‘’Sıfırdan 3'e!‘’
Diarra’nın son saniyedeki pozisyonu sadece gol kaçırmak değil. Başka türlü bir şey. Neredeyse golü kurtardı. Boş kaleye içeri vuracağı topu topuğuyla kaleden uzaklaştırdı. Bıraksa Tita atacak...
Gerçekten inanılmaz. Aynı, dönen topta Emenike’nin yaptığı iş gibi akıl almaz. İki savunmacıyı silindir gibi geçip müthiş bir ivmeyle çizgiye indi ve alanı kollayan doğru pozisyona giden Sow’u şahane görüp golü attırdı. Fenerbahçe 0 puandan 3 puana korkunç bir hızla, şansla ve beceriyle koştu. Maçın başında çok şanssızlardı kaçırdığı poziyonlarda. Sonunda fazlasıyla şanslı. 4. kez 90 artıda maç aldı ama en şanslı olduğu bu maçtı. Maçına başında önde akılalmaz baskı ve çok iyi kullanılan bir sağ kanat var. Özellikle Gökhan Gönül’ün goldeki pası da dahil olmak üzere yaptığı harika servislerle 6 kişiyi ceza sahası içine sokup şahane işler yaptılar. Son vuruş beceriksizlikleri bir yana tabii.
Selçuk oyuna geç girdi
Sonra orta sahada düştüler. Topal’ın olmadığı oyunlarda tek alternatif hep ve sadece Selçuk olmalı. Birçok sebeple... Enn önemlisi ise Gökhan ve Caner’in ileri çıkmakta çekingen davranmaları. Çünkü Emre bütün iyi niyeti ve çabasına rağmen başka bir oyuncu. Oraya savunmayı üçleyecek birisi lazım bu düzende. Dolayısıyla Selçuk’un oyuna bir saat geç girdiğini söylemek lazım.
Webo’yu çıkarmak hataydı
Ama Webo’nun çıkması... O da son dakika pozisyonları kadar inanılmaz. Ligin öne bu kadar hızlı çıkabilen ender takımlarından birine karşı maça başlarken ön stoperi unutup başlamak kabul edilemez. Sonra oyun sıkışmışken Webo’yu oyundan almak ve doldur boşaltta üstünlüğü Antalya savunmasına bırakmak da. Fenerbahçe bu tip oyunlarda bu kadar iyi iki hücumcu beki varken Webo-Emenike ikilisinin çift santrfor olduğu oyunları deneyebilir. Bu Galatasaray maçının son 30 dakikası için de geçerli. Dünkü oyun için de...
‘’Selçuk-Melo uyumu!‘’
Galatasaray’a maçı kazandıran temel etken Selçuk-Melo tandemi. Sneijder transferine kadar Galatasaray’ı ligde en iyi takım yapan da buydu. Bu iki oyuncunun birbirini tamamlayan, birbirilerinin arkasını süpüren iyi oyunları takımın tamamını etkiliyor. Hem savunmayı hem hücumu. Gökhan ve Chedjou’yu farklı yaptı bu. Kalitelerini ortaya çıkardı. İsteyen itiraz etsin. Gökhan top class, A sınıf bir stoperdir. Ciddi bir süreklilik sorunu var mı var. Ama sağlıklıysa her seviyede oynar. Chedjou da Fransa’nın en iyi stoperidir ve işini yapar. Dün Riera’nın hem geride kalıp hem de Burhan’ın açısını kapatmayarak, penaltı noktasına geriye doğru pas imkanıyla yedikleri gol dışında hem orta saha hem savunma tandeminin hatasız oynayışı, asıl planın ne olması gerektiğini gösteriyor. Selçuk’tan, Melo’dan, Burak’tan, Gökhan’dan tam yaralanmak için bu tandemi kullanmak lazım. Sneijder bazen 4-4-1-1’de bazen ortanın solunda şans bulur ama Selçuk’u kaybetmek olmuyor. Dün Melo’yla birlikte sahanın en iyilerindendi. Sorun o değil. Galatasaray kanat oyuncularını bulmalı.
