bu puanda ve bu sırada olması inanılmaz. İki sene öncenin şampiyonu, yılmak bilmeyen, İnönü’de ve Kadıköy’de geriden gelip maç çeviren Bursaspor’un bu kadar yumuşak olması ise daha da inanılmaz. Taraftar tepkisinde sonuna kadar haklı.
Hedef ne?
Üç çalışma var şu anda:
1-Şike yasasıyla cezalar azaltılıyor. Ve suçun kapsamı daraltılıyor.
2-Lig bu haliyle bitiriliyor...
3-Küme düşme cezası kaldırılmaya çalışılıyor.
Bunları kim istiyor? Kulüpler Birliği. Hem taraftarın mağdur olduğunu, hem taraftarına komploya kurban gittiği söyleyenler, hem de bu krizde adı hiç geçmeyenler. Taraftarlarına başka otoriteye başka konuşuyorlar. Kimse ceza almasın, paralarımızı almaya devam edelim. Dolayısıyla küme düşme olmasın. Şimdi bu üç koldan çalışmayı görünce sıradan bir insan ne düşünür? Bir an olsun kendinizi bu saçma durumun dışına çıkarın ve bakın! Gerçekte neler oluyor? “Onlar şike yapıyor” diye geçen yıl boyunca bağıranlar şimdi aman düşmesinler diyor... Bu nasıl oluyor?
Ligi bitirmek
Baştan söyleyeyim. 10 yıl içinde İngiltere ya da İspanya Ligi’nin Türkiye’deki naklen yayın değeri Süper Lig’i geçerse şaşırmam... Bu hem doğal bir süreç, hem de kötü yönetimlerin hızlandırdığı bir süreç... Doğal, çünkü misal bizim peder beyin jenerasyonunda Vefa’yı tutanlar var, Taksim ya da Adalet taraftarları... Bizim jenerasyonda yok. Bizde 4 büyük taraftarı var sadece. Çünkü her şey gibi taraftarlık da merkezileşmiş bu sürede. Bugün merkezleşmenin de ötesinde küreselleşme var. Real-Barça maçı sırasında sosyal medyada da açıkça görüldüğü üzere, Türkiye’de özellikle genç nüfus neredeyse Fenerbahçe-Galatasaray maçı kadar heyecanlıydı. Bizim jenerasyon bir El Clasico keyfi yaşıyordu ama gençler neredeyse bir derbi gerginliği...
G-14 yıllar evvel bir Euro League planladığında yerel rekabetlerin hala çok güçlü olduğu gerçeğiyle karşılaşmıştı. Yani bir Liverpool’lu için hala en büyük maç Manchester United maçıydı, Barça maçı değil... Bu zamanla değişebilir. 2 ihtimal var. Ya büyük yerel ligler geleceğin NBA’i olacak ya da Şampiyonlar Ligi... Türkiye’de ise biz saçmalıklarla uğraşıyor, süreci kaçırıyoruz... İşte bu yüzden içinde bulunduğumuz kaosu iyi idare edemezsek Türkiye’nin en büyük 3. sektörü darmadağın olacak. Dışa bağımlı olacağız. Çocuklarımızın ilk takımı Barça, Real, Chelsea olacak... Yani ligi bitimek iyi de, ligi bitireceğiz diye ligi bitirmemek lazım...
Biz fanatiğiz
Biz böyleyiz, biz fanatiğiz. Böyle dizayn edilmiş bir toplum, biz hep mağduruz. Biz hep komplolara kurban gideriz. Biz hiçbir suç işlemiş olamayız. Tarihimiz tertemizdir. Geri kalan herkesin tarihi kirlidir. Biz savaş kaybetmeyiz. Almanlar keybettiği için kaybetmiş sayılırız. Özür dileyecek hiçbir şey yapmış olamayız. Herkes ahlaksızdır, bir tek biz ahlaklıyızdır. Biz böyle yetiştirildik. Toplumumuz böyledir. O yüzden bu süreçte adı geçmeyen ya da mağdur olduğunu düşünenler, sanık tarafı iyi anlamalıdır. Tüm kimliklerimizle sadece kendimiz iyiyiz ve geri kalan herkes kötüdür. Sadece bizim türümüz, sadece bizim dinimiz, sadece bizim milletimiz, sadece bizim cinsimiz, sadece bizim mezhebimiz, sadece bizim partimiz, sadece bizim görüşümüz ve sadece bizim takımımız. Biz böyleyiz. Kızmayın... Hepimiz böyleyiz. Hepimiz fanatiğiz. Neyin fanatiği olduğumuzun hiç önemi yok...
Naçizane bir öneri
Bakmayın hakkında söylenenlere yapılan eleştirilere (zaman zaman benim de yaptığım)... Mehmet Ali Aydınlar bir başarı hikayesidir. Kişisel ve kurumsal olarak başardıkları kitaplık, filmliktir. Yaşadığı kişisel ve kurumsal krizleri atlama tarzı bile onun değerini anlamak için yeterlidir. Ve bu süreçte Türk futbolunun başında olması bir şanstır. Aydınlar bugüne kadar herkesi dinledi. Denge unsuru olmaya çalıştı. Ve belki de şu an için bu tavır doğruydu. Ama artık durum farklı. Aydınlar’a naçizane önerim şu. Savunmalar alınıp rapor oluşturulduktan sonra artık kimseyi dinlemesin. Sadece kendisini dinlesin. Eşini alıp bir tatile çıksın.. Telefonlarını kapatsın. Bu curcunadan biraz uzaklaşsın. 2 günde en doğru kararı verecektir.
Kişilere ceza verilirse...
İddianameyi baştan sona dikkatlice okudum. Ekleri değil tabii. Aslını... Umarım üzerine yazıp çizen, yorum yapan herkes de okumuştur.
1-Çok ciddi maddi hatalar var... Tümer olayı hemen ilk dikkat çekeni...
2-Basına yansıyanlardan görüyoruz ki, özellikle eklerde konuyla ilgisi olmayan, suç unsuru taşımayan bir dolu görüşme kaydı da yer alıyor. Bunun neden olduğunu anlamış değilim.
3-Ancak öyle konuşmalar ve itiraflar var ki, üzerine yorum yapmak bile gereksizmiş gibi duruyor. Evet tamam! Biliyoruz ki bir çok şey göründüğü gibi olmayabilir. Adalet de kararını verir... Zaten bizim işimiz bu değil. Bizim bakmamız gereken futbolun hukuku. Eğer sıfır toleranssa, bir çok sanık için harika bir savunma gerekli...
Gelelim asıl soruna. Sorun Mehmet Ali Aydınlar’ın açıklaması. Kişilere ceza verilecek ama kulüplere lig sonunda. Bu olmaz.
TFF Yönetiminin önündeki seçenekler şu:
1-Kişiler ceza almaz, aklanır. Lig bu şekliyle biter.
2-Kişilerle ilgili yıl sonuna kadar karar alınmaz kavga sürer.
3-Kişilerle ilgili ceza verilir ve hemen düşme kararı da verilir.
Ama olmayacak olan şudur. Kişiler men edilip, lig devam edemez. Çünkü bugüne kadar böyle bir şey olmadı. Ve biliyoruz ki, büyükler işin içinde olmasa düşme kararları çoktan verilmiş olurdu.
‘’Güneş, Terim'e bakmalı‘’
Kafaları süreç açısından rahat. Sadece Türkiye’de varlar. Nispeten daha az oynuyorlar. Ve Terim tecrübesiyle inat etmek yerine sistemi düzeltecek bir esneklik gösterdi. Mevzu bahis Türkiye’yse esneklik en önemli erdemdir... Sanırım Şenol Güneş de aynı şeyi yapmazsa, sadece Burak ve Tolga’nın ekstra oyunlarında kazanabilecek. Çünkü Adrian, Halil ve Henrique üçlüsü Kazım, Engin ve Riera’dan bile geride bu oyuna uyum açısından. Ne güç seviyeleri ne özellikleri uyuyor. Tamamen Colman’a ihale olmuş bir oyun kurulumu var. O da dün Melo-Selçuk ikilisinin baskısıyla cebelleşti. Halbuki Güneş geçen yıl ön liberosuz bir oyunla toplamıştı 82 puanı. İki orta sahayla. Selçuk’u kaybetmek onu çok etkiledi tabii. Anlıyorum. Ama Doğu Karadeniz, Zokora’nın hücum fakirliği seviyesinde bir oyuncu dahi çıkaramıyorsa, toptan yanmışız. Zokora, Şampiyonlar Ligi’nde ideal bir önstoperdi ve çok işe yaradı. Ama ligde oyuna katılacak bir adam lazım. Söylesenize, dünkü oyunundan aldığı kırmızıya kadar, oyun buysa Hasan Üçüncü’nün günahı neydi? Eğer Selçuk’un yerine Zokora’yı alabildiyseniz. Ve asıl önemlisi Umut’un yerine adam alamadıysanız en azından ligde sistemi değiştirmek şart. Çünkü Tolga ve Burak iyiyse, Colman’la işler yürüyor. Aksi taktirde, hayır.