Sadece Drogba mı var?
Selçuk ders gibi bir penaltı attı mı? Attı... Korcan mükemmel bir refleks ve doğru hamleyle köşeyi bilip atlasa da ulaşamayacak şekilde. Çıkmaz penaltı bu. Peki ikinciyi niye atmıyor. Bunlar anlaşılabilir işler değil. Slogan bizde ‘Bizde Drogba var’ Bizde bir tek Drogba var değil.
‘Siz karar verin’
Selçuk ve Melo tandemi iyi oynayınca bu direkt Umut ve Burak’ı etkiledi. Dün yaptığı tek hata adalesinde acı hissedince hemen çıkmayıp, bir daha denemesi oldu. Ofsayta kalma standardında yeniden bir eskiye dönüş olsa da hırsı yerindeydi, direğe takılmasa 2’yi 3’ü bulabilirdi. Burak kanatta oynar mı oynar. Sol açık kazanırsınız belki ama mükemmel bir gol kralı kaybedersiniz.
Dünya yıldızı
Roberto Carlos maç boyunca çok sinirliydi. Hakemle didişti. Mancini’yle gitti konuştu. Burak’a gidip kızdı vs.. Ama maç bitti ve rakipler başta olmak üzere herkese sarıldı. Tanıdık gülüşü geri geldi. Oyunculuğunda da aynıydı. Maç bir savaştı onun için, ama maç bitince her şey bitiyordu. Onu eleştirmeye hazırlanıyordum ama hayır oyunun doğasında olan savaşçılığı maçta yaşayıp düdükle normale dönen bu adamı kutlamak lazım.
‘’Yerli kotası lazım‘’
‘Yabancı sınırlaması’ yanlış bir tartışmadır. Sorunu örter, açmaz. Çözüm yolunda çare üretmemize yardımcı olmaz. Türkiye’deki sorun yabancı sayısı değil yerli yetersizliğidir. Sorun gelen yabancılardan kaynaklanmıyor. Sorun bir türlü çıkamayan yerliler. Son 10 yılda 3 büyüklerin altyapılarından Arda dışında evrensel bir bünye çıkmamasıdır sorun. Onun da yeterli fizik seviyeye İspanya’da ulaşabilmesidir. Bizzat kendisi “4-4-2’yi milli takımda öğrendim, futbolu İspanya’da öğreniyorum” diyor. İşte sorun budur.
Yerli kotası ve yabancı sınırı ilk bakışta aynı gibi gelebilir. Yüzde 100 farklıdır. Hatta zıt felsefeleri doğurur. Yabancı sınırlaması yabancıları ilk plana alır. İskeleti onların üzerine kurdurur. İthalat merkezlidir. Yerliler de pasaportla, şişkin fiyatlarla dolgu olur. Tembelleştirir. Almanya üretimine bağımlı kılar. Yerli kotası ise merkezi üretime taşır. İskeleti onlar üzerine kurmak zorunda kalırsın. Gerçek altyapı kurmak zorunda kalırsın. Yabancı tamamlayıcı olur. Kullanmasan da olur. Çünkü zaten kaynak sendedir. Türkiye’nin yapması gereken de budur. 23 kişilik kadrolarda misal en az 10 tane Türkiye’de yetişmiş oyuncu zorunluluğu getirmek şartı yeterlidir. Yabancı sınırlamasını kaldırırsın böylece. Ve Almanya’ya mahkum kalmazsın.