???
Geçen hafta derbi öncesinde yazdığım yazıda “Galatasaray favori” demem, Arena’daki gibi bir baskı beklediğimden değildi. O ekstra bir durumdu. Bu tahmin tamamen 4-4-2’ye dayalıydı. Çünü bu diziliş hücum merkezi ileride ya da geride olsun, yani baskılı ya da geride bekleyerek olsun, bu kadroya daha uygun. Daha demokratik, oyunculara daha az yük
bindiren bir diziliş. Hele de Türkiye gibi fizik futbol oynanan bir ülkede. Alan paylaşımı bu dizilişte çok daha kolay. Eboue, Baros, Melo gibiler için de... Emre gibi fizik sorunlar yaşayan oyuncular için de. Hakan Balta’nın, Semih’in bu kadar iyi oluşu alan paylaşımının daha mantıklı oluşundan. Dikkat edin kimse kaybolmuyor bu oyunda. Pas seçenekleri hep daha fazla. Ve son olarak herhalde Umut’a onca laf edenler şimdi biraz olsun tanıyorlarlardır. Türkiye’ye en çok Umut’lar lazım... Her anlamda...
‘’Trabzonspor hak etmişti‘’
Şampiyonlar Ligi’nin temel kuralı şu: Asla yenilme... Trabzonspor bu kuralın ihlalinin sıkıntısını çekti. Moskova deplasmanındaki kayıp, her şeyi berbat etti. Bütün bu macera boyunca Tolga ve merkez savunmacıların olağanüstü gayretleri dün son beş dakikaya kadar Bordo-Mavililer’i Şampiyonlar Ligi’nde tuttu. Şampiyonlar Ligi’nin en az kaleyi bulan şutla oynayan takımı Trabzonspor, en çok ofsayta kalan takımı da Trabzonspor... Bu hücum fakirliğine rağmen Trabzonspor’un defansif olağanüstü başarısı onları bir yukarıya çıkaracaktı. Dün de hemen hemen 90 dakika Lille’in baskısı altında kaldılar. Neredeyse pozisyon bulamadılar ama yine de yenilmemeyi başardılar. Bir bakış açısıyla bu bir fakirlik olarak görülebilir, ancak defansif zenginlik olarak da bakmak mümkün. Eğer Moskova’da da bunu başarabilselerdi sorun olmayacaktı. Dün diğer maçların aksine, görülmeyen tek şey Colman’dı. Lille orta sahasının sürekli baskısı altında kalan Arjantin’li Şampiyonlar Ligi standartının çok uzağındaydı, bu da pozisyonsuzluğumuzu daha çok artırdı. Hücumda daha fakir kaldık, ama dedim ya defansif performansla, özellikle Glowacki, Giray ve Tolga’yla Trabzonspor dünkü skoru hak etti. Lille’i dışarıda bırakmak, Avrupa Ligi’ne katılım, toplanan 7 puan... Buna tabii ki seviniyoruz ama Şampiyonlar Ligi devamı da olabilirdi. Bunun acısını da yaşıyoruz. Şenol Güneş, Şampiyonlar Ligi’nde gruptan çıkan ilk Türk teknik direktör olma şansını dün kaybetti. Belki de UEFA’yı kazanan ikinci Türk teknik direktör olabilir. Trabzon sürpriz bir şekilde kendisini Şampiyonlar Ligi’nde bulmuştu, ama burayı hak ettiğini topladığı puanlarla gösterdi.
‘’Yasa neden çıkmıştı?‘’
Bu yasayı taraftar ve basın için çıkarttılar. Amaçları taraftarı sahalardan uzak tutmaktı. Sadece müşteri istiyorlardı. Amaçları medyayı statlardan uzak tutmaktı. Sadece yayıncı istiyorlardı. Yani sahnede sadece satışı yapacak olanla parayı harcayacak olan var olacaktı... Öyle gözleri dönmüştü ki 3 ay sonra neler olabileceğini hiç düşünmediler.