Asıl sorun Almanya
Alman altyapısı Türkiye’nin temel sorunudur. Tembelleşmemizin ana nedenidir. Hamburg’da doğmuş, Hamburg’da yetişmiş 25 yaşına gelmiş bir futbolccu yerli değildir. Eğer öyle hissediyorsa Türktür, canımdır, akrabamdır. Ama yerli değildir. Öte yandan Türkiye’ye 12 yaşında gelmiş ve burada yetişip üst yapıya çıkmış bir Ganalı yerlidir. Çünkü bizim okulumuzda yetişmiştir. Zaten temel mesele senin okulunun ya da ekolünün olup olmamasıdır. Avrupa’dan belli bir yaştan sonra gelen Türk oyuncular ligde yerli statüsünde oynamamalıdır. Milli takımda oynama hakları olsa da.
Ve çözüm Almanya’da
Almanya’yı yerli oyuncu pazarı olarak kullanmak eğitim/üretim süreçlerimize sadece zarar veriyor. Almanya’dan bir şey alacaksak bu, eğitim süreç ve metotları olmalı. Dolayısıyla oradan alacağımız altyapıyı kuracak olan hocalar ve metot olmalı. Türkiye’yi 4. 5. jenerasyondan çıkacak olan hocalar kurtaracak. İstemezsek de buna mecbur kalacağız. Ama daha çabuk da davranabiliriz. Alman sisteminden yetişen ‘GIRA’yı sindirmiş Türk asıllı hocaları bulun Almanya’dan, 17 yaşında daha eğitimini tamamlamamış gurbetçileri değil. Transfer edilecekse onlar edilmeli.
Genç nüfus korkmaz
80 milyona dayanmış yarısı okul çağında olan bir nüfus yabancıdan korkmaz. Tam tersine yaşlı nüfusların senden korkması gerekir. Nüfus doğru eğitildiğinde en büyük silahtır. Bilimden uzak, tembellik ve dogmalarla büyütüldüğünde ise en büyük bela. Hollanda, Belçika genç nüfus problemi yaşadığı için eski sömürgelerinden oyuncu devşirip yetiştiriyor. Sende nüfus var, metot yok. Metotu kurduğun anda yabancı sayısı derdin olmaz. Saymazsın bile.
Milli Takım’da olmaz
Milli Takım oyuncu bulma, sihirbazlık yapma yeri değildir. Milli Takım’a oyuncu aranmaz, bulunmaz... Milli takım için oyuncu elenir. En iyilerin en iyileri seçilir. Arama tarama çok daha genç yaşta yapılır. Bin üst düzey oyuncunun arasından sivilen 11 alır formayı. Bizim tahta boş. Almanya bölgesel liginden oyuncu bulmaya çalışarak olmaz bu işler. Sonra Ceyhun Galatasaray’da oynar mı? Oynar... Hakkıdır. Metot kullanmazsan mecbur kalırsın. Bu, Ceyhun’un günahı değildir.
Doğan Abi’ye
Türk futbolunda son 30 yılda yapılmış en manalı, en zihin açıcı ve yararlı tartışmanın fikir babasıdır Doğan Koloğlu. Hücum futbolu kavramını ülkemize taşımış ve derin bir tartışmanın ateşleyicisi olmuştu Doğan Abi. Şahsen kariyerimin ilk dönemlerinde şiddetli bir karşıtı olmuştum bu kavramın. Futbolu hücum ve savunma olarak iki ayrı düzlemde ele alamayacağımızı savundum. O, kuşkusuz bir zihniyet devriminden bahsediyordu. Ve bu tartışmayı harika bir sevieyede götürdü. Batı’daki tartışmanın dışında bir boyutta ele alındı ‘hücum futbolu’ bizde. Ve çok faydalı oldu. Bir kaç jenerasyonu etkiledi. Bir futbol adamının arkasında böyle bir miras bırakması başlı başına bir iştir. Onu saygıyla anıyorum.
‘’Okul olmadan, ekol olmaz...‘’
1 - Fatih Terim'i iki temel görev bekliyor. İkisi de oldukça zor. Önce Milli Takımı yeniden organize etmek zorunda... Ama malesef uluslararası seviyede tecrübeye sahip oyuncu sayımız az. Burak ve Selçuk gibi yetenekli iki oyuncu bile ancak 26-27 yaşından sonra sahneye tam olarak çıkabildi. Biz bunu 21-22 yaş oyuncularımıza yaptıramazsak, olgunlaşma çağında yeterli seviyede malesef olamıyorlar. Öte yandan Terim'in avantajı; 2016 Avrupa Şampiyonası'na 24 takımın katılacak olması. Bu da bir grup ikinciliğinin yeterli olabileceğini gösteriyor. Terim, esnek teknik direktörlük tecrübesi ile bunu yapabilir.
2 - Asıl problem altyapıyı organize etmek; Biz buradaki tartışmayı yanlış eksende götürüyoruz. İşi, yabancı sınırlaması üzerinden konuşuyoruz. Asıl konuşmamız gereken; yerli zorunluluğu olmalı... Yerli kavramını da yeniden tanımlamalıyız. Yerli oyuncu, cebinde Türk pasaportu olan oyuncu değildir. Eğitimini bu topraklarda almış oyuncu, yerlidir. Yani 26 yaşında Almanya'dan getirilmiş bir oyuncuya 'yerli' deyip, misal Türkiye'de doğup, burada yetişmiş başka pasaportlu bir oyuncuya 'yabancı' dersek, yanılmış oluruz. Yeni dönemde takımlara yabancı kısıtlaması yerine, yerli zorunluluğu konmalı. Misal, 23 kişilik kadroda Türkiye'de yetişmiş; enaz 10 oyuncu bulundurmak, bunların da 4'ünün o kulüpte yetişmiş olması şartı aramak, en ideal çözüm olur. İsteyen istediği kadar yabancı alsın, bunun karşılığında bir harç ödesin, (oyuncunun yıllık maaşının yüzde 10 ya da 20'si) olabilir. Bu fonda toplanan para da mutlaka altyapıda kullanılsın. Bunun yanı sıra temel problemlerden biri de, yeterince iyi yetişmiş altyapı hocasına sahip olmayışımız. Bu konuda bir eğitim devrimi gerekiyor. Almanya'dan genç oyuncu getirmek yerine, orada yetişmiş, sistemi iyi bilen, genç Türk teknik direktörü getirmek, daha iyi bir yatırım olur. Tabii ki, Mancini'ye ya da Aragones'e ödediğimiz milyonlarca Euro'yu, altyapı hocalarına dağıtmalıyız... Çünkü 5-10 bin lira maaş vermediğimiz sürece, kimse altyapı eğitmeni olmak istemeyecektir.
3- Senelerdir bir ekol oluşturmaktan bahsediyoruz. Ekol Fransızca 'okul' anlamına gelir. Doğru okulları kurmadan ekol oluşturamasınız. Üç büyüklerin altyapıları son 10 yılda, sadece Arda'yı üretebildi. O da İspanya'ya gittikten sonra asıl potansiyelini ve performansını gösterebildi. Dolayısı ile ülkede bir okul yok, ekol de olması mümkün değil... Bunu değiştirmeye karar verirsek, 5-6 yıl sonra hiç bir sorunumuz kalmaz...
‘’Mancini şanslı‘’
Milli Takımın Fatih Terim’i, Galatasaray’ın da Mancini’yi takımın başına getirişi bir nevi zihniyet takası.
Mancini’yi kariyer açısından Abdullah Avcı’yla karşılaştırmıyorum kuşkusuz. Benzerlikleri sisteme olan bağlılıkları. Türkiye’de geçmeyen, geçerli olması mümkün gözükmeyen bir idealizm bu.
Çünkü Türkiye batılı dünyanın asla anlayamayacağı bir kaos düzeniyle yaşıyor.