İstediklerinin tam tersi oldu... Bugün gerçekten saf denecek kadar iyi niyetli taraftarla fanatikler kaldı stada giden. Ve bugün sadece medyanın bir kısmı kaldı. Yayıncı kaçacak yer arıyor. Üstüne en çok şikayet ettikleri polemikçiler en çok seyredilen spor programlarını yapıyor... Ne istedilerse, ne planladılarsa tam tersi oldu... Şimdi düşünün... 3 ay sonrasını göremeyenlerin yönettiği bir dünya Türk futbolu... Hem de bizatihi kendilerini ilgilendiren konularda. Şimdi anladınız mı neden FIFA sıralamasında 36. olduğumuzu. Dünyanın 16. büyük ekonomisiyken, Avrupa’nın en genç nüfusuyken, Yayın gelirleri açısından Avrupa altıncısıyken, Avrupa’da kazanılmış sadece tek bir kupamızın oluşunun sebebini anladınız mı?
Yasa değişmeli
Cumhurbaşkanı haklı. Yasayı bu haliyle değiştiremezdi. Burada yapılması gereken onu suçlamak yerine 6222’nin nasıl olup da bu şekilde çıkabildiğine bakmaktır. Taka Gazetesi’ne tam 100 bin TL ceza verilmesine yol açabilen bir yasadan bahsediyoruz. Bir yerel gazeteye böyle bir ceza vermek ‘o dükkanı kapat’ demektir. Eğer yazılan çizilende bir hakaret varsa açarsın davanı alırsın tazminatını. Ama 100 bin TL ceza mı olur? Tutuklu bile olmayan henüz davası başlamamış bir futbolcuyu sahaya almamak ne oluyor peki? Bu yasaya göre mesela Sercan’ın, Galatasaray’ın oynadığı tüm spor dallarındaki tüm maçlarda karakola gitmesi gerekiyor. Bir saat öncesinden hem de. Yoksa Galatasaray’ın değil de Bursaspor’un mu? Çünkü bir suç varsa işlendiği zaman Sercan Bursa’daydı. Böyle abukluklara yol açan bir yasa tabii ki değişmelidir. Ama Cumhurbaşını’nın çekinceleri haklıdır. Basını susturmak amacıyla çıkarılmış bir yasadır bu.Medya patronlarına ekranlarınıza çıkaracağınız, sayfalarınızda yazdıracağınız adamlara dikkat edin. 500 bin TL ceza veririm diyerek sopa göstermek için çıkmış bir yasa tabii ki değişmelidir. Taraftarı daha ortada bir ceza yokken sahalardan men etmeyi amaçlayan bir yasa tabii değişmelidir. Teşvik teşebbüsü gibi manasız bir bir suç uydurmaktan da vazgeçmek gerekir.Bu yasada değiştirilecek o kadar çok şey var ki. Değişmeli...Ama bu şekilde değil. Cumhurbaşkanının gerekçesi haklıdır. Evet bu değişiklikler kişiye özel yapılmıştır. Çünkü eğer bu yasa hedeflendiği gibi önce medya ve taraftarı vursa kimse değişsin diye TBMM’nin kapısında yatmazdı.
UEFA’da ne yapılacak?
TFF UEFA’dan önce davranıp bu yıl biz Avrupa’ya katılmıyoruz demeliydi. Ligi başlatmak için acele etmemeliydi. Ne olurdu ki. İşte NBA yeni başlıyor. Lig tek devre oynanabilirdi. Yapmadılar. Şimdi başımız muhtemelen daha büyük bir dertte. Üstüne Etik Kurul’un yaptığı çalışmayla savcının iddianamesi birbirini tutmuyor. Şöyle ki. Beşiktaş ve Trabzonsporlu yöneticiler iddianamede var.
Ama Etik Kurulu’nun UEFA’ya gitmeleri konusunda herhangi bir çekincesi olmadı. İşte bu durum başımızı ağrıtacak.Bunu düzeltmek için çalışmaya başlamak lazım. Oysa biz hala kavga ediyoruz. Şimdi yapılması gereken Trabzonspor ve Beşiktaş’ın bu durumundan minimumda etkilenmesini sağlamak. Büyük bir tehlike altındalar. Spor hukukçuları, 3 yıldan 8 yıla kadar menden bahsediyorlar. Bir an evvel UEFA nezdinde çalışmaya başlamak gerekir. Zaman diplomasi zamanı... Hemen şimdi...