İstanbul’da yaşıyorsanız bakın etrafınıza 8 bin yıllık şehir Dubai gibi. Sanki 40 sene önce bir kasabaydı da bitmek bilmeyen bir imar içinde. Bu hunharca yapılan topyekun inşaatı hiç bir batılıya anlatamazsınız. Kafası almaz...
Bir geçtiğiniz yoldan, 10 yıl sonra bir daha geçmeniz neredeyse mümkün değildir burada. Her şey sürekli kendi kaosu içinde değişir. Ve burada yaşamak için farklı bir esneklik ve uyanıklığınızın olması gerekir. Bu kaosun içinde esnek bir yaşam sistemi kurmanız şarttır.
Yoksa olmaz.
Bir ülkede düzen neyse her sektöründe aynıdır.
Futbolu da bundan ayırmak mümkün değil.
Sonunda bunun da ahlakı gelişir.
Bakın trafiğe... Emniyet şeridini kullanıp 1000 şöförün hakkını çalmak kadar büyük ahlaksızlık olur mu? Ama bu kaosta bunun adı uyanıklıktır.
Bu kaos düzeni esneklik gerektir. Olmazsa olmazı budur işin...
Avcı belki Kasımpaşa’da değil, Almanya ya da İtalya’da doğmalıydı. Mancini’nin doğduğu yerde.
Bu, 8 Ekim’de Galatasaray’ın Akhisar’a kaybettiği maçın ardından yazdığım yazının başlangıcı...
Ve gerçek hala orada öyle duruyor Galatasaray açısından.
Eksiklik esneklik. Başka hiç bir şey değil.
Temel planı şuydu Mancini’nin. 2-0 olup iş kopana kadar değiştirmedi.
1-Sneijder yoksa, Emre orada yapamadığına göre ve Engin’in de bariz bir fiziksel sorunu varken, Selçuk’u oraya çek.
2-Fiziksel olarak çok iyi duran Ceyhun’u Melo’yla birlik ön stoper yap.
3-Stoper özellikli kanat savunmacılarıyla Kuyt ve Sow’un karşısına dikil.
4-Rakibi durdur ve Selçuk’la Bruma ve Burak’ı Caner ve Gökhan’In arkasına kaçırıp içeriye kes. Drogba ve ters kanattan gelecek ekstra hücumcuyla golü at.
5-Olmadı Drogba’ya uzun at indirdikleriyle bir şey bulamazsan da savunman rahatlar.
Yani oyunu dengede tut her şeyden evvel.
İşte bu yüzden maçtan sonra lig tv’ye ingilizce ‘penaltıya kadar mükemmeldik’ diyor Mancini. Ama çeviri ‘sahaya iyi yerleştik’
Ve zaten anladığımızı, ‘keşke’sini de söylüyor, ‘1 puanla ayrılsaydık...’ Ama çeviri 3 puanla ayrılsaydık iyi olurdu. Çevirmen kurtama harekatında
Çünkü temel planı 2-0’a kadar değiştirmiyor.
Tabii bundan Yanal’ın skor kaç kaç olursa olsun oyun merkezini ileride tutan oyun planından vazgeçmemesinin verdiği cesaret de var.
‘Ben nasıl olsa Gökhan ve Caner’in arkasına sarkarım’ diyor.
Ama Yanal’n buna karşı planları var.
1-Öncelikle derbinin ruhuna uygun bir Drogba’ya bezdirme harekatı... Egemen kariyer zirvesini yapıyor. Topal hep Drogba’yla kalan stoperine mükemmel bir ikili sıkıştırma desteği veriyor.
2-Webo tersi eşleşmelerde hiç tembellik etmiyor. Her seferinde en azından büyük zaman kazanıyor.
3-Emre ve Baroni, Caner ve Gökhan tarafından sürekli destekleniyor. özellikl Caner savunmacı bir orta saha performansıyla oynadığını göremeden bu maçı analiz etmek mümkün değil. Böyle olduğu için 2. golde topu kapan Emre golü atan Cristian...
4- Bu yapı Ceyhun ve Melo’nun top yapıp Selçuk’a aktarmasını güçleştiriyor.
5-Selçuk geri gelip topu çıkarmak zorunda kalıyor. Ve öndeki üçlü kopup yalnız kalıyor.
Bunun doğal sonucu Galatasaray’ın tek pozisyon dahi bulamayışı.
Yanal’ın planı tutuyor. Mancini cevap veremiyor.
Saha içi reaksiyonu da sıfır...
Yanal’ın orta sahada yarattığı kaosun Mancini tarafından anlaşılması kolay değil.
O nasıl olup da Ceyhun’un bu presi aşamadığına kafa yoruyor muhtemelen. Bruma ve Burak’ın nasıl bu kadar oyundan koptuklarını anlamaya çalışıyor.
Çünkü Mancini’nin 4 hareketli hücumcusunun bu kadar atıl kalmasını maç içinde anlaması olanak dışı.
Şansı Yanal’In da harika bir hazırlayıcı olmasına rağmen oyun içi esnekliğini çok yüksek olmayışı.
Misal Sow’u Selçuk’la değiştirip Emenike Webo çif santrforuna dönse Salih’le birlikte korkunç bir kontratak silahı yaratabilir. İşte o zaman tarihi fark ortaya çıkabilir. Mancini şanslı.
İşte en başında anlatmaya çalıştığım bu.
Mancini dünya çapında bir antrenör ve başka bir standarttan geliyor.
Burayı anlaması kolay değil. Hele de böyle sezonun ortasında gelip anlaması hiç kolay değil.
Sneijder’i merkez almış bir hücum organizasyonunun onsuz işlemesi bu kadroyla mümkün değil.
Yani diyeceğim şu:
Belki seyrettiğiniz maçtan büyük bir keyif almamış olabilirisiniz. Müthiş bir estetik de göremediniz. Ama sahada dersini iyi çalışmış Yanal ve ekibinin güzel değilse de iyi oyunu vardı.
Öte yandan Mancini’nin konuyu henüz anladığına dair her hangi bir emare yoktu.
‘’Pozisyon vermeden‘’
Fenerbahçe’nin en iyi oynadığı maçlardan biri değil bu. En iyi derbi oyunlarından biri de değil. Dün kazanması sahaya koyduğu karakterle alakalı daha çok... Bu Galatasaray’da hiç yoktu.
Hiç reaksiyon veremediler... İstediklerini belli eden Fenerbahçe’ydi. Galatasaray’da bu yoktu.
Çünkü 2 senedir bu tip kritik anlarda bunu yapan hep Terim’di. Kopenhag maçında hep önde
oynayıp hiç maçı kazanacakmış gibi olmayışı da aynı... Bu maçta penaltıda dahi bitirici olamayışı da.
Ersun Yanal’ın hemen tüm planını Drogba üzerine kuruşu bu anlamda manidar. Galatasaray’ın özellikle de Sneijder’in merkezde olduğu hücum şablonu sonrası hemen her şeyi Drogba üzerinden halletme çabasını Egemen’in savaşçılığı ve ikili sıkıştırmalarla çözme planı yüzde 100 tuttu. Drogba’nın Kopenhag’da sert bir fizik dirençle karşılaşıp ilk kez pasif kaldığını yazmıştım. Dün Egemen bunun da ötesine geçip tamamen etkisizleştirdi rakibini.
Mancini’nin Sneijder’in yerine Selçuk’u koyma çabasında bir sıkıntı yok. Ama Ceyhun’un
Melo’nun yerine gidişi, Melo’nun Selçuk’un... Olmadı. İki savunma kanadı son 10 dakikaya kadar neredeyse hiç ileri çıkamayınca, bu kez Selçuk geri gelip top yapmaya çalıştı. Peki noldu? Burak ve özellikle Drogba sert baş edilmesi zor bir markajın içinde yalnız kaldı. Fenerbahçe kazandı. Mancini hiçbir şey yapamadı. Hiç reaksiyon gösteremedi.