Şenol Güneş’ten bir ilk daha
Fransa’ya gidiyorum yılın ülke açısından en önemli maçı için. Ve hayatımda ilk defa bir derbiyi kaçırıyorum bu sebeple.
Bu işi bu hale getirenleri saygılarımı sunarak.
Lille Trabzonspor’un şu ana kadar oynayacağı en zor maç olacak. Çünkü
Fransızlar hızlı. Şu ana kadar karşılaştığımız en hızlı takım.
Yüksek tempoyla oynuyorlar. Ama asıl
önemlisi durgun bir oyunda dahi çok hızlı akın yapabiliyorlar. Bunu engellemek kolay değil. Çünkü oyun merkezinin nerede olduğunun bir
önemi yok.
Bu oyunda başarılı olmanın temel yolu, topa sahip olmak ve mümkün olduğunda tempoyu ayarlamak. Trabzonspor bunu Inter karşısında evinde başarıyla yaptı. Ama misal CSKA deplasmanında bunu başaramadı.
Colman ve Zokora’ya yardım edecek orta saha oyuncularına ihtiyaç var. Top tutabilen adam sayısını artırabilirse Şenol Güneş Şampiyonlar Ligi gruplarından çıkabilen ilk Türk teknik adam olabilir.
‘’Bir Arda aranıyor‘’
Belki mükemmel değil... Ama bu diziliş ve strateji Galatasaray’ın kadro yapısına daha uygun. Bu yöntemle en başta rakibi pozisyona sokmamayı başarıyorlar.
Gençlerbirliği top yapmayı seviyor. Şişirmiyorlar. Pasla çıkıyorlar ve rakip yarı alanın ortasına kadar bu yöntemle iyi gidiyorlar. Ama ondan sonrasını yapmayı başaramadılar. Bunu sağlayan Galatasaray’ın savunma yapısı. Eboue ve Hakan’da belirli bir yükseliş var. Savunma anlamında işlerini iyi yapıyorlar. Bunu sağlayan biraz da savunma dörtlüsünün Melo’dan aldığı destek. Selçuk da bu oyunun içinde var. Buraya kadar her şey güzel. Ancak Riera ve Aydın’ın iki yönlü yetersizliği, arkadaki oyuncuları etkiliyor. Hakan ve Eboue çıkarken endişeli çıkıyorlar. Çünkü öndekilerin onlara destek vermeyeceğini biliyorlar. Terim’in endişe duymayan savunma kanatlarına ihtiyacı var. Golde de görüldüğü gibi ancak onlarla hücumu hareketlendirip, çoğaltabilirler. Hakan neyse de, Eboue’nin çıkışlarına çok ihtiyaçları var. Galatasaray’ın Terim tarzı bir hücum gücüne dönüşmesi ancak böyle mümkün. Bu oyun için Riera ve Aydın’ın bu performansları yetmiyor. Devre arasında bu sıkıntıyı transferle çözmek isteyeceklerdir. Ancak şimdiden söyleyeyim, bunun ilacı Reyes değil. Gereksiz ve pahalı bir yatırım bu. Bu bölgeye Alman ya da İskandinav tarzı oyuncular lazım. İspanyol yumuşaklığıyla bu halledilemez.
Galatasaray bu sorunu çözerse, orta sahanın ortasını da oyuna daha çok dahil edebilecek. Ayrıca Sercan ve Baros gibi araya koşu yapabilen oyuncuları da beslemek mümkün olacak. Kabul edelim ki Terim’in planlarını özellikle Arda’nın beklenmeyen transferi bozdu. Eğer yeni Arda’sını bulursa sorun kalmaz.
‘’Quaresma ve diğerleri‘’
Böyle bir diziliş ve asıl önemlisi böyle bir strateji belirlemişseniz bunu sıklıkla yapmanız gerekiyor.
Bu yeni oyunun karakteristiği geçen yıl savunmayı önde kuran 4-3-3’den çok farklı. Neredeyse 5’li bir savunma, 3’lü bir orta saha var. Ve Almeida’yı serbest oynayan Quaresma destekliyor.