Seviye farkı
Mancini’nin Inter üstü City’den, Dany, Engin (bayağı bir göbeği var) vs. seviyesine gidişi onu galiba etkiliyor. Sahada olup bitene inanamadığı bir çok sahne var. Burak’ın topu çizgi üzerinde takip etmeyip hakeme bakışı misal. Bu sadece Galatasaray’la ilgili değil, Fenerbahçe için de geçerli. O yüzden bu tip bir teknik adam değişikliğinin sezon süresince yapılması normal değil. Terim alışkanlıklarından kurtulmak değil.
Webo’suz olmaz
Fenerbahçe savunmasının Drogba’ya aldığı tedbir ve uygulama başarısını Galatasaray Webo’ya hiç yapamadı. Parıl parıl parladı Webo. Faul aldı. Geri gelip savunmasını rahatlattı. Dün Egemen belki maçın yıldızı. Ama 1 haftanın yıldızı ve vazgeçilmezi hiç kuşkusuz Webo.
Dengeli takım
Fenerbahçe önde ve riskli oynuyormuş gibi duruyor. Önde olduğu doğru ama riskli? Dün Caner’i çok çıkarmadan oynadılar ve Emre’yi, Cristian’ı çok rahatlattılar. Tabii Topal’ın da katkısıyla. Hiç pozisyon vermeden maçı bitirdiler. 2 şut dışında hiçbir şey yoktu. Ne eksik kaldı? Doğru bir orta saha organizasyonuyla tarihi bir farka da gidebilirdi. Belki 2-0’dan sonra Sow’u dışarı alıp, Emenike-Webo ikilisini çift forvete çevirse Mancini’nin birden aldığı riskle iş başka yere farka giderdi.
‘’Kompakt oyun yetti‘’
Yoksa Oğuzhan ve Fernandes’in kendi maksimumlarının yüzde 30’unda oynadıklarını unutmamak lazım.
Olcay’daki kıpırdanmaya rağmen Gökhan Töre’nin beklentilerin çok altında kaldığını da.
Üstüne Almeida’nın basit santrforluk işlerinde dahi eksik kalması önemli. Topu bire birde bu kadar kötü kullanan bir santrfor bu seviyede azdır. Rakibin önüne geçip müdahalesini kesmek yerine kaleden kaçıyor. Ne faul alıyor, ne doğru pas açısı buluyor bu nedenle.
Orta uzun vadede Beşiktaş’ın deplasmanlara Eneramo ve Holosko’yla çıkmasını beklemek normal. Bu büyük oranda işi çözebilir.
Ancak Fernandes ve Oğuzhan’daki düşüşün çözülmesi temel mesele. Çünkü alternatifleri yok.
Fernandes eğer yüklü bir kontrat peşindeyse yanlış yolda. Ayrılmaksa derdi o zaman doğru yapıyor.
Bunu yanısıra; Atiba’nın Serdar’dan daha ideal bir sağ kanat oyuncusu olduğunu düşününmekle birlikte onun da özellikle Gökhan’ın destek vermeyişiyle ilk yarıda çok aksadığını söylemeli. Bu Kayseri’nin soldan yaptığı çokca duran ve akan top ortasının altıpas içinde poziyona dönmesine yol açtı.Ancak golü bulan Beşiktaş olunca Kayseri ligde esiri olduğu depresyona döndü: Beşiktaş sadece kompakt, birbirine yakın oynayarak maçı kurtardı diyebiliriz.
Bu maçta hakem performansından bahsetmeden olmaz. Yine çok kötüydüler... Sadece ilk golde biri kesin 2 ofsayt var. Yardımcı göremedi değil, pozisyonda kayboldu demek yanlış olmaz.
‘’Riera'nın hamlesi rezalet!‘’
İlk maçın tersine baskıyla başlayan Kopenhag’dı. Önce stoperlere top aldırıp öyle bastılar. 1-0 olduktan sonra ise stoperlere direkt baskı yaparak Eray’ı uzun oynamaya zorladılar. Galatasaray’ın kağıt üzerinde ilerideki pas opsiyonlarının sayısı değişmemişti. Sneijder’in yerine bir oyuncu koymak (ideal olarak Selçuk’u oraya çekmek) yerine iki kanat özellikli oyuncuyla ileriyi dörtlemişti Mancini. Ancak kağıt üzerinde aynı olan, fiili olarak aynı olmadı. Bruma ve Aydın’ın maç eksiğinin de etkisi barizdi. Asıl önemlisi göbekte direkt pasla oyunu açan Hollandalı’nın yerini doldurmak başta zor oldu. İleride bariz bir şekilde eksik kaldılar.
Melo ile Selçuk’un orta tandem olarak oynayışı da Selçuk’un ileri hatta yakınlığı konusunda eskiye oranla bir ilerleme sağlamadı. Drogba pas alışverişinde bulunabileceği sürekli bir eküriden mahrum kaldı böylece. 25. dakikadan sonra Drogba’yı pivot olarak alan uzun toplarla ve Selçuk’un geri gelerek çıkardığı toplarla Galatasaray baskıyı kırdı ve çıktı. Ama ileride Sneijder’in yokluğunda garanti pas merkezi bir türlü atanamayınca ilk maçtaki baş döndürücü akın organizasyonları kurulamadı. Özellikle Drogba kenara markajsız alanlara kaçtığında ani çarpraz pasları atacak bir oyuncu bulunamadı. Öte yandan ilk yarıda bu eksiklikten dahi golün bulunabileceği 4 şans yakalandığını söylemek lazım. Yani temel eksikliğe rağmen Galatasaray’in kalitesi net bir şekilde ağır geldi. Ama Solbakken ikinci yarıda bir duvar kurarak, Mancini’nin tüm hamlelerine karşın işi kotardı.
Goldeki zincirleme hata
Riera’nın göbeğe gidip stoperleşmesi normal. Aydın’ın rakibini takip etmeyişi yanlış. Pas tamamlandıktan sonra Riera’nın yakınlaşmak ve müdahale etmek yerine gölge markajı yapmasıyse rezalet. Doğru bölgeye atılan harika ortanın 5 kişi tarafından birbirlerine bırakılması da. Eğer kimse konuşmadıysa Eray yatmalı. Ve golü atan Braaten stoperlerin arkasında onunla vücut vücuda kalması şart. Toptan zincirleme bir hatalar silsilesi. Bundan gol çıkmasa sürpriz olur.
Hamleler sonuçsuz
Mancini’nin kanadı eksiltip temel plana dönüşü 62’de Ceyhun’un Aydın’ın yerine girişiyle oldu. Bu Terim’in alışıldık hamlesinin tam tersi. Ceyhun, Melo’yla tandem oldu Selçuk ileri gitti. Bu takımı biraz olsun hareketlendirdi ama Kopenhag o kadar iyi set savunması uyguluyordu ki... Hiç mesafelerini bozmadılar. Galatasaray duvarı bir türlü delemedi. Bunda Drogba’nın Galatasaray’a transfer olduğundan bu yana belki ilk kez bir savunmaya fiziksel üstünlük sağlayamamasının da payı var tabii. Kazandığı hemen her ikili mücadelede faul çaldı hakem. Bunun üzerine Umut’u Semih’in yerine oyun aldı. Mancini direkt ortalarla oynamak istedi. Ama bu da işi çözmedi. Ve son olarak pasör sayısını artırdı. Amrabat’ı, Burak’ın yerine alarak. Yine olmadı. Duvar her seferinde daha sağlam oldu.









