İbrahim Toraman’ı bir ön stoper olarak görevlendirip özünde bir nevi 3’lü savunmaya geçti Carvalhal. Bu diziliş kağıt üzerinde pratik bir çözüm. Denizli de denemiş ve başarılı olmuştu. Ama burada sorun oluşuyor. Diziliş değil strateji anlamında.
Yani defansif olarak kademeli bir oyun seçmek güzel olabilir. Trabzon’da işe yaramıştı. Ama orada streteji farklıydı. Oyun merkezi daha ileride, Colman’ı preslemeye odaklı bir şablona dayalıydı.
İsrail’de ise preslenecek bir oyun kaynağı yoktu. İbrahim görevsizleşti neredeyse. Ve tam stopere döndü. Oyun merkezini de çok geri çektiler. 25. dakikaya kadar oyun kurmak mümkün olmadı. Rakibin gücü ve niyeti yokken onları oyuna dahil ettiler. 2. yarıda ise anlamsız bir yaslanma ve asıl önemlisi hiç top yapamama durumu oluştu. Yani Carvalhal doğru bir diziliş seçmiş olsa da stratejisi işlemedi.
1.5 yıl önce Simao-Guti-Quaresma-Almeida’yla 4 hareketli hücumcuyla oynamayı hedefleyen bir oyundan yola çıkmıştı Beşiktaş. Bugün Toraman-Sivok-Egemen göbeği ve İsmail-Hilbert kanatlarıyla 5’li bir savunması var. Bu yapı zaman zaman 2 kanadın çıkmasına daha doğrusu çıkarken daha güvenli olmalarına imkan tanıyor. Ama onlar oyuna dahil olmadıkları zaman Quaresma’yı oyunda kaybetmek durumu da oluşuyor. Dün 2. yarının başında olduğu gibi.
Aslında maç 2-0 olduktan sonra ilk goldekine benzer akınlar bulmak gerekirdi. Yapamadılar.
Yapamayınca Quaresma oyundan kayboldu. Çünkü Ernst, Fernandes devreye giremedi. 2-2 sonrasında oyun merkezi biraz ileri gittiğinde ise Quaresma devreye girdi ancak bu sefer de formsuz Almeida gol bölgesinde yalnız kaldı.
Ve maçı Quaresma’nın daha da olağanüstü golü aldı.
Buradan çıkacak ders şu. Eğer diziliş buysa Quaresma’yı her an tehdit kılacak bir denge stratejisi lazım. Yoksa onu da kaybedersiniz. Ve bu oyunda farkı yaratan o...
‘’Avcı'nın yolu‘’
Antrenmandan sonra çekiyorlar kenara “Arkaya geçeçeceksin. Sen bizim ritmimize uyacaksın ”diyorlar bu genç oyuncuya. O genç oyuncu Rıza Çalımbay. Geçiyor arkaya. Diğerlerinin ritmine uyuyor. Uyum sağlıyor. Kaptanın söylediğini yapıyor.
O da sonradan kaptan oluyor. Belki o da diğer gençlere aynı şeyi yapıyor kimbilir...
Yanlış anlaşılmasın. Bu normal olan. Bireysel olarak onları eleştirmek saçmalık olur.
Üstlelik bu takım, o dönemin diğer büyüklerine örnek olarak gösterilen Beşiktaş... Türkiye’nin bir dönemine damgasını vurmuş Kolej Takımı Beşiktaş...
Lig tarihinin en parlak takımlarından biri böyle kuruluyor işte. Aykut Kocaman’ın daha sonra “Beşiktaş-Fenerbahçe maçları bizim zamanımızda 3 ihtimalli maçlardı: 3-0, 4-0 ya da 5-0 onlar kazanırdı” dediği dönem...
Bener Onar, İlhan Mansız’la konuşmuş. İlhan Türkiye’ye geldiği ilk dönemi şöyle anlatıyor:
“Almanya’dan gelen biri olarak Kuşadası’nda ve Samsun’da oynamanın kolay olduğunu söyleyemem. ‘Pis Almancı’ydık nihayetinde... Antrenmanda birine sert girsen akşam hemen odana gelirler ‘Lan Almancılar akıllı olun’ diye. Şimdi işler daha düzeldi.”
İlhan iyi niyetli ama bizim için öyle olmak çok kolay değil. Belki onun dediği gibi şimdi işler biraz düzeldi. Çünkü ligde forma giyenlerin yarısı Almancı artık. Yoksa oyuncuya, harcanan enerjiye saygıda bir düzelme olduğundan değil.
Abdullah Avcı’dan böyle bir kültürü bugünden yarına düzeltmesini istiyoruz işte.
O kültürü daha iyi anlamak için daha önce de yazdığım bir anektodu tekrarlayayım. Bu ülkenin en profesyonel atletlerinden biri Hakan Şükür, İsviçre’de Dr. Bühllman’a kontrole gider... Bühllmann tetkiklerini yapar. Ve şöyle der: “Siz Türk sporcuları sadece gördüğünüz adaleyi çalıştırıyorsunuz. Halbuki vücudu sadece bunlar taşımıyor.”
Ükenin tartışmasız kendisine en iyi bakan mükemmel seviyedeki atleti Hakan’ın bile vücudunun arka tarafındaki adaleler bu seviye için en ideal durumda değildir. Hakan çalışmadığından değil. Bunun yeterli ve doğru olmamasından, alt yapıdan itibaren önemsenmemesinden.
Bahsettiğim ülke tarhinin en önemli takım ve sporcularının yaşadıkları. Sıradan sporcuların değil...
Şimdi Avcı’dan bütün bunları bir kalemde düzeltmesini istiyoruz. Şimdiden söyleyeyim biz kafayı değiştirmedikçe hüsran kaçınılmazdır.
Ona kıymayın...
Dünyanın her yerinde mi?
Hiddink “Türk futbolcusunun aerobik kapasitesi rakiplerinin gerisinde” diyor. Yani bir depar sonrası nabzın normale dönüş süresi Hollandalı’nın, Koreli’nin gerisinde. Hem de çok...
Ama biz dünyanın her yerinde aynı idman yapılıyor diye geçiştiriyoruz bunu. Hiddink yalan söylüyorsa, Terim neden ABD’den fizyoterapist getirtiyor? Nasıl Stefano bu ülkede herkesin aradığı adam oluyor? Nasıl oluyor da Koch yıllardır bu ülkede para kazanıyor?
Nasıl oluyor da Arda İspanya’ya gittiği sene 7 kilo veriyor?
Allah aşkına nasıl oluyor?
Burak Yılmaz
Dünya çapında olmasına sadece 2 adım kaldı. Kafa vuruşlarını düzeltecek. Havada dağılmayacak. Bütün vücuduyla topa vuracak. Böylece o kadar iyi yükselmesinin karşılığını alacak.
Ve ofsayt meselesini halledecek. Türkiye’de sürekli ona yapışık birileri olduğundan ofsayta pek düşmüyor. Ama Avrupa’da alan oyununda durum aynı değil. Sadece içeride oynadığı CSKA maçında Şampiyonlar Ligi’nin en fazla ofsayta düşen 2. oyuncusu oldu. Alan kontrolünü hallettiği anda hak ettiği noktaya gelecek.
www
Açık söyleyeyim hakkımda yazılan bazı şeyleri gördüğümde kanım donuyor. Düpedüz yalan ve iftira olanlar var. Son derece haksız olanlar var. Ama itiraf edeyim, en kötüsü de, son derece zekice yazılmış yergiler var. En moral bozucu olan da bunlar zaten... İnsanın hakkında böyle ağır şeyler okuması kolay değil. Hatta çok zor... Bir de kutsal bildikleriniz üzerine yazılanlar var. Hakikaten çok can sıkıcı... Dedim ya kanım donuyor ve artık mümkün olduğunca uzak duruyorum. (Bu yüzden Facebook’ta ben olduğunu iddia edenlere inanmayın. Çünkü ben orada yokum. Twitter’da da faal bir accountum yok.)
Ama beni daha çok sıkan ve asıl kanımı donduran bu platformların kapatılmasını isteyenler...
Bugün, bu zamanda bunu istemek, iyi niyetli olamaz. Suç, iftira, hakaret, fikir haklarına tecavüz vs. evrensel olarak suç kabul edilen bir şeyleri yapan varsa onu işleyenin cezalandırılmasını anlarım. Ama topyekün kapatmak... Bugün bu zamanda, insaf...
Mehmet Demirkol









































